1. 26.
    0
    Onlar Merkürü, Altın ve Diğer bir Unsurun alaşımı olarak görürler: Ateş kullanarak ve tutuşturma için uygun maddelerle; kirlilik ve katışıklar yakılarak çıkarılır ve Altın kalır.
    Üçüncüsü, adi metalleri Felsefe Taşıyla kaynaştırarak mükemmel bir dönüşüm oluşacağı söylenmekte, tortu yakılarak yok edilir ve Metalik kök Altın olarak ortaya çıkar.
    Simya argümanın örneği olarak, şöyle yazılmaktadır, "eğer 19 ons Kurşun alırsak ve 8 onsunu giderecek şekilde uygun ajanla kaynaştırırsak elimizde 11 ons kalır ve bu saf Altından başka bir şey olmaz, çünkü Altın ve Kurşun 19'un 11'e karşı orantısıdır. Aksi taktirde, eğer düşürme süreci 19'a 14 olursa, sonuç Merkür olacaktır, ama süreç devam ettirilip 11'e düşürülebilir, o zaman aradaki basamak olmadığı duruma eşit bir şekilde yine de sonuç Altın olur."
    Diğer bir bakış açısından, şöyle yazılmaktadır "Felsefe taşı en ince, sabit ve yoğun ateşli maddedir ve erimiş metalle eklendiği vakit, adeta manyetik bir erdemi varmışçasına metalin Merkür unsurunu diriltir ve kirden arındırır ve sonuçta elde erimiş saf bir Sol [Altın] kütlesi kalır."
    Ama daha önce belirttiğim gibi, saf kimyasal deneylerle uğraşmak yararsız olur. Simyasal süreçleri yerine getirmek, aynı anda hem Astral planda, hem de fizik planda işlem yapmak gerektirir. Eğer, ısı ve nemle birlikte, irade gücüyle, yaşam gücüyle, elektrikle aynı zamanda çalışabilecek konumda değilseniz, hiç bir yeteri sonuç alınamaz.
    ···
  2. 27.
    0
    Bildiğim kadarıyla, dönüştürme gücü başka majikal edintilerle birlikte gelebilir—Labor omnia vincit. O herhangi bir Dereceyle bağışlanamaz, ama zaman zaman belirli öğrenciler tarafından elde edilir. Herhangi birinizde doğabilir veya majikal olay en beklenmedik zamanda oluşabilir!
    1Mitoloji Sözlüğü—Hermetik (Le Dictionaire Mytho—Hermetique) şöyle yazar "Bahçede bulunan Çeşme" çeşitli kaynaklardan geldiği için yedi metallerin 'Prensibi', 'Bilgelerin Merkürü'dür ve yedi gezegenin etkilerinden oluşmuştur. Ama esasen sadece Güneş babasıdır ve Ay annesidir. Üç kez içen ejderha maddeyi fetheden arınmadır. Adını siyah renginden alan ejderha, Gri rengi siyahın yerine aldığında pullarını veya derisini kaybeder. Sadece Güneş ve Ay size yardım ettiğinde başarırsınız. Ateşi kullanarak Gri rengini Ayın Beyazlığına dönüştürürsünüz (ve sonra da, son evre olarak Güneşin kırmızısını elde edersiniz). "Balıklar" ısıtılan potada hava kabarcıkları anldıbına gelir. "Göl" çoğu zaman imbik veya şişe anldıbına gelir.
    ···
  3. 28.
    0
    adam entry kasmış
    ···
  4. 29.
    0
    simya bugünki modern bilimlerin temelidir

    @1 fullmetal alchemist mi izledin la *
    ···
  5. 30.
    0
    adam lise 1 beyler, giblemeyelim gider zaten
    ···
  6. 31.
    0
    ya bi gibtir git amk
    ···
  7. 32.
    0
    evet lan bunlar lise 1 konusuydu ya da 2
    ···
  8. 33.
    0
    burdan sonrası
    simyagerlik
    ile ilgili bilgiler arkadaşlar

