/i/Tarih

''Tarih bir meslektir, bir hobi, gevezelik, anekdot ya da asparagas değildir.'' (Pierre Goubert)
  1. 7.
    +2
    Kuvayi Milliye Destanı

    Kocatepe yanık ve ihtiyar bir bayırdır,
    ne ağaç, ne kuş sesi,
    ne toprak kokusu vardır. Gündüz güneşin,
    gece yıldızların altında kayalardır.
    Ve şimdi gece olduğu için ve dünya karanlıkta daha bizim,
    daha yakın, daha küçük kaldığı için ve bu vakitlerde topraktan
    ve yürekten evimize, aşkımıza ve kendimize dair sesler geldiği için
    kayalıklarda şayak kalpaklı nöbetçi
    okşayarak gülümseyen bıyığını seyrediyordu Kocatepe'den
    dünyanın en yıldızlı karanlığını.

    Düşman üç saatlik yerdedir ve Hıdırlık tepesi olmasa
    Afyonkarahisar şehrinin ışıklan gözükecek.
    Kuzeydoğuda Güzelim dağları ve dağlarda tek tek ateşler yanıyor.

    Ovada Akarçay bir pırıltı halinde ve şayak kalpaklı nöbetçinin hayalinde
    şimdi yalnız suların yaptığı bir yolculuk var:
    Akarçay belki bir akar su, belki bir ırmak, belki küçücük bir nehirdir
    Akarçay Dereboğazı’ında değirmenlieri çevirip ve kılçıksız yılan balıklarıyla Yedişehitler kayasının gölgesine girip çıkar.
    Ve kocaman çiçekten eflatun kırmızı beyaz ve sapları bir,
    bir buçuk adam boyundaki haşhaşların arasından akar.

    Ve Afyon önünde Altıgözler köprüsünün altından
    gündoğuya dönerek ve Konya tren hattına rastlayıp
    yolda Büyükçobanlar köyünü solda ve Kızılkilise'yi sağda bırakıp, gider.

    Düşündü birdenbire kayalardaki adam kaynakları ve
    yolları düşman elinde kalan bütün nehirleri.

    Kim bilir onlar ne kadar büyük, ne kadar uzundular?
    Birçoğunun adını bilmiyordu, yalnız, Yunan'dan önce
    ve Seferberlik'ten evvel Selimşahlar çiftliğinde ırgatlık ederken
    Manisa'da geçerdi Gediz'in sularını başı dönerek.

    Dağlarda tek tek ateşler yanıyordu.
    Ve yıldızlar öyle ışıltılı, öyle ferahtılar ki şayak kalpaklı adam
    nasıl ve ne zaman geleceğini bilmeden güzel, rahat günlere inanıyordu
    ve gülen bıyıklarıyla duruyordu ki mavzerinin yanında,
    birdenbire beş adım sağında onu gördü.

    Paşalar onun arkasındaydılar.
    O, saati sordu
    Paşalar: 'Üç', dediler.
    Sarışın bir kurda benziyordu
    Ve mavi gözleri çakmak çakmaktı.
    Yürüdü uçurumun başına kadar,
    eğildi, durdu.
    Bıraksalar
    ince, uzun bacakları üstünde yaylanarak
    ve karanlıkla akan bir yıldız gibi kayarak
    Kocatepe'den Afyon ovasına atlayacaktı.

    Saat 3.30.

    Halimur - Ayvalı hattı üzerinde manga mevziindedir.

