1. 31.
    0
    upupupup
    ···
  2. 30.
    0
    the laundrywoman working in the palace’s laundry had a young and beautiful daughter. this girl’s name was lolita. lolita was working with her mother and passing her days by doing washing. lolita who was watching the palace’s garden in her free time through the laundry’s window couldn’t help herself looking with full admiration at the three princesses and the prince who were the king’s daughters and son when she saw them in the garden. every day a different dress and their models were different. there was no one more handsome than the prince. lolita would like to be a princess too but although she was thinking of it all the time it hadn’t been possible even to dream herself as a princess.

    when a young king of one of the neighbor countries asked the oldest princess whom he saw and liked and danced at a banquet arranged in his honor during his visit to this country marry him the princess told him that she wouldn’t be able to refuse this offer and asked him to talk to her father about this matter. when the talk concluded positively two young people got engaged at an engagement celebration in the palace and the young king returned back to his country. after a while shorter than a month the news that the princess had lost her engagement ring was heard. the people in the palace searched thoroughly combed went out and searched in every nook and cranny of the palace but there was no relief the research that had lasted for days couldn’t come to an end by no way the engagement ring couldn’t be found at any way. the ring had vanished as if it had become a mystery.

    the day on which the ring was lost was an ordinary day for the princess like all the other days. she had got up early in the morning had wandered with her two sisters in the palace’s garden then she had had a bath and had went into the dining saloon to have breakfast. at that moment the princess had realized that she didn’t have her ring on her finger. was it possible that the ring was in her dress’ pockets? maybe. when the princesswho controlled her right and left pockets without making the people around her become aware realized that the ring wasn’t in her pockets she hadn’t panicked and thought that she might have forgotten the ring in her room and had waited for the breakfast finish. although the princess went to her room immediately after the breakfast and looked for it a lot she had to accept the situation when she couldn’t find the ring and she went to the king and told him that she had lost the ring.

    the laundry girl lolita was sorry for the ring’s not being able to be found although several days passed. her sadness was increasing day by day because the wedding day was coming near slowly. what would happen when the young king – the beautiful princess’ fiancée come and see that the ring wasn’t on her prospective wife’s finger? what if the young king accepted this as an insult and forsook getting married… wouldn’t the huge country’s honor lose all its worth? lolita thought “i wish the ring would be found and these two young people got married and become happy”. “participating the wedding which was going to be made in the palace is far from my dreams but it would be enough for me to see the dear princess once while she was passing through the palace’s garden in her wedding dress on the wedding’s following day.

    one day lolita was busy with choosing a suitable dress among the dresses coming from the palace for her in her room in the laundry. she would unstitch some parts would make some differences on some other parts of the dress she would choose and she would sew it again how she could wear it. while she was checking the dresses which the princesses wore one day and didn’t wear again she touched a round small object in one of the dresses’ undercoat. lolita immediately unstitched the dress’ undercoat. when she looked at the object coming out of the undercoat carefully she saw that it was a ring. might it be the princess’ lost ring? of course why not; the princess had gone out to the garden to look for the ring maybe ten times with this white dress on her. there was already a hole in one of the pockets of the dress. lolita went out of her room in happiness and went to the palace with quick steps.

    everyone started to smile by the engagement ring’s being found. lolita one of whom smiled the most fell in an indescribable excitement and became quite happy when the king told her that she could join the wedding. lolita who joined the wedding in the palace was candescent with her beauty in the dress which was prepared specially. the prince wasn’t going away from lolita he was inviting her to dance and he was complimenting. the guests were talking that the prince and lolita were a physically nice couple. after the young king went back to his country with his wife the following day the guests went back to their countries one by one too. lolita certainly went back to the laundry. just after a few months passed lolita’s mother came near her and told her that the gardener wanted her to marry his son. after talking to her mother for a while lolita accepted to marry the gardener’s son. lolita and the gardener’s son married with a wedding made in the laundry and they also become quite happy.
    Tümünü Göster
    ···
  3. 29.
    0
    kapitalist ekonomik düzenin etkilerinin toplumu şekillendirmesi ile oluşan toplumun aldığı isim.
    kapitalist toplum'un yapısını tamamıyle kavramak sorunlarını anlamak bakımından temel olacaktır; aksi takdirde söylenenler sadece hayalperest ve yozlaşmış sözcüklerden öteye gitmeyecektir. bu çok kapsamlı bir konu olduğundan tam anlatımı sözlüğe sığacak genlikte değil ancak kitaplar ile anlatılabilecek derinliktedir. bu yüzden;

    (bkz: das kapital)
    (bkz: özgürlük korkusu)
    (bkz: hürriyetten kaçış)

    fakat ufak bir özet yapmakta da sakınca yoktur.

    ortaçağ'da luther ve calvin'in etkisindeki protestan öğretilerin tanrı'sı insanlardan kendilerini aşağılamalarını ve kötülüğün kaynağının kendilerinin olduğu farkındalığı sebebiyetiyle ancak bu şekilde kurtuluşa erişebileceği inancıydı. insanlar belli gruplara aitti ve kurtuluşa ulaşıp ulaşamayacağı önceden belliydi; hiç bir çapa bu gerçeği değiştiremezdi ancak yinede çabalamak gerekliydi. * aynı zamanda soylular en yüksek sınıfa ait, orta sınıf loncalara, köylüler ise fakirler sınıfına aitti ve bu kesinlikle değiştirelemezdi. işte bu gruplara ait olma durumu insanları bireysellikten uzaklaştırarak kolayca yönetilmeye itiyordu.

    rönesans ve reformun ardından kapitalist ekonomi oluşmaya başladı ve bu düşünüş insanlara fırsatlar tanıyordu, özellikle orta sınıfa. artık kimse doğduğunda sahip olduğu sınıfta hayatı boyunca yaşamak zorunda değildi. yaşam standartını değiştirebilmek için yeterince çabalarsa ve yeterince iyi ise herşeye sahip olma şansı vardı. çünkü sistem var olanın en iyiler ile en yüksek karı sağlamayı amaçlıyordu. ek olarak, ki bu kısım en önemli kısımdır, orta ve alt kesim kendini elit kesim ile özdeştirebiliyor ve ona benzemeye çalışıyordu çeşitli özendirmeler sebebiyle. bu özenme hırs ile kamçılanıyordu ve her hırs gibi bu hırsta tatmin edilemez, zarar vericidir.

    artık insanlar önyargılar olmaksınız çalışabiliyordu, hatta çalışabiliyor değil çılgınca çalışıyordu; çünkü zannediyordu ki bu çalışma kendisi içindi. aslında hiç farkında olmadan hayatında hiç görmediği patronuna çalışıyordu. kocaman bir çarkın dişlisi gibi, kendisi için çalışmadığına hiç haberdar olmadan, tüm enerjisini buna veriyordu. tüm çabalarının kendisi için olduğu sanısından dolayı da en yüksek performansı sergilemeye çalışıyor ve insani değerleri yok sayarak kendi çıkarı doğrultsunda önüne çıkan herkesi yok ediyordu. artık hayatta önemli olan tek şey kendi çıkarlarıydı insanların. ortaçağ toplum anlayışından kurtulup birey olmuştu ancak şimdi daha büyük özgürlük sorunları vardı. eskiden dıştan gelen bir zorlama ile çalışan insanlar performanslarının en yüksek değerini kullanmak zorunda değildi ve yapmıyordu da. ancak şimdi bu elit olma ve saygınlık kazanma çabaları içerisinde kendine içsel bir baskı oluşturarak sistemin yönetim kadrosunda olanlara çalıştığını bilmeden paralıyordu kendini birey. özgür düşünce hakkı olduğunu zannediyordu ancak, düşündükleri diğer tüm insanların düşündüğünden farklı değildi; düşündükleri ona sistemin düşünmesini emrettiği şeydi. somutlaştırırsak; insanlar kendilerine bir çıkar sağlamayan bir insan ile ilişkide olmanın doğru olmadığını, böyle düşündüklerini söylerler. bence böyle derler, ancak farkında değillerki bu bir düşünce değil sistemin size emri.

