1. 651.
    0
    hayırlısı...

    bu işin içinde iş var ya neyse.

    zorlamayın olm, canlanmaz buralar artık.
    ···
  2. 652.
    +1
    kimbilir...

    belki de herşey, yeniden...
    ···
  3. 653.
    +2
    Tüm idealistler, verili dünya koşullarına ve yasalara karşıdır…

    …tâ ki kendileri yeni bir yasa yazana kadar.
    ···
  4. 654.
    0
    her şey.
    yeniden.
    ···
  5. 655.
    0
    ya mutlu olmayacaktıysan?

    Sana soruyorum, bu yazıyı okuyan sana güzel kardeşim. Canını sıkmak için değil, gerçekten, samimi bir soru.

    ya hiç mutlu olmayacaktıysan.

    bazen basit bir gerçeği görmek, kabul etmek gerekiyor. bazen yüzleşmek gerekiyor.

    aşk nadir. mutluluk nadir. güzellik, zeka... nadir... olağan biri olarak kalacağını, hatta ortalama biri olup ortalama bir hayat yaşamanın başına gelebilecek en iyi senaryo olabileceğini düşündün mü hiç? öyle kasvetimden değil, konu benimle hiç hiç ilgili değil, hayatımın en mutlu, huzurlu ve sakin dönemindeyim çok şükür. Allah herkese nasip etsin, bunları sızlanmak için de yazmadım.

    Ama anla işte, ya bu şeyler senin başına gelmeyecekse? Ya mutluluk, aşk, başarı vs... neye değer biçip idealize ettiysen, bu nadir şeyler, olağan çoğunluğun bir ferdi olarak sana hiç uğramayacaksa?

    Değer mi yaşamaya?

    Ya bize kalan, elimizdeki tek şey sefaletimizse... Üzüntüyse. Hissizlikse, hiçlikse, boşluksa, tat alamamaksa, sorular hep cevapsız, olgular hep anlaşılmaz kalacaksa?

    Yaşamaya değer miydi?

    Kendi cevabımı vereyim.

    Bence değerdi. Hayır hiçbir sebebi yok değmesi için. Bu bir seçim. Basit bir kabullenişin ardından gelen basit bir seçim.

    iddialı olacak belki ama, bence büyümüş olmanın getirdiği, hayatla ve kendinle barışmanın getirdiği bir seçim.

    Ama basit bir seçim.

    Dünya sana hiçbirşey borçlu değil. Hayattan alacaklı değilsin. Binlerce sperm hayat dediğimiz bu şeye tanıklık edemeyecek. Senin şimdi okuyup büyülendiğin tarihteki o ünlü adamlar, bir parça çikolata, güzel bir film, sağanak yağış altında bir otobüste yolculuk etmek gibi basit şeyleri bilseler belki tüm zaferlerini verirlerdi bunlara sahip olmak için. Tıpkı senin büyük zaferler uğruna sahip olduğun herşeyi verebileceğin gibi.

    Anla işte. Birbirimize saygı borçluyuz.

    Yoksa alacaklı değilsin. Hayat ve dünya sana borçlu değil. Mutsuz olabilirsin. Her zaman hem de. Hiç sevinmemiş olarak, sevişmemiş olarak, sevilmemiş olarak ölebilirsin bir gün. Sonun korkunç ve acılı da olabilir.

    Ama dünyadan alacaklı değilsin. Zamanın efendisi değilsin, kölesi de olmadığın gibi...

    Basit bir seçim işte. Yine de yaşamayı isterdim, isterim.

    Basit bir seçim.

    Koca bir kainatla kavga edebilirsin. Sövebilirsin. Ona sırt çevirebilirsin. Senin seçimin, sen bilirsin.

    Kaçırdığın saniyelere değer mi? Kendini dinlemeden dünyaya bağırarak harcadığın zamana değer mi?

    Yüreğini dindirmeden geçirdiğin anlara değer mi? Kızgınlıklara, kendine acıdığına değer mi?

    Bilmem?

    Sence değer mi?

    insan kokladığı her çiçekte ve yediği her yumrukta burnunu yeniden yaşar. Burnunun farkında mısın? Elinin, ayağının, teninin, aklının farkında mısın?

