/i/Hikaye

Herkesin bir hikayesi var, ya senin hikayen nedir?
    başlık yok! burası bom boş!
  1. 1.
    +28 -5
    (Hikâyeden tat almak için lütfen yavaş okuyunuz ve arkaplan müziklerini açınız. iyi okumalar.)
    ( https://youtu.be/Kp7eSUU9oy8 )
    Ocak ayının son günlerine yaklaşmıştık. Artık havalar gündüzleri sıcak geceleri ise soğuk oluyordu. Her zaman ki gibi saat 02.00 da alarm çalmıştı. Aşağıdan bir ses :
    -Oğlum, uyan artık!
    Bağıran annemdi. Salonda bir şeyler paketliyordu. Evimiz Bursa'da bir sokak arasında bulunan tekelin, üst katıydı. Üst katı ev, alt katı ise tekel olarak kullanıyorduk.
    Yavaş ve bıkkın bir şekilde yataktan kalktım, elimi yüzümü yıkadım ve üstümü değiştirdim.
    -Malları araca yükledim, her zaman ki gibi suyun da hazır. Unutma teslimatı geciktirsen bile suyu dökmek yok.
    -Bu işi yaklaşık 3 senedir yapıyorum, her gün hatırlatmasan olmaz mı ?
    -Ukalalık yapma, hangi insan 13 yaşında araba sürmeye başladı ? Şansının farkına var bence.
    -Pekala. Her şey hazır olduğuna göre ben yola çıkıyorum.
    -Dikkatli git.
    -Denerim.
    Milletin çocuğu babasının arabasını almak için çıldırırken ben arabalardan nefret eder olmuştum. Her gün şafaktan önce dağdaki otellere ve kaplıcalara 2'şer kasa alkol taşıyordum. Işin kötü yanı daha ehliyetim bile yoktu. Dağa doğru gelmeden önce şehirde yavaş yavaş sūrüyordum. Yollar boştu nasılsa, zaten kendi istediğim bir işte değildi. Kimin umrunda ki ? Tek yapmamam gereken şey şişelerin kırılmaması için suyu dökmemekti. Her zaman ki gibi teslimatı bitirdim ve geri geldim. Aracı park ettim, kulaklığımı taktım, kapşonumu çektim ve gök yüzündeki bulutlara bakarak sigaramı yaktım. Aklım hâlâ ondaydı ... Ama o beni unutup yeni limanlara yelken açmıştı. Sonra döndüm ve dedim ki "Bir huur icin kendimi üzeceksem niye yaşıyorum ? Bu ilk de değil sonda. Gün gelir elimi bırakır birini giberim elbet." Ve hafifçe sırıtmaya başladım. O sırada yüzüme bir damla düşüverdi. Yağmur yağmaya başlamıştı. "Hay anasını gibiyim iki adım attırmadın ya." Eve doğru yöneldim.
    -Ben geldim.
    -Bağırma pezecenk abin uyuyor.
    -Sana da hoş buldum anne.
    Annem o sırada salondaki fotoğraf çerçevelerinin tozunu alıyordu. Elinde ise kasklı bir adam ile küçük bir çocuğun fotoğrafı vardı. Bu babamdı... Profesyonel yarışçıydı, ama artık ne yapıyor bilemem. Kendimi bildim bileli baba kavramı yoktur bende. Ailenin, evin direği, erkek çocuğun rol modeli olacak yapıt bende yok ha ? Koyim zütüne olmasa kaç yazar ?
    -Kolay gelsin sana, iyi geceler.
    -Sağ ol evlat, sana da.
    Annemi bu kadar sert yapan şey belki de tek başına iki çocuk büyütmesiydi, kim bilir. Hayat en zor modda oynanan outlast gibidir, nereden jumpscare çıkacağını bilemezsiniz.
    Annem banka müdürüydü, mobing ile istifaya zorlanana kadar, 6 sene olmuştur herhalde. Daha sonra bankada vasıf düşürerek buldu ama yaş sıkıntıydı. Bu yüzden bu meslekte tutunamadı. Elinde 3 kuruş birikimi ile evi restore etti ve alt kata tekel bayii kurdu. Kendi yaptığı mezeleri satıyor, bir yandan da kendi mezun olduğu bölümden -ekonomi mezunu- çalışmayı deniyordu. Firmalara kurumsal danışmanlık hizmeti veriyordu. Tekele ise üvey babam bakıyordu. Tekelin sonu salona açılıyordu. Arasında ise bir paravan vardı. Üst kat ise üç oda bir salon bir banyo ve bir mutfaktan oluşuyordu.
    Uyumak için yukarı çıktım, ama her zaman kafayı pat diye vurup yatamaz ki insan. Ailemden gizli uyku hapı kullanarak uyuyordum, hapları aldım ve yatağa uzandım. Kolumda saatim, kulağımda küpem, boynumda ise kolyem vardı. Tavana doğru bakarken sol kolumu kaldırdım. Saate baktım ve yavaş yavaş saymaya başladım. 5, 4, 3, 2,1 ...