    insan arasında kişisel ilişkilerde tıpkı bu ekonomik ilişkiler gibi yabancılaşmaya başladı ve sevgiden kimse söz etmez oldu. insanlar sevgi yerine nesne ilişkileri peşinde koşmaya başladılar. başka herhangi bir meta için olduğu gibi insan değerini de belirleyen pazar oldu. kişinin sağladığı özellikler eğer yarar sağlamıyorsa niteliği yok demektir; tıpkı satılabilirliği olmayan malın, bütün niteliklerine karşı değersiz sayılması gibi. yani kendine güven*başkalarının onun hakkında ne düşündüğünün göstergesidir yalnızca. piyasadaki değerine bakmadan kişi kendisinin ne kadar değerli olduğuna karar veremez. eğer piyasada aranıyorsa, birisidir; eğer aranmıyorsa hiç kimsedir. kişinin kendine verdiği değerin piyasa tarafından belirlenmesi, çağdaş insan için popüler olmanın taşıdığı önemin nedenidir. yalnızca günlük olaylardaki başarısı değil, kendine güvenmesi yada aşağılık duygulara kapılması da buna bağlıdır.

    bu öz sevgi duygusunun dışa bağımlılığı toplum içerisinde farkındalık halinde olanların veyahut pazarda işlevsel olmayanların toplumdan uzaklaşması, yalnızlık duygusuna kapılmasına sebebiyet verir. sistem içerisindeki ilişkiler çıkar ve işlevsellik ilkesine dayandığından, nesne ilişkisi olduğundan, kapitalist bireyin sevgisi de nesneyedir.
    luther ve calvin'in ayrıca kant ve freud'un varsayımı; bencillikle öz sevgi özdeştir. başkalarını sevmek erdem, kendini sevmek günahtır. kuramsal olarak bu tanım sevgi için bir yanılsamadır. sevgi temelinde bir nesne tarafından yaratılmaz, kişinin içinde var olan ve belirli bir nesne ile gün yüzüne çıkan bir niteliktir. ilk olarak kendimizde dahil olmak üzere bir kişiye yada nesneye yönelmiş onaylama isteğidir, hazır oluştur. belirli bir nesneye olan sevgi sadece içerde bulunan sevginin dışa vurumudur. romantik aşk kavramındaki insanın dünyada sadece bir kişi sevebileceği olduğu, bu kişiyi bulmanın büyük bir talih olduğu ve onu sevmenin dünyanın geri kalanına sırt çevirmek olduğu doğru değildir. erich fromm'un söylediği gibi; bir kişiyi sevmek tüm dünyayı sevmek anldıbına gelir.

    kapitalist toplumda sevgi ve öz sevgi kavramı çok çok yanlış anlaşıldığından bu toplumun insan ilişkilerinde erdem ve sevgi öğelerini aramak oldukça anlamsızdır. bu düzen içerisinde sürekli olarak taciz altındaki zihnimizi ayık tutmak oldukça zordur; zorluğundan da öte farkında olma hali sizi bu sanal birey halinden ve toplumdan gerçek anlamda koparıp gerçek bir birey yapar. bu birey sevgiyi anlamış ve erdem kavrdıbını sevgi ile desteklemiş gerçek bir insandır. bu insanın artık o toplumda yaşama şansı yoktur; çünkü yüzelsey ve nesnesel ilişkilerden başka hiç bir şey olmayan kapitalist toplum sadece çağdaş bir tiyatrodur. hayatın gerçeği ve esası olmayan bu tiyatroda rol almak istemeyen birey için esas sorun bu farkındalık ile başlar.
    Tümünü Göster
    ···
  4. 28.
    0
    ben merkezli insanların korkusudur. buna karşın gerçek bir devrimcinin arzusu olarak karşımıza çıkabilir. nedendir bu cehennemde yanmaya korku? inceleyelim. önce bazı kabuller yapmak durumundayız; ilk olarak tanrının varlığına inanıyoruz ve onun yarattıkları içinde bir adalet sağlamak için cennet-cehennem gibi bir sistem yarattığına da inanıyoruz. bildiklerimiz bunlar ve inandıklarımız. takdir edersiniz ki bu karmaşık-dingin düzenin yaratıcısının katında işler bu kadar tek düze işliyor olamaz; ama neyse konumuz bu değil. bunların üzerine, bir çok ateistte dahil olmak üzere-inanmasalardı bu kadar uğraşmazları bu konu üzerine, yaptığımız kötülüklerin çukurunda boğuluyorsak cehennemde yanacağımıza da inanıyoruz. bu bizde bir korkuya dönüşüyor ve ondan kaçmaya başlıyoruz. bu kaçışın somut şekli şudur; sağda-solda, televizyonda-gazetede gördüğümüz kişilerin davranışlarını sorgulayıp cehennemde cayır cayır yanacaksın ki bu tanrıya şirk koşmaktır, sen tanrı mısın nerden bilecekesin, gibi söylemlerde bulunuyoruz. peki neden? çünkü biz kendi içimizede biliyoruz ki bu ben merkezli hayatımızda yaptığımız zütlekliklerin haddi hesabı yok. kendi çıkarımız için gereken neyse onu yaparız ve gerisini umursamayız. ama bu içimizde derinde bir yerde duruyor.

    peki esas soru; neden bu kadar çok kaçıyoruz cehennemde yanmak olgusundan? dikkatinizi çekerim cehennemde yanmak gerçeğinden değil, cehennemde yanmak düşüncesinden kaçıştır, bu bir fikirden kaçıştır. zaten gerçeği deneyimleyip kaçamazsınız ondan. eğer o orda bir gerçek ise kaçış yoktur. gerçeğin ancak fikrinden kaçarsınız, kendinden kaçamazsınız. gerçekten kaçıyoruz çünkü bizim onla işimiz yok. biz onla yüzleşmek istemiyoruz, sadece rahatımızı düşünüyoruz, çünkü bu şekilde yetiştirildik. modern dünyada aldığın kadar ver-ilk olarak çıkarlarını gözet mantığı hakimdir. bu mantık bizi bu düşünceye itiyor ve aslında bizi daha az dindar yapıyor. ayrıca bu yazıyla dövüşmeyi bırakıp ardında ne denmek istendiğiyle ilgilenirseniz göreceksiniz ki düşünceleriniz de size ait değil, yıllar önce bu oyun sahnesini yaratmaya karar veren zeki amcaların düşünmenizi istedikleri şeylerden ibaret. ve o zaman artık elektronik sistemlere bağlı robotlardan farksız olarak ruhsuz-esirlere dönüşürsünüz.