    @24 sie amaç o olsa yok 100 e kadar sayıyorum
    yok entry no zart zort başlıkları açar 15snde 1 entry girerim

    Simyagerlik

    Batı Simyası üzerinde son iki bin yıldır 100 binden fazla eser yazıldığı saptanmıştır. Tabii ki bu eserlerin arasında bir çok hayalperest, sathi ve düzmece olanları vardır, ama kimler taklit edilmekteydi? Samimi yazarlar hangi tarif edilmez esrarları açıklamaya çalışıyorlardı?
    Batı'da Simya basit metallerin altına dönüşümüyle ilgili olduğu düşünülmesine karşın, günümüzün en ciddi araştırmacılar onun herhangi bir kesin tanımlamaya karşı direndiği kanısındalar. Onun sırları üzerinde bir araştırma belki de en iyi şekilde en ünlü üstadlarının kişiliklerini ortaya çıkarmakla başlayabilir. Bu kişiler konuya gülünç hale düşüren fanatik "püfleyiciler"den tamamen ayrı durmaktadırlar. Bunlara "püfleyici" denilmesi kullandıkları körüklere borçludur ve onları üstadlara kıyaslamak, düzenbazları gerçek hekimlere kıyaslamaya benzer. Ayrıntılı bir araştırma sonucunda üstadların dindar, doğal bilimlere eğilimleri olduğu ve genelde "püfleyiciler"de hakim olan açgözlülük ve kibirden uzak olduğu görülmektedir.
    ···
  9. 34.
    0
    @26 @28 adamın avukatlığını yapmak bana düşmez ama bu anlatılanları liseyle bağdaştıran kafanızı gibeyim.
    ···
  10. 35.
    0
    Morienus yedinci asırda Kudüs yakınlarında dağlarda yaşayan bir münzeviydi. Oradaki Hıristiyan kilisesine her yıl büyük çapta altın göndermesi Arap kralı Halid'in dikkatini çekmişti ve sonuçta Kralı Simya sırlarına inisiye etti. Cabir (Geber, 8. asır) ve ibni Sina (Avicena, 10. asır) riyazetli Sufi tarikatlarına inisiye simyager ve hekimlerdi. Sufizm islam mistisizmde ilahi Birliğe ulaşmada tefekkürü öngören bir zahitlik yoludur. Simyager Roger Bacon (1214-1292) bir Fransiska keşişiydi . Bir süre Fransiska örgütüne bağlı olan Raymond Lully (1235-1315), Arnold de Villanova tarafından inisiye edildi. Lully'de bir Benedik keşişi olan ve bir süre Westminister Manastırının Baş Rahibi olduğu öne sürülen John Cremer'i inisye etmişti. Albertus Magnus (1193-1280) ve saygı değer öğrencisi Thomas Aquinas (1225-1274), her biri simya filozofları tarihinde üstad mertebesine ulaşmış Dominik keşişlerdi. Şüphesiz on dördüncü asrın en meşhur üstadlarından Nicholas Flamel simya "Büyük Çalışması" Magnum Opus'u, dindar Yahudilerinin Roma vergilerini ödemelerine yardımcı olmak üzere yazılmış klagib "Yahudi Abraham'ın Kitabı"nı deşifre ettikten sonra başarmıştı. Flamel esrarengiz bir şekilde elde edilen bir serveti Paris'te hastane inşası ve kilise onarımı için kullandığı kaydedilmiştir. On beşinci yüzyılın en ünlü üstadı efsanevi Benedik keşişi ve Erfurt'taki San Pedro Manstırının Baş Rahibi Basil Valentine'di. On beşinci asrın diğer büyük bir simyageri Kudüs'lü San John Şövalyeleri örgütüne 100 bin ingiliz Sterling değerinde simya altını bağışladığı kaydedilen ve bir Karmelit keşişi olan Sir George Ripley'di. Papa John XXII'da (1316-1334) bir simya üstadı olarak kaydedilmiştir ve dönüştürmeyle ilgili önemli bir simya eseri ona atfedilmiştir. Çalışmalarının bir ürünü olduğu rivayet edilen kayda değer ve menşei esrarengiz bir servet olan on sekiz milyon florinlik altın külçeyi kiliseye vasiyet etmişti. Dom Anthony-Joseph Pernety (1716-1796), bir Benedik keşişi, yakın zamanlarda yeninden basılan açık ve sarih bir angiblopedi tarzında yazılan bir Simya klasiğini yazmıştı. Hatta Martin Luther bile Simya için "... sadece pratik yararından değil, fakat kilise doktrinlerini doğruladığı için... " simyayı övgüye laik görmüştü. Prestijli dergi Nature'de yakın zamanda yazılan bir makalede Sir Isaac Newton'nın Simya ile ilişkisini incelemeye aldı. Bu denli önemli ve ünlü insanların zihninde simyaya yer verilmesi saçmalıktan mı ibarettir?
    Tümünü Göster
    ···
  11. 36.
    0
    adam edward elric beyler *

