0
islâmiyet neden köleliği birden bire ortadan kaldırmadı?
Neden islâm hukuku, bu tür müesseselerle köleliği tedricen kaldırmayı gaye edindiği halde, birden bire köleliği lağvetmedi? sorusuna Hz. Peygamber, sosyo-ekonomik açıdan çok önem arz eden bir cevap vermektedir: Bilindiği gibi âyette mükâtebe akdi "Eğer onlar hakkında hayırlı olduğunu biliyorsanız" şartına bağlanmıştır. Bu hayırlı olmayı, Hz. Peygamber şu ifadeleri ile açıklamaktadır:
"Yani bir san'at sahibi olup da kendi geçimlerini temin edecek durumda iseler ve hayatı tek başına yürütebilecek güç kendilerinde var ise akid yapınız. Aksi takdirde onları insanların üzerine yırtıcı köpekler gibi salıvermeyiniz."
Yani ister mükâtebe akdiyle veya isterse başka yollarla köleleri hürriyetlerine kavuşturarak âzâd etmek de her zaman hayırlı değildir. Düşünün ki, cemiyeti teşkil eden fertlerin yüzde ellisi köledir. Bir anda bunları hürriyetlerine kavuşturup sokaklara başıboş salıverdiğinizi tasavvur ediniz. Cemiyet hayatı felç olacaktır. Yıllarca belki asırlarca başkalarının yanında çalışmaya alışmış ve müstakil hayatı hiç denememiş insanları birden sokağa salıverirseniz, hem sosyal açıdan ve hem de ekonomik açıdan bu insanları felâkete sürüklemek manası taşıyacaktır. Köleliğin tedricî olarak kaldırılmasının en önemli hikmetlerinden birisi de budur. (1)
islâmiyet kölelikle ilgili yeni olarak ne getirmiştir? Diğer sistemlerden farklı olan yönleri nelerdir?
islâmiyet, daha önceki hukuk sistemlerinde bulunan kölelik müessessini iki açıdan medenî bir kalıba sokmuştur:
Birincisi: Köleliğin sebeplerini hafifleştirmiştir. Daha önce ve Özellikle Roma ve benzeri hukuk sistemlerinden dokuz ona çıkan kölelik sebeplerini ikiye indirmiştir. Ayrıca insanlığın fıtratına ters olan bu müesseseyi ortadan kaldırmak için çeşitli tedbirler almıştır. Köle âzâd etmenin manen teşvik edilmesi; kölelere imkân tanınarak bedelini ödemek şartıyla âzâd olabilme imkânının verilmesi (mükâtebe); kölelerin bu durumdan kurtarılması için onlara zekât verilmesinin tavsiye edilmesi ve zıhâr, yemin bozma ve benzeri bazı suçlardan dolayı dinî bir müeyyide olarak konulan keffâretlerin birinci alternatifi olarak köle âzâd etmeyi şart koşması bunlara misâl olarak verilebilir.
ikincisi: Köleliğin medeni hale sokulmaya çalışılmasının ikinci yolu da mevcu kölelelere meşru dairede iyi mu'âmele edilmesini ısrarla tavsiye etmesidir. Bugün bile bir kısım Müslümanlar sırf Müslüman oldukları için medeniyim diyen insanlar tarafından öldürülürken ve onlara temel hak ve hürriyetleri dahi çok görülürken; islâmiyet, köleri, bulundukları ailenin fertleri gibi kabul etmiş ve korumuştur. Hatta Osmanlı arşivlerinde bulunan mahkeme kararlarında Hıristiyan kölelerin yemin ederken dinî inançlarına uygun tarzda yemin etmesi ve mesela "incil'i Hz. isa'ya indiren Allah'a yemin ederim ki ... " demesi, bu zikrettiklerimize en müşahhas delilidir.
O halde islâm hukukundaki kölelik müessesesini, esirlik ve kölelikten hürriyete geçiş safhası olarak vasıflandırabiliriz. Bunun nasıl yürüdüğünü biraz sonra tafsilatıyla nlatacağız. islâm Dini geldiğinde, kölelik, bütün dehşetiyle devam eden sosyal ve bir vakıaydı. islâm Hukuku, yukarıda izah ettiğimiz şekilde tedbirler alarak, köleliği istisna bir müessese haline getirdi.
Toplumun yarıya yakınının köle olduğu bir durumda, kölelik müessesesini birden ilga etmek, hem köle sahipleri ve hem de daima bir efendi'nin yanına sığınmış olan köleler için, sosyal ve ekonomik açıdan mümkün değildi. Hedefi insanları küfürden kurtarmak olan bir Peygamber'in, senelerce toplum fertlerinin ülfet ettiği, ahlaken ve hayat itibariyle imtizaç ettikleri bu müesseseyi, birden bire ilga etmesi irşadın ruhuna da aykırıdır. işte bu sebeple islâmiyet kölelik müessesesini hemen ilga etmemiştir. Fakat olduğu gibi de bırakmamıştır. Tedricen ortadan kaldırmak için, önce köleliğin menbaını kurutmaya, izlerini azaltmaya ve o günlerde câri olan hükümlere aykırı olarak kölelere de normal insan gibi nazar etmeye insanları teşvik etmiştir. Burada Gustav Lebon'un şu tesbitlerini aktarmak yerinde olur kanaatindeyim:
"Rık yani kölelik kelimesi, otuz sene önce kaleme alınan Amerikan romanlarını okumaya alışan bir Avrupalının önünde telaffuz olunursa, derhal hatırına, ayaklarına ağır zincirler, ellerine demir kelepçeler takılan, sopalarla dövülerek hayvan sürüleri gibi bir yerden bir yere sevk edilen, bedbaht ve yeterli ekmeğe bile kavuşamayan, karanlık bir taşdan başka evi ve barınağı olmayan o Amerikan köleleri gelir. Ben burada bu durumu isbât etmek üzere ayrıntılara girecek değilim. Fakat gerçek şudur ki, islâmiyetteki kölelik Hıristiyanların anladığı manadaki kölelik müessesesine tamamen aykırıdır".