    gerçekle yüzleşmek yürek ister, hemde mangal gibi yürek ister. insanın kendini çözmesi için ilk ihtiyacı olan şey budur. yüreklice sorgulama isteği. cesur bir yürek değil, çünkü cesur yürek içindeki korkuya karşı gelendir. ben korku olmamasından söz ediyorum. gerçek korkulacak bir şey değildir, o tek önemli şeydir. gerisi hikayedir. işte ben onla yüzleşmek adına diyorum ki cehennemde cayır cayır yanacaksın. yanacaksın ki yaptığın dangalaklıkların her birini anlayabilesin. anlayasın ki güzelliğe karşı daha duyarlı olasın, yan ki canını yaktığının ne hissettiğini anla, yaptığının nasıl bir gaddarlık olduğunu anlayasın. buralardan kopup gittiğimizde, öyle bir yer varsa, eğer günahlarım sevaplarıma ağır basmıyor olsa bile her biri için yanmak istiyorum. ne der sevgili dio go away, i'm gonna burn in hell. with all of you ***

    dünyanın şu an bir kargaşa, çatışmalar bütünü, gaddarlık, kıskançlıktan ibaret olduğunu söylemeye gerek yok herhalde. eğer yok canım diyorsan, o zaman örnek olarak; karısının kardeşi ile yatan adamı, ırak savaşını, idam cezasını, kuzey kore-güney kore çekişmesini, çevrenizdeki insanlarla olan çıkar ilişkilerinizi bir gözden geçirmenizi öneririm. eğer bu farkındalık seviyesinde isek artık kabul etmeliyiz ki gerçek ve kökten bir değişimin zamanı çoktan gelmiştir. ve bu ancak daha yüksek bir zeka-mantık-düşünce-sorgulama seviyesiyle yapılabilir. einstein der ki; dünyanın bu günkü problemleri onu yaratan zeka seviyesince çözülemez. bu yüzden köklü bir zihinsel devrimin zamanı çoktan gelmiştir ve bu devrim olacaksa artık gerçekle yüzleşmenin zamanıdır. artık zihnimizin cehennemlerinde yanma vaktidir ki o gerçeği görelim. tüm insanlığı yok edene kadar kaçacak mıyız ilkelliğimizden? hakikat aşkı işte böyle büyüktür, orda benlik yoktur.
    Tümünü Göster
    ···
  5. 27.
    0
    binlerce yıldır yaptğımız şekli ile; o ana kadar edindiğimiz bilgi ve tecrübe sonucunda, ki bunların hiç birinin doğru olduğundan emin olunulamaz, öznel olarak yargı oluşturmadır. fakat bu geleneksel biçimin açıkları çokçadır. bu savın kanıtı da aynı olaydan farklı insanların farklı sonuçlar çıkarabilmesidir. çünkü o insanların hayatları boyunca gördükleri birbirinden farklıdır, bilgileri farklıdır. bu yüzden farklı düşünürler; bu durumda açıkca görünür ki iki düşüncede yanlıştır. ikisi de özneldir bu yüzden ussal değildir. aynı şekilde benzer hayatlar yaşamış insanlar da ortalama olarak aynı düşüncelere sahiptir. bu sorunu görmek için düşünüş biçiminizi sorgulamamız yeterli olacaktır. oluşturduğunuz bir düşünceyi nasıl oluşturduğunuzu anladığınızda göreceksiniz ki onlar bu düşünceyi oluşturduğunuz ana kadar çevreden gördükleriniz, sorgulamadan kabul ettikleriniz ve deneyler sonucu elde ettiklerinizle sınırlıdır. bu yüzdendir ki onlar size ait değildir, üstüne üstlük doğruluğu kesinlikle savunulamaz. bu çelişki fark edildiğinde geleneksel düşünme biçimimizle oluşturduğumuz düşüncelerimizin insanlığın düşün dünyasında yüksek bir değere sahip olması us-dışı ve hatta şapşalcadır.

    tarihe biraz göz atıldığında görülecektir ki bu düşünüş biçimi insanları bölmüş, çatışma yaratmış ve yıkım-kriz gibi olaylara sebep olmuş. insanlık kendini böyle bir çıkmaza soktuğunun farkında da olmamış. savaş karşıtı oluş-savaşı destekleyenlere karşı, din karşıtı oluş-dine inananlara karşıt olmuş, bilimsel kuramlarla parçalara bölünmüş ve tüm bu olanlar hep bu bahsedilen düşünüş biçiminin ürünü olmuş.

    peki o zaman insanlığı bu çatışmadan özgür kılmak nasıl mümkün olacak? düşünmeyi mi terk etmeliyiz yoksa bu düşünüş biçimini mi terk etmeliyiz? kuşkusuz sorunumuz düşünüş biçimimiz. peki başka nasıl düşünülebilir? bilgiye, deneysel sonuçlara saplanmadan düşünmek nasıl mümkün olacak?

    insanın bu eski düşünüşü usdışı ise, insan usdışıdır ve ihtiyacı olan ussal düşünmektir. bunun mümkünatı ancak içgörü ile olacaktır. yalnız insanın bu içgörüye sahip olması ancak zihnini sınırlayan her türlü dogma, baskı ve inançtan kurtarması ardından hakikatı anlama yolunda ilerlemesi ile olacaktır. ek olarak; bu içgörü sağlandığında içgörü düşünce ile oluşturulacak bir şey olamayacak, düşünce içgörünün bir sonucu olacaktır.

    insan oğlunun şu dünyada en çok önem verdiği tikel zihin ürünü. evren tümel ise tikel onu nasıl kavrayabilir?
    kişi ne yazık ki bir başkasından duyduklarının sadece düşüncenin ürünü olduğu yanılgısındadır. bir başka kavrayış türü olabileceğine ihtimal dahi vermez; ancak yine de vardır ve içgörü etkinliğinde sağlanır.
    bir başkasından duyulan, kişi tarafından ilk önce bu bir düşünce kabulu ile karşılanır ve bir sonraki adımda bunun onaylanması veya onaylanmaması zorunluluğunda hisseder. halbuki o duyulan da hakikat değildir, sözcükler hakikatı anlatmada her zaman yetersizdir; çünkü kelimeler sınırlıdır, fakat hakikat sınırsız - sonsuzdur. o herşeyi kapsar ve onu dil ile anlatmak mümkünatı yoktur, sadece hissedilebilir veyahut kavranabilir; ancak bu kavrayış düşünce etkinliğinde olmaz. bu, zihnin kargaşasını yaratan bilgilerin oluşturduğu düşünceler zihni terk ettiğinde oluşan sessizlik ve dinginlik halininde anlaşılabilir. orada düşünce yoktur, dinginlik vardır, fakat bu dinginlikte sonsuz bir enerji vardır, bu boşlukta sınırsızlık vardır.
    ondandır ki düşüncelerin onaylanması yada ona katılınması anlamsızdır. bu hiçbir şeyi değiştirmez. kapı kelimesi kapı değildir, sizin kapıyı kapı kabul etmenizde hiçbir şeydir. bunlar hakikattan uzak insan zihninin kendi için olan bulmacalardır ve bu bulmacalardır bizi kargaşaya sürükleyen.

