/i/Hikaye

Herkesin bir hikayesi var, ya senin hikayen nedir?
    başlık yok! burası bom boş!
  1. 1.
    +23 -5
    Başlarken belirtiyorum, Bu hikayeler içinde kurgular barındırdığı kadar gerçeklikler de barındırıyor, hangimiz diyebiliriz ki hiç bir gerçek hayal değil ya da hiç bir hayal gerçek olmamış?..

    Thornreyiz, 2009 lu yıllarda sözlükte takılmaya başlamış, zaman zaman silikler yemiş eskilerden bir yazardır. Halen daha mühendislik yapmasına rağmen diğer yandan danışmanlık, yazarlık ve reklamlar için metin yazarlığı yapmaktadır. ( Evet aranızda babanız yaşında adamlar da var)

    ayrıca siyaset üzerine bir bloğu mevcuttur: http://www.thornavida.blogspot.com

    Başlıyoruz..

    Küçüktüm, çok küçük.. muhtemelen yedi ya da sekiz yaşlarında esmer kepçe kulaklı, sert halıfırçası kılları gibi saçları olan saçmasapan tipli bir çocuktum. Küçüklük fotoğraflarıma bakarken bazen kendimi hugoya benzetir, tipimi gibeyim diye gülerim. işte o küçük çocuk, küçücük elleriyle yerde bir tohum buldu ve ne olduğunu öğrenmek için babasına doğru koşmaya başladı..

    Babam elinde kürek ile tarlanın ortasındaki meşhur gölgelik armut ağacının dibini kazıyordu, her bahar yaptığı gibi ağacı havalandıracak, ondan güzel güzel meyveler alacaktı. Kürek tutan elleri nasır tutmuş, her nasır tutan emekçi eller gibi kocaman olmuşlardı.. Bıyıklarının üst kısmı tütünden biraz sararmış, yüzünde ise her tarlada çalıştığı günün, her güttüğü ineğin mirası kırışıklıkları vardı.. Bu makyajlarla süslenen o güzel yüzünü ararım hala memlekete gittiğimde, "babam yüzlü" insanlar arar gözlerim ve özlemle insanları sürekli özlemle izlerim hala..

    Köyümüz mükemmel derecede güzeldi ozamanlar, her yer akraba her yer arkadaş, kuzen, çocuk kaynıyor, hiç bir teknoloji olmadan, sadece insanlarla geçen zaman mükemmelliğini hiç kaybetmiyordu.. Her akşam birilerine uğrar, ya da misafir eder, çarşıdan alınan dandik petibörlerin muazzam lezzetlerine vararak yaşardık. En büyük lüksümüz bisküvi yemekti ya da avrupalardan köyüne bir kaç yılda bir uğrayan amcalarımızın getirdiği bir kaç yiyecek.. Hiç unutmuyorum ilk çikolata yediğim anı.. Aman Allahım! Aman Allahım! Gündüzleri ise köyümüzdeki okula giden yirmiüç çocuktan ibaret bir hayat, yaz tatillerinde ise bahçelerde, tarlalarda, dağlarda ineklerle ve çaylarda yüzmek.. Şimdilerde içinde bulunduğum hayatı düşünüyorum da, evrimi terse yaşamak gibi.. Maymun olmak, maymun olduk..

    Mesela yirmi yıldır tarladan kopardığımız salatalığı, ananemizin gül reçelini ve taş fırında yapılmış ortası delikli ekmeği alıp dağa inek gütmeye gidemedik, orada odun yakarak çay demleyemedik ve öğlen ağaçların dibinde uyuyamadık.. Neredeyse yirmi yıldır dağda ineğimiz kaybolmadı ve gece babamları tüfeklerle el fenerleriyle zifiri karanlığa yollayamadık..

    Baba! Diye bağırdım avcumda tohumla, Baba! Diye bağırmayı o kadar özledim ki..

    Geldi yine tipini gibtiğimin hugosu değil, Aslanım goşma düşücen dedi.. Daha hızlı koştum.. Baba bu ne? Elimdekini göstererek..

