/i/Tespit

  1. 26.
    +1 -1
    Sahtekârlık Meselesi

    Putperestliğin faziletlerini apaçık bir fenalık saydı.(Dönem ahlâkına büsbütün tersti.)

    وَاِذَا ق۪يلَ لَهُمْ تَعَالَوْا اِلٰى مَٓا اَنْزَلَ اللّٰهُ وَاِلَى الرَّسُولِ قَالُوا حَسْبُنَا مَا وَجَدْنَا عَلَيْهِ اٰبَٓاءَنَاۜ اَوَلَوْ كَانَ اٰبَٓاؤُ۬هُمْ لَا يَعْلَمُونَ شَيْـٔاً وَلَا يَهْتَدُونَ

    Onlara, "Allah'ın indirdiğine (Kur'an'a) ve Peygamber'e gelin" denildiğinde onlar, "Babalarımızı üzerinde bulduğumuz din bize yeter" derler. Peki ya babaları bir şey bilmiyor ve doğru yolu bulamamış olsalar da mı?

    Maide 104

    Böyle bir toplumda böyle bir iddianın ne kadar irite edici olduğunu fark etmiyor musun? Niçin bir şey beni zorlamadıkça insanlara karışayım ki?Her şey aleyhime döner.(Bunlar sana sorularım)

    Hz. Ebu Zer el-Ğifarî, bir adamı -Arap olmayan zenci- annesiyle ayıplamıştır. Hz. Peygamber (a.s.m) bunu duyunca, Ebu Zer’e “Sen cahiliye devrinden kalma bir haslet/özellik(ırkçılık) taşıyorsun.” (Buharî, Edeb, 44) diyerek onu azarlamıştır.

    Keza Veda hutbesinde Arabın Arab olmayana üstünlüğü yoktur diye vurgulamıştı.Lâkin ne gerek vardı? Orada herkes Araptı niye onlara tepki doğurtabilecek bir tehlikeye kendisini soksun. Veya namazı niye emretsin, içkiyi niye yasak etsin, gece namazı niye kılsın. Arap şiirleri genel de fuhuş ve içki üzerineydi o zamanlar.Lâkin ona rağmen bunları yasak etmişti. Buna ne gerek vardı?

    Resûl-i Kibriyâ Efendimiz, bir gün islâmiyet ve Müslümanlara şiddetli muhalefetleriyle bilinen Velid bin Muğire, Utbe bin Rebîa, Ümeyye bin Hâlef gibi birçok Kureyş ileri gelenleriyle konuşuyor, onlara îmân ve Kur'ân hakikatlarından bahsediyordu.

    Zaman zaman muhataplarının dikkatlerini canlı tutmak ve dinlemelerini sağlamak maksadıyla da, "Nasıl, güzel değil mi?" diye soruyordu.

    O sırada bir hak aşığı çıkageldi. Maddî gözden mahrum, fakat mânâ gözü açık bu zât, Hz. Hâtice'nin dayısı oğlu ashabdan Abdullah bin Ümmi Mektûm idi. Âmâ olduğundan Peygamber Efendimizin kimlerle konuştuğunun farkında değildi.

    Yâ Resûlallah, beni irşad et, bana Kur'ân okut, Allah'ın sana öğrettiklerinden bana bir şeyler öğret." dedi.

    Efendimizin bütün dikkatini Kureyş ileri gelenleri üzerine islâmiyeti anlatmak için teksif ettiğini fark edemediğinden, bu arzusunu birkaç sefer tekrarlayıp durdu.

    Peygamber Efendimiz bu durumdan sıkıldı ve rahatsız oldu. Onunla pek ilgilenmedi. Zira, o her zaman gelip kendisinden islâmiyetle ilgili her şeyi öğrenebilirdi. Ama, Kureyş müşriklerinin ulularını bir daha böyle toplu halde bulma imkânını elde etmeyebilirdi. Onların islâmiyeti kabul etmeleri veya düşmanlıklarından vazgeçmeleri ise, Kureyş'in toptan Müslüman olma mânâsına geliyordu.

    işte bu sebeple Fahr-i Âlem Efendimiz, dikkatinin dağıtılmak istenişinden rahatsız olmuştu. Ve bunu hâliyle de izhar etmişti.