    insan oğlunun, özelliklede batı dünyasının, pek bir önem verdiği kavram. bilgi nedir peki? bilgi sahibi olmadan fikir sahibi olunmaz gibi atasözlerimiz var, bunların doğruluğu nedir? önemi nedir?
    önce bilgi nedir? bilgi herhangi bir olay karşısında elde edinilen verilerin kayıt altına alınmış halidir. peki bu bilgileri kayıt altına alan insan değil midir? verileri kaydederken algısı kusursuz mudur? peki insan bu deneylerden elde ettiği verilerle sonucu tespit ederken beyni nasıl çalışır? her insan doğduğundan bu yana hep aynı sistemle yetiştirildi, etraftan edinilen bilgilerle koşullandırılarak tikel zihinde bir içerik oluşturdu. bu içerik ona çevre tarafından yüklenmiş onun olmayan bir içerik ve doğruluğu konusunda hiç bir kesinlik olamaz, ayrıca o hakikattan hep ekgibtir. bir zamanlar tüm insanlar dünyanın düz olduğuna inanıyordu, daha sonra dünyanın yuvarlak olduğu keşfedildi. bu keşfin ardından güneş dünyanın etrafında kütlesel çekim ilkesine bağımlı olarak döner dendi ve einstein bunun gerçek olmadığını kanıtlayarak, genel görelilik teorisini ortaya attı. meğerse dünya düneşin etrafından dönmüyormuş, kimse kimsenin etrafında dönmüyormuş. evrenin büyümesi sonucu dengenin sağlana bilmesi için kütleler gidebildikleri en düz yoldan gitmeye çalışıyorlarmış ve bu yol bir eğri oluşturuyormuş. yani hep beraber bir yerlere gidiyoruz ve bu gidiş etrafından sanki birbirimizin etrafında dönüyoruz. çünkü uzay 3 boyutlu değil ve uzayda hareket jeodezik denilen eğrisel yüzeysel üzerinden yapılıyor. söylemek istediğim fiziksel konularda dahi emin olmak mümkün olamaz, bu konularda bile elde ettiğimiz verilerin dahi kesinliği olamaz. elde ettiklerimiz olanı anlamakta sadece bir araçtır. bu yüzden elde edilen bir bilgiye ulaşıldığından ona saplanmak bir sonraki adımı engeller. bu yüzden hakikatı anlamak için bilginin koşullanmasından özgür olmak gerekir.

    hele tartıştığımız konu fiziksel konular değilde, düşünüş ile ilgili, sanat ile ilgili konular ise çok daha dikkatli olmak gerekir. e bilgi ile koşullanmayacağız, yıllardı tek bildiğimiz düşünüş biçimi bu olmasına rağmen, ne yapacağız. işte orda devreye içgörü giriyor. içgörü tarifi oldukça zor bir kavramdır. sözlük satırlarına sığacağınıda pek zannetmiyorum. ancak yine ucundan tıklatmak gerekirse; içgörü hakikat karşısında özgürce durmaktır. özdeksel süreçten arınmış, zamana bağlı olmayan bir şeydir. bilgidüşüncenin sonucudur; ama içgörü ile düşünüşte, düşünce içgörünün bir aparatıdır. sonucu asla değildir, çünkü sonuç bir süreçtir. içgörüde zaman olmaz.

