1. 1.
    +2
    platon'un mağarasındaki tutsaklar başlangıçta, yüzleri duvara dönük şekilde birbirlerine zincirlenmiş durumdadırlar. tutsakların arkasında bir ateş yanmaktadır. tutsaklar, karşılarında duran duvara baktıklarında, arkalarındaki ateşin oluşturduğu kendi gölgelerini ve ateş ile kendileri arasındaki nesnelerin gölgelerini görürler. sonra, arkalarını dönüp, gölge yaratan ateşi ve nesneleri görmeyi başarırlar. daha sonra da mağaradan kaçarlar, güneşin ışığı altında dış dünyayı ve sonunda güneşin kendisini görürler.

    güneş, ışığında gerçeğin görüldüğü “iyilik” kavrdıbını simgeler. şimdiye kadar görünmez olan dünyayı açığa vurur ve aynı zamanda hayatın da kaynağıdır. yani mağaranın içindeki dünya sahte, yanıltıcı ve gelip geçicidir. yine mağara, içinde yaşadığımız toplumu, tutsaklar ise bireyleri sembolize eder. tutsakların birbirine bağlandığı zincirler ise, toplumsal sistem ve ideolojilerin size dayattığı ve dünyayı bunların arkasından görmemeye zorlandığımız “lens”lerdir. dışarıdaki dünya ise saf, gerçek ve kalıcıdır.

    ne tuhaftır ki, bu alegorinin yazımının üzerinden iki bin küsur sene geçmiş olmasına rağmen, hâlâ ateşe tapınmaktayız! güneşin ve ışığının sembolize ettiği iyilik ve gerçeklik kavramlarına sırt çevirip, kafileler halinde mağaralarımıza doğru uzun yürüyüşler tertipliyoruz. mağarada yanan ateş ve yarattığı gölgelerin gerçek dışılığı içerisinde yaşamaya şehvetli bir arzu duyuyoruz. acaba, topyekün “gerçek”i mi, yoksa sadece kendi gerçekliğimizi mi katlanılmaz buluyoruz? işin en tuhaf yanı da, güneşten süzülüp mağaraya girenlerin, yeniden dışarı çıktıklarında, mağarada geçirdikleri zamanın kendilerine verdiği hazzı kimi zaman tamamen yadsıyarak kimi zaman da bu hissi küçümseyerek, tercih ettikleri sahte gerçekliği inkâra meyilli oluşları. dolayısıyla, insanloğlunun ikiyüzlülüğü güneşin altında da ateşin önünde de “tek ve bir”!
    ···
    1. 1.
      +1
      Reserved
      ···
   tümünü göster