1. 1.
    +1
    dahasi babam senelerce sosyal aktivitelerde ickili sohbet saundu yasamis birisi, ne cevredeki ekibin sohbetinden, ne de sohbetin kurulugundan tat alamiyor. surekli oturdugu koltugun karsisindaki televizyonda ya tjk tv var ya lig tv, ya bjk tv var ya da eurosportta snooker musabakasi. benim de, sozlukten cogunuzun bildigi hatirladiginin aksine, spordu, futboldu alakam kalmamis. bir suredir futbolun kitle afyonu olduguna inaniyorum, galatasaray denen takima da yatirdigim mesai ve emegi geri istiyorum. ugruna kendimi paraladigim avrupa kupasini simdi gorsem tekmelerim, futbola da kitlesel gundem uydurma metodlarina da o derece hincliyim. galatasaraya da, fenere de, omrumden yillar calmis olan futbol muhabbetine de, federasyona da kafam girsin, babam da bunu bilsin istiyorum. babamla kalan sinirli sureyi de tjk ve futbol muhabbeti arasinda meze olmasina da bencilce icerliyorum.

    heyhat, babamin son isteklerine karsi gelemeyisim, onun gonlunu etmek isteyisim agir basiyor, ben de gib gib evden kaciyor, firsat buldukca tjkya bombali saldiri duzenleyerek at yarislarini sabote etmeyi dusunuyorum. senaryom soyle: tjk ya bobali saldiri, at yarislarina suresiz ara, baba-ogul yakinlasmasi senaryosuna kaldigimiz yerden devam.

    babam gunler gecip, karnindaki su miktari arttikca huysuzlasmaya, sessizlesmeye, dinginlesmeye basliyor. karindan su almak sanciyi hafifletse de, hastayi gucsuz biraktigindan doktorlar bu islemi olabilidigince az yapmaya calisiyorlar. babam da sinirlendikce doktorlara, karnina, kendisine ve cevresindekilere kufrediyor, kafamda sekillendirdigim yakinlasan baba-ogul senaryosunu iyiden iyiye imkansiz bir hale getiriyor. babamin olecegi fikri, gun gectikce coken sureti sebebiyle iyiden iyiye dikkate deger bir hal alinca, son gunlerinde konuslamaya zorlamak fikri kafamda sekilleniyor. istiyorum ki o anlatmasa bile ben onu zorlayayim, o baba-ogul yakinlasmasi yasansin, soylenemeyenler soylensin, herkesin kendisinden bir seyler bulacagi o sevgi dolu final gerceklessin. hatta bunun icin bir bahane de buluyorum, babamin hastaligi ile mucadelesinin dokumanterini yapmak, onu kamerayla cozmek, konusturmayi dusunuyorum. ama hep uygulamaya geldiginde durakliyorum, elimde kamerayla babami cekmeye calismam, ya da cekmek istedigimi soylemem nasil anlasilir?

    "baba nasil olsa oluyorsun, biz de bir sundancelik dokumanter cikaralim?" diyormusum gibi yorulur mu? babasinin hastaligi ve olumunden malzeme cikarmaya calisan oportunist evlat gibi mi muamele gorurum? dahasi, boyle bir projeye girismek herkesin bildigini dolayli yoldan ima etmek gibi degil mi? yani red kitteki levazimatci gibi elinde mezura ile olecek olan adamin boyunun olcusunu almak, olecek olana olecegini hatirlatmak gibi olmaz mi?

    bu tip kaygilar nedeniyle kameraya uzanan elim tutuluyor, kamera cantasini yanimda tasiyorum ama bir turlu cekmeye cesaret edemiyorum. bu cesaretsizligim de iyice canimi gibiyor, konusamamak, gorusememek, ice atmak zorunda kalmak ile beraber babamin acisina ortak olmak hepten tadimi kaciriyor.