    O bir ağaç oğlum,
    Baba nası ağaç? Ağaç bu, dedim elimle armut ağacını göstererek,
    Güldü,
    Ağaç oğlum, ağaç demen için illa toprağa ekmemiz ve büyümesi mi gerekiyor? Senin gibi.. insan olman için büyümen mi gerekiyor? Adam olman için?
    Anlamadım.. ama sadece o zaman..
    Tohum ağaçtır, tohum insandır demek istemişti babam, sadece görüntüsü olan ağaç ağaç değildi, ağaç olacak her potansiyel ağaçtı ona göre.. insanlıkta böyleydi, insan gibi görünenler insan olacak diye bir şey yoktu, potansiyeller vardı, ve aslında her potansiyel bir ağaçtı.. ilkokuldan başka okumayan ve adını soyadını çivi yazısı gibi yazan babam, yıllar sonra üzerine düşüneceğim bir kaç cümle söylemişti..

    Devam?
    ···
  1. 2.
    +1 -1
    Burası degerlenicek
    edit 1: demiştim Mk
    ···
    1. 1.
      0
      çok değerlenmedi ama kardeşim, önemli olan okuyup sevmeniz
      ···
  2. 3.
    +1
    Yazma, burada kalsın
    ···
  3. 4.
    +2
    Biraz kısa(!) ama iyi yani helal.
    ···
  4. 5.
    +1
    Cidden çok az yazmışsın nasıl tuttu anlamadım
    ···
  5. 6.
    +1
    Okurum devam
    ···
  6. 7.
    +1 -1
    beyler şugu çükü gibimde değil de bu kadar yazı yazmamın ardından direkt 2 çügü veren yavşaklar emeğe azcık saygınız olsun da ne şuku verin ne çükü verin. Cidden hiç birşey vermeyin, ama neden bu emeğe çükü basıyorsunuz lan? Beğenmediysen okuma git ama emeğe saygı duy, gibicem bu ergen bebeleri ya. Ne şukuya basın ne çüküye istemiyorumi devam diyin oturun sadece.
    ···
  7. 8.
    +4
    Bir iki yıl geçti.. Büyükşehir istanbul'a giden büyük amcamın babamın aklını çelmesi ile babam bir kış mevsiminde istanbula çalışmaya gitti. Bilirsiniz köy hayatında kış ayları hiç bir kazanç sağlayamadan geçer, o ise çalışkan bir adamdı.. Amcamların evinde koca bir kış kalmış, inşaatlarda çalışmış, kazandığı para ile hemen bir arsa almıştı. Lakin tüm kazandığı arsanın parasını almaya yetmemişti.. Geri döndüğünde ise tarladan kalan para ile de bu borcu kapatamayınca ineklerimizinde büyük bir kısmını satıp arsa borcunu tamamen sıfırlamıştı.. Diğer kış yeniden çalışmaya gitti ama o yaz geri dönmedi, yine kazandığı ile o arsaya ortaklaşa ev yapmaya başlamışlardı. Diğer amcam ve babam 2 katlı bir gecekonduyu şu an istanbulun lüks sayılabilecek yerlerinden birine yapmışlar, köydeki tüm varlığımızı -tarla hariç- satmışlar ve bizi de istanbula getirmişlerdi artık.. istanbul dedikleri bumuydu? Burası da köydü demiştim kendime.. Çünkü o mahallenin dışında ne bir yer görmüştüm ilk yaz, ne de insan.. Mahalle içinde yine çoğu akraba olan insanlarla yeni bir hayata başlamıştık. Toprak yollarımızda oyunlar oynamaya çalışıyorduk artık. Adapte olmak o kadar da zor olmadı çünkü mahallenin karşısında bir askeri arazi vardı ve eskiden askeri arazilerin bazıları halka kapalı değildi.. Bildiğiniz ağaçlarla kaplı yemyeşil bir tepe düşünün ki o tepe halen daha duruyor ama artık giremiyorsunuz. Biz de vaktimizi evin önündeki toprak yolda ve karşı tepede geçirmeye başlamıştık.. Tepede birbirinden güzel yerler keşfetmiş, kendimze meyve ağaçları bulmuştuk, annelerimize çiçekler topluyor, kuzukulak gibi otlar buluyor, meyveler topluyor, kaplumbağa kirpi kurbağa yılan gibi hayvanlarla oynuyorduk.. lakin tepeye bizim sokaklardan çıkan bir yol daha vardı ve birleşiminden lağım geçiyordu. Gözünüzde şöyle canlansın, bir yol var tepenin ağaısında ve tepeye dogru cıkmak için bir lagım akıntısından zıplıyorsunuz.. Şimdi ise her yer kapalı lağım sisteminde olduğu için çok yabancı gelecektir belki ama o zaman normal olan oydu..