    yaz la ilgimi çekti bir ara okurum hepsini
    ···
  12. 37.
    0
    volvonun logosu simyada demir elementinin sembolüdür.
    ···
  13. 38.
    0
    @30 tam ben yazacaktım neyse gibtir et

    yaşım 20 binler lise 1 miş

    Simya dönüşümünü sadece Newton değil, aynı zamanda on yedinci asrın iki önemli bilim adamı G. W. Leibniz ve Robert Boyle,
    "modern kimyanın babası" açıkça kabul ettiler.

    Günümüzde, araştırmacı B.J.T. Dobbs, bu çağın salt mistik havasını ince ayrıntılarla The Foundations of Newton's Alchemy or the Hunting of the Green Lyon, "Newton Simyasının Temeli veya Yeşil Ejderha Avı" adındaki klagibleşen eserinde işlemektedir. Burada, Newton'un son otuz yıllını içeren Felsefe Taşı, Lapis Philosophorum'u bulma uğruna başarısız çabalarını anlatıyor. Bu eserin devamı niteliğinde yazdığı muhteşem The Janus Face of Genius: The Role of Alchemy in Newton's Thought, "Dahiliğin iki Yüzü: Simyanın Newton Düşüncesindeki Rolü" kitabında Dobbs, Newton'un simya konusunda asal dürtüleri mistik Hakikatlere karşı duyduğu ruhsal arayış olduğunu belirtiyor.
    ···
  14. 39.
    0
    Nasıl oluyor da ingiliz Müzesi, British Museum'de simya dönüşüme atfedilen altın cisimler bulunmaktadır? Nasıl oluyor da bu cisimlerin altın üs sayı değerleri bulundukları çağın teknolojisinin ürettiği numunelerden daha saftır? Nasıl oluyor da dönüşüm konusunda bu denli fazla şahitlerin gözlemleri bulunmaktadır? Neden oluyor ki, M.Ö. 144 yılında bir Çin imparator Bildirisi simyasal yöntemlerle altın imal edenlere ölüm cezası verileceğini ilan etmişti? Neden Henry IV on altıncı asır ingiltere'de simya ile altın imal edilmesini yasaklamıştı?

