1. 1.
    -1
    ocak 2013 Bugün Osmanlı Devleti’nin 714. kuruluş yıldönümüdür (27 Ocak 1299)…

    Osmanlı Devleti, Merv ve Mahan bölgelerinden Anadolu’ya gelen Oğuzların Bozok kolunun Kayı Boyu’nun Karakeçili Aşireti tarafından kuruldu. Anadolu’ya gelişte, aşiret, Gündüz Alp tarafından yönetiliyordu. Gündüz Alp öldüğünde yerine Ertuğrul (Gazi) geçti. Ertuğrul’un Sungur Tekin ve Gündoğdu isimli iki ağabeyi ile Dündar isimli bir kardeşi vardı.
    Göç devam ederken, Gündoğdu ile Sungur Tekin, Aşireti yöneten kardeşleri Ertuğrul’a gelip yakınmaya başladılar. Bu göç fazla uzamıştı. Moğolların korkusundan terk etmek zorunda kaldıkları eski topraklarına dönüp hayvancılık ve çiftçilik yaparak ömürlerini tamamlamak istiyorlardı.
    “Bu meçhul yolda telef olduğumuz yeter, büsbütün yitmeden ata yurdumuza dönmeliyiz” dediler. Oysa Ertuğrul, Ahi Evran’ın ve Ahmed Yesevi’nin dervişlerinden öğrendiği ebediyet sırrına kilitlenmişti: “Deryayı (denizi) geçeceğiz ve devlet olacağız!” diyordu.
    Amacını tekrarlayınca, ağabeylerinin şiddetle itirazıyla karşılaştı:
    “Derya derya diye tutturursun, lâkin suyu tuzludur, ne hayvan içebilir, ne insan; hattâ o su ile ekin bile sulanamaz, kurutur. Buna rağmen deryayı geçip ne yapacaksın?”
    Ağabeylerinin ufku hayvancılık ve çiftçilikle sınırlıydı. Ertuğrul’un ufkunda ise devlet vardı...
    Herkes ancak ufku kadar yürüyebilir.
    Kardeşler “amaç”ta uzlaşamayınca, âşiretin “Aksaçlılar”ı toplantıya çağrıldı. Uzun tartışmalar, danışmalar yapıldı. (Bu olay, Osmanlıların Anadolu’ya geliş hikayesini anlatan “Merhaba Söğüt” isimli romanımda detaylarıyla anlatılır- Nesil Yayınları, 0212 551 32 25) Ancak anlaşma bir türlü sağlanamadı. iki taraf da görüşünde ısrar ediyordu. Sonuçta Ertuğrul’un ağabeyleri, âşiretin yarısını yanlarına alarak geri döndüler…
    Hiçbir tarih geri dönenlerden söz etmiyor. Muhtemelen Moğollar tarafından yok edildiler. Ama ileri gidenlerden tüm dünya tarihi bahsediyor. Çünkü Osmanlı Devleti gibi bir “Devlet-i ebed müddet” kurdular.
    Ertuğrul aslında Batı’ya değil, Peygamber müjdesine (istanbul) yürüyordu. Yüreğini hedefine kilitlemişti. O sadece yüreğinin zütürdüğü yere gidiyordu…
    Yolda karşılaştığı kolaylaştırıcı hadiselerin de yardımıyla Söğüt ve Domaniç’i yurt tuttu. Böylece küçük bir “Osmanlı Beyliği” doğmuştu. Devlet ve millet hayatı açısından çok kısa sayılabilecek bir süreç içinde bu “Beylik”, “Devlet”e dönüşecek, çevredeki Bizans kalelerini, ardından Hıristiyanlar için kutsal iznik’le Bizans’ın en büyük kentlerinden Bursa’yı feth edecekti. Nihayet Bizans’ı yıkarak imparatorluk burcuna yükselecekti.