    Hiç unutmuyorum yaz aylarında o lağımların üstünde kenarlarında otlar çalılar büyür ve o otlar da birbirinden güzel ışık böceklerine yuva olurdu.. şimdilerde düşünüyorum da "takun içinden doğan güzellik"...
    Misafirliklere giderken o yoldan yürüdüğümüzde ışık saçarak uçan böcekleri hayranlıkla izler, anneme bir tane tutması için yalvarırdım çoğu zaman.. Düşünün bir, zifiri karanlık sokak lambalarının olmadığı bir yol, kocaman yıldızlar gökyüzünde ve yolun kenarı uçan ışıklarla dolu.. Hatırladıkça gözlerim doluyor, hatırladıkça gözlerimden bir kaç damla yaş geliyor..
    Tümünü Göster
    ···
  8. 9.
    +1
    pREZervatif
    ···
  9. 10.
    +1
    Rezzzzzz
    ···
  10. 11.
    +2
    Evimiz, binanın üst katında bir çocuk için ürkütücü sayılabilecek bir yerdi.. Girişin sağında tuvalet ve banyo ve kömürlük, karşısında ise yukarı doğru çıkan bir merdiven mevcuttu. her yanı renkli renkli örgü kilimlerle kaplı beton olmasına rağmen soğuğu hissetmediğiniz devasa bir kilim diyarıydı:) Merdivenden çıktığınızda karşınıza kenarında sobası olan bir salon edasında hol geliyor, holden salona mutfağa ve annemlerin odasına birer kapı açılıyordu. Bir de merdivenden çıktığınzda karşıdaki bu hole girmezseniz ve sağfaki kapıya girerseniz küçük amcam için yapılmış olan ayrı bir odaya girerdiniz, ama orası boştu artık çünkü amcam ev yapılırken aniden avustralyaya yazları çalıştığı kadının memleketine onunla birlikte gitmişti. Gidiş o gidiş yanlarında 14 yaşlarında iki kız ile 20 yıl sonra geri dönecekti..

    Şimdi sizlere tüm odaların hikayesini anlatmalıyım
    ···
  11. 12.
    0
    Anlamadığım thornreis sen misin?
    ···
    1. 1.
      0
      evet * kitapların o şekilde yazar tanıtımına atıf yaptım. gib gibi övüyorlar insanı
      ···
    2. 2.
      0
      site senin yani
      ···
      1. 1.
        0
        site benım evet
        ···
  12. 13.
    +2
    Holde iki çekyat vardı, birinde ablamla ben diğerinde abim uyurdu, Abim elektrikle ilgili her şeyin delisi garip bir yaratıktı, evin teybini açar içini söker yeniden toplar çalıştırmak için uğraşır, çalışmazsa dayağını yer otururdu.. Abim, anlatmaya kelimelerin yetmeyeceği kadar değişik bir çocuktu, benden sekiz yaş büyük olması onu gözümde ayrı bir yere koyardı. Ablam ile abimin yeri bende cidden çok ayrıydı, annem ve babam artık büyükşehirde olduğumuzdan dolayı çalıştığı için beni onlar büyütüyordu.. Aynı zamanda yemeklerimizi de bu hol vari odada yer oturmak için ise salonumuzu kullanırdık. Salonumuzda bir televizyon vardı, Filmleri çok seven ablam ile gecelere kadar yanyana uzanıp film izlerdik.. Neden yanyana? Filmlerden fena şekilde korkan hugonun tekiydim çünkü.. Ellerimle gözümü kapata kapata izler, sürekli korkmadığımı belli etmek için de konuşurdum. En büyük zevkimiz annemlerin misafirliğe gittiğinde abimin koşarak caddeye çıkıp gazoz ve leblebi alması, bu iki efsane ile film izleyişimizdi.. Bir de leblebi tozu vardı ki az öksürtmedi..
    Annemlerin odasından amcamın odasına kadar en az on metre kadar uzunluğunda ama en fazla bir metre genişliğinde garip bir balkonumuz vardı, çatı suları kışın bu balkona akar, sıvalarını yer yer oyardı ve ben o oyukların her birinin yerini hala hatırlıyorum. Balkonumuz ise az önce bahsettiğim ve sürekli çıktığımız tepeye bakardı, her yer yemyeşildi..