    izmirli Ali Onbaşı (Kendisi tornacıdır) karanlıkta göz yordamıyla
    sanki onları bir daha görmeyecekmiş gibi
    baktı manga efradına birer birer:
    Sağda birinci nefer sarışındı, ikinci esmer.
    Üçüncü kekemeydi fakat bölükte yoktu onun üstüne şarkı söyleyen. Dördüncünün yine mutlak bulamaç istiyordu canı.
    Beşinci, vuracaktı amcasını vuranı tezkere alıp Urfa'ya girdiği akşam.
    Altıncı, inanılmayacak kadar büyük ayaklı bir adam,
    memlekette toprağını ve tek öküzünü
    ihtiyar bir muhacir karısına bıraktığı için kardeşleri onu
    mahkemeye verdiler ve bölükte arkadaşlarının yerine nöbete kalktığı için
    ona 'Deli Erzurumlu' derdiler. Yedinci Mehmet oğlu Osman'dı.
    Çanakkale'de, inönü'nde, Sakarya'da yaralandı
    ve gözünü kırpmadan daha bir hayli yara alabilir,
    yine de dimdik ayakta kalabilir.
    Sekizinci ibrahim korkmayacaktı bu kadar
    bembeyaz dişleri böyle tıkırdayıp birbirine böyle vurmasalar.
    Ve izmirli Ali Onbaşı biliyordu ki:
    tavşan korktuğu için kaçmaz kaçtığı için korkar.

    Saat: 4

    Ağzıkara-Söğütlüdere mıntıkası.

    On ikinci Piyade Fırkası.
    Gözler karanlıkta, uzakta.
    Eller yakında, mekanizmalar Üzerinde.
    Herkes yerli yerinde.
    Tabur imamı, mevzideki biricik silahsız adam: ölülerin adamı,
    kırık bir söğüt dalı dikerek kıbleye doğru, durdu boyun büküp
    el kavuşturup sabah namazına, içi rahattır.
    Cennet, ebedî bir istirahattır. Ve yenilseler de, yenseler de âdâyı,
    meydânı gazadan o kendi elleriyle verecektir
    Cenabı rabbülâlemîne şühedâyı.

    Saat: 4.45.

    Sandıklı civarı.

    Köyler.

    Sarkık, siyah bıyıklı süvari,
    çınar dibinde, beygirinin yanında duruyordu.

    Çukurova beygiri kuyruğunu karanlığa vuruyordu:
    dizkapaklarında kan, kantarmasında köpük...

    ikinci Süvari Fırkası'ndan Dördüncü Bölük,
    atları, kılıçları ve insanlarıyla havayı kokluyor.
    Geride, köylerde bir horoz öttü. Ve sarkık, siyah bıyıklı süvari
    ellerinin tersiyle yüzünü örttü. Karşı dağlar ardında,
    düşman elinde kalan bir başka horoz vardır:
    Baltaibik, sütbeyaz bir Denizli horozu.
    Düşmanlar her hal onu çoktan kesip çorbasını yapmışlardır.

    Saat beşe on var.

    Kırk dakka sonra şafak sökecek.
    'Korkma sönmez bu şafaklarda yüzen al sancak'
    Tınaztepe'ye karşı Kömürtepe güneyinde.
    On beşinci Piyade Fırkası'ndan iki ihtiyat zabiti ve onların genci,
    uzunu, Darülmuallimin mezunu Nureddin Eşfak,
    mavzer tabancasının emniyetiyle oynıyarak konuşuyor:

    — Bizim istiklâl Marşı'nda aksıyan bir taraf var,
    bilmem ki, nasıl anlatsam, Akif, inanmış adam,
    fakat onun, ben, inandıklarının hepsine inanmıyorum.
    Meselâ, bakın 'Gelecektir sana vadettiği günler Hakkın.
    'Hayır, gelecek günler için gökten âyet inmedi bize.
    Onu biz, kendimiz vadettik kendimize.
    Bir şarkı istiyorum zaferden sonrasına dair.
    'Kim bilir belki yarın... '

    Saat beşe beş var.