Yani bu ikinci nokta ile söylemek istediğimiz şudur: islâmiyetteki kölelik ve cariyelik müessesesi, Hıristiyan âleminde bilinen köleliğe benzememektedir ve islâmı bilmeyen insanların anlattıkları gibi değildir. (2)
Cevap 2:
Her şeyi kendi döneminde değerlendirmek gerekir. Çok şey vardır ki, daha önce iyi olarak karşılanırken, daha sonra kötü olarak değerlendirilmiştir. Bunun tersi de olabilir. Bu sebeple, islam’dan binler sene öncesinden gelen kölelik kurumu, islam’da asla bir insanlık suçu olarak algılanmıyordu. Bir hizmetçi, bir ücretli gibi algılanıyordu. Ancak, islam öncesi devirlerde bu kurum vicdansız insanlarca çok aşağılanmış, adeta insanlık dışı bir tavırla insanlığın dışına itilmiştir.
islam, bu kuruma insanca davranmış, onu insanlık ailesi içerisinde, insanca yaşayabilecek bir konuma kavuşturmuştur.
O güne kadar hiç görülmemiş bu yeni statüye göre;
- Hiçbir efendi Allah katında -fazilet ve takvanın dışında- kölesinden daha değerli değildir. Bilakis, Allah katında, daha takvalı, daha faziletli olan köle, efendisinden daha değerlidir.
- Hz. Peygamber (a.s.m)’in azatlı kölesi Hz. Zeyd’i ve onun oğlu Hz. Üsame’yi sahabelerinin başına komutan tayin etmesi, bu kurumun –islam sayesinde- nerden nereye geldiğinin göstergesidir.
- Her fırsatta köle azat etmeyi teşvik eden, yapılan yanlışlıkların kefareti olarak onları hürriyetlerine kavuşturmayı ön gören islam dininin bu pozitif uygulaması gerçekten alkışlanmaya değerdir.
- Hz. muhafazid (a.s.m)’in tavsiyeleri doğrultusunda, Müslüman efendilerin, köleleriyle beraber yemek yemeleri, giydiklerinden onlara giydirmeleri, yiyip içtiklerinden onlara da yedirip içirmeleri, güçlerinin üstünde onlardan bir hizmet beklememeleri, beşer tarihinde görülmemiş yeniliklerdir.
- Eğer bugün, patronların -çok az bir ücretle- işçi çalıştırmaları, bir memurun kendi âmirinin emrinin dışına çıkamaması, bir insanlık suçu ise, o gün de ona insanlık suçu diyebiliriz. Yanlış anlamayın, bunları kölelerle aynı kefeye koymuyoruz. Maksadımız, aradan bu kadar yıllar geçmesine rağmen, hala ona yakın bir statünün algılanmaya bağlı olarak öyle değerlendirilebilir olduğuna dikkat çekmektir. Şimdi sendikalar yeni yeni meydana çıkmıştır. Şimdiye kadar –fert veya kurum olan- patronlar istedikleri gibi kıt kanaat bir geçim için bir şeyler veriyorlardı ve işçi-memurun hiçbir itiraz hakkı da yoktu. Ama buna kimse insanlık suçu demiyordu. O da öyle..
- Herhangi bir köle efendilerinden kaçarsa, onlara tekrar dönünceye kadar küfre girmiş olur”(Müslim, iman, 122).
Bu gibi hadisler, toplum düzenini korumaya yönelik ifadelerdir. Bu gün, işçiler, memurlar, görevlerini yapmadıkları zaman devlet, toplum nasıl bir anarşi içine girecek duruma gelebileceği gibi, o günde bir nevi farklı bir statüdeki işçi-memur görevini yapan kölelerin işi bırakıp kaçmalarına meydan vermemek için belli bazı zecrî tedbirlerin alınması gerekir.
Fakat, bu ve benzeri hadislerdeki bu gibi yerlerde kullanılan küfür kavramı bir kaç şekilde yorumlanmıştır:
- Böyle yapan cahiliye insanlarının ve kâfirlerin yaptığı işler gibi iş yapmış olur.
Böyle yapan, nimetini gördüğü velinimetine karşı nankörlük anlamındaki küfran-ı nimet yapmış olur.
- “Her günah içerisinde küfre giden bir yol var” olduğuna dikkat çekmeye yönelik bir ifadedir(krş. Nevevî, ilgili hadisin şerhi).
Tümünü Göster