1. 1.
    +3
    bu nası yok la ne biçim sözlük bu yerini yurdunu gibtiğim
    ···
  1. 2.
    +1
    (bkz: http://www.youtube.com/watch?v=WlbH-gv9ABA)
    ···
  2. 3.
    +3
    barınma ihtiyacını karşılayan yapı. nasıl yaşama hakkı gibi bi hak varsa ev hakkı diye bi hak da olmalı amk. devlet baba ev işine bi el atmalı. ev yoksa gibiş de yok amk. bazen evlere bakarım ulan bütün bu evler gibişmek için mi tutulmuş yoksa sıcak bi yuva için mi diye düşünürüm. sonra da ne kadar masumane de olsa bu evlerde ciks gırla gidiyor diye düşünürüm.
    ···
  3. 4.
    +2
    ···
  4. 5.
    -1
    icinde oturulan kapali alan..
    ···
    1. 1.
      0
      Ben yatıyom huur çocuğu
      ···
  5. 6.
    0
    yatak odası, mutfak, oturma odası, osurma odası, yıkanma odası gibi bölümlerden oluşan yaşam birimi. evlilik öncesi her bölüm sonuna "takımı" ekini alarak bir takım parasal rahatsızlıklara yol açar.
    ···
  6. 7.
    0
    insanın ruhunu çoğu zaman mundar eden ama yine de özlenen yer.
    ···
  7. 8.
    0
    eski türkcede cadir demektir, daha dogrusu eski türkler göcebe olduklarindan ev denince anlatilmak istenen sey cadirdir. evin bugünkü ev anlamini almasi türklerin anadoluya göcedip yerlesmesinden sonradir.
    ···
  8. 9.
    0
    içinde bulunmayınca özlenesi yer.
    ···
  9. 10.
    0
    insanın hayata karsı son kalesi..
    ···
  10. 11.
    0
    silinmenin ve sessizliğin, acının ve bekleyişin yeri.
    ···
  11. 12.
    0
    basit anlamda yasanilan yer. biraz daha derindeyse geriye donup bakinca kendinizi bir parcasi hissettiginiz, gerek bina gerekse ortam anlamindadir. bir kere ayrilip baska yerlere gitmeye baslanildiginda ise her yer kisa sureli ikamet alanlari oldugundan ve geri dondugunuzde hicbir sey degismemis bile olsa hic degilse siz degismis olacaginizdan ayni seyleri hissetmediginiz, bu yuzden genellikle simdiki zamandansa gecmis zamanlari soz konusu eden mekan.
    ···
  12. 13.
    0
    ne diyosun amk
    ···
  13. 14.
    0
    dünyanın dört bucağındaki evlerle ilgili tarihsel bir deneme yazmaya çalisalim:

    önce zenginlerin yapı malzemelerine, yani taş ve tuğlaya bakalım. diyebiliriz ki paris bir taş kenttir, londra ise tercihini tuğladan yana kullanmıştır. 1666 senesinde londra'da çıkan büyük yangında kentin dörtte üçü, yani yaklaşık 12.000 ev, kül olduğunda hızlı bir yeniden yapılanma sürecine girmişti londra; tabi ki geçmişinden dersler alarak, ahşaptan tuğlaya geçiş, büyük ölçüde, bu yangından sonra tamamlanmıştır. paris de, benzer zamanlarda ahşap'tan taş'a geçildiğine tanıklık ediyordu fakat 18.yy'da bile, mesela saône vadisinde, kiremit damlı evler hala daha gönencin timsali; köylü ikametgahlarında ise 1815'te dahi istisnaiydi. tabi, nüfusun çoğunluğu, yani yoksul yığınlar, yapı malzemesi olarak ahşap, toprak ve hatta kumaşla* yetinmek zorunda kalıyordu. kimi zaman yeteri kadar kereste yoksa, ahşap da lüks oluyordu ama hemen her yerde toprak, kil ve saman bulmak her zaman mümkündü ve yoksullar, pireleri uzak tutmak için, evlerini sığır gübresiyle kaplıyordu. gözlerimizi batıdan doğuya çevirdiğimizde, çin'de de, aynı malzelerin, benzer şartlar altında kullanıldığını görebiliyoruz: zengin güneyde taş ve tuğladan yapılırken evler, kuzeyde saman, hatta mısır koçanı bile yapı malzemesi olarak iş görebiliyordu. fakat çin'i benzerlerinden ayıran temel bir fark vardı: -tuğladan olsun, çamurdan olsun- hangi eve bakarsanız bakın, ahşabın çin mimarisinde önemli rol oynamış olduğunu görebiliyordunuz. bütün bunlarla birlikte, zengin ve fakirin her yerde, islam uygarlığı'nda da, paylaştıkları tek bir ortak özellikleri vardı: evlerini toprak zeminin üzerine inşa ediyorlardı. on altıncı yüzyıla, hatta daha sonralara değin yaşayan eskil* geleneklerden birisi bununla ilgilidir: insanlar uzun zamanlar boyunca evlerinin zeminini kışın samanla, yazın ise çiçek ve çeşitli otlarla kaplamışlardır.