    Evimizin karşısında ise bir evin sığacağı kadar bir bahçemiz vardı.. Orada da çeşit çeşit sebzemiz ve meyve ağaçlarımız.. Hele dalından inmediğim dut ağacının tüm dallarını ezbere bilirim.. Tadını da, kokusunu da..
    ···
  13. 14.
    +1
    Rezerveyşın
    ···
  14. 15.
    +1
    rezervetullah
    ···
    1. 1.
      -1
      Allah var tutar
      ···
  15. 16.
    +1
    rez derste okucam
    ···
  16. 17.
    +3
    annem ise dünyanın en güzel kadınlarındandı.. Canım annem evi geçindirebilmek için çalışmaya başlamıştı. Yeni doğmuş bir bebeğe ailesi işten gelene kadar bakıyordu.. Arada sırada beni de yanında zütürür, zengin olan ailenin evinde akşama kadar bebek yerine bana bakardı.. Bebeği parka zütürür ayağına beni zütürür salıncağa bindirirdi.. Bebek için verdikleri paradan bana dondurmalar, simitler alırdı.. Düşünüyorum da ne kadar çok seviyorlarmış beni.. Mesela abim okuldan geldiğinde benimle öğleden sonra karşı ormana çıkardı ve bir gün şu anımızı hiç unutmuyorum, okul harçlığından kalan 5 lirayı verip bakkala git hadi kendine bir şey al demişti, caddedeki tek mahalle bakkalına beş yüz metre yürüyüp küçücük bir çikolata alışımı, geri yoldaki beş yüz metreyi koşarak gidip abimin yanına yeniden oturduğumu hatırlıyorum.. Çikolatayı açıp yarısını kırıp abime uzatmıştım.. Sen ye ben bugün yedim ondan dediğini hatırlıyorum, yalandı, beni o kadar çok seviyordu ki sadece benim yememi istiyordu.. Çünkü bugün biliyorum ki aldığı okul harçlıkları çok çok azdı, belki bir sandviç bile alamazdı okulda ama o küçük çikolatayı yemeden bana yediriyordu.. Yazarken ağlıyorum, bu bağlar kopması imkansız bağlardı, ailem benim her şeyimdi..
    ···
  17. 18.
    +1
    Yaz başkan yaz
    ···
  18. 19.
    +2
    Plastik topları hatırlarsınız..
    bir iki üç.. bir iki üç.. bir iki üç.. bir iki.. bir..bir iki üç.. bir iki.. Bir türlü dört yapamıyordum çünkü on iki oynadığımızda topu en az sektiren kaleye geçerdi ve benle kuzenim en küçükler olduğumuz için hep en azı biz sektirirdik, üç yapan rahattı iki yapan kesin kaledeydi.. Dört sektirmeliydim diğer abiler gibi.. plastik sarı topla evde antreman yapıyorum, bir iki üç- çoğu genelde diz ile- ... bir iki üç dört! Abiii dört! Abiiiiiii Dört!!! artık büyümüştüm, artık kaleye geçmeyecektim. Abiiiiiiii Döööört!

    Misketlerimiz vardı abimle, kafliklerimiz vardı oynanmaktan zedelenmiş normalden hafif büyük kafliklerimiz.. Galiba kumara orada alıştım.. Misket kazanmanın ve kaybetmenin hazzı ve heyecanı aman Allahım sanki rulet.. Tabi bir gün annemiz halıda oynadığımız misketi unuttuğumuzda hepsini zütürüp lağıma atana kadar.. bir gün boyunca ağlayıp iki gün boyunca annem ile konuşmamıştım. Ablamı uyandıramadığım bir gece tuvalete gitmek için anneme başvurmamla küslüğümüz hemen bitmişti.. Söylemesi ayıp aşağı tuvalete inmeye inanılmaz korkardım..
    Korkak hugo *