    Dağlar aydınlanıyor.
    Bir yerlerde bir şeyler yanıyor.
    Gün ağardı ağaracak.
    Kokusu tütmeğe başladı:
    Anadolu toprağı uyanıyor.
    Ve bu anda, kalbi bir şahan gibi göklere salıp
    ve pırıltılar görüp ve çok uzak
    çok uzak bir yerlere çağıran sesler duyarak
    bir müthiş ve mukaddes macerada, ön safta, en ön sırada,
    şahlanıp ölesi geliyordu insanın.
    Topçu evvel mülâzimi Hasan'ın yaşı yirmi birdi.
    Kumral başını gökyüzüne çevirdi, kalktı ayağa.
    Baktı, yıldızları ağaran muazzam karanlığa.
    Şimdi bir hamlede o kadar büyük.
    Öyle şöhretli işler yapmak istiyordu ki bütün ömrünü
    ve hâtırasını ve yedi buçukluk bataryasını
    ağlanacak kadar küçük buluyordu.

    Yüzbaşı sordu:

    — Saat kaç?

    — Beş.

    — Yarım saat sonra demek...

    98956 tüfek ve şoför Ahmet'in üç numrolu kamyonetinden
    yedi buçukluk şnayderlere, on beşlik obüslere kadar,
    bütün aletleriyle ve vatan uğrunda, yani, toprak ve hürriyet için
    ölebilmek kabiliyetleriyle Birinci ve ikinci Ordu'lar baskına hazırdılar.

    Alaca karanlıkta, bir çınar dibinde, beygirinin yanında duran sarkık,
    siyah bıyıklı süvari kısa çizmeleriyle atladı atına.
    Nureddin Eşfak baktı saatına:

    — Beş otuz...
    Ve başladı topçu ateşiyle
    ve fecirle birlikte büyük taarruz...

    Sonra.
    Sonra, düşmanın müstahkem cepheleri düştü.
    Bunlar:
    Karahisar güneyinde 50
    ve doğusunda 20-30 kilometredeydiler.

    Sonra.
    Sonra, düşman ordusu kuvâyi külliyesini ihata ettik Aslıhanlar civarında 30 Ağustosa kadar.

    Sonra.
    Sonra, 30 Ağustosta düşman kuvâyi külliyesi imha ve esir olundu.

    Esirler arasında General Trikopis: alaturka sopa yemiş bir temiz ve sırmaları kopuk firenk uşağı...

    Yaralı bir düşman ölüsüne takıldı Nureddin Eşfak'ın ayağı.
    Nureddin dedi ki:
    'Teselyalı Çoban Mihail,'

    Nureddin dedi ki:
    'Seni biz değil, buraya gönderenler öldürdü seni... '

    Sonra.
    Sonra, 31 Ağustos günü ordularımız izmir'e doğru yürürken
    serseri bir kurşunla vurulan Deli Erzurumluydu.
    Devrildi. Kürek kemikleri altında toprağı duydu.
    Baktı yukarı, baktı karşıya. Gözleri hayretle yandılar:
    önünde, sırtüstü, yan yana yatan postalları
    her seferkinden kocamandılar.
    Ve bu postallar daha bir hayli zaman
    üzerlerinden atlayıp geçen arkadaşların arkasından
    seyredip güneşli gökyüzünü ihtiyar bir muhacir karısını düşündüler.

    Sonra.
    Sonra, sarsılıp ayrıldılar birbirlerinden ve Deli Erzurumlu ölürken
    kederinden yüzlerini toprağa döndüler.

    Solda, ilerdeydi Ali Onbaşı,
    Kan içindeydi yüzü gözü.
    Bir süvari takımı geçti yanından dörtnala.
    Kaçanı kovalamıyordu yalnız ulaşmak da istiyordu bir yerlere
    ve sadece kahretmiyor yaratıyordu da.
    Ve kılıçların, nalların, ellerin ve gözlerin pırıltısı
    ardarda çakan aydınlık bir bütündü.

    Ali Onbaşı bir şimşek hızıyla düşündü ve şu türküyü duydu:
    'Dörtnala gelip uzak Asya'dan Akdeniz'e
    bir kısrak başı gibi uzanan bu memleket bizim.

    Bilekler kan içinde, dişler kenetli, ayaklar çıplak
    ve ipek bir halıya benziyen toprak, bu cehennem, bu cennet bizim.