    kıssadan hisse, büyüklerimizden öğrendiklerimizi ezberleye ezberleye, hiçbir şeyi sorgulamadan zırvalaya zırvalaya bu sorunlu toplumları inşa ettik. bu insanın kendine yapılabileceği en büyük hakarettir.
    Tümünü Göster
    ···
  6. 26.
    0
    selam ben aykut sizlere gecenlerde sahit ildugum bir hikayeyi anlatacagim. dilek ve aysel bizim arkadas cevremizde pek te anlasamayan iki bayandi. olanlardan benim haberim yoktu. megerse aralarinda takismislar ve bi mac ayarlamislar. fakat dovusun nerde olacagi konusunda anlasamamislar en sonunda aysel bana olayi anlatti.ben de bu isin bizim evde olabilecegini soyledim. pazar gunu kapisacaklardi.eve ilk gelen dilekti. dilek sarisin cok bakimli ve ciksi bi kizdi hatta bicok kisi onu fizik olarak anna kournikovaya cok benzetirdi surekli teshir edici elbiseler giyerdi aysel ise onun tam tersi oldukca kapali ve tutucu bir bayandi, neyse dilek iceri girdi ustunde cok kisa ve dar bi mini etek siyah parlak coraplar dizine kadar da cizme giymisti,her zamanki gibi cok bakimliydi. gogus dekoltesini de iyice asagiya imdirmeyi ihmal etmemisti. boyle giyindigine gore ayseli biraz hafife almisti, neyse biz dilekle otururken aysel iceri girdi. onun ustunde ise bi kot ve bi sweat vardi. saclari zaten kisaydi.bu onun icin bi avantaj olabilirdi. zaten dilege gore boy ve kilo avantaji da vardi. neyse kavga basladi. biri pes edene kadar devam edecekti. elbiselerini cikartmadan kavgaya tutustular. hatta ben kurallari soylerken dilek kaltaklik yapip aysele aniden saldirdi.ve uzun tirnaklariyla ayselin yuzunu cizdi. ikici kez pencesini salladiginda aysel bu sefer uyanik davrandi ve kolunu havada yakaladi sonra da buktu ardinda sacindan yakalayip suratini duvara carpti. aysel cok sinirliydi yavas yavas kontrolu eline geciriyordi. ardindan dilegi omzundan yakalayp. suratina bi yumruk daha atti dilek iyice sersemlemisti. ardindan suratina bi tokat daha yedive yere yigildi. ardindan aysel yerde yatan dilegi cignemeye basladi ozellikle karnini ve amini tekmeliyordu, dilek ise sadece cigliklar atip kendini korumaya calisiyordi. aysel dilegi saclarindan yakalayip ayaga kaldirdi dilegin ayakta duracak hali kalmamisti. aysel dilegi masaya yatirip bogazini gibiyor bazen de tokatliyordu dilek bir an ayselin elinden kurtulup odanin diger tarafina kacti ama aysel hemen sacindan yakalayip yeree savurdu ardindan ustune cikip kafasini defalarce yere vurdu bi taraftan da soyleniyordu seni fahise bi daha kime cattigina dikkat et orani burani acarak kuaforde boyanarak olmuyor bu isler. dilek pes etmisti .ardindan aysel dilegin ciksi coraplarini paramparca etti ve body sini yitti. corabindan yirttigi parcayi da suratina firlatti. ardindan ayaga kalkip zafer gosterisinde bulinmaya basladi .dilek ise yerde kivraniyordu agzindan kan gelmeye baslamisti. aysel dilegin sari saclarindan tutup kafasini kaldirdi ve aynayi karsinida koydu.ve dedi ki iste surtuk o bebek suratini ne hale soktum silikonlarini da patlattim bakalim artik erkeleri ayartabilecen mi deyip dilegi orda brakti. aysel kazanmisti. dilek hala yerde kivraniyordu ustu basi ve ciksi siyah coraplari paramparca olmustu.
    Tümünü Göster
    ···
  7. 25.
    0
    sabahları uyandığımda bile ciks yapmayı arzulayan bir insanım. bazen uyanır uyanmaz tv ye bakıp özellikle fashion tv de iç çamaşırı programları 31 çekerim. aslında en fazla da kadınların zütünden hoşlanırım ve kalabalık yerlerde fort çekmeye bayılırım. özellikle kadınların ben fort çekerken kaçmaya çalışması, sıkıntı içinde oflayıp puflamaları yada çaresizce kaderlerine teslim olmaları beni deli eder. sanki yarın olmayacakmış gibi zütlerini elbiseleri üzerinden giberim. çalıştığım iş yerinde de bakımlı ve genç bir ton kız var ve hepsine fırsat buldukça sürterim. hatta bazısı, beni görünce fort fırsatı vermemek için sakınırlar. ama ben bir şekilde kalkan gibimi zütlerine değdiririm. bir arkadaş meclisinde, feyza isimli uzun boylu, süper vücutlu ve zütlü bir kızla tanıştım. masum, çekingen bir kızdı. o akşam toplantıda bir iki ufak değdirme yapababilsemde esas amacım yakınlaşmak olduğundan dolayı fazla sıkıştırmadım. amacım onla ciddi bir ilişki yaşamaktı. hemen ertesi gün mail adresine yazarak muhabbeti artırmaya çalıştım. aynı günlerde otobüs durağında, liseli bir kız peyda olmaya başladı. geniş kalçalı olgun bu liseli sabahları taşaklarımı sızlatacak derecede beni azdırıyordu. onu bakışlarımla giberken birkaç kez yakalandım hatta. bir sabah beklediğim fırsatı yakaladım. geç gelen otobüs full doluydu ve ben usta fortçu olarak yerimi liselimin arkasında hemen aldım. harika bir parfüm kokusu ve at kuyruğu saçlarıyla tam bir ciks abidesiydi. jileli eteği dolgun kalçalarıyla dopdolu titriyordu. önce bir iki deneme yaparak züt yanaklarına elimin tersiyle dokundum. tepki yoktu. zira elleriyle tuttuğu klasörü sebebiyle zütünüde koruyamıyordu. ben icraata başlayınca, çevremde de başka icraatları yapanları gördüm. kimi elindeki torba bahanesiyle genç bir kızın zütünü elliyor, kimi orta yaşlı bir kadına sürtüyordu. tam bir ciks otobüsüydü. benim kız çaresizce yana bakmaya çalışıyor, arkasındaki sertliğin sahibini görmeye çalışıyordu. bir ara otobüs o kadar sıkıştı ki kalkan gibim tam züt yarığının içinde kayboldu. ama ben lisede okurkende çok kızın ahını almış biri olarak, okul eteğinin tadını biliyordum. kızcağızın kulakları kızardı, ofladı püfledi ama son durağa kadar yarağımı tam kıçında hissetti. inerken önüme geçmesine izin vererek, kıçına hafif bir dokunma yaptım. buna tepki olarak dirseğiyle hafifçe karnıma vurdu. çok hoşuma gitti. bu olaydan haftalar sonra aynı kızı otobüste yakalayamadım. beraber olduğumuz zamanlarda ise fırsat bulamadım. bana bakışları oldukça sert ve kızgınlık doluydu. aynı dönemlerde feyza ile ilişkimiz ilerlemiş, hatta sözlenmeye kara vermiştik. aklımdan arasıra onu becermek geçse de bu düşüncelerimden vazgeçiyor, aklımdan siliyordum. genelde hıncımı semt pazarlarında tıkış tepiş içerisinde alışveriş yapamaya çalışan karıların kalçalarından alıyor, ateşimi başka zütlerde söndürüyordum. özellikle iyi havalarda ankaranın semt pazarlarında harika zütlü genç-olgun karılar oluyor, bilumum fortçu ziyafet çekiyordu. izlemesi bile zevkli oluyordu. kalabalıkta kimseye belli etmeden kaçan kadınlar, arkasından karıya ya dayayan yada elleyen adamlar yada hiçbişey yokmuş gibi davranan ama sıkıntısı yüzüne vuran genç kızların arkasındaki adam yada birden fazla adam tabloları pazar seyrekleşene kadar devam ediyordu. bir akşam,iş çıkışı feyza ile otobüsteydik, baştan hafif seyrek olan otobüs yavaş yavaş dolamaya başlamıştı. birden farkına vardım ki hemen arkamda benim liselim bulunuyordu. gibim anında kan dolamaya başladı ama feyzanın yanında ne yapacaktım? işte