1. 1.
    +1 -1
    artık bazı şeyleri kabullenmeye başlıyorum.

    bunların başını pgibolojik sorunlarım çekiyor. uzun süredir birlikte olduğum kız arkadaşım ile telefonda konuştuktan sonra tetiklendi her şey. "3 aydır farklı bir şehirdesin ama üniversitenin kütüphanesine gitmemişsin, şehri bile geldiğimizde birlikte gezdik bir çok yerini görmemişsin bile, arkadaşlarımdan nefret ediyorsun tanışmak istemiyorsun, ailem ile de tanışmazsın ileride" sözleri son günlerde pgibolojik rahatsızlıklarımın arttığına kanaat getirdi. kendisine açıkca "ben insanlardan kaçıyorum, evet pgibolojik rahatsızlıklarım var, ailen ile de aynı ortamda bulunamayabilirim, bu beni gerebilir, rahatsız edebilir, eğer benden ayrılmak istersen bunu anlayışla karşılarım, asla kendime kızma hakkımı vermem zira ben de sağlıklı bir insan ile birlikte olmak isterdim. kim istemez ki?" dedim ve ayrıldık. bir çok insanın yaşamak için can atacağı bir şehirdeyim ama 4 duvar arasındayım, dışarıya çıkmıyorum. üniversite'de insanlar ile diyalog kurarken 5 saniyeden fazla göz göze gelemiyorum. kafam oraya buraya gidiyor. bir arkadaşımın "neden konuşurken yüzüme bakmıyorsun" demesi sonrası bunun farkına vardım.

    yıllardır kendimi bambaşka bir karakter olduğuma şartlamıştım. süperegonun buzdağına dönüştüğü bir karakterdim. artık bir hiç olduğumun farkına varmaya başladım. insanlardan kaçıyorum. kaldığım otelde ortak kullanım alanı olan mutfakta yemek yapmak için insanların uyumasını bekliyorum. insanlar ile aynı ortama giremiyorum. eskiden kendimi şartlamıştım, moonwalk yaparcasına ortamlara girerdim ama artık herkesten kaçıyorum, insanlardan kaçıyorum. koridorda insanlar ile rastlaşmamak için ışığın söndüğü anda dışarıya çıkıyorum.

    genetiğimin pgibolojik açıdan sağlıklı olduğunu düşünmüyorum. dedem kendisini asmıştı, babam da pgibolojik açıdan vahim halde. genetiğimin sorunlu olmasının yanında içinde bulunduğum ortamın da beni bu hale getirdiği aşikar. her sabah annem ile babamın kavga sesleriyle uyanırdım. bu kavgalar, sıradan bir sonu bilimum -ist ile biten entel kavgaları değildi. her defasında kan çıkan kavgalardı. kavgalar sırasında evden kaçardım. dış kapının hemen yanında diz kapaklarımı çeneme deydirip parmaklarımı da birbirine deydirip açarak anneme kötü bir şeyin olmamasını dilerdim. dışarıda dururken komşularım duyuyor mu acaba diye de düşünürdüm. komşuların kapısı açılıp hemen yan taraftaki yaşıtım harun elinde ekmeği mutlu mesut bir şekilde sokağa top oynamaya giderken beni görmemesi için dua ederdim. bir çok kez farketti, her defasında bir rol yaparak geçiştirdim. hayatın bana öğrettiği bir şeylerden birisi de rol yapma yeteneği oldu. keşke annemin, kendi dökülan kanlarını, duvardaki kağıt kaplamardan çamaşır suyu ile ovarak çıkartmaya çalışmasını gösterek öğretmeseydi veya koltuğun altına kaçan oyuncak askerimi almak için minik ellerimi koltuğun altına uzattığımda elime asker yerime annemin dün gece dayak yiyerek düşürdüğü dişi gelmeseydi. keşke annem dayak yerken yardım isteyebileceğim kimsem olsaydı da kimsesizlikten karşı komşunun kapısını çalıp geçirdiğim travmadan dolayı "yardım edin annem babamı dövüyor" deyince karşı komşunun "ocakta yemeğim var" demesini duymasaydım. yalın ayak ile sokağa koşup, insanların ayakkabısız olduğum için benimle dalga geçmesini görmeseydim, o an tüm hayattan isteyebileceğim tek şey bir çift ayakkabı olmasaydı.