    Eğer simya gerçekten doğanın asal arketip işlevleriyle mistik bir birlik arayışıysa, o zaman üstad bu yaratıcı işlevi sembolik laboratuar çalışmaları ve kimyasal işlemleriyle ve tabii ki vazgeçilmez olarak ilahi Takdirin desteğiyle tekarlamak istiyordur. Nasıl bütün yaşam ilahi Mükemmelliğe doğru tekamül ediyorsa, metaller de altına tekamül eder. işte, simyager bu esas tekamül işlevini, çalışmalarının semeri olan basit metalleri en saf altına dönüştüren katalizör Felsefe taşı, kırmızı toz ile hızlandırır. Böyle bir Büyük Çalışma, Magnum Opus'un arkasındaki esrarengiz gerçek izah edilemez, sadece gösterilebilir. Aynı şekilde mistik hal gerçek kişisel deneyim gerektirir, buna salt inanç yetmez.
    ···
  15. 40.
    0
    son olarak

    3. kısım simyanın öyküsü

    kaymağı sona sakladım beyler ilginizi çeker mutlaka

    Simya'nın Öyküsü

    Simyanın özgün anlam ve amaçlarının yeniden kurgulanması çağdaş bilim tarihi yazımının kavrayışlarına bağlıdır. Kısa zaman önce Simya, ya kimya biliminin bir öncüsü biçiminde yani çocuksu, bilim öncesi bir öğreti olarak ya da kültür ile bağıntısı bulunmayan aptalca boş inanlar yumağı olarak değerlendiriliyordu.

    ilk bilim tarihçileri, Simya metinlerinde kimyasal olguların gözlemlerini ve ilintili bilimsel buluşların ön izlerini aramışlardı. Ancak böyle bir tutum, büyük edebiyat yapıtlarını içerdikleri tarihsel gerçekler, ahlâk ilkeleri ya da felsefi anlamlar bakımından gruplandırmak gibi yanlış bir yaklaşımla eşanlamlıydı. Simyacıların gerçekten doğa bilimlerinin gelişimine katkıda bulundukları kuşku zütürmez, ancak onlar bu katkıyı dolaylı biçimde, yalnızca canlı özdeğe ve minerallere karşı besledikleri ilginin bir sonucu olarak gerçekleştirmişlerdir. Zira simyacılar, soyut düşünürler ya da eğitimli bilginler değil, salt deney yapan kişilerdi. Yine de, deneye olan eğilimleri sırf doğal olanla sınırlı değildi; bitkiler ya da madenler üzerinde yaptıkları deneylerin çok daha tutkulu bir amacı vardı: “kendi yaşam biçimlerini dönüştürmek.”
    ···
  16. 41.
    0
    Bilim tarihi yazımında kısa süre önce ortaya çıkan Simya ile ilgili perspektif değişimi kendi başına önemli bir kültürel olgudur. Bu yeni yaklaşımı, J. Needham ve N. Sivin’in Çin Simyası hakkındaki yapıtlarında, P. Krauss ve H. Corbin’in islam Simyası ile ilgili araştırmalarında, H. T. Shephard’ın Helenistik dönem ve W. Pagel ile A. G. Debus’un Rönesans dönemi ve sonrası üzerine gerçekleştirdikleri incelemelerde gözlemlemek olasıdır.

    Simyayı, kendi özgün bağlamı içinde ve daha doğru bir biçimde kurgulayabilmek için akılda tutulması gereken temel öğe şudur: Simya, varolduğu tüm kültürlerde her zaman bir ezoterik ya da mistik geleneğe sıkı sıkıya bağlı olmuştur; Simya, Çin’de Taoculuk ile, Hindistan’da Yoga ve Tantra ile, Helenleşmiş Mısır’da Gnosis ile, islam ülkelerinde Tasavvuf akımları ile, Ortaçağ ve Rönesans boyunca Batıda Hermetizm, Kabala ve Hıristiyan Gizemciliği ile iç içe geçmiş biçimdedir. Özetle, tüm simyacılar kendi sanatlarının, önde gelen gizemci ya da içrek geleneklerin amaçlarına benzer amaçları olan ezoterik bir teknik olduğunu ifade etmişlerdir.

