1. 1.
    +3
    Çağrılmayan Yakup / Edip Cansever

    I

    Kurbağalara bakmaktan geliyorum, dedi Yakup
    Bunu kendine üç kere söyledi
    Onlar ki kalabalıktılar, kurbağalar
    O kadar çoktular ki, doğrusu ben şaşırdım
    Ben, yani Yakup, her türlü çağrılmanın olağan şekli
    Daha hiç çağrılmadım
    Biri olsun "Yakup!" diye seslenmedi hiç
    Yakup!
    Diye seslenmedi ki, dönüp arkama bakayım
    Ve içimden durgun ve çürük bir suyu düşüreyim
    Ceplerimdeki eskimiş kağıt parçalarını atayım
    Sonra bir güzel yıkanayım da.
    Ben size demedim mi.

    Evet, kurbağalara bakmaktan geliyorum
    Sanki böyle niye ben oradan geliyorum
    Telaşlı, aç gözlü kurbağalara
    Bakmaktan
    Bilmiyorum
    Bilmiyorum, bilmiyorum
    Ben, yani Yusuf, Yusuf mu dedim? Hayır, Yakup
    Bazen karıştırıyorum.

    Bazen karıştırıyorum ya, çok uzun bir gündü
    Sonra bu çok uzun günün sıcak bir günü
    Kediler kırmızı alevler halinde koşuyordu
    Onlar işte hep boyuna koşuyordu
    Birileri çıkıyordu ordan burdan

    Hiç çıkmamak halinde ve ölgün
    Birileri çıkıyordu
    Geceden kalma bir lamba yanıyordu, açık
    Bir pencerenin sokağa doğru içinde
    Bu uyum korkunçtur Yakup!
    Yakubun olması korkunçluğudur bu
    Dünyanın insana doğru içinde
    Yakup, Yakup!
    Burdayım, yani ben.. evet, geliyorum
    Lambayı söndürmesinler, geliyorum
    Siz bütün lambaları yakın, evet
    Ben, yani Yusuf, Yusuf mu dedim? hayır, Yakup
    Bazen karıştırıyorum.

    Ve kendine bilinmeyenler yaratan Yakubum ben, iyi ya
    Durduğum bir gündü, diyorum, bütün ilgiler sizin olsun
    Her türlü bir şeyler sizin olsun, ben artık
    Hep böyle istiyorum, ayıp değil ya
    Durduğum bir gündü, diyorum, yüzümü göğe doğurduğum
    Bir gündü ve yaşar gibi kaldığım bir yaşama içinde
    Ve yollarda ölü baykuşlar bulduğum
    Bir ölünün günü boyayan renginde
    Çürük evler bulduğum, içleri sonsuz kayalar
    Kayalardan dondurmalar sorduğum
    Ben, yani Yakup, Yakubun hiç çağrılmamış şekli
    Kim bilir ne diyordum
    (Kim bilir ne diyordu bir baykuş yaratıldığına
    Bir baykuş tarafından
    Ve bütün baykuşlar o bütün baykuşların arasında ne oluyordu
    Ben ne oluyordum.)

    Bütün iskemleler ağır ve hastalıklı
    Bir gidip bir geliyordum kendime aptallaşarak
    Bunu Yakup söyledi
    Dedi ki, çünkü herkes Yakubu yaşıyordu, bense
    Çöllerden ve kızgın güneşlerden icatlar yapıyordum
    Kızgın kağıtların üstüne
    Ve alevler halinde dünya bana dokunuyordu
    Ve ayakta soğuk bir bira içmiş kadar bir anlamım oluyordu bazen
    Oluyordu ve bir de
    Bir otobüse bindiğim, biletçinin bilet bile kesmek istemediği ben
    Kendimi koruyordum
    Bunu bana Yakup söyledi
    Öyle bir Yakup ki bu, onca din kitaplarının sözünü bile etmediği
    Kimsenin sözünü bile etmediği bir Yakup
    Ben
    Bunu hep biliyorum
    Bunu hep biliyorum ve işte
    Özgürüm, cezasız duruyorum.