    bana dini öğreten kimse olmadı. gerçekten olmadı dostlar. daha okula gitmediği zamanlardı. kozyatağı gibi yaşlı insanların çoğunlukta olduğu bir yerde yaşıyordum. koskoca binada yaşıtım yok desem yeridir. 14 ciltlik angiblopedi setim vardı. hepsini isimlendirmiştim. okula gitmeden okuma yazmayı öğrenmiştim, ileride de zaten okul birincisi olacaktım. tüm öğretmenler tarafından takdir edilen, ama bir öğretmen tarafından ruhsal rahatsızlıklarım farkedilen bir öğrenciydim. okuma tutkunuydum, yapabileceğim başka bir şey de yoktu zaten. devamlı okurdum. angiblopedilerin hepsini beni koruyan varlıklar olarak görüyordum. hepsinin bir görevi vardı. örneğin 7 numaralı angiblopedi dünyadaki insansal arası aktivteleri düzenleyen angibloediydi. evde her tabak, bardaklar havada uçuştuğunda, kültablası ağır çekimde ufo gibi dönerek kaşım yarıldığında koşarka ondan yardım dilerdim. garip değil mi? tam bir pagan inancıydı. hepsinin içeriğini ezberlemeye çalışırdım, en çok da 7 numarayı ezberlerdim çünkü en çok onu ezberlersem annemi koruyacaktı, o yüzden en çok ilgiyi ona gösterirdim.

    babam yurtdışına çıktığında maddi imkansızlıklar yaşadım. annem günlük bir ciklet parası harçlık verirdi. insanlar cikletlerinin şekeri bittiğinde onları yere atarken, yolda yürüyüp yere yapışmış her cikleti gördüğümde şaşırırdım çünkü ben pazarlarda ekşi ciklet satarak okul harçlığımı kazanan bir insandım. kapı kapı dolaşıp sivil toplum kuruluşlarına üye olan insanlara, abi ayakkabını boyamamı ister misin diyince iğrenilen çocuktum. normal su içmek yerine sabah yaptıkları kahvaltı menüsüne göre çilekli veya muzlu su içen insanlara elimdeki markasız 1.5 litre su ve kırık bardak ile abi soğuk su içer misin diyen biçare, zavallı, temiz çocuktum. tanımıyordum insanları. ne kadar paran var diye sorulunca cebindeki tüm parayı çıkartıp gösterince gasp edilen çocuktum. okulda insanlar kantine gidip pet şişe ile su alıp bir yudum içip çöpe atarken, 15 dakikalık tenefüsü bekleyip uzaktaki bakkaldan sırf daha ucuza su alabilmek için okulun tellerinden atlayıp elini kesen çocuktum. ben, kolayı yıllardır içmeme rağmen yerli malı haftasında öğretmenin bana kola getirmemi söylemesi ve ben kola zütüremeyeceği için okula gitmeyip, bir sonraki hafta öğretmenden sınıfın kolasız bir şekilde hamur işlerini yemek zorunda kaldıkları için aza yiyen çocuktum.

    insanlar birbirlerine annesinin huur olması üzerinden hakaret edip aşağılarken, ben, annesinin huur olduğunun farkında olan bir huur çocuğuydum. sınıf arkadaşlarımın aileleri en küçük çocuklarının ilk dişinin çıkış şerefine partiler düzenleyip beni davet ederken ben önceki gece dökülen dişlerimden birini çektirebileceğim kimseyi bulamayıp damağımı zedeleyerek söktüğüm dişten dolayı yaptıkları kekleri yiyemeyen çocuktum. insanlar ferre dergilerine bakıp şehvet için masturbasyon yaparken ben sokakta yatıp soğuktan donmamak için masturbasyon yapan çocuktum. insanlar spor yapmak için hemen üstümdeki köprüde her sabah golden retriever köpekleri ile koşarken, ben ısınmak için için koşan, koşarken de yediğim bir elmanın kalorisi böylesi boş şeylere gidiyor diye düşünüp hesap yapan çocuktum.

    acı, benim için kutsaldı. çünkü bu beden onunla dolmuş taşmıştı, mutluluğu hissedemeyecek kadar duygu haznem bu hissiyat ile doluydu. onu sahiplenmiştim. asla bir ergenin kız arkadaşının msnden çıkmadan önce ona kalp ifadesi yollamadığı için için hissedebileceği kadar iyi niyetli bir duygu değildi...
    ···
   tümünü göster