1. 1.
    0
    Geriye doğru bakılarak ileriye doğru mesafe alınan tek yolculuk hayat yolculuğudur. Diğer bir deyişle hayat ileriye doğru yaşanır ama yalnız geriye dönük olarak anlaşılır. Bu anlaşılma, şuurlu bir idrak ve yaşananlardan ders alabilme düzeyinde olursa ve düzey devamlı yükselirse, yoldaki sapmalar o nispette az, yolculuk ise o nispette çalkantısız, sarsıntısız ve hasarsız olur.
    Hayatı anlamlı kılan ve insanı yücelten en önemli gaye; onu, adeta bütün evreni kucaklayacakmış gibi dışa dönük ve maksada uygun olarak yaşamaktır. Hz. Mevlana’yı tüm dünyaya tanıtan ve sevdiren de bu anlayış değil midir? Hayatı sadece kendine dönük olarak, ben odaklı yaşayanlar, çevresindekileri hiçe sayan, kendi dışındaki olayları önemsemeyen, onlarla sadece çok ihtiyacı olduğu zaman bile bir lütfen” tavrı ölçüsünde iletişim kuran ve kendi dışındaki bütün ötekiler ona hizmetle yükümlüymüş tavrı ve beklentisi içinde olan zavallı insancıklardır.
    Koskoca kâinatta bir sivrisinek kanadındaki nokta kadar bile yer tutmadığı halde, lügatinde “ben” sözcüğünden başkasına yer vermeyen o kibir abidesinin, hiç beklemediği bir anda, çıkabileceği en tepe noktasından kafa üstü yere çakıldığına tarih çok defa şahit olmuştur. Kendi gözünde önemli kıldığı, değer olarak kabul ettiği şeyler bir şekilde elinden çıktığı zaman çırılçıplak kalacak, tüm fiziksel ihtiyaçları ekgibsiz olarak karşılığında ise hayatı anlamsız olmaya başlayacaktır. Bu içinden çıkılması öyle zor bir paradoks ki, olması da olmaması da ayrı bir dert. Çünkü bedensel tatminden sonra ister istemez yaşadığı hayat için bazı anlam arayışları başlıyor insanoğlunda. Zira onu rahat bırakmayan ama elle tutamadığı ve adını koyamadığı bir “ben” daha var görünenin ötesinde, içinin ta derinliklerinde.
    O bedensiz “ben’e” ruh deyin, can deyin, nefis deyin, ne derseniz deyin, her dilde, her kültürde ismi değişse de özü aynıdır onun. insanı değerli kılan da o zaten. Zira beden bir canide de, bir âlimde de anatomik olarak çok farklı değil. Şu var ki nasıl beden kendini sıcaktan, soğuktan koruyan giysiye, güçlü ve zinde tutacak yiyeceğe, içeceğe ihtiyaç duyuyorsa, bedeni ayakta tutan o bedensiz “Ben” de benzer ihtiyaçları hissediyor ve istiyor. Ama çok önemli bir farkla ki, onun giysisi, gıdası her beden için ayrı değil. Standart ve asla değişmez bir formatta. Onun giysisi kullandıkça eskimeyen, aksine değer kazanan sabırdır, kanaattir, hoşgörüdür. Paltosu hataları örtmek ve görmemek, görse bile affetmektir. Sofrasının en sevdiği yiyeceği karşılıksız verebilmek, lezzet veren çeşnisi ise tevazudur, tatlı dildir, güler yüzdür. Kullandığı sözlükte “haklıyım” fiilinin birini tekil şahsı bir daha okunmamacasına silinmiştir.
    Tümünü Göster
    ···
   tümünü göster