    II

    Kurbağalara bakmaktan geliyorum
    Dedi Yakup, bunu kendine üç kere söyledi
    Telaşlı, açgözlü kurbağalara
    Bakmaktan geliyorum. Ben sanki Yusuf
    Ve Yusuf değil
    Her gün bir tahtaboşta asılı duruyorum
    Ve durmuyorum. Ben işte Yakup
    Yok artık karıştırmıyorum.

    Taş merdivenleri ağır ağır çıktım, bunu ben böyle yaptım
    Eski taş merdivenleri. Yanımdan bir sürü adam
    Geçti ve kolayca gittiler
    Müzik aletleri renginde ve pırıl pırıl gittiler
    Yanan güneşin altında
    Onlar ki.. onlara benzer şeyleri ben çok gördüm
    Ve onlar bir zamanı tamamladılar, öyle yaptılar
    Ve sordum
    Yakup daha başka nasıl bir Yakup olsun
    Ve onlar daha başka nasıl bir onlar olsunlar ki
    Yakup ve onlar nasıl olsunlar. işte ben taş merdivenleri
    Kurbağalara bağlayan taş merdivenleri
    Durmadan kendimle karıştırıyordum
    Kimse beni tutup çıkarmıyordu
    Vıcık vıcık taşlar duyuyordum ayaklarımın altında
    Anlamsız, yapışkan bir yığın taşlar
    Yoruldum! bunu sanki biri söyledi
    Yakubun biri
    Ara katta bir pencerenin önüne ancak gelebildim
    Kendime bir isim düşünerek
    Birden ki bir isim düşünerek kendime. Hayır bu kimse değil
    Ancak gelebildim

    Aşağıda bir luna park kımıldıyordu. Ah kurbağalara bakmam gecikecek
    Luna park kımıldıyordu, hem öyle değil
    Bu uyum korkunçtur Yakup
    Bir yokluğun kımıldamaya doğru içinde
    Ve sen ki böyle tanımlanırsan Yakup
    Yakuup!
    Bir şey ki seni çağırıyor, o şimdi ne olmalı
    Gene bir Yakup olmalı bu, Yakup
    Kurbağalara bakman gecikecek, bunu ben nasılsa söylüyorum
    Nasılsa ben bunu bir kere söylüyorum
    Günşse kırmızı top taşıyan bir adamın tahta bacağını çok yakıyordu ki
    Adam içinden bağırdıkça dünya
    Ters yönden yaratılıyordu, diyebilirim
    Bir öğle üzeriydi adamın içindeki kalp
    Kan kalp
    Kırmızı top
    Yakıcı dönüşümler çıkaran
    Belli ki susmak yaratılmamış şekliydi dünyanın
    Öyle değil mi Yakup
    Hemen hemen öyleydi, Yakup bunu söyledi
    iyi ki söyledi. Ara katta bir pencerenin önüne ancak gelebildim
    Şimdi bir kurtarabilsem ayaklarımı
    O benim ayaklarımı.. taşlardan
    Bir kurtarabilsem
    Saat on ikiyi gösteriyordu ki, ben nerdeydim
    Bir zamansızlığın Yakuba doğru içinde
    Saat on yediyi ve yirmi biri
    Gösteriyordu ki, ben nerdeydim
    Her saniyedeki ve işte her saniyedeki
    Ben, yani Yakubun o dağılgan şekli
    Nerdeydim.

