1. 1.
    0
    ... Söndürdüm tüm ışıkları, yaktım yine mumu ve izlemeye başladım titreyen alevi, elimdeki şişeyi boğazlamaya çalışırken. Her zaman ki gibi birbiri ardına beynimi işgal etmeye başladı anılar…
    ... “Geçti usta” diyor derinden gelen bir ses! “Bir daha hiç gelmeyecek o düşünceler artık acı tatlı birer hatıra beynine kazınan!... ”
    ... “iyi hafıza başa bela oluyor her zaman” diyorum…
    ... “Hayatın verdiklerinden şikâyet eder olmuşsun görüşmeyeli” diyor…
    ... Sıkılıyorum bu zamansız gelen dostun laf cambazlığından…
    ... “Seni davet ettiğimi hatırlayamadım” diyorum…
    ... “Dostluk kavramların da mı değişti görüşmeyeli” diyor, “Dostlar davet beklemeden gelir böyle günlerde, bunu bana sen öğretmiştin, unuttun mu? Üstelik ben gelmezsem, senin gelip alacağın yoktu beni terk ettiğin yerden!... ”
    ... “Değişen sadece benim” diyorum, “kavramlarımın içi hâlâ tıka basa dopdolu!... ”
    ... Gülümsüyor, “evet” diyor, “değiştiğin her halinden belli, sırtını duvara yaslamışsın!”
    ... “Nadiren de olsa, insan dayanmak istiyor cansız da olsa bir yerlere” diyorum…
    ... “Biz değil” diyor, “biz sevmezdik duvarlara, insanlara yaslanmayı, baston ve koltuk değneği kullanmayı!”
    ... “Maddeye bağımlı kalma” diyorum, “onun adına özgürlük diyorduk biz, asalak bir hayata başkaldırı, insanları kullanmamak diye adlandırıyorduk, aynı şey değil yorulunca cansız bir duvara yaslanmak!”
    ... “Hiç yakışmıyor gözlerine yalan söylemek” diyor davetsiz, zamansız gelen dost…
    ... Utanıp karanlığa doğru kapatıyorum gözlerimi, elimdeki şişeden sert bir yudum almaya çalışırken…
    ... “Aç gözlerini” diyor, “aç gözlerini ve gör gözlerinin ardındakileri!”
    ... “Ne istiyorsun benden” diyorum dosta…
    ... “Seni” diyor, “benim olanı yani, bedensiz yaşamaktan bıktım ben, sen ruhsuz yaşamaktan usanıp, yorulmadın mı hâlâ!”
    ... Bunun için neden böyle bir günü seçtiğini soruyorum, biraz daha bekleyemez miydin diye ekleyerek…
    ... “Zamanı geldi” diyor, “geç bile kaldım, bunu yapmana daha fazla izin veremem! Sen benimsin... ”
    ... “Neden” diye soruyorum…
    ... Gülümsüyor acıyla karışık, “insanlar” diyor, “sadece insanlar. Bunu benden başka kimse yapamaz, kimse cesaret edemez buna!... ”
    ... “Acı” diyorum elimdeki şişeyi boğazlayıp sert bir yudum daha alırken…
    ... “Biz seçmedik bu yazgıyı” diyor, “yazana karşı gelmek de elimizde değil! Kabul edip sindirmiştik biz bunu, unuttun mu?”
    ... Dalıp gidiyorum mumun titrek alevine bir süre…
    ... Devam ediyor dost, susturmak da içimden gelmiyor zaten! Ve takdir ediyorum kendilerini cesaretinden dolayı. Konuşmaya çok ihtiyacım olduğu halde kendilerine dokunmaya cesaret edemediğim için bir kez daha utanarak kapatıyorum gözlerimi yine!
    ... “Biz farklıyız” diyor, “çok uzun zaman önce reddettik biz sürünün bir parçası olmayı. Ezilmeyi ve birilerini ezmeyi. Böcek olmayı kabul etmedik. Kendimiz gibi olmaktan taviz vermek yerine hep kaybetmeyi seçtik. Kaybetmekten de korkumuz yoktu bizim, kaybetmenin bazen zafer olduğunu da yaşattı bize hayat, onursuz bir hayat yerine. Korkaklardan değil, korkulardan nefret ettik hep!... ”
    ... Susturuyorum dostu, “bana bilmediğimiz, hiç duymadığımız şeylerden söz et!... ”
    ... “Duymak yetmez” diyor dost, “korkmuyorsan ışıkları yak, kalkıp aynada kendi gözlerinin ardındakileri gör, gözlerin sana gerekenleri fazlasıyla anlatacak!... ”
    ... “Gözlerim ne anlatacak bana” diyorum dosta!...
    ... “Bilemem” diyor, “ona sen cesaret edeceksin!... ”
    ... …
    ... “Çok beklediğimiz o büyük mutluluk kapımızı çaldığında, onu hazır karşılamalı, dimdik ayakta olmalıyız beraber” diyor…
    ... …
    ... “Bir gün sabah güneş, yine perdelerinde halay çekmeye başlayacak!... ”

    ... “Biz!”
    ... “Zamanı Geldi!”
    ... “Güneş perdelerinde yine halay çekmeye başlayacak!”

    ... Özlemişim bu sözleri…
    ... iyi ki doğdum…
    ... iyi ki varım…

    27.Mayıs.2011 – Cuma – 04.38
    ···
   tümünü göster