1. 1.
    0
    altına ibretlik paylaşım yazan her bin şükelasını kapıyor. işte ilk ibretimiz;

    iki eL tuttum ßuqüné kadaR. ßirinii ßén
    ßıraKtımm. diqeRidee ßéni.ßiri kopaRken aqL... adı diqeRi kahkahaLar
    attı. ßiri ßir damLa yaşıma ömRünü weRirdi .. diqeRi akıttıqım qöz
    yasLarıyLa öMrümü çüRüttü. ßiri qüLdürdü , diqeRi aqLattı . ßiri anLattı ,
    ßiri aLdattı. ßiri toparLadı. ßiri daqıttı. çekTi aLdı çamuRdan
    ßiri... diqeRi héP ... çamuRa sapLadı !! ..

    ßiriniN adı -anneM-

    diqeRinin aDı -AŞK-tı...

    not: ben yazmadım yazan emo özentisini nutella sürerek gibiyim. Ama ibretlik mi ibretlik .
    ···
  2. 2.
    0
    up up up up
    ···
  3. 3.
    0
    5. ibretlik paylaşım:

    19. yüzyılın büyük ingiliz ressamlarından William Holman Hunt’ın, bir bahçeyi anlatan tablosu Londra Kraliyet Akademisi’nde sergileniyordu.

    Hunt’ın “Evrenin Işığı” adını verdiği bu tabloda gece elinde bir fenerle bahçede duran filozof görünüşlü bir adam vardı.

    Adam, öteki eliyle bir kapıyı vuruyor ve içeriden sanki bir yanıt bekliyormuşçasına duruyordu. Tabloyu inceleyen bir sanat eleştirmeni Hunt’a döndü “Güzel bir tablo doğrusu, ama anldıbını bir türlü kavrayamadım” dedi.” “Adamın vurduğu kapı hiç açılmayacak mı?

    Ona kapı kolu çizmeyi unutmuşsunuz da…”

    Hunt gülümsedi. “Adam sıradan bir kapıya vurmuyor ki…”dedi ve tablosunun anldıbını açıkladı.

    “Bu kapı, insan kalbini simgeliyor. Ancak içeriden açılabildiği için dışında kola gereksinim yoktur…”

    O kapı size içerden açılmamışsa giremezsiniz… ” *
    ···
  4. 4.
    0
    4. ibretlik paylaşım amk.

    Babam seyrediyor

    Ortaokulda okuyan ve kısa bir süre önce annesini kaybeden genç, babasıyla birlikte yaşıyordu. Babasıyla aralarında çok güzel bir dostluk vardı. Genç, okulun futbol takımındaydı. Takımdaydı ama, ufak-tefek yapısı ve tecrübesizliği nedeniyle hocası ona bir türlü maçlarda görev vermiyordu. Bu yüzden, her maçta yedek kulübesinde oturuyordu. Buna rağmen, babası hiçbir maçı kaçırmaz ve hep ayağa kalkıp tezahürat yapardı.

    Liseye girdiğinde sınıfının en sıska öğrencisiydi gencimiz. Fakat babası onu hep futbol oynamaya teşvik etti; bununla birlikte, istemezse oynamayabileceğini de belirtti. Delikanlı futbolu seviyordu ve takımda kalmaya karar verdi. Her idmanda elinden geleni yapıyor ve takımın as oyuncularından bir olmaya çalışıyordu. Bütün lise hayatı boyunca hiçbir idmanı veya maçı kaçırmadı. Ama sürekli yedek kulübesinde oturmaktan kurtulamadı. inançlı babası her zaman ki gibi tribünlerde yerini alıyor ve oğlunu destekleyici tezahüratlarda bulunmaya devam ediyordu.

    Genç, üniversiteye başladığında futbol onun için önemini kaybetmeye yüz tuttu, ama yine de elinden geleni yaptı. Herkes onun okul takımına giremeyeceğinden emin olsa da, bunu başardı. Takımın antrenörü onu listeye dahil ettiğini, çünkü her idmanda yüreğini koyduğunu ve takımın diğer üyelerini de şevke getirdiğini itiraf etti. Takıma girebildiği haberi onu o denli heyecanlandırdı ve sevindirdi ki, soluğu en yakın telefon kulübesinde aldı ve babasına müjdeyi verdi. Onun bu mutluluğunu paylaşan babası, kendisine maçların sezonluk biletlerini göndermesini istedi.