    kırsal kesimde evler -bunlara barınak demek daha doğru olurdu aslında-, birbirinin aynı yapı tarzına sahipti: bir mutfak, iki küçük inek ahırı gibi odacık, bir banyo, ve bir de buğday yahut çavdar kurutmağa hasredilmiş bir depo; eskil* çağlarda nasıl yapıyorlardı ise ataları, köylüler on beş-on sekizinci yüzyıllar arasında da herhangi bir yenilik getirmemişlerdi kırsal mimariye. sahip oldukları eşya ise bir masa, masaya oturmak üzere bir sıra*, pikten yapılmış* bir kavanoz, bir kazan, bir leğen, bir kova, birkaç fıçı (bazılarını sandalye niyetine kullanırlardı), bir-iki tane tahta yahut kilden yapılmış tabak, bir balta, bir bahçıvan beli* ve lahana dilimlemek üzere kullandıkları bir bıçaktan mürekkepti; eşyaları, işte hepsi hepsi bu kadardı. terk edilmiş yahut çölleşmiş kadim köylerin kazılarından öğrendiğimiz son bir şey daha var, o da, köylerin sürekli devingen olduğu*.

    kentsel kesime baktığımız zaman, aslında ilk söylenmesi gereken, yalnız avrupa'daki evlerin muhafaza edilmiş oldukları; avrupa'nın dışında, sadece hükümdarların ikametgahlarıdır günümüze değin ulaşabilenler.
    avrupa'da da, yoksulların gene iki odalı, bir, en çok iki katlı evlerde alt alta-üst üste oturmuş olduklarını görüyoruz. kara veba* üzerine daha evvel yazdığım bir makalede, travmatik neticelere yol açmış bu yerküresel salgının* bu denli yayılmış olmasının en önemli sebeplerinden birinin, zamanın çarpık kentleşmesi olduğu sonucuna varmıştım. hatta, damların kiremit, kayağantaş*, çatı kaplamaya mahsus ince tahtayla* değil de, saz yahut samanla* örtülmüş olması bile kendi başına bu yerküresel salgının en önemli sebeplerinden birisi olarak çarpmıştı gözüme: samanın üzerinde dolaşan fareler ve farelerin üzerinden insanların üstlerine düşen pireler; sanki herşey, mimari dahi, kara veba'nın en uygun şartlarda, en vurucu etkisini gösterebilmesi için bilinçli şekilde tasarlanmıştı. neyse,, konuyu daha fazla dağıtmayalım. 18. yy.'ın çok önemli bir yeniliğe vesile olduğunu görüyoruz. eskiden evler (aslında bizde de uzun zaman böyleydi ve hatta hala daha böyle olan evler vardır ülkemizde) sadece yeme, uyuma, çocukları büyütme amaçlı kullanılmazdı; alt kat dükkan işlevi görürdü. avrupa'da on sekizinci yüzyılın büyük yeniliklerinden biri budur işte: ev ile işyerinin birbirinden ayrılması. avrupalıların bu uygulamayı çinlilerden öğrenmiş olduklarını söylemeyi unutmayalım. kentin, kırı etkilediğini, onu yeniden dönüştürdüğünü ve yeniden ürettiğini söyleyerek bu incelemeyi nihayetlendirmek istiyorum. aslında kentselleşen kır, kentin zenginliğinin tezahüründen başka bir şey değildir: kentlinin çok parası olduğunda, onu zütürür kentdışına* yatırır; orada gürültü yoktur, temiz hava vardır-- köpek besler, domates falan yetiştirir, gönencine gönenç katar, stres atar kentli adam..
    Tümünü Göster
    ···
  14. 15.
    -2
    yasanilasi mekan. huzur alani.
    ···
  15. 16.
    0
    cetin altan, milliyet, 18 temmuz 2005 pazartesi