    Kapansın el kapıları, bir daha açılmasın,
    yok edin insanın insana kulluğunu, bu davet bizim.

    Yaşamak bir ağaç gibi tek ve hür
    Ve bir orman gibi kardeşçesine bu hasret bizim... '

    Sonra.
    Sonra, 9 Eylülde izmir’e girdik ve Kayserili bir nefer
    yanan şehrin kızıltısı içinde gelip öfkeden, sevinçten,
    Ümitten ağlıya ağlıya,
    Güneyden Kuzeye,
    Doğudan Batıya,
    Türk halkıyla beraber seyretti izmir rıhtımından Akdeniz'i.

    Ve biz de burda bitirdik destanımızı.
    Biliyoruz ki lâyığınca olmadı bu kitap,
    Türk halkı bağışlasın bizi,
    onlar ki toprakta karınca,
    suda balık, havada kuş kadar çokturlar,
    korkak, cesur, câhil, hakîm ve çocukturlar
    ve kahreden yaratan ki onlardır,
    kitabımızda yalnız onların maceraları vardır...

    Kuvayi Milliye/Destan

    Nazım Hikmet Ran

    Bu da benden olsun siz pek sevmezsiniz ama.
    Tümünü Göster
    ···
  2. 6.
    0
    @5 lan panpa inşallah beğenirler mehter marşı açarak yazdım bunu 2 gün sonra bangır bangır okuyacağım
    ···
  3. 5.
    +2
    gaza gelmem lazım mı bilemedim be panpa. 1000 sene olmuş, doğruluğu bile kesin değil. lise yıllarında böyle şeyleri hoşuma giderek ve gururlanarak yüksek sesle okurdum. şimdi düşünüyorum da ne malmışım. belki de hala malım.
    ···
  4. 4.
    0
    @3 sağol panpa 2 gün sonra inşallah beğenirler
    ···
  5. 3.
    +1
    okudum şukunuda verdim panpa
    ···
  6. 2.
    +6
    Alparslan çadırına gitmişti Diyojenin yanına getirilmesini istedi Diyojen geldi
    Alpaslan Diyojeni çadırına aldırdı. Sordu:
    Alp Arslan: "Eğer ben senin önüne esir olarak getirilseydim ne yapardın?"
    Romanos: "Ya öldürürdüm ya da zincire vurup Konstantinopolis sokaklarında gezdirtirdim."
    Alp Arslan: "Benim vereceğim ceza çok daha ağır. Seni affediyorum, ve serbest bırakıyorum."
    Romen Diyojen dondu kaldı. Verecek hiçbir cevap bulamadı ve yutkundu.O gece Türk askerleri zafer marşlarıyla kımızlarını yudumluyorlardı zafer onlara son söz olmuştu...
    Diyojen Bizans'a gitti planlarını yeniden kurmaya başladıktan sonra, otoritesinin sarsılmış olduğunu gördü.
    Özel muhafızlarına zam vermesine karşın Doukas ailesine karşı savaşlarında üç kez yenildi ve tahttan indirilip, gözleri çıkartılıp Proti adasına sürüldü; az bir vakit sonra
    gözleri kör edilirken bulaşan bir enfeksiyon sonucu öldü.
    Romanos savunmak için çok çaba sarf ettiği Anadolu'ya son ayak bastığında yüzü yara bere içindeyken eşeğe bindirilip gezdirilmişti.

    Kahramanlık

    Kahramanlık ne yalnız bir yükseliş demektir,
    Ne de yıldızlar gibi parlayıp sönmektir.
    Ölmezliği düşünmek boşuna bir emektir;
    Kahramanlık; saldırıp bir daha dönmemektir.

    Sızlasa da gönüller düşenlerin yasından
    Koşar adım gitmeli onların arkasından.
    Kahramanlık; içerek acı ölüm tasından
    ileriye atılmak ve sonra dönmemektir.