o an hayatımın hatasını yaptım. bir grup öğrencinin daha otobüsü doldurmasıyla feyza önümde kalmıştı. kendimi daha fazla tutamayacaktım. kalkan gibimi züt yanağına yapıştırdım. muhafazakar bir kimliği olan feyza irkildi ve yana kaydı ama kötü niyete yormadı sanırım. çünkü hemen arkasını dönüp, sıkıştınmı dedi. başımı salladım ve az daha sağa kayarak züt yarığına doğru bastırıp, çekmeye başladım. işte o an feyza da başına gelenleri anlamaya başladı ve kendini benden uzak tutmaya çalıştı ama önünde demirler vardı ve gidecek yeri çok azdı. kafamı sola çevirdiğimde, liselimin benim icraatımı tiksinerek seyrettiğini gördüm. bu beni daha da azdırdı ve ona doğru bakıp feyzanın zütüne tamamen yapışıp, kalçalarımı ileri geri oynatmaya başladım. feyza kaçacak yeri olmayınca son olarak kaderine teslim olmadan ayaklarını yukarı kaldırarak gibimin hizasından kıç deliğini uzak tutmaya çalıştı ama ben ondan daha da uzundum,bu hamlesi bir işe yaramadı. daha fazla ayakta o şekilde kalamayarak, zütünü bana teslim etti ve başını öne eğerek inene kadar dudaklarını ısırarak onu orada becermeme sabretmeye başladı. aynı zamanda arka kapıdan binen sakalı bir tipte, bellki fortçu, hemen liselime yapıştı. kız şok olmuş bir şekilde arkasına baktı ama kaçacak yeri yoktu. ben olayı fark edip sırıtınca iyice korkan kız sağa sola bakınmaya, zütünü adamın yarağından kurtarmaya çalıştı. adam pompalamaya devam ediyordu. kızcağız gene kızarmış ve elinde tuttuğu klasöre yapışmıştı. bense belimi iyice geriye atıp, gibimi tam olarak feyzanın kıçına saplamıştım. artık sonlara geliyorduk bir ara ani bir fren sonucu ben taa liselinin arkasına doğru kaymışken benim yerimi de diğer adam aldı. zaten feyzanın kumaş pantolonundan fırlayan yuvarlak ve çıkık kalçaları adamı kalabalıkta davet eder gibiydi ve adam saniyesinde fayzanın züt yarığına yerleşti. adam fena halde yapışmış ve yüzü feyzanın saçları arasına gömülmüştü. bense liseliye dayamaya çalışıyordum. fakat kız elindeki kitapları kalçasına siper atmaya çalışıyordu. dayanamadım ve kitapları elimle çektim, bu sefer elinin tersini siper etmeye çalıştı fakat onuda ittirerek yaslanmaya başladım homurdanarak ve oflayarak tepki verdi ve yana dönmeye çalıştı ama nafile,ben sıkıca yapışmıştım. bu arada fazla ses çıkarmış olucazki feyza bir ara yana bakarak beni gördü. yaptığım işe zaten acayip canı sıkılan kız,bir de başka bir masumu zütürürken beni görünce gözlerini fal taşı gibi açtı ve başını önüne çevirdi. kızın zütü yumuşacıktı ama ben tekrar feyzaya yöneldim ve adam da niyetimi anlayınca yer değiştirdik, liselim gene kaçamamış ve daha zor bir pozisyonda tam olarak neredeyse öne eğilecek şekilde adama yakalanmıştı. ben artık feyzanın zütüne yapışmış hafifçe ileri geri gibimi dayarken adam kızın zütünü açmaya başladı. yüzünü göremediğim kızın eteğini kaldıran adam gibini de dışarı çıkararak kızın incecik, pamuklu kilodu üzerinden kıçına yapıştı. bense artık boşalacaktım. feyza ise yüzünü bana döndüğünde kısık sesle ineceğim dedi ve ağladığını fark ettim ve bir şey demeden dirseğinden tutarak önüne çevirdim ve belinden ittirerek hafifçe domalttım. artık gözleri iyice sulanan feyzanın domalık zütüne bastıra bastıra boşaldım ve 1 durak sonra inmesine izin verdim. bana bir şey demeden indi ve gitti. liselime göz attığımda ise buz gibi olmuş suratıyla ayakta durduğunu ve hemen arkasında adam tarafından dayandığını fark ettim. ama adam farklıydı ve fena bastırıyordu. ineceğim yere yaklaşırken liselime yaklaştım ve zütünü avuçlarımla sıktım. bir şey diyemedi ve indim. o olaydan sonra feyza ile ne telefonlaştık nede görüştük. taki bir süre sonra aynı arkadaş meclisinde karşılaşıncaya kadar. benden uzak durmaya gayret etti. ama ben bir fırsatını bulup, kıçına fena bir dayama yapınca dayanamayıp ağlamaya başladı. ev sahibi arkadaşımız odasına zütürüp onu teskin etmeye çalıştı. döndüğünde 2 side bana soğuk soğuk bakıyorlardı. sanırım her şeyi anlatmıştı. e ne yapalı kızım o kadar güzel gün olamayacaktı dedim ve hiç tınmadım.
    Tümünü Göster
    ···
  8. 24.
    0
    sahibem o cumartesi gecesi tasmam ile birlikte ağız kısmımı açıkta bırakan ve tüm başımı sıkıca saran siyah deri maskemi yanıma almamı ,dışarı çıkacağımızı söylemişti. åžaşırmıştım. ev dışında hiç tasma takmamıştı bana , biraz da çekinmiştim açıkcası. o gece çıktık, yarım saatlik bir araba yolculuğundan sonra büyük bir binanın alt katında büyük siyah bir kapının önüne geldik. arabayı kapıda ki görevlilerden birine bıraktıktan sonra içeri girdik. oldukça uzun bir koridor vardı önümüzde .sahibem uzun siyah paltosunu vestiyere bıraktı. içinde siyah deriden vücudunu saran mini elbisesi, altında file çorapları ve diz üstü ,siyah deri, ince yüksek topuklu çizmeleri vardı, muhteşem görünüyordu. vestiyerde ki bayan yanda ki odayı göstererek "şöyle geçebilirsiniz " dedi. odaya girip benden tasmamı ve maskemi çantadan çıkartmamı ve soyunarak yere 4 ayağa geçmemi emretti, şaşırmıştım ,biraz duraksadım , sahibemin bakışları sertleşerek bana yöneldi, itaat etmekten başka çarem yoktu, çırılçıplak soyundum ,çekinerek yere çöktüm, tasmamı geçirdi boynuma, maskemi taktı ve tasmamdan çekerek yürümeye başladı, odadan çıktık. sahibemin yanında 4 ayakta ilerlerken ve koridorun sonundan gelen metal-underground karışımı müzik sesi yaklaştıkça heyecanım ve merakım daha da artıyordu, .
    koridorun sonu muazzam büyük bir salona açıldı. sahibem şöyle bir durup etrafa baktı, ben de çizmelerinin dibinde büyük bir şaşkınlıkla etrafa bakıyordum . gözlerime inanamıyordum. siyah rengin hakim olduğu devasa bir salon , ortada büyük yuvarlak bir bar, etrafta küçük siyah deri masa ve sandalyeler ile koltuklar . ve sayıları yüzleri bulan sahibeler ve ellerinde tasmaları ile ayaklarının dibinde 4 ayakta duran köleleri . sahibelerin kimisi barda, kimisi diğer masaların etrafında ki deri koltuklarda oturmuş içkilerini yudumluyorlar , birbirleriyle sohbet ediyorlar, gülüyorlar ve hepsinin tasmaları elinde hiç ilgilenmedikleri köleleri ayaklarının dibinde duruyorlardı. kimisi ortalıkta tasmalı kölesiyle geziniyor , etrafı seyrediyor ,kimisi kölesini hemen yanında ki demire bağlamış dans ediyordu . sanki hayal görüyordum, böyle bir ortamın olabileceği aklımın ucundan geçmezdi.