    Lanet olası alarmlar ... Bir ülkede alarm var ise o ülke taktan bir ülkedir. Ya da dünya alarm icat edildi diye taktan bir yer oldu, kim bilir ? Her sabah yaptığım gibim rutin ile okul için hazırlandım. Okulu sevmiyordum, kabul edelim hepimiz hayvanat bahçesi gibi okullarda okuyoruz. Sınıfta Jurassic Land var o okulun neresini sevmemi bekliyorsunuz ? idare desen Mezarcılık işleri gibi. Velhasıl hazırlanmam bitiyordu ki fön çekmeyi unuttum. Koştura koştura fönümü hallettim derken geçen yine jilet gi... Gerçekçi olursak çok karizmatik veya zeki değilim. 1.90 boyunda 78 kilo bir liseli çocuktum, ama dediğim gibi gerçekçi olursak çok iyi bakım yapıyor ve her okul çıkışı düzenli spor yapıyordum. Kaslı bir birey olmasam bile sıkı bir vücudum vardı. Çok iyi bir özgüven ve egom yoktu çünkü zamanında çok itilip kakılmış, ve küçükken kilolu olduğum için çok dalga geçmişlerdi. Bende azimli bir şekilde basketboll oynuyor, ders çalışıyor ve Taekwondo yapıyordum. 1, 0 dan üstündür. Çok iyi olmasam bile keyif alıyor ve eğleniyordum. Diğerleri kimin umrunda.
    Kulaklık takılı bir şekilde okula gidiyordum, sınıfta aman aman bir baskanlığım yoktu, kardeşim gibi bir arkadaşım vardı. Diğer erkeklerle öylesine sohbet muhabbet ederdim. Kızlar konusuna geleceksek, gelmeyelim daha iyi ... Her erkek gibi benim de başarısızlık ve başarım olmuştu tabii ama kızları sevmiyordum. Neden diye soracaksınız ama çok belli ve net bir cevabı var. Bir taka yaramayan, iki eli ile bir gibi doğrultamayan, erkek yalakaları olup aynı zamanda erkek düşmanı olan, iyi çucukları gibip huur çocuklarına veren, zütüne dar kotu çekince kendini kraliçe zanneden, iki elini geçtim iki el iki ayak mala vuran dıb salak insanların ilgisi ile toplumda bir yere gelmiş canlılarsınız ve bizi -has erkek toplumunu- dışlamaya kalkiyorsunuz. Gerçi gibimde mi, hayır.
    Sıradan bir okul günüydü, dersler teneffüsleri kovalarken ben sıkılmıştım. Biraz eğlenmek istedim ve yan sınıfta güzel bir kız gördüm. Ayrıca şansa bak ki en yakın kız arkadaşımın kankasıydı -kızları sevmesem bile can sıkıntısından takılıyordum işte-.
    Özge : Ooo Eirene, seni bu sınıfta görmekte nasipmiş demek.
    Ben: (Dik ve hafif sallanan yavaş yürümemle birlikte olan kendimden emin ses tonu ve bin gülüşüm ile) Daha çok görmek istiyorsan sınıfa fotoğrafımı çerçeveletebilirim ?
    Özge: Gözlerim kanasın istemem açıkçası (ben açtım sen kapıdan içeri gir ama acıtmadan gir gülüşūyle bana bakıyor ve tüm kızlar kikirdiyordu.)
    Ben: Korkma o çerçevede sen olmazsın. (bin gülüşüne devam)
    Özge mor bir şekilde bana bakıyordu, diğer kızlar ise hala gülüyordu.
    Ben: Neyse fazla uzatmadan, kan şekerim düştü.
    Özge: Eee ?
    Ben: Çikolataya ihtiyacım var.
    Özge: Eee ?
    Ben: Alfabeyi yeni öğreniyorsun sanırım, e den sonra d gelir.
    Özge: Ha ha ha, çok komik.
    Ben: V leri unutma da ne olduğun anlaşılsın.
    Dedim ve kimseye kulak asmadan sınıftan çıktım. Senin çikolatana mı kaldım kezban ? Kantine doğru iniyordum ki birden karşıma çıktı ... Yine aynı saç, yine aynı ten, yine aynı koku... Bundan nefret ediyordum ... Ben izin vermeden beni etkilemeyi başarıyordu. O daracık pantolon, pürüzsüz cilt, özenle hazırlanmış saç, dolgun dudaklar, hafif dekolte ve ince bir yusufçuk kolyesi, ince bir siyah saat ... Aşka inanan bir insan değildim çünkü aşkın gibiş için olduğunu ve sadece öyle anne kuzusu gibi yaşanmadığını düşünüp, bu düşünceyi savunan bir insandım. Ama Ebru, tüm erkekliğimi gibip atmıştı ... Gerçi istesem de gidip konuşamazdım. 9. sınıfta arkadaşımdı. Ve okulun basketbol takım kaptanı ilr çıkıyordu. Şamildi adı. Antrenman sonrası Ebru hakkında arkadaşları ile ileri geri konuşuyordu. Ne tür bir gavatlıktı bilemem ama hayran kaldım. Ve pandal çagi hediye etmeden duramadım -bir taekwondo tekniği-.
    Öylece yanından geçtim ve kantine indim. Günlerden Pazartesiydi ve güne çok güzel bir başlangıç yapmıştım. Ta ki kantinde yanıma o gelinceye dek. (Tu bi kontinyıd- devam edecek)
    ···
   tümünü göster