    Yırtıcılar az yaşar... Uzun sürmez doğanlık...
    Her ışığın ardında gizlidir bir karanlık.
    Adsız sansız olsa da, en büyük kahramanlık;
    Göz kırpmadan saldırıp bir daha dönmemektir.

    Kahramanlık ne yalnız bir yükseliş demektir,
    Ne de yıldızlar gibi parlayıp sönmektir.
    Bunun için ölüme bir atılış gerekir.
    Atıldıktan sonra bir daha dönmemektir...

    Hüseyin Nihal Atsız
    ···
  7. 1.
    +9
    MALAZGiRT SAVAŞI 26 Ağustos 1071
    Taraflar
    Bizans imparatorluğu:
    Büyük Selçuklu Devleti
    Komutanlar
    Bizans imparatorluğu:IV. Romen Diyojen (Esir),Nikeforos Bryennios Theodore Alyates Andronikos Doukas
    Büyük Selçuklu Devleti:Alparslan Afşim Bey Artuk Bey Süleyman Şah

    Malazgirt savaşının nedenleri;

    - O dönem ki Selçuklu hükümdarı sıklıkla Anadolu’ya seferler düzenlemekteydi ve bu durumu bir devlet politikası haline getirmişti.

    - Selçuklular Oğuzları Anadolu’ya yollamak istiyordu.

    - Bizans hükümdarı Romen Diyojen Türkleri Anadolu’dan atmak istiyordu. Buna karşın Türkler de Anadolu’yu yurtları olarak benimsemişti.

    - Pasinler savaşının intikdıbını almak isteyen bir Bizans imparatorluğunun varlığı.

    Malazgirt savaşının sonuçları;

    - Yapılan savaş sonucunda Bizans imparatorluğu yenilgiye uğradı.

    - Türkler Anadolu’nun kapılarını açmış oldu ve Marmara kıyılarına kadar ilerleme imkanı buldu.

    - Bizans imparatorluğu Anadolu’daki gücünü kaybetti ve Balkanlara çekilmek zorunda kaldı.