    nihayet babam bu surekli kacisima bir gonderme yaparak, "keske gelmeseydin oglum, seni de yorduk" gibisinden imali bir laf ediyor. tak gibi oluyorum, beynimden vurulmusa donuyor, basimdan asagi sicak su akitiyorum, ama girtlagimdaki dugum cozuluyor ve agliyorum. babam bunu gorunce bir daha bu konuda hic imada bulunmuyor, bana daha sicak ve anlayisli davraniyor. ben sicakligi ve anlayisi hak etmedigimi dusunuyorum. bu konuda anlasamiyoruz, kendisini sonra sonra anliyor ve hak veriyorum.

    hafif kemoterapinin ve almanyada yapilmasi planalanan virus tedavisinin gundeme geldigi son haftalarda babam iyiyden iyiye cokuyor, hayatim boyunca genclik resimleri disinda atletik ve ince gormedigim babamin ilk kez yuz hatlarini goruyorum, ne kadar cok bana ve abime benziyor. bu benzerlik, bu yakinlik iyiden iyiye yuk oluyor.

    yasarken kendisine elle tutulur hic bir eserimi gosteremedigimden, tum rica ve isteklerine ragmen tez filmimi bile gorememis olmasina icerledigini bildigimden, "baba ben de birisi oldum"u mustulamak, gonlunu hos etmek icin once trtdeki radyo programina katiliyorum. babamin sesimi radyoya cikmama sevindigi yonundeki duyum sebebiyle, ali atif bir in sundugu "sey"e katiliyorum. iki programda da heyecanimin buyuk kismi babamin olmeden once beni duyacagi, izleyecegi son "ispatlar" olmasi. istiyorum ki sevinsin, oglum tvye radyoya cikar olmus desin. diyor mu bilmiyorum, soramiyorum, sormaya korkuyorum.

    bir gece ani bir sanci krizi sebebiyle hastaneye kaldiriliyor, ve bir sure hastanede refakat ediyoruz. refakat'in cogunu annem yapiyor, ben hastanede durmak, gittikce olumle eslestirip, yakistirmaya basladigim babamla beraber olmaktan olesiye gibiliyor, cekiniyor ve korkuyorum. oyle ki refakate geldigimde uzerime bir agirlik cokuyor, oyle cok uyuyorum ki, abimler benle mutemadiyen tassak geciyorlar.

    karninda toplanan su sebebiyle sancisinin arttigi uzun bir gunun sonrasinda alinan litrelerce su ve verilen ilaclar sebebiyle bir sabah piril piril, neseli, sen sakrak ve esprili babam olarak geri donuyor. hastaneye ziyarete gelen herkesle saatlerce konusuyor, herkese bir seyler anlatiyor, herkese son ogutlerini veriyor, bize yakin davraniyor, hastaligi arttigindan beri iyice yabanilesmeye baslayan bana yine hak ettigimden cok daha fazla olduguna inandigim bir sevgi ve ihtimam gosteriyor. nesesinin geldigi, konusmaya, sakalasmaya basladigi o iki uc gunluk surenin hic bitmemesini istiyorum, hayal ediyorum. diyorum ki, sira bana da gelecektir, sira bize de gelecektir, su kalabalik hele bir dagilsin, hele bir biz bize kalalim. o zaman baba ogul yakinlasmasi, o zaman kodak foto albumu goruntuleri yasanir.

    kisa zamanda karninda su yeniden toplanmaya basliyor, serumla desteklenen kan dengeleri sapitiyor, potasyum verince soduyumu cikiyor, sodyum verince uresi zipliyor, ureyi alinca potasyumu dusuyor. boyle fasit bir dairede salinirken babam hastaneden taburcu olmak istedigini belirtiyor. kendisine uzatilan kagidi guclukle imzaliyor, taburcu oluyor.