    Bazı Simya uygulamalarının kendine özgü tekil nitelikleri bir yana bırakılırsa, üzerinde titizlikle durulması gereken en önemli genel nitelik “Giz” konusu, doğrusu Simya teknikleri ve öğretilerinin ezoterik bir biçimde aktarımı sorunudur. iS. 2. yüzyıldan kaldığı sanılan ve en eski Helen Simya metni olarak bilinen “Phygibe Kai Mystike”, bu kitabın bir Mısır tapınağının sütunlarından birinin içine gizlenmesini ve sonradan bulunmasını anlatmaktadır. Klagib bir Hint Simya çalışması olan “Rasarnava”nın giriş bölümünde Tanrıça Şiva, “Jivan-mukta” (yaşarken özgür olan kişi) olabilmenin gizini tanrıların bile bilmediğini söylemektedir. Çinli simyacıların en ünlüsü olan Ko Hung (260 – 340), gizin önemi üzerinde ısrarla durmaktadır: “Giz, etkili reçeteler demektir…yazılı olan maddeler pek sıradan, olağan maddelerdir, ama ilgili formül bilinmiyorsa, bu maddeleri nitelendirmek olanaksızdır.” Simya metinlerinin bilinçli olarak düzenlenen anlaşılmazlığı, Rönesans sonrası Batı yazımında neredeyse ortak bir nitelik kazanmıştır. “Rosarium Philosophorum”da bir simyacı şöyle demektedir: “Yalnızca Felsefe Taşı’nı üretmeyi bilen kişiler, Felsefe Taşı hakkındaki sözleri anlayabilirler.” Üstelik Rosarium, bu konuların “gizemli bir biçimde” aktarılması gerektiği hakkında okuyucuyu uyarmaktadır. Kısacası, bir “Gizli Dil” ile karşı karşıya bulunmaktayız. Kimi yazarlara göre, “gizi kitaplarda açıklamamak üzerine yemin edilmesi” bile söz konusu olmuştur.
    Tümünü Göster
    ···
  17. 42.
    0
    Oysa bilindiği gibi gizin korunması; seramik, metalürji, tıp ve matematik gibi tüm tekniklerin ve bilimlerin başlangıcında genel bir kural olarak uygulanmıştır. Eski Çin ve Hindistan’da, Antik Yunan ve Ortadoğu’da yöntemlerin, aygıtların ve reçetelerin gizli aktarımı hakkında zengin bir belge birikimine bugün sahip bulunmaktayız. Üstelik çok daha yakın bir dönemde Galien’nin kendi öğrencilerinden birini, öğrenmekte olduğu tıp bilimini tıpkı Eleusis Gizemleri’ndeki “Telete” gibi algılaması gerektiği hakkında uyardığını bilmekteyiz. Gerçekten bir mesleğin, bir tekniğin ya da bir sanatın gizlerinin bir kişiye açıklanması inisiyasyon anldıbını taşımaktadır. Yine de Simyada, gizlerin iletilmesi çok daha geniş bir mitolojik yapının parçasıdır. Bu yapı şöyle açıklanabilir: “Zamanın başlangıcında, Simya gizleri kimi efsanevi kişilere verilmiştir, ancak sonradan bunlar titizlikle gizlenmiş, mühürlenmiştir; bu uzun saklama döneminin sona ermesi çok yenidir ve artık özgün gizlere yeniden ulaşmak olası olmuştur; elbette, bu gizlerin açıklamalarına ulaşma hakkı yalnızca özel bir inisiyasyondan geçmiş birkaç seçkin kişiye aittir.”

    “Geçmişin karanlık çağlarından beri saklanan ve kısa süre önce yeniden ortaya çıkarılan eski gizlerin açıklanması” biçiminde kalıplaşmış mitler, isa’dan önceki son dört yüzyıl boyunca büyük bir yaygınlık göstermişlerdir. Bu temaya Hindistan’da olduğu gibi Ortadoğu’da, Mısır’da ve tüm Akdeniz yöresinde rastlanmıştır. Helenistik çağlarda Platon’un öğrencisi Heraclides Ponticus ile başlayan ve sayısız kehanet kitaplarına, evrenin sonu ile ilgili yapıtlara, Yahudilerin epigraflarına ve “Corpus Hermeticus”a kadar uzanan koskoca bir “gizlerin açıklanması” yazımı geliştirilmiştir.