    Üniversitedeki dört yıl boyunca hiçbir idmanı kaçırmayan genç, ne yazık ki hiçbir maçta oynayamadı. Futbol sezonunun sonlarına doğru, büyük bir eleme maçının idmanı için sahaya çıkmaya hazırlanan gencin yanına, elinde bir telgrafla antrenörü geldi. Delikanlı telgrafı okuyunca ölüm sessizliğine büründü. Güçlükle yutkunarak hocasına şunları söyleyebildi:

    - ”Bu sabah babam ölmüş. izninizle bugünkü idmana gelmesem?”. Hocası kolunu şefkatle omzuna doladı ve :

    - “Bu hafta dinlen evlat” dedi,

    - ”cumartesi günkü maça gelmeyi de aklından geçirme.”

    Cumartesi geldi çattı, ama okul takımının durumu hiç de iyi değildi. Maçın sonlarına doğru, bir kişi soyunma odasına sessizce girdi, formasını ve futbol ayakkabılarını giyip saha sahanın kenarına çıktı. Babası ölen ufaklıktı bu! Antrenör ve oyuncular azimli arkadaşlarını bu kadar kısa sürede tekrar aralarında görmekten dolayı son derece şaşırmışlardı.

    Hocasının yanına giden genç:

    - ”Lütfen izin verin oynayayım” dedi.

    - ”Bugün oynamak zorundayım.” Hocası önce onu duymamış gibi davrandı. Böylesine zor bir eleme maçında takımın en kötü oyuncusunu sahaya çıkarmasına imkan olmadığını düşünüyordu. Ama genç o kadar ısrar etti ki, sonunda ona acıyan hocası razı oldu:

    - ”Pekala oyuna girebilirsin.”

    Gencin oyuna girmesinin üstünden çok geçmemişti ki, hem hoca, hem oyuncular, hem de maçı izleyenler gördüklerine inanamadılar. Daha önce hiç oynamamış olan bu meçhul ufaklığın her hareketi harika, attığı her pas isabetliydi. Karşı takım oyuncuları onu durduramıyordu. Koşuyor, pas veriyor, savunmaya yardım ediyor ve maçın yıldızı olarak parlıyordu. Sonunda, gencin takımı aradaki farkı kapattı, nihayet atılan bir golle de beraberliği yakaladı. Ve son saniyelerde ufaklık topu tek başına sürükleyip herkesi geçti ve galibiyet golünü attı. Maç bitmişti. Okulunun taraftarları sevinç çığlıkları atıyor, arkadaşları onu omuzlarında taşıyordu.

    Seyirciler tribünü terk ettikten, oyuncular duşlarını alıp soyunma odasını boşalttıktan sonra, takımın hocası gencin köşede tek başına sessizce oturduğun fark etti. Yanına gidip:

    - “Evlat, inanamıyorum. Bugün bir harikaydın” dedi.

    - “Sana ne oldu, bunu nasıl yaptın, anlat bana! “

    Genç hocasına baktı, gözlerine yaşlar doldu ve şöyle dedi:

    - “Babamın öldüğünü biliyorsunuz. Peki onun gözlerinin görmediğini biliyor muydunuz?” Delikanlı zorlukla yutkundu, gülümsemeye çalıştı:

    - ”Babam bütün maçlarıma geldi, çünkü görmediğim halde beni desteklemek istiyordu. Ve ilk defa bugün beni oynarken görebilirdi. Ben de bu fırsatı kullanmak ve oynayabildiğimi ona göstermek istedim.
    Tümünü Göster
    ···
  5. 5.
    0
    ne diyon amk hiçbi tak anlamadım
    ···
  6. 6.
    0
    3. ibretlik paylaşım:


    Varsayılan ibretlik hikayeler öyküler

    On iki daireli fakir adam

    Bakalım, insan ele geçiremediği şeylere karşı ne kadar hırslı, ele geçirdiği nimetlere karşı da ne kadar şükürsüz olabiliyor, bir görelim. Öğle namazını kıldığımız caminin avlusunda karşılaştığım bir zat, beni kendi yaşına yakın görmüş olacak ki, sorusunu şöyle sordu:

    – Buralara eskiden gelmişe benziyorsun.

    – Evet, dedim. Elli seneyi geçti Yozgat’tan geleli.

    – Ben de Nevşehir’den geleli elli seneyi geçti, dedikten sonra hemen ekledi:

    – Ne yazık ki ben kafayı çalıştıramadım, ömrüm boşa geçti. inşaallah sen kafayı çalıştırmış, ömrünü boşa geçirmemiş, köşeyi dönmüşsündür!

    – Anlayamadım köşeyi dönme işini, dedim. Elli sene önce gelince köşe mi dönülür?

    – Elbette, dedi. Ben buraların elli sene öncesini biliyorum. O zaman tarlaydı şimdi şu apartmanların yükseldiği yerler. Kolayca satın alınırdı buralar. Onun için diyorum, sen erken geldiğine göre arazi almış, belki şu apartmanlar gibi apartmanlar da dikmişsindir buralarda.

