1. 1.
    -2
    Vol:1

    Sevdiğim kız karşımda yazlık dizilerdeki üçüncü sınıf aktörler gibi ağlıyordu. Onun böylesine ağlamasının sebebi, sevdiği adamın tanışma gününü unutmasıydı. Hayır, sevdiği adam ben değilim. Ben kaybeden adamı oynuyorum. Bu dalda bütün ödüll
    eri toplamaya hazırım.

    Esra, yani sevdiğim kız, ağlamaya devam ediyordu. Yaptığı şeyin aptalca olduğunu söyledim. Sert çıkıştı. Çünkü gerçekten seviyordu. Bende gerçekten seviyordum. Ama bu kimin umrunda ki ? Delinin teki olduğumu düşünüyordu. Okuduğum kitaplar yüzünden kafayı sıyırdığımı söylüyordu. Geçen sene de buna benzer bir olay yaşadı. Çok mutsuz gözüküyordu. Yanına oturdum. Ona kendisini rahatlatması için L. Johnson'dan bir alıntı yaptım. Ve dedim ki; “Hayat, küçük ölçeklerde de mükemmel olabilir.”

    Ellerini yüzünden çekti, başını kaldırarak “gibtir git!” dedi. Ve az önce söylediği sözü egale edercesine “Ben bardağın boş tarafını görüyorum yavrum; dolu tarafında boğuluyorum,” dedi. O zaman Esra'ya mazoşist tanısı koymuştum. Gerçi bana gibtir git deyişi daha çok koymuştu. Ama alışıktım buna. Etrafına küfürler savurmayı seven bir kızdı. Ben bu kızı nasıl seviyorum bilmiyorum. Fakat onda başka türlü şeyler var beni çeken. Sihir gibi bir şey. Kara büyü gibi.

    Geleceğe tekrar dönecek olursak, Esra yine ağlamaya devam ediyordu. Arada bir nükseden hıçkırıklarını saymazsak değişen bir şey yoktu. Onu teselli etmek istiyordum fakat geçen seneki gibi posta koyacak diye çok korkuyordum. Ama bir şeyler yapmam gerekiyordu. Bir kızı zayıf bir anında yakalamıştım çünkü. Bu yüzden oyunu onun kurallarına göre oynamaya karar verdim.

    “Salla gitsin be Esra, sana erkek mi yok ?”

    Şaşırmış kızarık gözleriyle bana baktı. Bir an çantasıyla başıma vuracak diye düşündüm. Ve evet, aklıma gelen başıma geldi.

    “Ruh hastası,”dedi, çantayı kafama geçirirken. Sonra kalktı gitti.

    “Nereye gidiyorsun,” dedim.

    “Ebenin dıbına!”

    “Görürsen selam söyle, üzerimde çok emeği var kadıncağızın.”

    Olduğu yerde durdu. Arkasına döndü. Yüzünü gördüm. O elma şekeri yüzünü. Sonra yüzüme tükürdü. “Sen ne utanmaz, ne yüzsüz birisin be! Etmediğim hakaret, kullanmadığım küfür kalmadı ama hala peşimden geliyorsun. Neden ?” dedi.

    “Çünkü,” dedim, gözlerinin içine bakarak: “Güzellik, çoğu zaman kusurları gizleyen bir örtüdür.”

    Çözülmeyi bekleyen buz kütlesi gibi öylece durdu karşımda. Hiçbir şey demedi. Sadece kocaman gözlerle bana bakıyordu. Aslında onu bu kadar etkileyen söz Fransız yazar Honoré de Balzac'a aitti. Gözünde yarattığım imajı zedelememek için benden çıkan bir şey gibi davrandım. Çok özür dilerim Balzac. Çünkü aşk, doğruyu yanlıştan ayırt etmene fırsat vermeyen müşfik ve budala bir örgüttür..

    Birlikte sessizce yürümeye başladık. Bu sessizliği gök gürültüsü bozdu. Ardından yağmur yağmaya başladı. Aklımda çalan Beraber yürüdük biz bu yollarda / Beraber ıslandık yağan yağmurda. diye giden şarkıya engel olamıyordum. Bir süre daha hiç konuşmadan yürümeye devam ettik. Bu sessizlik can sıkıcı olmaya başladı. Bende havadan sudan muhabbet açmaya karar verdim.

    “Gök gürültüsünden önce neden yıldırım belirir biliyor musun ?”

    “Neden ?”

    “Çünkü ışık sesten daha hızlıdır.”

    “Bunu fizik dersinde mi öğrendin ?”