    çocukluğumuzda bir çok şey atlatıp bir çok yerimizi kırıp yavaş yavaş büyüyorduk ama artık canımızı istediğimizde yüzeceğimiz çayımız yoktu.. Annem tek başına tüm kardeşlerimi, kuzenlerimi toplar otobüse bindirir deniz zütürürdü.. Kısırkayaya, gümüşdereye, beşiktaşa.. Evet o zamanlar beşiktaşın sahilinin kumsal olduğu zamanlardı.. Şimdi ise betonla doldurulmuş, lağımlarla gri olmuş denizde oturacağınız bir yer bile yok ve her yer iğrenç bir şekilde pis.. Her yer parsel parsel rant değil mi? Kıytırık, iğreti cafeler, yüzen demir yığınları.. Vay huur çocukları..
    ···
  19. 20.
    +2
    Otobüs biletlerinin kağıt olduğu zamanlardı, makinaya atardın makina onu yakardı, sıcacıktı dumanı tüterdi.. Simsiyah dumanlarla durağa gelir, her yeri demirden oturaklarla mükemmel konfor sunan otobüsler.. insanların çocuklarını gecelere kadar sokakta olsalar da aramadığı, sormadığı zamanlardı, komşuluklar vardı, fakirlik vardı, garibanlık vardı..

    Evimizde fare vardı mesela, böcekler vardı, kömürlükten yukarı akrep çıkardı siyah siyah.. Akrep yakaladığımızda sobaya atar patlamasını izlerdik.. evde kimseyi akrep sokmamıştı hiç bir zaman.. Fındık faresi genelde amcamın odasında olurdu.. Abim fare yakalama uzmanıydı, sehpaha ayağıyla kuyruklarının üzerine bastırır, sonra onları poşetle yakalar ve gider lağıma atardı.. fare girmesi her zaman olmazdı ama girdiğinde peynir koyduğumuz kapanlarla onu yakalar ebedi yolculuğuna uğurlardık..

    Balkonumuzda bir ara civcivlerimiz ve pamuk adında bir kedimiz vardı.. Pamuk civcivlere annelik yapar, onları patisiyle yuvalarına doğru sürer, yanlarına girer yatardı.. Bir gün neden hatırlamıyorum pamuğu evden attılar, sonradan öğrendim yüzüme saldırmış ama kesin suç bendedir diye gülüyoruz.. Pamuk iki yıl sonra eve geri dönüp tüm evi bir turladıktan sonra dışarı geri çıkmış ve birdaha hiç görünmemişti.. Belki ölmüştü, belki de yakışıklı bir tekirle tanışıp Fransaya gitmişti, bilmiyorum..

    Derken sokağımıza asfalt dökülmüştü.. Artık toprak yol, çamurlu ayakkabılar, üstler başlar yoktu.. Asfaltla birlikte çocuklugumuz da hemen değişmeye başlamış, adaptasyonumuz hızlı olmuştu.. Gün boyu çevreyi dolaşıyor, mermer parçaları buluyor, onların kenarlarını kıra kıra yuvarlak yapıp encik mencik dediğimiz taşları atarak vurarak ebeli felan bir oyun oynuyorduk.. Bir gün taşı bir attım, ortadaki taşları vuracağım yere kuzenimin kafasını vurdum.. Ortalık kan gölü.. ama o dahil hepimiz yarıla yarıla gülüyoruz..

    Bir gün ise karşımızdaki askeriyenin tepesindeki ormanda bir yangın çıktı.. Yangını izledikçe ağladığımı hatırlıyorum balkonda.. Büyüklerin koşuşturmasını, itfaiyenin söndürmeye çalışmasını.. Ağlaya ağlaya izlemiştik tüm çocuklar.. Muşmula ağacımıza ne olmuştu? Ya kaplumbağalarımıza? Derken o ormanın askeriyeye ait olmayan sağ tarafına bugün hala duran gazeteciler sitesini kondurdular.. Bugün kalburustu aılelerın hafif artislerin oturduğu, lakin mazisini bilmedikleri huur çocuğu beton yığınları.. işte o ormanımızın yarısını kundaklayarak yapıldı.. Para bu kadar tatlıydı, binlerce ağacın yaşdıbının bir anlamı yoktu, bunu yapan insanlar her öldürdükleri ağaç böcek çiçek için hesap vermeyeceklerini düşünüyor olmalıydılar, bilsinler ki hepimizin bedduası üzerlerinde hala.. sonuç olarak askeriye arazisini koruma altına almak için duvarlarla ve çitlerle çevirdi ve çocukluğumun büyük bir kısmı bu manzara ile bitti.. Artık istesem de çocuk olamazdım.. Hayat artık zevksiz, sıradan ve iğrençti..

    Şimdi düşünüyorum da acaba ne yapıyor muşmula ağacımız? Dalındaki on çocuğu özlüyor mu? Kim yiyor meyvelerini? Ekşi ekşi muşmulalarını..
    Tümünü Göster
    ···