1. 1.
    +2
    Kocatepe yanık ve ihtiyar bir bayırdır

    ne ağaç, ne kuş sesi,

    ne toprak kokusu vardır.

    Gündüz güneşin,

    gece yıldızların altında kayalardır.

    ...

    kayalıklarda şayak kalpaklı nöbetçi

    okşayarak gülümseyen bıyığını

    seyrediyordu Kocatepe’den

    dünyanın en yıldızlı karanlığını.

    Dağlarda tek tek ateşler yanıyordu.

    ve yıldızlar öyle ışıltılı, öyle ferahtılar ki

    şayak kalpaklı adam

    nasıl ve ne zaman geleceğini bilmeden

    güzel ve rahat günlere inanıyordu

    ve gülen bıyıklarıyla duruyordu ki mavzerinin

    yanında,

    birdenbire beş adım sağında onu gördü.

    Paşalar onun arkasındaydılar.

    O, saati sordu.

    Paşalar: “üç” dediler.

    Sarışın bir kurda benziyordu.

    Ve mavi gözleri çakmak çakmaktı.

    Yürüdü uçurumun başına kadar,

    eğildi, durdu.

    Bıraksalar

    ince, uzun bacakları üstünde yaylanarak

    ve karanlıkta akan bir yıldız gibi kayarak

    Kocatepe’den Afyon ovasına atlıyacaktı.

    ...

    Ali Onbaşı bir şimşek hızıyla düşündü

    Ve şu türküyü duydu.

    “Dörtnala gelip Uzak Asya’dan

    Akdeniz’e bir kısrak başı gibi uzanan

    bu memleket bizim.

    Bilekler kan içinde, dişler kenetli, ayaklar çıplak

    Ve ipek bir halıya benzeyen toprak,

    bu cehennem, bu cennet bizim.

    Kapansın el kapıları, bir daha açılmasın,

    Yok edin insanın insana kulluğunu

    bu davet bizim...

    Yaşamak bir ağaç gibi tek ve hür

    Ve bir orman gibi kardeşcesine,

    bu hasret bizim..”

    Nazım Hikmet
    ···
   tümünü göster