    Bilmem ki. Bir avukat benim ellerimi tuttu. Gözlüklü bir kadındı bu, iyi mi
    Kim bilir bir çağın neresinden burada. Anlaşılması
    Yoktu ki. Kendine özgü bir duruşu
    Yoktu ki. Pek güçlü kolları vardı yalnız
    Ne diyordum, ben işte Yakup
    Çekiverdi beni taş hamurun içinden
    Pek öyle gürültüyle değil
    Bir başka yapışkanlığın içine
    Çekiverdi beni
    Göğüsleri pek hoştu, ipekli bir giysinin altındaydı onlar
    Sonra elleri ve kalçaları pek hoştu
    Kılların ve bütün oynak yerlerin ölümlere doğru içinde
    Bacaklarıyla bir şeyler bir şeyler bir şeyler yapıyordu artık
    Onu ben çok iyi görüyordum. Ama çarşaflar, öyle bir takım kıpırdanmalar araya
    giriyordu
    Engelliyordu bizi
    Ter içindeydik. Ellerimden çekiyordu. Ter içindeydik
    Beni kurtarmak istiyordu, bir isim gibi Ben'i
    Ter içindeydik
    Terlerimiz üstümüzde duruyordu, yıkanmış yeni kaplar gibiydik
    Üstümüzde ölgün ve kararsız su tanecikleri bulunan
    Biz Yakup
    Biz gözlükten, taş hamurdan ve beyaz çarşaflardan
    Ve biraz hiç çağrılmamaktan yapılmış
    Kurbağalara geldik.

    III

    Kurbağalara bakmaktan geliyorum
    Dedi Yakup, bunu kendine üç kere söyledi
    Masalarda oturmuşlardı. Ben oradan geliyorum
    Yazı makineleri, kağıt sesleri
    Ben oradan geliyorum.

    Önce bir kenarda durdum, hiç kimse beni çağırmadı
    Sonra bir yer bulup oturdum. Hadi bir sigara içeyim dedim
    Olmaz, dedi mübaşir kılıklı kurbağanın biri
    Belli ki yeni tıraş olmuştu, bana yakasından bir kopça ekgib gibi geldi
    Öyleyse peki, dedim, ayağa kalktım, şöyle bir duvara dayandım
    Bu kez de duvarlarda sanki duvarca bir sözdizimi
    Olmaz ki, Yakup!
    Peki Yakup ne yapsın, bu aklımdan bile geçmedi
    Herkesin durduğu bir yere gittim. Ben Yakup
    Ya onlar kimdi
    Aralarına aldılar beni. Artık ben hiçbir şey göremiyordum
    Biri bir şeyler söylüyordu yalnız, yüksekçe bir yere oturmuş
    Onu ben duyuyordum
    Duyuyordum, sesi başımın üstünden dünyaya yayılıyordu
    Ve "Yakup" sesini ancak anlıyordum. Yakubun ötesinde
    Birtakım sözler ediliyordu, onları ben anlamıyordum
    Anlamıyordum ama, iyi sözler söylemiyorlardı benim için
    Sonra bir şey daha vardı anlamadığım: yani ben neydim ki, ne yapmış olmalıyım
    Ben, yani Yakup
    Dedim ki kendi kendime, insan ne söylerse söylesin
    Ve ne yaparsa yapsın, öyle değil mi
    Bütün bunlar bir bir kalacaktır yaşamanın içinde
    Diye düşündüm ya ben
    Ben, yani Yakup
    Bütün gücümle bunu bağırdım
    Ben ki bağırdım işte, bütün kurbağalar bir olup beni dışarı çıkardılar
    Bir odaya aldılar beni, ellerime gözbebeklerime
    Daha başka yerlerime de baktılar
    Sonra bilmiyorum ki, kapıyı gösterdiler bana
    Ben, Yakup, beni hiç kimse çağırmadı
    Sokağa çıktım, bir sürü yerlerden geçtim. Şimdi
    Hatırlıyorum da, bir deniz kıyısında azıcık durabildim
    Yosunlar, kumlar, şeytan minareleri
    Ve kumlarda katılaşmış kıvrımlar
    Bağırdım, bağırdım, bağırdım
    Tanrının ayak izleri!
    Tanrının ayak izleri!