    26 Ağustos Cuma sabahı çadırından çıkan Alp Arslan Malazgirt'le Ahlat arasındaki Malazgirt ovasında, kendi ordugahının 7–8 km uzağında, ovaya yayılmış durumdaki düşman birliklerini gördü.
    Düşman ordusunun büyüklüğünün kendi ordusundan daha büyük olduğunu gören Sultan Alp Arslan savaştan sağ çıkma ihtimalinin düşük olduğunu sezdi.
    Askerlerinin de hasımlarının sayı fazlalığı karşısında tedirginliğe düştüğünü fark eden Başbuğ eski bir Türk töresi uyarınca kefene benzeyen beyaz kıyafetler giydi. Atının da kuyruğunu bağlattı.
    Askerlerinin Cuma namazına imamlık eden Başbuğ atına binip moral yükseltici ve maneviyat arttırıcı kısa ve etkili bir konuşma yapmak için ordusunun önüne çıktı. Alparslanın ordusu çoğunlukla Türklerden oluşuyordu ve özel seçilmişlerdi Atsız'ın dediği gibi ''Yufka yüreklilerle çetin yol aşılmaz,
    Çünkü bu yol kutludur gider Tanrı Dağı'na
    Hilal bıyıkları hafif rüzgarda dalgalanan Alparslan atının üstünde önce göğe baktı ardından sancağına baktı ve çerilerini gözüyle sezdi, hepsinin ellerinde Bozkurt başlı kılıçlar vardı Hilal bıyıklarıyla Cenge gitmeyi
    bekliyorlardı ! Kimse durduramazdı bu şanlı orduyu ! Alparslan çerilerine dedi ki:
    -Şadlarım, Tiginlerim,çerilerim düşmanoğullarında omuz üstünde baş taş üstünde taş kalmayıncağa kadar savaşacağız ! eğer şehit olursam beni vurulduğum yere gömün bu size vasiyetimdir.
    -Gök tanık olsun ! yer tanık olsun ! ağaç tanık olsun ! su tanık olsun ! AND iÇTiK ANDA OLDUK ! ANDIMIZ OLSUN,TÜRKLERiN KURT BAŞLI SANCAĞI YiNE BÜTÜN HERYERi TiTRETECEK !
    VE HEP BERABER
    GÖK GiRSiN KIZIL ÇIKSIN,DÖKÜLECEK KAN ! Tanrı Türk'ü korusun ve yüceltsin ! '' Diye bağırdı Alparslan ile çerileri.
    Bu sırada Bizans ordusunda dinsel ayinler yapılmakta, komutanlar şaraplar içip kızlarla eğlenmekteydi
    Romen Diyojende eğer bu savaşı kazanması durumunda (ki buna inancı tamdı) ününün ve saygınlığının artacağından emindi.
    Bizans'ın eski ihtişamlı günlerine döneceğini hayal ediyordu. En ihtişamlı zırhını giydi ve inci beyazı atına bindi. Ordusuna zafer durumunda büyük vaatlerde bulundu.
    Ancak unuttuğu birşey vardı Başbuğ Tong Yabgu'nun dediği gibi Türk e karşı gelmek Tengri ye karşı gelmekti. Kim ki Türk e karşı geldiyse , silinip yok edilecekti. bu hep böyle olmuştu
    yine böyle olacaktı Türk'ü yeryüzünde kimse durduramazdı. Türkler tanrı'nın askerleriydi Tigir'in erleriydi hepsi. Tanrı'nın öfkesinden yaratılmıştı Türkler !
    Türkler Tanrı'nın Kırbacıdır; Tanrı Cezalandırmak istediği Kavimlerin Üzerine Türkleri Gönderir. Tanrı Bizanslıların işlediği sayısız günah ve suç yüzünden Türkleri başlarına musallat etmişti.
    Selçuklu ordusu savaş pozisyonuna geçti. Tanrı o günde Türk'ü koruyacaktı ve yanında olacaktı.
    Alparslan ön saflarda yer alıyordu askeriyle iç içeydi Selçuklu bayrağı dalgalanıyordu çeriler kurt başlı kılıçları ile harekete geçmeyi bekliyorlardı ! ve harekete geçmişlerdi.
    GELiYORLARDI !
    Önde bozkurt ruhlu bir Türk belirdi,

    özgürlük son sözü son yeminiydi,

    bunun için candan kandan geçildi,

    yiğitler kuşandı,

    kılıçların sesi arşa ulaştı,

    o gün içildi zafer kımızı,

    dönmek yoktu artık ölüm olsa da!

    bilendi kılıçlar çekildi kınından!

    ve Alparslan kükredi en ön saflardan!

    ardından çerilerinin sesi yükseldi!

    Gök girsin kızıl çıksın dökülecek kan!