    ev

    ne kiralamakla olur, ne satın almakla, ne yaptırmakla... görünmez aynaların, görünmez bir imbikten, bin yıl süzülmüş ışıklarıyla olur.
    o zaman, ne mutfak mutfak kokar; ne banyo karanlıkça bir rutubet kovuğuna dönüşür; ne partal terliklerle eski püskü ayakkabılar, giriş kapısının dışıyla iç yanını, depreme uğramış bir kavaf dükkânının ardiyesine çevirir.
    antrenin yanmış ampulü, bir hafta boyunca değiştirilmeyi beklemez.
    süpürge, leğen, kova, portakal sandıkları, kömür ve odun yığılmaz arka balkonlara...
    halı her zaman tozsuzdur, sigara tablaları her zaman temiz, masa her zaman çiçekli...
    duvarlarda, çoğaltılmış türden dahi olsa, sevilmiş tablolar vardır; anıları renklerinde saklı...
    geceleri, mızrak mızrak göze batmaz yanan elektrik.
    perdelerde çiğ gölgeler oynaşmaz...
    öylesine ustaca düzenlenmiştir ki abajurlar, sert rüzgârlı karanlıklar çökerken sokaklara, ılık bir aydınlıkta yüzmeye başlar ev...
    • **
    salt dekor da yetmez evin ev olmasına...
    büyük olması yetmez, küçük olması yetmez...
    çok uzaklara gittiğin zamanı bile; çekim alanının dışına çıkamayacağın bir mıknatıs olması gerekir, tabaklarında, bardaklarında, koltuklarında, yatağında...
    bir mıknatıs...
    çocukluk günlerinden kalma, buluğ yaşının hayallerinden kalma, ilk öpüşlerden, ilk kahvaltılardan, ilk çıkan kirazın paylaşıldığı akşam yemeklerinden kalma...
    • **
    evler vardır; kaçıp canını kurtarmak istersin...
    evler vardır; yalnız, soğuk, buz gibi...
    evler vardır; her gece bir çift cesedin üstüne, bir mezar taşı gibi kapanır kapısı...
    evler vardır; sofrası kurulmayan, yarım ısıtılmış bayat pilavdan ayaküstü birkaç kaşıkla hemen kahveye koşulan...
    evler vardır; penceresinin kırık cdıbına yastık tıkılmış...
    evler vardır; "sobası tüten ve bir türlü yanmayan ve saati durmuş... "
    evler vardır; oda kapıları bitmeyen bir sinir patlamasıyla çarpılarak vurulur; taşla bir yılan başı eziyormuş gibi çarpılarak konur tabakları, bardakları masaya...
    evler vardır; gerilmiş yüzlerden canavar küfürleri çıkan...
    evler vardır; içinde kızarmış şişkin gözlerle dolaşılan ve hıçkırıktan başka bir şey duyulmayan...
    evler vardır; çocuk bezleri ortada, kirli çoraplar yatağın kıyısında, iki gündür yıkanmamış bulaşıklar mutfakta, öğleden arta kalmış ekmek kırıntıları daima sofranın üstündedir.
    evler vardır; cehennemdir, cehennemden beterdir.
    • **
    bir ev ahenginin ne olduğunu, daha doğarken öğrenmemişler, sonradan çok zor öğrenirler.
    çok zor öğrenirler, pijamayla yatak odasından çıkılmayacağını...
    çok zor öğrenirler, pabuçların yatak odasında çıkarılmayacağını...
    • **
    her sabahı yeniden tiril tiril yaratmak; her akşamı tükenmez bir sevgiyle sevecenliğin, güven veren gülücüklerinde yakutlaştırmak; ancak görünmez aynaların, görünmez bir imbikten bin yıl süzülmüş ışıklarıyla olur...
    unutulmayan yaş günleriyle, unutulmayan tanışma günleriyle, unutulmayan evlenme günleriyle olur...
    ufacık da olsa, sürprizli armağanlarla olur.
    iki öpücük arasındaki "mersi"lerle olur.
    hırçınlıkların parantezlerini, "özür dileyerek" kapatmalarla olur.
    özeni gevşemeyen, mütevazı, ama süslü bir piyaz, taze kızartılmış bir beyin paneyle olur...
    güveçte pişirilmiş pastırmalı kuru fasulyeyle olur; makarna fırındayla olur; soyulup ikram edilen bir dilim elmayla olur...
    sık değiştirilen yatak çarşaflarıyla olur; yeni alınmış bir plak, yahut kasetle olur...
    yürekten kopup gelen sımsıcak sarılmalarla olur...
    ortak konuşma konularının repertuvarını, yaratıcı katkılarla genişleterek olur.
    • **
    ev...
    iyi kötü herkesin bir evi vardır.
    ama, ev ahengini gerçek lezzetiyle yaşayabilmişler, o kadar azdır ki...
    o yüzden de, gençken kaçıp kurtulmak isteriz evden...
    sonra gönlümüzcesini kurmaya çalışır; genellikle de başaramayız...
    • **
    sonunda da bükük boyunlu bir öksüzlük çöker yüreğimize...
    ya aradığını bulamamışlığın, ya artık hiç bulamayacağını anlamışlığın öksüzlüğü...
    ——————————
    not: 18 yıl önce yazılmış bir yazı... "dünyada bırakılmış mektuplar"dan...
    Tümünü Göster
    ···
  16. 17.
    0
    insana zorla istemedigi seylerin yedirilmeye calisildigi yer.
    ···
  17. 18.
    0
    içindeki yeniye merak bitmedikçe kesin bir tanım kazanamıcak, yorulup dinlenmek, yerleşmek, alışmak, sıradanlaşmak ve monotonlaşmak istediğinde artık kurman gerektiğini anlayacağın yerleşke.
    ···
  18. 19.
    0
    bazen bir insandır..

    "evet bi sürü güzel bi sürü kötü şey yaşadık..
    ve evet mutlu olmayı becerememeye başladık..
    ve evet o kadar uğraştık ama kavga etmemenin bi yolunu bulamadık..
    ama..
    o benim evimdi!"
    ···
  19. 20.
    +1
    scylla kadınsı bi nikin var azdım.
    ···