    Bu bir yürek seferiydi ve özünde Peygamber-i Alişan Efendimiz’in müjdesini (fetih müjdesi) taşıyordu. Maksat mal- mülk biriktirmek, şan-şöhret kazanmak değil, “Allah adını ilâ etmek”, yüceltmekti. Bunu bilen gazi dervişler, abdallar, Alperenler, kısacası yürek adamlar kitleler halinde Ertuğrul Gazi oğlu Osman Gazi’nin etrafında kilitleniyor, Osmanlı Ordusu git gide veliler ordusuna dönüşüyordu.
    Yürek adamların büyüklerinden biri, günün birinde Osman Gazi’nin önüne bir at çekti: “Şu ata bin ve Batı’ya git” dedi, “atın durduğu yerde in ve hemen hizmete başla: Gökyüzünü vatanının çatısı, tüm yeryüzünü ümmetin secdegâhı yapıncaya kadar çalış!..”
    Cihan hakimiyeti mefküresi böylece doğmuştu; kısa zamanda yeşerecekti.
    -
    Müverrih Aşık Paşazade’ye göre, Kayı Boyu’nun Anadolu’ya gelişinde dört temel unsur var:
    1. Gaziyan (askerler, kılıç erleri); 2. Ahiyân (gönül erleri, ahiler, hukukçular); 3. Bacıyan (kadın önderler=Bu teşkilatın, meşhur yürek adamlardan Ahi Evran’ın eşi tarafından kurulduğu yolunda rivayetler var); 4. Abdalan (dervişler).
    Askerlerin görevi malum: Savaşmak, fetihler yapmak. “Ahiyan”ın görevi ise hem islâm hukukunu hakim kılmak, hem de yürekleri diri tutmak...
    Burada bence en dikkate değer ve hatta şaşırtıcı olan, “Bacıyan” sınıfıdır. Bugünkü ortamla karşılaştırıldığında, sosyal hayatın içinde çok daha aktif roller üstlendikleri rahatlıkla görülebilir. O kadar ki, kadınlar, “Bey Ana”, “Gazi Ana”, “Bacı Bey” gibi rütbelerle toplumda aktif görev yapmakta, zaman zaman erkeklere dahi kumanda etmektedirler...
    Kabul edelim ki, bu kadarını bugünkü Müslüman toplumların çoğunda tasavvur etmek bile güçtür! Acaba, kadını ikinci sınıf sayan Bizans’ı çok kısa süre içinde yerle bir edecek güce ulaşan Osmanlı’nın hızlı yükselişinde, kadını birinci sınıf sayan anlayışının payı nedir? (Tarihimizde bir sosyolojik araştırma konusu daha)
    Ahiler söylemleriyle, yüreklerdeki islâm kültürünü ve gaza mefkûresini kuvvetlendiriyor, gerektiğinde kendileri bizzat savaşıyor, ama en önemlisi, kurdukları zaviyeler vasıtasıyla Kayı Boyu’na imanlı, ahlâklı, faziletli, şuurlu “insan-asker” yetiştiriyorlardı. Hiçbir makama, şana, şöhrete, servete göz dikmedikleri için de müthiş bir itibar sahibiydiler. O kadar ki, Osman Gazi kendisine hem “mürşit”, hem de kayınpeder olarak Şeyh Edebali'yi seçti. Edebali, itburnu mevkiine “insan Fabrikası” (zaviye) kurmuş bir Ahi idi. Kızı Mal Hatun’la evlendi. Böylece Osmanlı’yı yücelten “Hoca-Padişah” beraberliği başladı...
    Kifayetli hocalara kıran girdiğinde, yetenekli padişahlar dönemi de kapanacak, ardından devlet çözülüp çökme sürecine girecekti.
    Grenard’ın deyişiyle, “Akıllara durgunluk veren muhteşem oluş”un 714. yıldönümü hepimize kutlu olsun.

    Tarihimize sahip cıkmalıyız hiç bi millete nasip olmamıstır bu şanlı tarih... kutlu olsun.. teşekkurler..
    ···
   tümünü göster