    Resûl-i Kibriyâ Efendimiz, Kureyş ileri gelenleriyle konuşmasını bitirip kalkacağı sırada vahiy geldi. Gözlerini kapayıp daldı. Abese Sûresi nâzil oldu.1

    Sûrede Efendimizin davranışından bahisle şöyle buyuruluyordu:

    "Yanına âmâ geldi diye yüzünü ekşitip döndü. Nereden bileceksin, belki de o günahlarından arınacaktı. Yahut öğüt alacak ve öğüt kendisine fayda verecekti. Öğütle ihtiyaç duymayan kimseye gelince, sen ona yöneliyorsun. Onun inkâr ve isyan pisliği içinde kalmasından sen mes'ul değilsin. Sana koşarak gelen ve Allah'tan korkan kimseyi ise ihmal ediyorsun. Sakın! O Kur'ân bir öğüttür. Dileyen ondan öğüt alır."

    (Abese 1.12)

    Kendisine uyarı geliyor. Oysa diyebilidi ben Allah değilim ama insan da değilim ikisi arasında bir varlığım. Oysa o kul olduğunu söyledi ve Allah onu uyardı. Niçin kitapta kendine (haşa ve kellâ)uyarı yazsın ki?

    Ve bence beni etkileyen bir diğer meseleyse

    Hz. ibrahim'in (oğlu)vefat ettiği gün güneş tutulmuştu. Halk bunun, onun vefâtıyla ilgili olduğunu sanarak, "ibrahim'in ölümü sebebiyle güneş tutuldu." dedi. Resûl-i Kibriyâ Efendimiz bunu duyunca, Mescid-i Şerife vardı ve Allah'a hamd ve senâdan sonra Ashab-ı Kirama şu dersi verdi:

    "Ey insanlar! Biliniz ki, güneş ve ay; Allah'ın kudret alâmetlerinden ikisidir. Bir kimsenin vefatı veya birinin hayatı sebebiyle tutulmazlar. Bunları tutulmuş gördüğünüzde, hemen mescidlere gidiniz. Onlar açılıncaya kadar da Allah'a duâ ediniz, namaz kılınız!"

    (Tabakât, 1:142; Müslim, 2:630.)

    Bunu kullanabilirdi. Araplarda güneş tutulması mübarek kudretli bir insanın ölümüne işaret ederdi. Oysa Peygamber bir samimiyet örneği gösterdi ve hakkı böylece beyan etti.

    Ya da tâifte taşlanan peygamber sahtekâr mıydı?

    Ya da torununun katilini affeden biri sahtekâr mıydı?

    Gayba dair bir takım meseleler.

    Kur'an savaş esnasında inmiştir. Kıssaların çoğunluğu da kezâ öyle. Düşman düşmanın açığını arar. Eğer peygamber bu kıssaları başka yerden alsa propaganda aracı olarak kullanılırdı. Velev ki tevrat ve incilden aldı desekte onlardan daha güzel nakleder ve tutarlıdır. Zaten incil ve tevrattaki peygamber tasvirleri(Nuh, Musa,Davut, Süleyman Peygamberler) ile Kur'andakileri bir karşılaştırırsak farkı muayyen göreceğiz. Hele Hz.Nuh hakkında yazılanları az cok yahudi tarihi okurken okumuştum.Bu ancak Ezra ve onun gibilerin altından çıkmıştır.

    Rum Suresi'de keza ayrı bir mucize.(Hatta iddianın yasak olmadığı bir dönem Hz Ebubekir ve bir müşrik iddiaya giriyordu.)

    Kezâ islamın ilk zamanlarında miraç gibi bir olayı Allah resülu anlatıyor ve buna çoğu kişi inanmıyor ve bazıları dinden dönüyor.(Niye Peygamber zayıf dönemlerinde böyle bir şeyi anlatıp taraftar kaybetsin ki?)Samimiyettir bu.

    Sahtekâr olmadığına delillerim de bunlardır.Çoğaltıla bilir. Amacım kimseyi dine sokmak veya çıkarmak değildir. Tebliğdir.Beni yalanlasan veya hakaret etsen de pek mühim değil. Kalblere yön veren ben değilim. inşaAllah faydalı olur.
    Tümünü Göster
    ···
   tümünü göster