    Varsın. Farkında mısın?
    Tümünü Göster
    ···
  6. 656.
    +1
    pgibolojik acı içerisindeki, duyguları tepe taklak olmuş birisine ne tavsiye edilir?

    hiç bir şey sanırım. düşmek yürümenin, yürümek koşmanın bir adımı. ve yangının tam ortasındayken, insan geleceği tahayyül edip te, diyemez kendisine "oysa şu an ne kadar güzelleşiyorum." diye.

    korkaklarla ve ahmaklarla kuşatılmış bir çağdayız. sızlananlarla, şikayetleri hiç bitmeyenlerle, birazıcık acıdan kaçmak için, hayattan aldığı tadı, suyun tadını, evet, suyun tadını unutmuş insanlarla karşı karşıyayız.

    yarın gelmeden nereden bileceksin, şimdinin ağrısının aslında bambaşka bir ızdırabın şifası olacağını? tek çaren: korkmamak. utanmamak. aldırmamak acını kafana kakacaklara...

    tek çaren var ölmeyeceksen eğer. ki o da yaşamak, boşluğu tırmalasan da ona tırmanamazsın, kaçamazsın. bazen hayat ölüm kılığında gelir, bazen hayat ölümün gelişi gibi gelir, bazen "zerre zerre tükeniyorum" dersin.

    her gün doğuşu muhtaçken karanlığa, karanlığı yenemezsin. senin çaban, seni dünyadan satın almaya yetmez, bazen tepinmeden beklemeyi bilmen gerekir. bazen gözünden yaş aksa da, bir bebek gibi ilgiyle izlemen gerekir, rüyadaymışsın gibi, bakman gerekir gözünü kırpmadan.

    bazen zayıf olmanın son olmadığını bilmen gerekir bu "hep kazananların" dünyasında. bazen sonunda mükafatlar olmadan kaybetmen gerekir.

    elindeki tek şey olan kendinin, o kadar da üstüne gitmemek için, herkesin hatrı, vefası, alacağı boynuna dolanmışken, herkesin hakkı sana dadanmışken, bazen durup kendi başını okşaman gerekir, koskoca kainata aldırmadan.

    herkesin bir canı var aslan parçası. insanlık ziyanda ya, unutmak çok kolay kendi derdine düşüp te dünyaları, herkes unutuyor günde en az 5 defa.

    sıkma canını aslan parçası. sıkma.

    güneş nasıl ki sormuyorsa sana, sen de sorma başkasına. üzül, tepin, çırpın...

    ama takma kafana.

    hayat kısa.
    ···
    1. 1.
      +1
      hayat kısa.
      ···
  7. 657.
    +1
    Yaptığım her şey bir şey için ama
    O bir şey hiçbir şeyi değiştirmiyor...
    Böylece bir yere varmadan geçtim,
    Aranızdan... aranızdan...
    ···
  8. 658.
    0
    #herşeytakgüzelolacak
    ···
  9. 659.
    0
    bu şehir bir labirent.

    çok dönüp dolaşır ama, asla ucu adalete varmaz.

    ve çok kolaydır, -korkmayı iyi bilmiyorsan- harcanmak.
    ···
  10. 660.
    0
    bu yeni gölge, şüphenin gölgesi.
    ···
  11. 661.
    0
    Serkan sözlüğü çoktan Namık’a devredip gitti, olanbitendeki modların bile bir kısmı fake hesap olabilir bence.

    Hâlâ yapan var mı bilmiyorum da, üç beş kuruşa verilen reklamın parsası için duruyor sözlük işte.

    O eski ihtişamlı günlere dönmek hep hayaldi, 2010 baharına... Ama sözlüğün asla o güne geri gitmeyeceğini, en çok o dönemi özleyenler bilir zaten. Kaldı ki o dönemin yazarları zaten bâkî olma derdinde de değildi.

    Şimdi düşünüyorum, ben de kendi blogumun uğruna buradayım galiba zaten. Bu başlık beni burada tutuyor.
    ···
  12. 662.
    0
    derek...
    ···
  13. 663.
    0
    Nereye gidersen git, kendini de zütürüyorsun. Kime çatarsan çat, kendinle ilk ve ebedi kavgan. Eğer kendinle olan hesabında akıllı olmazsan, ıskalayacaksın hayatı. 3 günlük dünya, pek kıymeti yok neticede. Lakin sor kendine; yaşamak niye? Çalışmak için mi yaşıyorsun, yaşamak için mi çalışıyorsun? Temas ettiğin insanların sözüne katılan sözünün, ellerine değen ellerinin hikmeti ne?

    Hiç için mi?
    Kulluk için mi?
    Cennete gitmek için mi?
    iyilik doğruluk için mi?
    Kendin için mi?

    Bunlara cevap ararken, cevabı bulmak için gereken görgüyü ve adabı ıskalıyor insan.

    Misal, gez tüm dünyayı, bir kaç hoşluktan öte nedir elde ettiğin? Bir odada durmamak mı özgürlükten anladığın? En son istemediğin birşeyi yapmamayı seçebildiğinde mi kendini kurtardın?

    Tüm kir ve lekelerden, bulaşmışlıklardan münezzeh tek bir fikri kurabildin mi kafanda?

