1. 1.
    +3
    Vazgeçiş ( Part 1 )

    güneş kavuruyor tanrının yaratma lütfunu gösterdiği bütün canları. bigibletlerinin üstünde terleyen çocuklar çeşmenin başında toplanmış, kafalarını sırayla ellerini dayadıkları musluğun altına sokuyorlar. karşıdaki bankta oturmuş türlü düşüncelerle meydan savaşına girerek geleceğimi şekillendirme çabasındayım, hangi yöne çeksen oraya uzayacak olan geleceğimi. 7 senedir yanımdan hiç ayırmadığım, yegane dostumu çıkarıyorum bol kesim kot pantolonumun cebinden, dayıyorum dudaklarıma, aleve veriyorum ucunu, çekiyorum. çocuk olmak vardı diyorum içimden, dostumun dumanını veriyorum dışıma. godfather’ın melodisi geliyor kulaklarıma, cebimde bişey titriyor. çıkarıyorum telefonu, annem; “oğlum nerdesin? eve gel hemen”. “tamam” diyorum alışılmış bi kayıtsızlıkla. atlıyorum pederin nerden aldığını bilmediğim ama arada sürmem için bana verdiği vespa piaggiosuna, evin yolunu tutuyorum. apartmana girerken basıyorum sigarayı posta kutularından birinin içine. alışkanlık olmuş artık. oraya her sigara atışımda; postacının o kutulardan birine zarf koymaya çalışırken, “ben senin kül tablana zarf koyuyormuyum?” deyişim geliyor, tebessüm konuyor dudaklarıma.
    giriyorum içeri, annem elinde telefonla konuşuyor, benim geldiğimi fark etmeden. oğlanın okulunu da oraya alırız o zaman diyor. birkaç cümle daha sonra kapatıyor telefonu. geldiğimi belli eder bi ses tonuyla “hayırdır? nereye taşıyacaksınız koca okulu?” diyorum. gülüyor annem, gel otur diyor mutfaktaki masayı göstererek. telefonu sigarayı anahtarları koyuyorum masanın üzerine, ee diyorum nereye gidecekmişiz? babanla konuştum diyor hafif bi çekingenlikle. izmite yerleşelim diyoruz, böyle ayrı ayrı zor oluyor. beyin damarlarım tıkanıyor son kurduğu cümleyi duyduktan sonra. renkler solmaya başlıyor gözümde. masanın desenli örtüsü, buzdolabının kapağına yapıştırılmış mıknatıslı biblomsu şeyler, herşey siyah la beyazın arasında gidip geliyor. o son cümlenin ardından 3 tane sigara içmişim. kül tablasındaki izmaritleri sayınca anlıyorum. ve hala bi cevap vermemişim. annem yeni bi hayatın getireceği fırsatların yüzünde oluşturduğu umut dolu bi ifadeyle bana bakıyor hala. “pe.. peki ya o?” diyebiliyorum sadece, boğazımda düğümlenen çaresizlikten çaldığım küçük bi izinle. elini omzuma koyuyor, “oğlum” diyor kuracağı cümleye başlamadan önce. anlıyorum bi kaçış yolu olmadığını. güç bela anlam kazandırdığım şeylere elveda deme zamanının geldiğini görebiliyorum. çaresiz bi kabullenişle yeni cümle kurmasına izin vermeden kesiyorum annemin sözünü, tamam annecim, ne zaman gidiyoruz?
    Tümünü Göster
    ···
   tümünü göster