    Bu metinlerde açıklanan gizler, tarihin belli başlı ve kısa süre içinde gerçekleşecek olayları ile bağlantılı olabilirler (kehanet kitapları ve evrenin sonu ile ilgili yapıtlarda olduğu gibi); ya da yetkinliği, bilgeliği, kurtuluşu ve hatta ölümsüzlüğü sağlayacak yöntemleri öğretmek savında olabilirler.
    ···
  18. 43.
    0
    bunu okuyan kör oldu huur çocugu
    ···
  19. 44.
    0
    Simya ile ilgili yazım ikinci gruba girer; Çinli, Hintli, Müslüman ve Avrupalı simyacıların yazıları, hastaları iyileştiren, insan yaşdıbını uzatabilen, metalleri yetkinleştiren yani altına dönüşmelerini sağlayan ve insana ölümsüzlük veren yöntem, deney ve formülleri içermektedir. Bu sonuçların elde edilebiliyor olması, giz ve gizlilik ilkelerinin ortadan kalkmasına yol açmaz. Ko Hung’a göre, iksiri elde eden ve böylece ölümsüz (Hsien) olan kişiler dünyada dolaşmaya devam ederler, ancak ölümsüz olduklarını saklarlar ve onların bu niteliklerini sadece diğer simyacılar fark edebilir. Hindistan’da ise, Sanskritçe ya da gizli dillerle yazılmış olan ve “Siddhi”lerden söz eden geniş bir edebiyat vardır (Siddhi’ler, kendilerini nadiren açığa veren, yüzyıllar boyunca yaşayan yogi simyacılardır). Orta ve Batı Avrupa’da da aynı inanç ile karşılaşılır: kimi simyacılar ve hermetistlerin, kimselere belli etmeden sonsuza kadar yaşadıkları varsayılır (Nicolas Flamel ve eşi Pernelle örneğindeki gibi). Aynı mit 17. yüzyılda “Rose-Croix”lar hakkında, 18. yüzyılda ise daha popüler bir biçimde gizemli Saint-Germain Kontu hakkında da yayılmıştır.

    “Uzun süren karanlık çağların ardından yeniden ortaya çıkartılan özgün gizler ve bugün bu gizlere sahip olup çalışmalarını herkesten saklayan inisiyeler” biçiminde geliştirilen mitolojik örgü, Simyanın anlaşılabilmesi için büyük önem taşımaktadır. Simyada “Opus” (yapıt) bir inisiyasyon sürecidir, yani insanın varlık koşullarını kökten değiştirmeyi amaçlayan bir dizi özel deneyimler silsilesidir. Ne var ki, başarıya ulaşan simyacı, ulaştığı yeni varlık biçimini herkesin anlayacağı bir dille ifade edemez, “gizli” bir dil kullanmak zorunluğunu duyumsar. Diğer taraftan, şaşırtıcı derecedeki uzun yaşdıbını ya da ölümsüzlüğünü gizlemelidir. Bu gizliliğin nedeni, Budha’nın “Bhikku”lardan mucizevi güçlerini gizlemelerini istemesindeki nedenle aynıdır: “cahillerin aklı karışabilir ve masumlar yoldan çıkabilir”.