    IV

    Kurbağalara bakmaktan geliyorum. Ben Yakup
    Bunu Yakup söyledi
    Yıkanmış çamaşırlar duruyordu odamın penceresinde
    Gök işte bu beyazlıktan azıcık alıp veriyordu, diyebilirim
    Bir kırlangıç onu kirletmese
    Ki onlar o kadar çok siyahtırlar ki, ben
    Onları hiç sevmem
    Ve demek ki benim odamda hiç kimseler yoktur
    Odamın düşünülmesi halinde bile
    Kimseler yoktur
    Biri sanki çarşıya çıkmıştır sürekli bir biçimde
    Ve biraz da çarşılar
    Ve durmadan satılan o kırık dökükler bitmez ki
    Bitmesin
    Çünkü bir gün bir boy aynası satın almak istiyorum ben
    Kirli ve eski
    Bir at arabasının aynaya doğru büyüyen içinde
    Onu ben taşıtmak istiyorum, caddelerin
    intiharlara doğru büyüyen içinde
    Ben, yani Yakup
    Kurbağalara bakmaktan geliyorum işte
    Açgözlü, mor kurbağalara
    Akşama doğru birdilim ekmek yiyeceğimbelki
    Bir bardak da süt içeceğim. Sonra
    Bir güzel uyumak istiyorum, bütün gün çok yoruldum
    Ben
    Gözlükten, taş hamurdan ve çarşaflardan
    Ve biraz hiç çağrılmamaktan yapılmış Yakup
    Uyumak istiyorum.

    Ve sabah bunları bir bir kendime anlatacağım
    Yakubun gene bir yokluğa doğru büyüyen içinde.

    Edip Cansever / Çağrılmayan Yakup (1966)
    ···
  1. 2.
    +6
    uzun be haci
    gozler yorulur
    gibler tutulur
    yakupa degermi
    amina koyulur
    ···
  2. 3.
    +3
    "göğe bakma durağı"nda durup bütün yavşak hayatları giben şair...
    ···
  3. 4.
    +2
    ulan yavşaklar, mal mal şiirler paylaşığ kendinizce duygusal havalar yaratacağınıza açın biraz bu adamı okuyun.

    ccc turgut uyar reyiz ccc
    ···
  4. 5.
    0
    şaştım, senin hançerin bu kadar mıydı
    varmadı yüreğime

    için suçlu bir deniz gibi
    dokunma yüreğime

    tabansızım, aklım başımda, ellerim
    uyanık bir atmaca gülüşünde

    ellerin boyalı da olsa kentten de gelsen
    dağdan değilsin
    dokunma yüreğime

    şu ölenler kimdi, şu şarkı nerden sana
    dokunma yüreğime

    sondur bu akşamlar, geceler diriltir beni
    bir kuşun sesinde

    sen nerdesin hepimiz nerdeyiz
    güneş oyalıyor ikindiyi

    bir kuş sesinde

    kuşla mukayyet değiliz. (için suçlu bir deniz gibi dokunma yüreğime.. bu nasıl bir söz üstad.. şiirin yaş alsın okudukça yeni bir sır bulalım içinde..)
    ···
  5. 6.
    0
    cumhuriyet sonrası, türk dilini en üst seviyede kullanan çok büyük hatta 'dev' şairlerin şiirlerini okumuştur bu dönem şiir severler. o dev şairlerin biri de turgut uyar'dır bence. sarı saçları ve hüzünlü yalnızlığıyla aylardan eylüldür turgut uyar. pek çok şiir sevsem de, tüm bu şairlerin şiirleri arasından en çok sevdiğiklerimden birisi uyar'ın kaçak yaşama yergisidir.
    kısacık bi şey yazayım bari tam olsun:

    ''... halbuki biliyorum biliyorum ama ne yokum ne onlar ekgib
    akşamları hep arka sokaklardan dönüyorum
    biraz bıkkın bir parça kırık korkunç umutsuz ve sakin
    eve geliyorum seni buluyorum bir seviniyorum bir kızıyorum

    sonra biliyorsun"
    ···
  6. 7.
    0
    şair adam her şey.

    çok fazla bu dünya için o yüzden gitmiş, yalnız bırakmıi. bugün doğduğu gün 84 yıl önce bugün.