    Sakin olamıyorken hayat karşısında, bir yazıktan öte varlığa ne kattın?
    ···
  14. 664.
    0
    Yennefer'i hiç sevemedim.

    Triss'in içi dışı güzel ama.
    ···
    1. 1.
      0
      aklıma geldi işte.
      ···
    2. 2.
      0
      Corinne tilly simasıyla hepsine tek atar.
      ···
    3. 3.
      +1
      Romanları falan okudun mu bilmiyorum, ben dış güzellikten ziyade karaktere not verdim biraz. Triss çok tatlı, çok anaç, fedakar, tam hayalimdeki (aynı zamanda hayatımdaki de çok şükür) kadın profiline yakın.
      ···
    4. 4.
      0
      Okuyacaktım da ilk kitapda yennefer kevaşesinin gerıltı aldatmasına dayanamayıp bıraktım. Başıkta fikirimin olduğu tek konu görünce öylesine atlayıp yazdım Triss hamfendi de güzel tabii, fedakarlık, analık babalık sıkıcı olsada hobi olarak sevilecek birisi.
      ···
    5. diğerleri 2
  15. 665.
    0
    Cumhuriyet'in kuruluşu esnasında yeşermesi için her türlü çabayı sarfettikleri milliyetçilik karşısında, sosyal demokratların düştüğü şu çaresizlik ne derin ironidir... Bir de bu milliyetçiliğin, halkçılık ve devletçilik kompartımanlarına sızıp iyice kaynaşması... Milliyetçi olmadan halkçı, devletçi olmadan milliyetçi olmanın imkansızlaşması... Ve en acısı, milliyetçiliğin, devlet ve halk arasındaki tutkal rolü sayesinde, sınıf bilincinin buharlaşması...

    Günün sonunda varılan yerin, emek sarfetmek ve kafa yormaksızın, en çok da kendiyle hesaplaşmaktan kaçan, altı boş, saçma sapan yerleşik bir kültüre dönüşmesi ve üzerinde yaşayan toplumla birlikte bir coğrafyayı tarumar etmiş olması...

    Uygarlığın arafından barbarlığın cehennemine düşüş... Özlem duyulan mitik bir geçmişin tümden yitimi ve temeli zayıf bir idealist anlatının, algılanamayan çağdaş koşullarla tepkimeye girerek, adı koyulmamış ucuz bir nihilizme dönüşmesi...

    binleşmek, tepeden tırnağa binleşmek...
    ···
  16. 666.
    0
    Eskiden twitch, instagram falan yokken bu kızlar yol kenarına çıkardı. Şimdi teknoloji var, huurluk çok zahmetsiz.

    Eee, prim verilmeyecekti. Bu kadar basit. Serbest piyasa kardeşim. Almak istemediğin şeyi sana satamazlar.

    Ama özentilik yok mu işte...

    Kendisinden faydalı birşey öğrenemeyeceğiniz insanları meşhur etmeseydiniz, şimdi bu memleket bambaşka bir yer olmuştu.
    ···
  17. 667.
    0
    içinde yaşadığı zamanın alışkanlıklarını içselleştirebilecek fırsatı, zemini olmayıp, ona öykünmekten de geri kalmamak... bundan daha mide bulandırıcı bir şey bilmiyorum.

    hakiki bir yabancı olmak, adım attığın yerden kovulmak, bin kere evladır bu durumdan.
    ···
  18. 668.
    0
    her zamanki gibi bir kaç yıl rötarla arkamda...
    ···
  19. 669.
    0
    evinde kedi besleyeceksin. sonra da çıkıp tabiatın dokunulmazlığı ve kutsallığından bahsedeceksin, "fosil yakıt bilmemne bik bik" diyeceksin.

    bak bakalım, doğada hangi canlı diğerini süs olarak, oyuncak olarak kapatır bir yere...

    iki yüzlülüğünüzü midem almıyor artık.
    ···
  20. 670.
    0
    https://www.youtube.com/watch?v=k8VtbVXCKmk

    Hiçbir yere dair aidiyet hissedemiyorum. Ama tamamen salıp, vazgeçip, bu duygunun beni rahatsız edişinden de kurtulamıyorum çünkü bir yere aidim ve orayı bulamıyorum sanki. Beni hiç terketmeyen bir dürtme bu.

    Durup uzun uzun düşündüm, çocukluğumun odasına, bir odam olmayışı hasebiyle evin salonuna gitti aklım.

    Geçmişe gitsem, 9-10 yaşlarıma, o çocukla konuşsam diye düşündüm. Kanepenin üstünde biriki oyuncağıyla oynayan o çocuğun yanına otursam, onunla oynasam biraz... Düşündükçe hevesim tadım kaçtı.