    “Hayır, şimdi öğrendim.”

    “Nasıl yani ?”

    “Sen daha kahkaha atmadan önce, gözlerinden kalbime doğru yayılan bir ışık belirdi.”

    Acaba hızlı mı gidiyorum ?

    “Biraz yavaşla romantik adam.” Bir şey demedim, sadece güldüm.

    Adımlarını sayıyormuş gibi başını yerden kaldırmayarak “Aslında, beni sevdiğini biliyordum,” dedi. “Bu yüzden benden uzak kalmanı istedim. Şimdi düşündüm de ne kadar aptalmışım.”

    “Önemli değil, bazen ben bile kendimden uzaklaşmak istiyorum.”

    Yağmurdan korunmak için baraka gibi bir yere sığındık. Esra'nın saçları sırılsıklam olmuştu. Başını omzuma yasladı. Ellerimi beline doladım. Bütün vücudumu tarifsiz bir mutluluk sarmıştı. Aynı zamanda bir sıcaklık. Bunu bütün hücrelerimde hissediyordum.
    Teşekkürler Balzac, teşekkürler güzel adam..
    ···
  1. 2.
    0
    okuyacağımımı sandın oç
    ···
  2. 3.
    0
    doğru söyle lan hangi kitap
    ···
  3. 4.
    0
    ya gibtir git. ne biçim hikaye bu.
    ···
  4. 5.
    0
    kitap değil be panpa... (bkz: beyler hayat hikayemi anlatıyorum toplanın lan)
    ···
  5. 6.
    +1
    @1 panpa esrayla ilişkin ne durumda peki devam mı
    ···
  6. 7.
    0
    panpa bu yazdığım sadece bir kaç panpamın isteği üzerine oturdum yazdım hayat hikayem (bkz: beyler hayat hikayemi anlatıyorum toplanın lan) burda yazılı olan benim hayatımdan yalnızca 3-4 gün... bu yukardaki yazıyı istek üzerine içimden hikaye roman tarzında öylesine yazdım..
    ···
  7. 8.
    -1
    Üniversite yıllarında aynı evi paylaştığım bir erkek arkadaşım vardı. Gün boyunca evde asalak gibi oturup geceleri sokağa çıkan bir tipti. Ben ona Dracula diyordum. Adı Gökhan'dı. Ama kendini Sherlock Holmes sanıyordu.

    “Yine altına çekmişs
    in gri pijamalarını, Bay Dahi.”

    “Yapabileceğim daha iyi bir şey varsa benden saklama.”

    “Dışarı çıkıp nefes alabilirsin mesela. Yeni ilişkiler, yeni arkadaşlar.”

    “Tek gecelik ilişkileri tercih ederim canım.”

    “O yüzden mi geceleri dışarı çıkıyorsun ?”

    “Hayır canım, ben geceyle çıkıyorum. Kendisiyle seviyeli bir ilişkimiz var.”

    Ukalalığını ve tembelliğini saymazsak, iyi bir çocuktu aslında. Bu alaycı tavrının arkasında da bir şey vardı sanki. Çünkü tavırları bana pek doğal gelmiyordu. Sanki bir şeyleri saklamak için uğraş veriyordu. Sanki geçmişte çok acı çekmiş ve yüzüne komik bir maske geçirmişti.

    “Neden böyle davranıyorsun ?” dedim.

    “Nasıl davranıyormuşum ?”

    “tak gibi! Herkese tak gibi davranıyorsun.”

    “Ağzını bozma Prenses, sana hiç yakışmıyor.”

    “Bak hala beni ti'ye alıyorsun. Şu maskeni çıkar artık!”

    “Benim kim olduğumu, neler çektiğimi bilmeden yargılamaya kalkma sakın. Benden yakınıyorsun ama kendini göremiyorsun. Hiç birimiz olduğumuz insan değiliz. Herkes olmak istediği neyse onu oynuyor.”

    Çok kötü azarlamıştı ama sinirlenmedim. Çünkü haklıydı. Çünkü ne diyeceğimi bilemiyordum. Aradan beş dakika geçti. Kalkıp bir sigara yaktı. Bende ona uymak için bir sigara yaktım. -Bundan altı yıl öncede ortama uymak için bir sigara yakmıştım.-
    Pişmanlık duyduğum için yanına oturdum.

    “Özür dilerim,” dedim. “Senin böyle birisi olduğunu bilmiyordum. Daha çok muzip, alaycı birisi olarak tanıyordum.”

    “Herkes öyle tanır.”