    "sen bayan nihayet, sen ölümüm kalımım.."

    Oradasın!
    Kıtalar kadar yakın, şuracık kadar uzak..

    Orası?
    Olamadığım ne kadar yer varsa..

    Bütün nedenlere cevap,
    işte hepsi bu kadar.
    ···
  7. 8.
    +2
    adaşım, can adam.

    hiçbir şeye hazırlıklı değildik
    oyunlar oynandı, gökler kapandı, yenildik
    ···
  8. 9.
    0
    sana olmayan özlem bir şeye benzemiyor
    ···
  9. 10.
    0
    bozgun bir şubat sensin, ekmek ve kan senden, ekim sensin
    nerende taşır büyütürsün nerende sonsuz gelecekleri
    ···
  10. 11.
    0
    Terziler geldiler. Kırılmış büyük şeylere benzeyen şeylerle
    daha çok koyu renkte ve daha çok ilişkilere
    Bir kenti korkutan ve utandıran şeylerle.
    Kumaşlar bulundu ve uyuyan kediler okşandı.
    Sonra
    sonsuz çalgısı sevinçsizliğin.
    Çay içmeye gidenler vardı akşamüstü, parklara gidenler de
    Duruma uymak kısaltıyordu günlerini artmayan eksilmeyen
    bir hüzünle..
    Yorgun ve solgundular, kumaşları buldular, kenti doldurdular
    O çelenk onbin yıllıktı, taşıyıp getirdiler
    Ölülerini gömmüşleri, kalabalıktılar, tozlarını silkmediler
    Bütün caddeler boşaldı, herkes yol verdi,
    ···
  11. 12.
    0
    "Tanrıtanır kadınlar ve cumhuriyetçiler
    piyangocular, çiçek satın alanlar,
    balıkçılar ağlarını, paketlerini, ırıplarını, oltalarını
    zokalarını, çevirmelerini ve kepeçlerini topladılar.
    Sigaralarını yere atıp söndürdüler sigara içenler."
    ···
  12. 13.
    0
    Bir şey vardı ısınmaz kalın kumaşların altında, kesip biçtiler
    Patron çıkardılar, karşılaştırdılar,
    Katlanılmaz bir uykunun sonunu kesip biçtiler
    Şarkılara başladılar ölmüş olan bir at için
    Makaslarını bırakmadılar
    Bekleniyorlardı.
    ···
  13. 14.
    0
    "Ey artık ölmüş olan at! -dediler-
    Ne güzeldi senin çılgınlığın, ne ulaşılırdı!
    Sen açardın,
    Otuzüçbin at türünün tek kaynağıydın sen!
    Tüylerin karaparlaktı. Komşuların,
    -kokulu yağlarla ovulup parlatılan-
    nasıl yakışırdı sağrılarına ve göke.
    Göke bir ululuk katardı sonsuz biçimin, at!
    Toynaklarını liflerle ovardık
    Senin karaya boyanırdı koşuşun
    Uyandırırdı bütün karaları ve denizleri.
    Çılgın kişnemeni duyardık sonsuzun yanıbaşından
    Ne güzel gözlerin vardı Kara at!
    Binlerce kişi,
    -çocuklar, kadınlar, erkekler görkemli yahut
    darmadağın giysileriyle herkes
    körler ve cüzzamlılar,
    bütün kutsal kitaplar kalabalığı,
    ermişler, kargışlar ve günahlılar
    gebe kadınlar, vâz edenler
    ve dondurmacılar ve at cambazları ve
    tecimenler ve kıralcılar ve gemicilerle
    Tanrıtanımazlar ve tefeciler ve
    yalvaçlar..-
    ormanlardan ve kıyılardan ve kıraç yerlerden gelmiş
    senin mutlu ovanı doldurup
    haykırırlardı.
    Büyük sesler içinde sen, geçerdin... "
    ···
  14. 15.
    0
    Terziler geldiler. Bu güneşler odaların dışındaydı artık.
    Herkes titrek ve sabırsız, titrek ve sabırsız evlerinde
    Gazeteler yazmadı, dükkânlar dönemindeydik
    Yüzlerce odalarda yüzlerce terziler, pencerelerini kapadılar
    Parmakları uzun, kurusolgun yüzleri sararmış, ekşimiş
    durmaktan
    Yitik saat köstekleri, titrek ve sabırsız yorgun bacakları
    Her şeylerine yön veren durmuşluğa olur dediler
    beğenip gülümsediler.
    ···
  15. 16.
    0
    "Ey artık ölmüş olan at! -dediler-
    Senin eyerin ne güzeldi.
    Dişi keçi derisinden, ofir altınıyla süslü
    Nasıl yaraşırdı belinin soylu çukurluğuna
    Seninle öteleri ansırdık.
    Öteler baklanın ve pancarın duyarlığı
    Kedinin vardığı erişilmez kişilik
    Güneşli bir damda.
    içimzden gemiler kaldırırdın,
    Suyunu büyük şölenlere tazelerdik
    Bayramımızdın. Kuburlukların
    bütün kişniş ve badem doluydu.
    Şimdi dar dünya
    Ölümün büyük hızı kesildi."
    ···
  16. 17.
    0
    Terziler geldiler, ateş ve kan getirmediler.
    Hüzünleri kan ve ateşti ama. Uğultulu bir şey
    Eksperler garlarda kaldı, ilaçlar çıldırdılar
    Kenti bir baştan bir başa dolaştım, tıs yok
    Bütün odalara dağıldılar. Sürahiler tozlu, pabuçlar kurumuş
    Yerlerde kırpıntılar,
    ···
  17. 18.
    0
    oyulmuş yakalar, kolvelerinden arta kalanlar
    vatka pamukları, verevine şeritler, kopçalara,
    düğmeler, ilikler
    iplik döküntüleri, kumaş parçaları,
    karanlık akşamüstleri ve sabahlar,
    dükkân tabelâları kartvizitler... "
    ···
  18. 19.
    0
    kasıklarına kadar çıkmış, en ufak bir ölüm bile yok.
    Tarafsız bir aşk çağlıyordu onların solgunluğunda
    Mutfaklarını kilitlediler, büyük, atsı giysiler kestiler,

