/i/İnanç

İnanç
  1. 1.
    +9
    Camide bir tokat...

    Uzun süredir içimdeki fırtınanın uğultusu beynimi tırmalıyor, kafamdaki soru işaretleri bir türlü cevabını bulamıyor ve korku veriyordu. Aklım kilitlenmişti. Yeni ve kesin bir çözüme ihtiyacım vardı. Beyin çarklarım, sanki pas tutmuş gibi hantallaşmıştı. Çıkıp dolaşmaya karar verdim. Belki dışarıda biraz dolaşırsam, bu mânâsız hayata bir son vermenin kestirme ve temiz(!) bir yolunu bulabilirdim.

    Dışarı çıktım. Gün boyu avare dolaştım sokaklarda, bomboş gözlerle etrafı seyrettim, hayatın içine daldım, hayatı seyrederken hayatımın muhakemesini yapmaya çalıştım. Karışık aklım daha bir karıştı. Hayatın hiçbir yolu kendi caddesine çağırmadı beni. "Daha fazla uzatmamalıyım bunu." diyerek ölüm yollarını aramaya devam ettim. Yüksek binalara baktım, deniz kenarına gittim, tren yolu ve otobandan geçtim. Hiçbiri bana uygun gelmedi. Sonunda kararımı verdim. Eve varıp tabancayı kafama dayayacak, intihar edecektim. Bu kadar...

    Bir minibüse bindim. Hayata ve insanlara son kez bakmaya başladım minibüsün camından. Gözlerim boşluğa bakar gibiydi; cansız ve donuk. Ölümü tekrar düşünmeye başladım. Yok olmak, belki acılarıma ve hayatımın mânâsızlığına en iyi cevaptı. Ama ölüm, yine de tuhaf bir şeydi.

    Hızla ölüme gittiğimi düşünerek zamanı biraz yavaşlatmak istedim. Minibüsten indim. Atıştırmaya başlayan yağmuru neden sonra fark ettim. içimde bunca tufan varken hafif atıştıran yağmurun lâfı mı olurdu!

    Gün boyu, günler boyu olduğu gibi yeniden iç konuşmalarıma başladım.

    Şahsiyeti olmayan insan, benim gibi olsa gerekti. Düşüncelerim küf bağlamış, fikirlerim çöp yığını. Öyle olmasaydı, düşüncelerimin bana bir faydası olurdu. Yalnızca arzularının, zevklerinin, şehvetinin peşinde koşan hedonist, düşünen bir hayvandım ben. Darwin inancımı, Freud ahlâkımı, Marx şefkat ve merhametimi, Nietzsche kendime olan saygımı benden söküp almıştı. Bunların yerine anafordan başka bir şey gelmemişti. Öyle olmasaydı çaresizce kendi içimde bunca debelenir miydim? Kendimi bunlarla inşa edeyim derken, meğer imha etmişim. Her biri aslında birer asırzede olan himmete muhtaç bu adamlar ruhuma ayrı bir deli gömleği geçirerek, kolumu kanadımı kıpırdatamaz hâle getirmişler meğer.

    Yok yok, asıl suçlu bendim. Bunlara ben inandım. inanmayabilirdim. Şimdi şahsiyeti olmayan bu ruhun bedenini de ortadan kaldırmaktan başka çare gözükmüyordu. Bunu taşımak, acıya hamallık yapmaktan başka neydi ki? Evet, daha fazla uzatmanın bir mânâsı yoktu. Bir an evvel eve varıp bu acıya bir son vermeliydim.

    Yağmurun dinip gökyüzünün açtığını neden sonra fark ettim. Akşamın kızıllığı etrafı sararken, kırlangıçlar son turlarını yapıyordu. Çarşı-pazarın telâşına direnen, fırtınalı iç dünyamın kapısına garipsediğim şekilde dokunan bir ezan sesi şehrin atmosferinde yankılandı. Bunları sonra daha bir derinden fark edecektim. Sanki ezanı ilk defa duyuyordum. Bir kitapçının önünde durdum. Sıkıntılarımın ilâcı din olabilir miydi? Çocukluğumda namaz esnasında güldüğüm için okkalı iki tokat yediğim teravih namazını hatırladım. O günden sonra bir daha da gitmemiştim camiye. Neler de düşünüyordum! Din, benim sıkıntıma nasıl çare olabilirdi? Yola devam edecektim ki, vitrindeki yeşil kaplı kitaba takıldı gözlerim: Kur'ân-ı Kerîm.

    Az önce açmıştım foto yok diye sildim
    Edit: Kuzenimle gibiş hikayesi atsam trend olurudum düzgün bişe yazdık okuyan 2-3 kişi
    ···
   tümünü göster