    “istersen kahve yapayım. Sonrada geçmişten bahsederiz. Bu gece melankolinin dibine vururuz. Ne dersin ?”

    “Kahveye gerek yok, konuşma faslına geçelim.”

    “Pekala, önce sen başla. Neler çektin anlat bakayım.”

    “Alfabetik sıraya göre mi gideyim ?”

    Ortalama dört saat kadar konuştuk. Bu konuşma sırasında iki paket sigara bitti. iki kere güldük. Ve bir erkeğin gözlerinden iki damla göz yaşı geldi.

    Gece olmuştu. Üstüne bir palto aldı. Yanıma geldi ve “Ben gidiyorum,” dedi.

    “Nereye gidiyorsun ?” dedim.

    “Dışarı çıkıyorum,” dedi. “Sevgilimle bir randevum var.”



    --SON--

    @6 buda aynı hayatımda yazmak istediklerim içimde birikmiş ve yazıyorum panpa giblemeyen olsada..!
    Tümünü Göster
    ···
  8. 9.
    0
    o ---son-- u sil devam et
    ···
  9. 10.
    -1
    Fabrikanın dış cephesindeki havalandırmanın pervanelerinden çıkan sıcak havayla ısınmaya çalışıyordu. O yıl, son yılların en düşük sıcaklığı yaşanıyordu. Hava alabildiğine soğuktu. Elini ve yüzünü pervanelere daha fazla yaklaştırdı. Ama ara
    daki mesafeyi çok iyi koruyordu. Çünkü geçen ay ki girişiminde, pervanelerinde demir telleri bulunmayan bir fabrikanın havalandırmasında ısınmaya çalışırken, yüzük parmağının yarısını orada bırakmıştı. Üzülmemişti. 2 yıl önce babası tarafından kovulduğu evde her şeyini bırakmıştı; bir parmağın ziyanı yoktu.

    Karanlık çöktüğü ve rüzgar şiddetini iyice arttırdı. Geceyi geçirmek için uygun bir yer aramaya başladı. Üstü kapalı olsun, yeter diye düşündü. Üşümeyeyim yeter.
    Lüks bir apartman dairesinin önünden geçerken kapının açık olduğunu fark etti. içeriye girdi. Yan yatıp dizlerini karnına çekerek uyumaya çalıştı.

    “Bütün bin kuruları bizim dairede toplanıyor dıbına koyayım!”

    Yaşı tutmadığı için gece kulübüne alınmayan genç bir apartman sakini, sinirini bin kurusu dediği çocuktan çıkartıyordu. Çocuk gözlerini açtı.
    Korkmuyordu. ilk defa başına gelen bir şey değildi. Kendi evinden kovulduğu o gün, ardı arkası kesilmeyecek bir başlangıcın ilk adımını atmıştı.

    Karşılık vermenin bir şeyi değiştirmeyeceğini bildiği için yerinden kalkıp doğruca dışarıya çıktı. Konuşmak fayda sağlamazdı; çünkü o okyanusun dibindeki bir karıncaydı. Karıncaları kimse görmez, kimse dinlemez.

    Dışarıya çıktığında havanın daha fazla soğuduğunu hissetti. Ya da sıcak bir ortamdan soğuk bir ortama geçiş yaptığı için böyle olmuştu. Henüz evinde kaldığı zamanlar, dışarıdan içeriye girdiğinde, evi hamam gibi bulurdu. Annesi “dışarıdan geldiğin için öyle olur” demişti bir keresinde.
    Bu da onun tam tersi olmalıydı.

    Biraz ilerleyince, köşedeki bir parkta kendisi gibi sokak çocuklarının yan kesicilik yaptığını gördü. “Ben asla böyle biri olmayacağım,” diye düşündü.
    ···
  10. 11.
    -1
    Düşündü. Sadece düşündü. Kaderin espri anlayışını hesaba katmadan düşündü. Çocuk aklıyla, saflığıyla düşündü. Sonra büyüdü. Arkasında iki ceset bırakarak. Son çıkardığı olayda yakalandı. Karakol müdürü sorguya çekti. Dövdü, küfür etti. Hiç biri sonuç vermeyince nezarete attılar. Genç bir polis gelip: “iyi dinlen, sabah seni savcılığa sevk edeceğiz,” dedi.

    “Olur, dinlenirim,” diye cevap verdi.

    “Bir isteğin var mı? Tuvalet falan?”

    “Yok. Sadece pervanelere demir tel taksınlar. Allah korusun, bir çocuk parmağını kaptırabilir.”