    Kafamdaki çocuğa anlatacak hiçbirşey, verecek bir nasihat bulamadım.

    Nasıl bir kayboluş bu? Nasıl bir kopukluk duygusu?

    "Herşey bu kadar ucuzken,
    Herşey bu kadar kararmışken,
    Sattım herşeyi,
    Sattım tüm beynimi... "

    Bu mesele bambaşka bir mesele. Bu mesele çok garip bir mesele. Bu mesele alabildiğine yalnız, şahsına münhasır, tekil bir mesele.

    Bende bir ben ekgib. Bendeki ben ki, nicedir onu arıyorum, bulamıyorum. Sanki bir şey oldu, sanki bir şey koptu, çok evveldi, küçüktüm, ve bu yabancılığın hortladığı o günü hatırlasam rahat edeceğim sanki...

    Kendime dair teselli arayarak geleceğe bakıyorum, kendime dair bir iz arayarak geçmişe bakıyorum, hanidir toprağa düşmüş olan babaannemi anıyorum, artık sahibinin dokunamayacağı fotoğraflar kervanındaki komşuları anıyorum...

    Çocukluğumun halısı, üstüne tuğla tuğla hayallerden ördüğüm krallıklar dikerek zerre zerre kendimi keşfettiğim ve unuttuğum o zemin, şimdi bambaşka bir şehirdeki bambaşka bir evde, lakin yine odamda hemen ayağımın altında duruyor.

    Ona uzun uzun tekrar bakıyorum, kirlenmiş ve süpürülmeye muhtaç oluşundan öte hiçbirşey göremiyorum.

    Müjdeler alıyorum bu ara. Hepsi bir kegib açıyor bende. Evvele kaçıyor aklım, her karesi bir kegib açmış bende. ileriye bakıyorum, nefesim hırıldıyor, belki de ağlayacağım. Ağlamayı hayal ediyorum, yüzümde oynayan bir çizgi bile yok artık.

    Düştüm mü? Düşmedim mi? Tuttular mı? Bıraktılar mı? Hangisi bu?

    Bu içtiğim sigara çok mu oldu? Az mı? Boş mu konuştum, kötü mü dedim, başardım mı, çuvalladım mı?

    N'oluyor kodumun yerinde ha, n'oluyor, n'oluyor n'oluyor?

    Büyüdükçe emin olacaktım hani, herşeyden? Herşey hakkında? Emin olacaktım, yollar yordamlar bilecektim, halledeceketim, becerecektim. Çok mu şartladılar acaba... Ölmedik diye "aferin" diyen olmadı, "ölelim" dedik "ölüm var" diyen olmadı...

    Çok emindim küçükken, daha da emin olacaktım hani? Ne oldu? Ne oldu, o çocuğun ruhu, aklı, hangi durakta indi tenimin treninden...

    Kendimi tanımıyorum hiç. Her kim önüme her ne koysa istemem artık. Her kim önüme ne koysa açgçzlüce saldırırım artık.

    Kızdığım o insanlar neredeler? Sevdiğim o insanlar neredeler? Kim öldü, kim kaldı...

    Geçmişimin her saniyesine tek tek dokunmak istiyorum, tek tek bağrıma basmak, tek tek kıymetini bilmek... Ve belki de hepsine tek tek tükürmek, lanet etmek, parçalamak çıplak ellerimle...

    Arkama dönüp baksam sevimli tek bir şey yok. Önüme baksam, tanıdık gelen bir şey yok. Her gün yeni bir hayret konusu, her gün dünya bambaşka macera, her gün kim olduğunu kestiremediğim aynı ben, aynı duvarlar...

    Bu fırtına gökte kopsaydı, yerin dibini kazardım, girerdim kuytulara.
    Bu fırtına denizde kopsa, kara bulurdum elbet yanaşacak.

    Bu fırtına bende kopuyor, elimde gözümde dilimde kopuyor, sığındığım yerde, kurduğum sofraya çıkarıp koyuyorum kasırgamı, yiyip yiyip kusuyorum geri. Ne hazmetmek mümkün ne de içimin o yokkenki boşluğuyla rahat bir uyku uyumak...

    Benim benimle bir meselem var. Kavga desem değil, sevme desem değil.

    Sanki... Ben, o bendeki benin gönlünü alamıyorum. Kendime her "dur gitme" diyişimde, biraz daha kendimi terkediyorum.

    Yıllardır soruyorum: "bu yabancılığın evveli, sebebi nerede? Bu yılanın başı nerede?"

    Bomboş baktım dünyaya. Bomboş.

    Bomboş.

    Bomboş...
    Tümünü Göster
    ···