    Simyanın kökenleri bir yana bırakılsa da; sağlık, uzun yaşam, metallerin altına dönüştürülmesi, ölümsüzlük iksirinin hazırlanması gibi Simya amaçlarının Doğuda olduğu gibi Batıda da çok uzun bir geçmişe sahip oldukları açıktır. Bu geçmiş, oldukça anlamlı bir biçimde, belirgin bir mitsel-dinsel yapıya bağlanmaktadır. Gerçekten, insana uzun yaşam, gençlik ya da ölümsüzlük sağlayan bir su kaynağı, bir ağaç ya da bir bitkiden söz eden sayısız mit vardır: Hint Veda’larında “Soma”, iran’da “Hacma”, Helenler’de “Ambrosia”, Keltler’de ölümsüzlük besininin bulunduğu efsanevi kazan, Gençlik Pınarı, mucize yaratan otlar ve ulaşılması çok zor olan bir ağacın gençlik veren meyveleri. Tüm Simya geleneklerinde, ama özellikle Çin Simyasında, bazı özel meyve ve bitkiler sonsuz gençliğin ele geçirilmesinde ve yaşamı uzatma sanatında büyük öneme sahiptirler.
    Tümünü Göster
    ···
  20. 45.
    0
    Arkaik bir mitsel şema ile Simya arasındaki süreklilik, “kökenlere simgesel geri dönüş töreninin” uyarlanması ve yorumlanmasında çok daha açık biçimde görülür. Örneğin eski Hindistan’da, inisiyasyon töreninin arketipi olan “Diksa” ritüeli ayrıntılı olarak bir “regressus ad uterum” (ana rahmine geri dönüş) temsilidir. Aday, ana rahmini simgeleyen bir kulübeye kapatılır; adayın dölüte dönüştüğü varsayılır; kulübeden çıkış rahimden çıkan dölütü simgeler ve adayın “tanrılar evrenine doğduğu” söylenir. Hindistan’ın en ünlü tıp uzmanlarından Caraka, hastaları iyileştirmek ve yaşlıları gençleştirmek için benzer bir tedavi önerir: hasta, karanlık bir odaya kapatılarak “regressus ad uterum” konumuna sokulur. “Ayurveda”nın bir bölümü özellikle gençleşmeye ayrılmış olup bu bölümün adı, tam karşılığı “Özsu Yolu” anldıbına gelen “Rasayana”dır. Ancak Rasayana sözcüğü Simya anldıbına da kullanılmaktadır. “Rasa” sözcüğü ise sonraları cıva anldıbına kullanılmaya başlanmıştır. Görüldüğü gibi, anne karnına simgesel geri dönüş ve daha yüce ruh durumu içine yeniden doğuş biçimindeki inisiyasyon ritüeli, özellikle gençleşme sağlayan bir teknik olarak Hindistan’daki geleneksel tıp uygulamalarından biri olmuştur. Üstelik, bu yöntemin adı daha sonraları “Simya” anldıbına da kullanılmaya başlamıştır.

    “Regressus ad Uterum” yaklaşımı, Taocu bir teknik olan “Dölüt Soluğu” (Embryonic Breathing) denilen bir uygulama için de geçerlidir. Kişinin, dölüt durumuna benzer bir biçimde kapalı devre soluk almayı taklit etmeye gayret ettiği bu yoga uygulamasında ulaşılmak istenen amacı pek tanınmış olan şu sözler açıklar: “Temele inerek ve kökene dönerek, ihtiyarlık kovulur, dölüt durumuna dönülür.” Bir diğer Taocu metin aynı uygulamayı şöyle aktarır: “ işte bu nedenle Budha, büyük bağışlayıcılığı ile, ateş Simyasının yöntemlerini açıklamış ve böylece insana, döl yatağına geri dönerek, kendi gerçek doğasını ve yaşamın bolluğunu oluşturma yolunu öğretmiştir.”
    Bu motif Batının Simya metinlerinde de sık sık görülür. Sayısız örnekler arasından belki de en anlamlısı Paracelsus’un yazdıklarıdır: “Tanrı’nın krallığına ulaşmak isteyen kişi, önce bedeniyle annesine girmeli ve orada ölmelidir.” 18. Yüzyıldan kalma bir metinde şu sözler yer almaktadır: “ Eğer ikinci kez doğmazsam, Tanrı’nın krallığına giremem. Bu yüzden, annemin karnına geri dönmek ve gençleşmek istiyorum.”
    Tümünü Göster
    ···