    birden tasmamdan çekildiğini hissettim, sahibemle beraber bara yöneldik, orda kölesinin tasmasını oturduğu bar sandalyesinin ayağına bağlamış, içkisini yudumlayan kısa sarı saçlı bir sahibenin yanına yaklaştık, sahibem onunla selamlaşıp öpüştü, yanına oturdu, belli ki burda randevulaşmışlardı ,bir içki söyleyip muhabbete başladılar, bu arada tasmamı da barın kenarını boydan boya saran demire bağladı. konuşmalardan kısa sarı saçlı sahibenin buranın mudavimi olduğunu ,sahibemin ise ilk kez geldiğini anlıyordum. adres ve girişte ki kuralları daha önce sahibeme anlatmıştı. "girişte sorun olmadı değil mi " dedi sarı saçlı sahibe, sahibemde " hayır ,dediğin gibi tedarikli gelmiştik " dedi , bu diyaloğa paralel olarak bana dönüp baktılar , sarı saçlı sahibe " güzel " dedi . anladığım kadarı ile ana kural hemen girişte ki odalarda sahibelerin kölelerine maske ve tasmalarını takıp , içeri böyle girilmesiymiş. etrafta ki herkesin de böyle olmasından bu anlaşılıyordu. sahibem ile arkadaşı bir süre sohbet edip içkilerini içtikten sonra, "artık etrafı gezelim mi" dedi arkadaşı. sahibem benim, o da kendi kölesinin tasmasını bağlandığı yerden alıp barın arka tarafına doğru ilerledik . daire şeklinde ki devasa salonun yan duvarlarında başka salonlara açıldığı belli olan büyük kapılar vardı . hepsinin üzerinde de siyah metal tabelalarla birşeyler yazıyordu. başımı biraz kaldırıp , yaklaştığımız kapının üzerinde ki yazıyı okudum, inanamadım ; " pissing room " .
    sahibemin arkadaşı kapıyı ardına kadar itekleyip, içeri girdiğimizde şaşkınlığım bir kat daha arttı. yine büyük bir salon ,ortada bir bar, etrafta artık masa ve sandalyelerin yerine sadece "pissing" amaçlı kullanıma yönelik eşyalar vardı .özel olarak yapıldığı belli olan , siyah deri oturaklı tuvaletler vardı, alt kısmı ise küp şeklinde idi, bir kenarında sırt üstü yatan kölenin başını içeri alacak şekilde büyük bir delik vardı. bunlardan etrafta onlarca vardı, kimisinde oturmuş sahibeler, altına sırt üstü yatmış ,başı içerde kaldığı için görünmeyen sadece vücudu görünen köleler vardı. belli ki tuvalet deliği olarak kölelerinin ağızlarını kullanıyorlardı .kimi sahibe işerken kimisi yerdeki kölenin tasması elinde, ayakta onları izliyor, gülüyordu .belli ki köle ayakta ki sahibenin idi , arkadaşına kölesini tuvaleti olarak kullandırıyordu . etrafta bunun gibi onlarca sahibe -köle çifti vardı. barın yanında etrafı izliyordu sahibem ve arkadaşı , barda ki sandalyeler bile pissing amaçlı dizayn edilmişti , hemen yanımızdaki bir sahibeye takıldı gözüm, sahibe bar sandalyesine oturmuş, dirseklerini bara dayamış içkisini yudumluyordu. ancak sandalyenin altındaki manzara inanılmazdı ; belli ki sandalyenin oturağının ortası delik idi, ve kölesi , başı ve ağzı deliğin tam altına gelecek şekilde boynundan kelepçelenmiş sandalyenin altında oturuyordu, kımıldamasına imkan yoktu, ağzı da özel bir aparatla açılmış şekilde sahibesinin oturduğu delik sandalyenin alt kısmına bakıyordu . ve tahmin edeceğiniz gibi, mini eteğini beline sıyırmış şekilde oturan sahibe sandalyede ki delikten kölesinin ağzına çişini akıtıyordu , ağzını kapatma şansı bile olmayan köle sahibesinin çişini tek damlasını bile ziyan etmeden içerek itaatkarlığını sergiliyordu. sahibesi ise umarsız bir halde bir elinde sigarası etrafı izliyor , bir yandan içkisini içerken ,bir yandan da kölesinin ağzına çişini bırakıyordu . belli ki bu manzara, sahibe içki bardaklarını devirdikçe sürecekti.
    arkadaşı sahibeme dönerek " içtiğim içkilerden sonra böbreklerim baskı yapmaya başladı , o yüzden ilk olarak bu salona gelelim dedim " diyerek gülümsedi. sahibem de ufak bir kahkaha attı . sonra ileride baş için hazırlanmış delik kısımları birbirine dönük, karşılıklı oturulabilen bir deri tuvalet çiftine doğru ilerlediler bizi tasmalarımızdan çekerek . arkadaşı sahibeme " senin de çişin gelmedi mi "dedi, sahibem onayladı . "ama hep aynı tuvaleti kullanacak değiliz ya ,bugün değişelim di mi ya " diye devam etti ve güldü. kendi kölesini tasmasından çekip sahibemin tarafında ki tuvaletin altına yatırıp kafasını içeri soktu, sahibem de beni tasmamdan çekip onun kullanacağı tuvaletin altına yatırdı, artık iki köle sırtüstü yatmış, ayak tabanlarımız birbirine bakıyordu, görebildiğim tek şey başımın üzerinde ki büyük delikten salonun tavanında ki kabartmalardı .sahibem eğilip delikten bana bakarak "sakın arkadaşımın çişinin bir damlasını bile ziyan etme ,beni mahçup edersen pahalıya ödersin dedi ". başımla onaylamaya çalıştım . yerde başımın alt kısmında demir mazgal türü şeyler vardı, sanırım kölelerin içemeyip taşırdıkları çişlerin akması için yapılmıştı. ayrıca başımı tuvaletin altına kelepçelerken, ağzımı sonuna kadar açık bırakan bir metal aparatı da unutmamışlardı. anlaşılan iki sahibe yüzleri birbirlerine dönük şekilde tuvaletlere oturup, çişlerini yaparak eğleneceklerdi. biraz sonra o büyük delikten sarı saçlı sahibenin bacaklarını açarak tuvaletin üzerine geldiğini gördüm ,eteğini beline sıyırıp, siyah deri tangasını dizlerine indirerek tuvalete oturdu.åžimdi sadece siyah kıllarla kaplı vajinasını görüyordum. birazdan hafiçe kasılıp açılmaya başladı organı ve birden çişini akıtmaya başladı. anında ağzımı doldurmuştu çişiyle, ben bir kısmını içmeye başladım, o kadar yoğun akıtıyordu ki arada ağzımdan taşıyordu. oldukça içki içmiş olmalıydı, çişini öyle uzun akıttı ki ,nerdeyse gırtlağıma kadar çişiyle dolmuştum , arada sahibemle laflayıp kahkalar atıyorlardı, belli ki sahibem de onun kölesine işiyordu o sırada. birazdan çişin yoğunluğu azaldı ve son kasılmalarla beraber kalan son damlaları bıraktıktan sonra " oh be rahatladım " dedi . hayatımda bu kadar fazla içtiğimi hatırlamıyorum. içim tam anlamı ile o'nun çişiyle dolmuştu...
    Tümünü Göster
    ···
  9. 23.
    0
    am var dediler geldik, neyle karsilastik
    ···
  10. 22.
    0
    okurken elim ayaam boşaldı
    ···
  11. 21.
    0
    okuyanı gibsinler
    ···
  12. 20.
    0
    gibseler okumam
    ···
  13. 19.
    0
    i̇nanın yazın tatile, denize, gezmeye felan sırf güzel çıplak ayakları görebilmek için çıkıyorum. yoksa o sıcakta ne işim var dışarda. geçen yaz antalyadaydım. antalya malum, turist kaynıyor, alman ve rus çoğunlukla. yolda otobüsle giderken birkaç çıplak ayak gözlemim oldu ama beni orada bekleyen ayak cennetini unutturamadı onlar. onun için yol gözlemlerimi geçiyorum şimdilik. otele yerleştik. ben güzel ayaklar nerde havluyu oraya atıyorum. bir havuz başındayım bir plaj başında. neyse... bir kaç gün böyle arayış içinde geçti. sonra bir gün yine gözlem esnasında (dikiz değil yanlız gözlem! * türk ve alman iki aileden oluşan bir grup karşımda güneşlenirken dikkatimi çekti. alman ailenin 25-28 yaş arası bir kızı vardı. türk aileninde 17 yaşında çıtır bir kızları vardı (yaşını sonradan öğrendim). orda tanışmışlardı herhalde. ben güneş gözlüğümü takıp gözlemime başladım. ailelerin büyük fertleri güneşleniyorlardı. kızlarında canı sıkılmışdı belli güneşin altında. benim onların ayaklarına baktığımı anlar anlamaz birbirlerine farkettirmeden bana ayak show yapıyorlardı. parmaklarını oynatıyorlar, arada beni kesip ayaklarının her taraflarını göstermeye çalışıyorlardı. bende gözlüğümü çıkardım bakışlarım belirgin