    O gece rüyasında babasını gördü. ikisinin de elleri kanlar içindeydi.
    Babasının yakasına yapışmak için can atıyordu. Ama babası demir parmaklıkların diğer tarafındaydı. Sonra konuşmaya başladılar.
    Büyük bir pişmanlık duyuyordu babası. Oğluysa gayet sakin gözüküyordu; ama içinde yorgun bir canavar vardı.

    “Beni o evden atmayacaktın baba.”

    “Oğlum, affet beni; çok pişmanım.”

    “Senin yüzünden katil oldum.”

    “Oğlum, yapma bunu, çok utanıyorum.”

    “Ölümüm oldun baba.”

    Oğlum, lütfen!”

    “Ölümün olacağım baba.”

    “Kes şunu!”

    “Cehennem de görüşürüz baba.”

    Uyandı. Terler içindeydi. Sigara içmek istedi ama yanında yoktu. Gördüğü rüyayı düşünmeye başladı. Yüzünde müstehzi bir tebessüm belirdi. Hayal ile gerçek arasında yüzüyordu. Bir kulaç attı, bir kulaç daha, bir kulaç daha... Yoruldu. Ağlamaya başladı.
    Okul yılları aklına geldi. Okusaydı eğer avukat olacaktı. Annesine verdiği sözü yerine getirecekti. Ama ne demişti Susanna Tamaro ?
    Kaderin hayal gücü bizimkinden daha renklidir..

    Tekrar uykuya daldı. Sabah olmuştu. Her yeri ağrıyarak uyandı.
    Beli tutulmuş, kolu uyuşmuştu. Kabus gibi bir gece geçirmişti.
    Genç polis tekrar geldi. “Haydi toparlan gidiyoruz,” dedi.
    Savcılığa gitmek üzere yola çıktılar. Vardıklarında polislerin birinden bir sigara aldı. Yaktı. iştahla içti. Dün gecenin hırsını çıkartıyordu sigaradan.
    Boşa geçen yılların üzerine yapışıyordu; çektiği her duman.

    içeriye girdiler. Bekleme salonunda bulunan eski eski bir koltuğa oturdular. Beklediler, beklediler, beklediler...
    Vakit geldi. Mübaşir seslendi. Mahkemeye çıktı. 19 yaşındaydı.
    26 yıl ceza aldı. 45 yaşında hapisten çıkacaktı; kendini asmasaydı.

    EDiT: panpa bu öyle yazdığım bi yazı bilmiyorum nasıl oldu ama benim hoşuma gitti paylaşmak istedim...
    giblenmesemde..''
    edit (bkz: beyler hayat hikayemi anlatıyorum toplanın lan)
    Tümünü Göster
    ···
  11. 12.
    0
    sadgascxg
    ···
  12. 13.
    -1
    Çekyat altlarına sıkıştırılan yatak örtüleri gibi düzensiz bir hayatı hiç kimse istemedi. En başta ben. Bu hayattaki amacımı bilmiyorum. John Lennon'un gözlükleri ve Salvador Dali'nin bıyıklarından sonra; benim belirsizlikle olan ilişkim ha
    fızalara kazınacak cinsten. En kötüsü de bu; belirsizlik! Akıbetim ne olacak düşüncesi. iyi şeylerin olmasını beklemek, umut etmek. Bütün bunların zirve yaptığı bir gün de rahatlamak maksadıyla kafamı duvara vurdum. Lila rengi olan duvar, artık kan kırmızısıydı. Duvarın kafama denk gelen kısmı boyanmıştı. Üstelik hiçbir katkı maddesi içermiyordu. Tamamen doğal. O ara zil çaldı. Gelen eski bir arkadaş. Adı Kürhay. Mutlu, yaşam dolu, sempatik çocuk Kürhay. Birbirine zıt iki insan. Birbirini çok iyi anlayan iki arkadaş aynı zamanda. Ufak bir sarsıntı geçirdiğim için kapıyı yüzümü silmeden açmıştım, ayakta kalmaya çalışarak. Kürhay, Kaf Dağı gören şair gibi şaşırmıştı. içeriye geçmiştik sonra. Terli avuçlarıyla yüzümdeki kanları siliyor ve yaptığımın yanlış olduğunu söylüyordu. Doğru giden bir şeyin olmadığını bilmiyordu.

    Sanki kendi evinde beni ağırlar gibi: “Bir şey içer misin?” dedi.

    “Git bana şarap al,” dedim.

    “iyi de, sen alkol kullanmazdın ki,” dedi. Bir sigara çıkardım.

    “Sen sigara da içmezdin,” demeye gerek duymadı.