    Türklerin geldiğini gören bizans askerleri telaşla komutanlarının yanına gittiler ve titriyerek Komutanım komutanım barbarlar ! barbarlar geliyor ! dediler.
    Gelenler Türklerdi. Savaşmaya,yok etmeye, bizanslılara cezalarını vermeye geliyorlardı ! savaş kısa süre içinde başlamıştı ortalık toz dumandı
    Savaş çok şiddetliydi Bizanslılar tek tek ölüyordu bazılarıda cenk meydanından kaçıyorlardı Türklerden de kayıplar vardı Türklerde şehitler veriyordu ölenlerin hepsinin ruhu Tanrı Dağın da
    buluşuyordu.ama hiçbiri cenk meydanını terk etmiyordu ! Açlar nasıl bir istekle koşuyorsa aşa
    Türk eri de öyle gidiyordu kanlı savaşa. Türkler için savaş bir düğündü !
    Savaş öğle saatlerinde Türk atlılarının toplu ok saldırısına geçmesiyle başladı. Türk ordusunun çok büyük bir çoğunluğu atlı birliklerden oluştuğundan ve neredeyse hepsinde de ok olduğundan bu saldırı Bizanslılarda önemli miktarda asker kaybına neden olmuştu.
    Ama yine de Bizans Ordusu saflarını bozmaksızın korudu. Bunun üzerine ordusuna yanıltıcı bir çekilme buyruğu veren Alp Arslan gerilerde gizlediği küçük birliklerinin tarafına doğru çekilmeye başladı.
    Bu gizlediği birlikler az miktarda organize olmuş askerlerden oluşuyordu. Türk ordusunun arka saflarında bir Hilal biçiminde yayılmışlardı. Türklerin hızlıca çekildiğini gören Romen Diyojen
    Türklerin saldırı gücünü yitirdiğini ve sayıca fazla olan Bizans ordusundan korktukları için kaçtıklarını düşündü. En baştan beri Türkleri yeneceğine inanmış imparator bu bozkır taktiğine kanıp kaçan Türkleri yakalamak için ordusuna Saldır buyruğu verdi.
    Çok az zırhları olduğu için hızlıca geri çekilebilen Türkler, zırh yığınına dönmüş Bizans süvarileri tarafından yakalanamayacak kadar hızlıydı. Ancak buna rağmen Bizans ordusu Türkleri kovalamaya başladı.
    Yan geçitlerde pusu kurmuş Türk okçuları tarafından ustaca vurulan ama buna aldırmayan Bizans ordusu saldırıya devam etti.
    Türkleri iyice kovalayıp yakalayamayan, üstüne bir de çok yorulan (üstlerindeki ağır zırhların etkisi büyüktü) Bizans ordusunun hızı durma noktasına geldi.
    Türkleri büyük bir hırsla kovalayan ve ordusunun yorulduğunu anlayamayan Romen Diyojen yine de takip etmeye çalıştı.
    Ancak bulundukları mevziden çok ileri gittiklerini ve çevreden saldıran Türk okçularını görüp kuşatıldığını çok geç zamanda anlayan Diyojen geri çekilme buyruğu verme ikilemindeydi.
    Tam da bu ikilemdeyken geri çekilen Türk süvarilerinin yönlerini tam Bizans ordusu üzerine geçip hücuma kalkmaları ve geri çekilme yollarının da Türkler tarafından kapatıldığını gören Diyojen paniğe kapılarak
    'Çekil' buyruğu verdi. Ancak ordusu çevrelerindeki Türk hatlarını yarıncaya kadar yetişen Türk ordusunun ana kuvvetleri Bizans ordusunda tam bir panik başlattı. Kaçmaya kalkan generalleri görüp daha da paniğe kapılan
    Bizans askerleri en büyük savunma güçleri olan zırhlarını da atıp kaçmaya çalıştı. Bu sefer de ustaca kılıç kullanan Türk kuvvetleriyle eşit duruma düşüp büyük çoğunluğu yok oldu.
    Kısa sürede bizanslılar yenilgiye uğradı çoğu kaçmış, çoğu ölüp gitmişti. Diyojen'in etekli askerleri Türk'ün karşısında bir hiç idi
    hepsi korkup kaçmıştı ya da ölmüştü ! Alp arslan ve çerileri sevinç içindeydiler kahkahalar atıyorlardı. Yaralı bizans askerleri yerlerdeydi Diyojen esir düşmüştü Türk askerleri Diyojeni almıştı...
    Türk askerleri Alparslan'ın yanına gidip yaralı bizans askerlerini ne yapacaklarını sordular. Alparslan dedi ki
    Bunlar nice Türk avlunu tavan etmişlerdir Türkün kanına kan gerek ! vurun boyunlarını bu köpekler sınırdaki avluları basanlardan nice genç kızın namusunu kirletmişlerdir. HEPSiNi KAZIĞA GEÇiRiN
    DAĞ BAŞINA DiKiN BOZKURTLARIMIZA AŞ OLSUNLAR ! TÜRKE KEFEN BiÇENiN SONU KORKUNÇ OLUR !
    Tümünü Göster
    ···