    "Ey artık ölmüş olan at! -dediler-
    Koşuşun ne büyütürdü dünyayı senin!
    Sen nasıl da koşardın.
    Biz güneyde yatardık, sen koşardın.
    Hangi at güzelse ondan da güzeldin
    Kuyruğun parlak savruluşuyla bölerdi
    bir karaya göğü
    ve yüceltirdi, ince bezekli kuskununu.
    Gemin güzel sesler çıkarırdı güzel
    ağzında,
    herkesi sevinçle hakırtan.
    Başın yaraşırdı düşüncemize ve
    gözlerine saygıyla bakardık... "
    ···
  19. 20.
    0
    Terziler geldiler. Durgunluktu o dökük saçık giyindikleri
    Yarım kalmışlardı. Tamamlanmadılar. Toplu odalarını sevdiler.
    Ölümü hüzünle geçmişlerdi, ateşe tapardılar.
    Kent eşiklerindeydi, ağlayışını duydular
    Kesitler, biçitler, dikmediler ve gitmediler,
    iğnelerine iplik geçirip beklediler;

    "Ey artık ölmüş olan at! -dediler-
    En güzeli oydu işte, yüzünün
    savaçla ilişkisi.
    Boydanboya bir karşıkoyma, denge
    ve istekli bir azalma. Onu bilirdik.
    O ağaç senin kanınla beslenirdi,
    hepimizi besleyen.
    Bir ülkeyi yeniden yaratırdı şaşkınlığımız
    senin karşında,
    alışverişin, alfabenin, iplik döküntüleriin ve
    her şeyi düzeltmeye kalkışmanın yok ettiği... "
    ···