    evdeki son gunlerinde, gittikce rengi sari-kahveye calan saclari dokuk, mutsuz ve umutsuz bir babam var artik. yaklasmaya cekiniyor, incelen cocuk ensesine, ustunde guclukle yurudugu siskalasmis bacaklarina, dizini kiracak takati olmadigi icin kalcadan attigi adimlarla yuruyusune bakamiyorum. bakamayisim, yaninda olamayisim, gucsuzlugum, aczim, mutsuzlugum katmerleniyor ve son gunlerinde iyice yabanilesiyor, arkadasimin evinde kalmaya basliyorum. geceleri gezmeye cikiyor, konserlere gidiyor, alemlere giriyorum.

    yine boyle bir "alem" gecesinin sabahi 5 gibi telefonum caliyor. telefonda annem var, babamin fenalastigini hemen gelmemi soyluyor. afyonum patlamamis, aksamdan kalma halimle kapinin onunde yigilmis ayakkabilarin uzerinden atlayip herkesin uyanik oldugu eve giriyorum. iceriden bir "hoca"nin dua okuyan sesi geliyor. ev ruhlar evi gibi, herkes salinarak yuruyor, herkes beyaza kesmis, herkes sus pus.

    babam yatakta uzanmis, uzerinde ince beyaz bir ortu var, altinda ciplak oldugu belli oluyor, bilinci kapali, guclukle nefes aliyor ve sadece inliyor. elini tuttugumda karsilik veremiyor, konusuldugunda cevap veremiyor. ve basinda duran hocanin babamin sesini bastiran bir duasi disinda bir konusma olmuyor. sagdan soldan aglayanlarin hickiriklari arasinda babamla son saatlerimi gecirirken ne yapmam gerektigini dusunuyorum. aglayanlara ben de mi katilsam? kulagina bir seyler mi soylesem? anneme mi sarilsam, abimle mi konussam? dusunmeye calisiyorum ama odada dusuncemin sesini bastiran bir ses var, hocanin dua sesi.

    kendimi duyamadigimdan mecburen hocayi dinlemeye basliyorum. hoca babamin olum aninda odada rol caliyor. arapca duadan firsat buldukca, yoruk mustafa, inancli mustafa, allahi dini butun mustafa, hadi dayan mustafam allahina varmana az kaldi gibi gazlar veren hocayi tanimadigim gibi, hocanin hangi mustafadan bahsettigini de anlayamiyorum.

    acikcasi butun hayal gucume, butun senaryolarima, olasilik hesaplarima hoca parametresini eklememisim. zira babam bildim bileli ateist, annemin inanci soyle boyle, ben ve abimin de babamdan asagi kalir bir yani yok. yani o gun o sabah odadan iceri girdigimde babamin basinda bir palyaco bulsam, ve arada sirada jonklorlukten firsat bulup da "senle sirkte ne gunler gecirdik mustafam, palyaco mustafam, ip cambazi mustafam" dese o kadar sasiracagim. durum anlasilirsa da, olayi anlamakta gucluk cekiyorum.

    ve fakat hocayi kimse susturmadigindan, agir ol hoca ne sacmaliyon? demediginden midir nedir, dozu arttirdikca arttiriyor. yok babam dinine cok bagliymis, her sene imam hatip ve ilahiyatta kisisel burs vererek 10 kisiyi okuturmus, sahane ilahi soylermis (ki bu kismi dogru) bir gun bilmemne camiinde ahmet ozhanla atismislar, ahmet ozhan mustafa gabey seni gecemem demis, saygiyla egilmis. salladikca salliyor. bir ara odadan ciktigimda anneme bu herif kim? diye soruyorum. bilmemne hoca diyor, babamin kahveden arkadasiymis, olumunden sonra gomulecek yer icin irtibata gecmis. babamin kahve ortami kucuk capli kumar ve icki, alem ve saz soz uzerine kurulu bir yer, hocanin "kahvede" ne isi var anlayamiyorum, mezar yeri bulmaktan ibaret bir gorevin de hangi arada minyeli abdullahin zekaret toreni dengi bir girisime donustugune aklim ermiyor.
    Tümünü Göster
    ···
   tümünü göster