olsun diye. alman ailenin annesi türk ailedeki anneye almanca birşeyler söyledi türk annede ona almanca cevap verdi ve yavaş yavaş kalkmaya başladılar. ben o esnada "yakayı ele verdik" diye üzüldüm baya. benim bakışlarımdan rahatsızmı olmuşlardı yoksa? akşam otelin discosunda genç kızları çılgınca oynarken gördüm ve pek cesaret edemedim yanlarına yaklaşmaya gündüz olan olaydan sonra. ama oynarken çıplak ayaklarını yakından görmeyi çok istedim ne yalan söyleyeyim. ertesi gün ben yine şenzlonkta tam karşılarındaydım o iki ailenin. türk olan kız annesine "bak anne ayaklarıma kırmızı oje sürdüm güzel olmuşmu" dedi sanki bana duyurmaya çalışarak! sonra tabanlarını benim hizama doğru iyice uzatarak güneşlenmeye başladı.tam önümdeydi ayakları, sürekli parmaklarını oynatıyordu, hava bunaltıyordu sıcaktan ama benim şenzlonktan hiç kalkasım yoktu. diğer genç kız yüzü koyun yatmış arada çıtır kızın bana nasıl cilve yaptığını kesiyordu . ben iyice azmıştım. alkolün ve sıcağın verdiği etkiyel kızın ayaklarına doğru birazdaha yaklaştırdım şenzlonku. diğer genç kız bize bakıyordu sürekli. sonra ufak kıza birşeyler söyledi almanca ve denize girdiler. bende arkalarından daldım. türk olan ufak kız " pardon fazla sigaranız varmı, ailem içtiğimi bilmiyorda, yanınızda varsa fazla bana çaktırmadan verebilirmisiniz" dedi. bende körün istediği bir göz allah verdi iki göz hesabı "tabii isterseniz beraber içelim havuzun orda" dedim. sonra kumsala çıktık. alman kız ne dediğimizi anlamadığı için şapşal şapşal bakıyordu. bozulup güneşlenmeye başladı yine. ben kurulanıp sigara paketini yanıma aldım ileri doğru yürümeye başladım. ufaklıkta tıpış tıpış arkamdan geliyordu. otelin havuz tarafına doğru ilerleyip sandalyelere oturduk. ayaklarında terlikler vardı. yakından baktım, kendisi kadar güzel değildi esasında ayakları. biraz konuştuk havadan sudan. sonra bana kıza karşı bir soğukluk geldi. bende böyle bir huy var işte, ayaklar güzel değilse hemen soğuyorum karşı cinsten. sonra kız sigarasını içip ailesinin yanına döndü teşekkür edip hızla. gece yine iki kız discoda dans ediyordu. genç olan alman kızın gözleri sürekli benim üzerimdeydi. kıskançlık krizine girmişti herhalde. çok güzeldi oda, kestane rengi saçları,1.80 civarı uzun boyu vardı. lafı çok uzatmayayım, bu alman kızı ne yaptı ne etti bana o gece ayaklarını yalattı. çok güzeldi ayakları, diğer kemikli alman ayaklarına benzemiyordu hiç. etli ve bakımlıydı. sabaha kadar defalarca sevişip ayaklarını sundu bana. i̇kimizinde kafası çok güzeldi, ben arkadaşımı odadan yollamıştım o gece, kızda ailesine bir yalan söylemiş, ne yalan söylediğini anlatmaya çalıştı ben ayaklarını yalarken ama anlayamadım, almancam kıttır baya * sabah erkenden kendi odasına gitti. ertesi günde ne o alman ailesini gördüm otelde nede türk ailesini. i̇ki aile birlikte ayrılmıştı otelden. şans işte... ama o günden sonra kıskanan kızların herşeyi yapabilceklerini anladım, alman bile olsalar !
    Tümünü Göster
    ···
  14. 18.
    0
    http://imgim.com/63yuer.jpg
    ···
  15. 17.
    0
    yaşım o zamanlar 16-17. okul bitmiş yazın işsiz güçsüz dolaşıyorum. pazarlamacı aranıyor diye bir ilan gördüm. boş kalmaktan iyidir dedim.
    daha genciz hem dolaşırız birazda para kazanırız. birde baktım kapı kapı parfüm satıcakmışız. i̇lk önce mırın kırın yaptım, sonra baktımki iyi para var işin sonunda devam ettim. karşıma arada sırada güzel ayaklı bayanlar çıkıyordu, kapının önlerindeki terliklerine veya ayakkabılarına umutsuzca bakıp apartmandan çıkıyordum. cesaret edemiyordum koklamaya veya dokunmaya. bir gün bir apartmana girdim yine
    bir kat çıktım tam karşımda harika bir görüntü. kapıda bir sürü hemşirelerin giydiği beyaz sabo terlikler vardı, eğilip birisinin içini koklayayım dedim, yaklaşık 20-25 çift hemşire terliği... harikaydı hepsi! tam koklamak için eğilmiştim ki kapı açıldı birden.bir türlü cesaret edemediğim şeyi yaparken suçüstü yakalandım diye düşünürken karşımda olgun, havalı bir hemşire vardı. gülerek "buyrun birinemi bakmıştınız"
    diye sordu. ne yaptığımı görmüştü ama bozuntuya vermemişti. bende heycanımı toplayıp bozuntuya vermemeyi düşündüm. "ben parfüm pazarlama şirketinden geliyorumda... " hemşire "içeri buyrun isterseniz içeride belki ihtiyacı olan bir arkadaşım vardır" dedi. utana sıkıla girdim içeri. karşımda 20-25 tane beyaz ince çorap giymiş harika ve bir o kadarda acımasız hemşire gülerek bana bakıyordu. benden parfümleri tek tek tanıtmamı istediler. bu gün onların tatil günüymüş ve o hastanedeki tüm hemşireler her tatil gününde bir arkadaşlarının evinde toplanıyorlarmış. ben onlara parfümleri tanıtırken bana kapıyı açan ev sahibi hemşire evin diğer tarafında 3-5 hemşire arkadaşına beni hangi şekilde gördüğünü anlatmış olacak ki içeri yanıma geldiklerinde hepsi ayaklarını bana göstermeye çalışıyorlardı. bu ayak oynatmalar ve kikirdeşmeler daha sonra bütün evin içindeki diğer hemşirelerede yayıldı. beyaz ince, hatta bazılarında süper ince çorap bulunan ayaklar şimdi karşımda ciksi ciksi hareketler yapıyorlar, biri parmak uçlarında ,diğerinin parmaklar havaya kalkıyor bana dönük şekilde vs... bir ara rüya görüyorum sandım. kafayı sıyaracağım sırada içlerinden en havalı ve güzel olanı "bu parfümlerin içinde ayak kokusuna iyi geleni varmı" dedi. hepsi bir arada gülmeye başladılar. benim yüzüm kıpkırmızı olmuştu. ama işi şakaya vereyim dedim. "var hanfendi bu tam size göre" yine bir gülüşme koptu evde. hemşire "aaaa benim ayaklarım kokmazki bak kokla istersen" dedi. ben o anda inanın ne yapacağımı şaşırdım. önümde bana ayaklarını koklamamı söyleyen beyaz süper ince çoraplar giymiş harika bir hemşire var ve beni gülerek seyreden yaklaşık 20 hemşire aynı evde! tam burnumu uzattım koklamak için, içlerinden en yaşlısı biraz sert bir tavırla "tamam evladım bak bu pafümler sahte zaten,biz senide fazla meşkul edip para kazanmana mani olmayalım,hem aramızda kimsenin ayakları felanda kokmuyor" dedi ve tekrar bir gülüşme koptu. bu arada karşımdaki ayağını bana uzatan harika hemşire ayağını yere indirmiş başka bir arkadaşıyla konuşmaya başlamıştı. benim de yapacağım tek şey o andan sonra hep o evi, kapı önündeki terlikleri, içerideki 20-25 çift ince beyaz çorap giymiş hemşire ayağını ve en önemlisi bana ayağını koklamam için uzatmış olan kraliçe gibi hemşireyi düşünmek oldu. ve bu hikayeyi en sonunda yazmak..
    Tümünü Göster
    ···
  16. 16.
    0
    oyşh o neydi be
    ···
  17. 15.
    0
    bu başlığa bakıp " hani lan, am nerde? " sorusunu soranlara cevabı veriyorum.
    bu linkte: http://inciswf.com/1284765308.swf
    ···
  18. 14.
    0
    boşaldım
    ···
  19. 13.
    0
    http://imgim.com/2010992436.jpg
    ···
  20. 12.
    0
    özet geçin am feryatları
    ···