    – Rabbime şükürler olsun, dedim, kirada değilim. Başımı sokacak dairem var. Bundan dolayı şükür duyguları içindeyim. Kirada olsaydım zorlanırdım diye düşünüyor, hep şükrediyorum. Rabbimiz olmayanlara da ihsan eylesin, diyorum.

    inanmıyor gibi baktı yüzüme. Sonra da kelimelere basa basa sordu:

    – Yani senin sadece başını sokacak bir dairen mi var şimdi?

    – Öyle, dedim.

    – Geldiğin senelerde buralardan üç beş tarla alıp da şimdi daireleri dizemedin mi?

    – Hayır, dedim. istanbul’a 1950’de geldiğimde öyle bir düşüncem de yoktu, imkanım da. Ben buraya okumak için geldim. Cami harabelerinde kalıyor, okumaya çalışıyordum. Başka meselem yoktu o günlerde.

    Yüzünü buruşturup dudaklarını büktü. Mazeretimi hiç de meşru bulmamıştı anlaşılan. Derinden bir nefes aldıktan sonra söylenmeye başladı:

    – Demek sen de benim gibi kafayı dövüyorsun şimdi!

    – Hayır, dedim, ben asla kafamı dövmüyorum. Tam aksine başımı sokacak bir daire ihsan ettiği için Rabbime şükrediyorum. Sen kafanı niye dövüyorsun? Yoksa başını sokacak bir dairen yok mu, kirada mısın hâlâ?

    – Yok canım, olur mu öyle şey dedi? Dairelerim var. Hem de en değerli yerlerde. Ne yazık ki, bir türlü ilerleyemedik, on iki dairede çakılıp kaldık, üzerine ilaveler yapamadık. Kafamı dövüşüm bundan dolayı. Vaktiyle ele geçen fırsatları değerlendiremeyip on iki dairede kalışımdan dolayı. Şaşırarak sordum:

    – Yani on iki dairenin sahibi olduğun halde mi, fırsatı değerlendiremedim, diyorsun? Elini boşlukta salladıktan sonra:

    – On iki daire ne ki? dedi. Aslında ben on iki gökdelenin sahibi olmalıydım şimdi. Gerekçesini de şöyle açıkladı:

    – Ben buraların tarla olduğunu, bedava denecek kadar ucuza satıldığını biliyorum! Ama bunu bilmenin bir faydası yok ki şimdi. Kafayı vaktiyle çalıştırmadıktan sonra, kalırsın işte böyle on iki daireyle! Yumruklarsın kafanı durmadan!.. Bir ürperti geldi içime:

    – Beyefendi kusura bakma, dedim senin düşüncenden korkmaya başladım. On iki daireye sahip olmuşsun hâlâ mutlu ve huzurlu değilsin. Şükür duyguları taşımıyorsun. Hemen uzaklaşıyorum bu türlü düşüncenin yanından.. diyerek yürüdüm kendi istikametime doğru. O da, sahip olamadığı gökdelenlerin hasreti içinde kafasını yumruklayarak yürüdü kendi istikametine doğru… Yol boyunca Efendimiz (sas)’in ikazlarını düşündüm. Şöyle tarif ediyordu ademoğlunun hırsını.

    – Kendi ihtiyarladığı halde hırsı hep genç kalan ademoğulları vardır. Bunların iki dere dolusu altını olsa, yine doymaz da der ki: “Keşke bir üçüncü dere dolusu altınım daha olsaydı!” Böyle insanların gözünü ancak toprak doldurur! Sadaka Rasûlullah.
    Tümünü Göster
    ···
  7. 7.
    0
    güzelmiş ibretlik paylaşım
    ···
  8. 8.
    0
    2. ibretlik paylaşım:

    Rabiatü’l-Adeviyye’ye ait şöyle hikmetli bir kıssa anlatılır:

    Biri ona geliyor ve şöyle diyor: “–Ben seni çok seviyorum!”

    “–inanmam.”

    “–inan, sözümde çok samimiyim.”

    “–inanmam.”

    “–inan, herkesten çok seviyorum, kimseyi senin kadar sevmiyorum.”

    “–Yani yoldan geçmekte olan şu güzel ve genç kadından daha çok mu seviyorsun…?”

    Sevdiğini iddia eden kişi, bu sual üzerine işaret edilen tarafa dönüp bakıyor. Fakat bu esnada Rabiatü’l-Adeviyye de adama tokatı patlatıyor ve diyor ki:

    “–Beni çok sevseydin dönüp o tarafa bakmazdın.”

    Not: süpanalla da yazın lan.
    ···
  9. 9.
    0
    up up up amk
    ···
  10. 10.
    0
    :/
    ···
  11. 11.
    0
    neyse yeter size bu kadar amk.
    ···