1. 1.
    0
    yıl, 1996 veya 97. tam hatırlamıyorum. yedek subay olarak, mezuniyetten sonra, güney doğu'ya gönderilmeden önce, iç hizmet eğitimini almak için emirdağ'daki jandarma birliğine gittik on günlüğüne. neyse, eğitimdi falan derken günler gelip geçti. sağolsun komutanlarımız otobüs firmaları ile anlaşmış. izmir'e de giden üç firma var: uşak özlem, fış fış turizm ve metro turizm. biz, yer kalmadığı için mecburen fış fış turizm'den biletlerimizi aldık.

    efendim; bindik otobüslere. hava izni gibi bir şey. üç-dört gün memlekette takıldıktan sonra, ankara üzerinden diyarbakır'a gideceğiz, oradan da birliklerimize dağıtım olacak. acaip eğlenceli bir ortam. aradan bir saat geçmedi ki, otoyolun kenrarında tanıdık tipleri gördüm. hemen durduk. metro turizmin otobüsü, nasıl oldu bilmiyorum artık, kaza yapmış. neyse ki ölen, yaralanan yoktu. otobüs devrilmiş nazikçe. öyle diyeyim. bizim arkadaşları da fış fış turizme aldık.

    metro turizm ile dolaylı olarak böyle bir anım oldu... bir keresinde de, askerden sonra bindim otobüslerine. acaip depresyondayım. pgibolojik tedavi de görüyorum. içmişim ben. ama nasıl... kafa on bin balon. bir şekilde karşıyaka'dan atladım bunların otobüslerine, gözümü açtığımda (muavin uyandırdı... yüzümde yara izi, kafa üç numara traşlı, iri yarıyım bir de... bana posta atmak sıkar biraz) istanbul'daydım... o yüzden, metro turizm ile ne yaşadım, nasıl istanbul'a geldim, bilmiyorum. istanbul'da da ayrı bir arbede yaşadım... onu da anlatayım...

    (biliyorum, metro turizm konusundan saptık biraz ama, yine döneceğim oraya)

    askerdeyken, karargahta veya karakolda yatmazdık. roket yemememek için. böyle, dışarda, matın üzerinde falan uyurduk. tabii ki, bir göz açık, tetikte. tavşan uykusu. ben de eve giremiyorum bu yüzden. annemgil, diyor ki, gel oğlum, yok burada terörist falan. ama, ben kafaları sıyırmışım ya, içip duruyorum. arkadaş, o nasıl bir ruh haliyse artık, istanbul'a gitmişim. ortaköy'de, kimseye bulaşmadan içiyorum. neyse, polis geldi. kardeş, kimliğin, dedi. ben de dedim ki, otobüsüm kalkacak iki saate, zaten kalkacağım. kendime halen kızarım. kardeşim versene kimliğini, neden artizlik yapıyorsun ki polise. neyse, baktılar ki kimliği vermiyorum, gel karakola dediler. haklılar. memur beylere bir şey demiyorum. ama, o an, inanır mısınız, ortam değişti. birden bire savaş alanına döndü. benim kafa da döndü. çekmişim memurun belinden silahı, dayamışım kafasına, diğerlerini de yaklaştırmıyorum... en sonunda, iki sivil kolumdan tuttu, zütürdüler beni beşiktaş karakolu'na (ortaköy'e giderken ki polis karakolu kabataş mı, beşiktaş mı?). bir şey yapmadılar. neyse, bir saat sonra komser geldi. benim askeri kimliği görmüş. memur bey ile barıştırdılar, kafam da yerine geldi, özür diledim, olay tatlıya bağlandı. komser, çay ikram etti, sordu: oğlum, nedir derdin? dedim ki, ben iyi değilim, unutamıyorum... o da annemi aramış sağolsun. neyse, beni bindirdiler ekip arabasına, bir çorba içtik, metro turizm'in yazıhanesine bıraktılar. benim bileti ceplerinden ödüyorlardı ki, tamam kardeş, dedim, sağol, allah razı olsun. neyse, arada yine piizlendim. gözümü açtığımda izmir'deydim. o zamanlar, otobüs terminali hemen şehirde, tren istasyonuna yakın. yürüdüm, karşıyaka'ya bir bilet aldım, cigaramı yaktım...

    karnım da açıkmıştı... gevrek aldım. güzeldi... tadını halen hatırlarım...
    ···
   tümünü göster