    Çünkü o da anlamıştı artık uçurumun kenarında kollarımı açtığımı. Farkına varmıştı ekgib olan şeylerin fazlalığını. Futbola olan ilgimi biliyordu Kürhay. “Kaderinden şikayet edersen; kart gördükten sonra hakeme itiraz eden futbolcu konumuna düşersin,” dedi. Sürekli kapattığım köşeden gol yediğimi bilmiyor gibi.

    Ne vakit iyi bir şeyler olacak olsa hep direkten dönüyordu.
    Orta okulda ki sınıfımda bir çocuk vardı. 3 sene beraber okuduk. Okulun ilk günleri her zaman düzgün ve titiz yazardı. Defterini temiz tutmaya çalışırdı. Ama daha sonraları yazısı okunamayacak hale gelirdi. Dağınık, çirkin ve komik. Benim hayatımın evreleri de bu çocuğun yazısına benziyor. ilk başlar da her şey güzel giderken “Tamam,” diyorum. “Her şey güzel gidiyor.” Ama sonra her şey öyle bir taka batıyor ki el uzatıp temizlemeye korkuyorsun çünkü mevcut durumu daha da batıracağını düşünüyorsun...
    Kaderim ve ben; birbiriyle geçinemeyen iki karı koca gibiyiz.
    Onu tanıyamıyorum.

    Uyuyamıyorum. Uzmanlar, uykusuzluğun yatakla ilgili olduğunu söylüyor. Bunu bir yatak reklamında duymuştum. Tabii onlar işin mali boyutuyla ilgileniyor. Beni ilgilendiren adını bile koyamadığım bir başka boyut. Yastığa kafanı koyduğunda göz kapaklarını titreten şeyler. Gözlerini açtığında karanlıkta gördüğün silüetler. Kalbinin dakikada kaç kere attığını hesaplayabilmene yetecek kadar sessizlik. Aslında beni korkutan şey sessizlik değil. Sessizlikle ilgili bir paradoks vardır. “Sessizliğin sesi” derler buna. Seninle konuşur, hatalarını yüzüne vurur, sana küfreder ve en kötüsü de seni çılgınlar gibi düşünmeye sürükler...

    Dışarıda yağmur yağıyor. içeriye yağsaydı eğer beklenmedik bir şey olurdu. Poşetlerini şemsiye gibi, şemsiyelerini de kalkan gibi kullanan insanlar var. Herkes sığınacak bir yer arıyor. Bense dışarıya çıkıyorum ıslanmak için, kafamda başka bir yağmur efektiyle. Yürüyüş yolunun sonunda bulunan bir kafeye giriyorum. Sıcak bir süt isteyip içine biraz da bal katmalarını söylüyorum. Süt istedim, ama canım süt çektiği için değil; farklı bir şeyler yapmak için. Tekrara düşmekten sıkıldım artık. Süt geliyor, garson da öyle. “Başka bir isteğiniz var mı efendim ?” diyor nazikçe. Yok der gibi kafamı sallıyorum. Böyle yerleri seviyorum. Dudaklarımdan çıkan sözleri anında yerine getirecek insanlar var burada. Bunu düşünmek bana iyi geliyor.

    Kafeden çıktıktan sonra evin yolunu tutmaya başladım ve her yağmur sonrasında “Hey, artık sıra ben de” diye gülümseyen gök kuşağını izledim. Küçükken doğal olarak gök kuşağının; güneş ışınlarının yağmur damlalarına yansıyıp kırılmasıyla oluştuğunu bilmiyordum. Benim teorime göre: gökyüzü nefesini tutuyordu ve bu yüzden renkten renge giriyordu. Kırmızı, turuncu, sarı, yeşil, mavi, lacivert ve en son mor... Buzdolabında ki yumurtaları çatıya çıkartıp güneşin altına koyduktan sonra içinden civciv çıkmasını umut ederek beklediğim günleri saymıyorum. Kabul ediyorum, garip bir çocukluk yaşadım. Ama bu garipliğin hayatımın her alanına kanser gibi yayılması gerekmiyordu.

    Edit: çoktandır yazmıyordum değişiklik oldu..
    Tümünü Göster
    ···
  13. 14.
    -1
    up up up up
    ···
  14. 15.
    -1
    up up up up
    ···
  15. 16.
    -1
    up up up up
    ···
  16. 17.
    -1
    up up up up
    ···
  17. 18.
    -1
    vup up up up
    ···
  18. 19.
    0
    up up up up
    ···
  19. 20.
    0
    up up up up
    ···