1. 226.
    0
    part2

    parti işi yalan olunca, bir an moralimiz düşse de hemen toparlandık ve saat daha henüz 10 bile olmadığına göre niye taksim'de ortamlara akmıyoruz dedik.

    kafalar zaten çakırkeyf, güle oynaya cicilerimizi giydik "bekleyin bizi kızlar" nidaları eşliğinde 4 kanka taksiye doluştuk ve 20 dk geçmeden taksime vardık.

    sınavlar bitmişti, yaz gelmişti, kızlar açılıp saçılmıştı, havada tatlı bir esinti, mekanlar eğlenceyle dolup taşarken, o gece biraz paraya da kıyıp şişe şişe kokteyller ısmarlamaya, coştukça coşmaya başlamıştık.

    arada 1-2 hatunla tanışıyor, biraz kaynaştıktan sonra ya dans eden kalabalığın arasında kaybediyor, ya da "kezban la bunlar sallaa" diyerekten dalgamıza devam ediyorduk.

    hayat bize güzeldi amk. mekandan mekana akıp alkolün ve eğlencenin dibine vurduk. sonra gece saat 2 gibi hepimiz acıktık ve bir şeyler yiyip dönmek üzere mekandan ayrıldık.

    dürüm dönerlerimizi neşe içinde yedikten sonra biraz ayılır gibi olduk. hemen cepteki paraları kontrol ettik. mekanda tam gaz eğlenmeye devam etmek için paramız kalmamıştı, ayrıca sigaralar da bitmek üzereydi. dedik madem durum böyle, içkimizi alıp eve gideriz, eğlenceye devam ederiz.

    eve giderken engin'i de aradık, ama henüz dönmemişti. muhtemel bir travma ihtimaline karşı bu geceyi hastanede geçireceklerdi. yarın görüşürüz deyip telefonu kapattık. mahallemize varınca nevale almak için tekele uğradık.

    şarkılar türküler çığıraraktan ellerimizde biralar, votkalar eve vardığımızda salonun ışıklarının yandığını fark ettik. ee engin'le az önce konuşmuştuk, evde kimse olamazdı. acaba ışığı açık mı unutmuştuk?!

    kafalar güzel olduğu için durumdan pek kıllanmadan güle oynaya salona girdiğimizde, bizi engin'in nişanlısı mehtap öfkeli bir yüzle karşıladı. pencere kenarındaki antika bozması koltuğa oturmuş, önünde yarısı içilmiş bir şişe meyveli votka ve ağzına kadar dolmuş küllükte yanmakta olan bir sigarayla, donuk bir ifadeyle bize bakıyordu.

    biz de, 4 beyinsiz, salonun girişinde öylece kazık gibi dikilmiş, elimizde poşetlerle mal mal mehtap'ın yüzüne bakıyorduk.

    kısa bir duraklamadan sonra mehtap sessizliği bozdu. "engin bey sizinle değildi galiba, tam tahmin ettiğim gibi!!" diyerek, sanki bize acıyormuş gibi sorgulayan bakışlarını tek tek yüzlerimizde gezdirdi ve bizden cevap alamayınca sesini iyice yükseltip "engin nerdee!!!" diye bağırarak o lanet gecenin neşeli atmosferini bir çırpıda dağıtıverdi.

    hala ayakta dikilmiş salak gibi birbirimize bakıyorduk.

    sonunda altan "engin şeyde yaa, tekirdağ'da, kardeşi kolunu kırdı ya bilmiyor musun" diye hafif peltekçe bir cevap verdi. altan'ın uzun beyaz yüzü alkolün etkisi ve o anın şokuyla kıpkırmızı kesilmişti. mehtap ona actiksinir gibi bir bakış fırlattı, altan ise bu saldırgan bakışa dayanamayıp gözlerini perdelerde, salondaki eşyalarda gezdirmeye başladı, daha 2 dk önce neşe içinde şarkılar söylerken bir anda sözlüye kalkmış öğrenci pgibolojisine bürünmüştü.

    ekibin en ayıklarından biri olarak ben daha fazla dayanamayıp devreye girdim. "mehtap ne işin var senin burada, parti yok muydu!?" diyerek ve kararlı bakışlarımı mehtap'ın gözlerine kilitleyerek "kimin mekanında kimi sorguya çekiyorsun lan?!" mesajını vermek istedim.

    mehtap'ın bakışları bir süre direndi, sonra göz kapakları hafifçe gevşedi ve o yabancı düşman bakışlardan vazgeçip bıkkın ve çaresiz bir ifade ile "ya bıktım çocuklar bıktım" diyerek, titreyen parmaklarla paketten bir sigara çekti...

    bir anda durum herkes için normale dönmüştü. altan'la sedat mutfağa nevaleleri yerleştirmeye giderlerken biz de turan'la mehtap'ın karşısındaki kanapeye yayılmıştık.

    mehtap konuşmadan içkisini yudumluyor, sigarasından kısa ama derin nefesler alıyor ve sanki bir mucize gecenin derinliğinden her an çıkıp gelebilirmiş gibi gözlerini kırpmaksızın pencereden dışarı bakıyordu. üzerinde açık rekli, batik desenli askılı bir buluz vardı. sütyenini çıkarmış ve muhtemelen engin'in odasında kendisine ayrılan dolaba fırlatmış ve yine aynı dolaptan aldığı kot şortunu giyip koltuğa yayılmıştı. saçlarını tepesinden toplamıştı ama tokadan kurtulan bir tutam saç omzundaki deniz kızı dövmesinin üstüne dökülüyor, açık pencereden gelen esintinin eşliğinde oynaşan bu bir tutam saç salonun parlak sarı ışığı altında kızıl kumral ışıldayarak mehtap'ın küskün ifadesine çocuksu bir sevimlilik katıyordu. hafif esmere çalan parlak buğday tenine tezat oluşturacak derecede solgun yüzü, hafif çilli düzgün burnu ve pembe dolgun dudakları saçlarının kızıl kumrallığına doğallık katıyor, iri kalçalarından uzanan kalın bacaklarının uzunluğu ve ayak bileklerinin inceliği onu klagib türk kadını portresinden bir hayli uzaklaştırıyordu. önündeki sehpanın altında uzanan kilimin püskülleriyle oynayan ayak parmakları çok açık kırmızı bir ojeyle boyanmış ve bu uçuk pastel renk, sol ayak bileğindeki uğur böceği dövmesiyle tatlı bir uyum yakalamıştı. henüz 25'ine basmamış bir kadının göğüsleri ne kadar diri ve dik olabilirse mehtap'ın göğüsleri de o kadar formundaydı. çok büyük göğüsleri yoktu ama askılı buluzünün geniş yakasından rahatlıkla görülebilen göğüs klivajı onları avuçlarınıza sığdırmanızın zor olduğunu anlamanıza yetiyordu. yine bluzün yumuşacık kumaşının altında hacimlerini belli eden iri göğüs başları, aynı bulüzün son bulduğu noktayla kot şort arasında kalan bölgeden kendini gösteren göbeğinin deliğini tam olarak doldurabilecek büyüklükteydi. sigarasının külünü silkelemek için sehpaya doğru eğildiğinde, sırtından süzülen bir damla ter, kot şortun boşluğundan yuvarlak hatlı kalçalarına akıyordu.
    Tümünü Göster
    ···
   tümünü göster