0
soğuk ve yağmurlu bir kasım akşamında yakın dostlarımla beraber
küçükçekmece mandacı'da kuru fasulye (kanarya) yiyor ve bir yandan
çeşitli konular üzerine sohbet ediyorduk. hesabı ödeyip kalktık,
kapıda arkadaşlarımdan fehim bana nazik bir teklifte bulundu,
-faysal istiyorsan seni hususi otomobilimle eve bırakayım.
-sağ ol fehim fakat biraz yürüyeceğim, ben kendim trenle giderim.
ezogelin çorba, kuru fasulye, az pilav, turşu, kuru cacık ve kemalpaşa
tatlısından oluşan menü bende bir şişkinlik yaratmıştı. yürümek
istememin tek sebebi bu şişkinlik olsa da fehim bunun altında başka
bir sebep varmış gibi konuştu;
-seni iyi tanırım faysal, böyle dediysen ısrarlarım fayda
etmeyecektir, öyleyse hayırlı akşamlar.
-hayırlı akşamlar muhterem kardeşim.
fehim ve diğer arkadaşlarla vedalaştıktan sonra göl kenarına doğru
yürümeye başladım, karakolun yanından mimar sinan köprüsüne çıktım.
amacım köprünün ortasında bir sigara yakıp çekmece'nin ışıklarının
göldeki akislerini izlemek ve sonrasında istasyona gidip trene
binmekti. köprünün ortalarına doğru ilerlerken rüzgârın sesi, uzaktaki
e-5'in ve yere düşen yağmur damlalarının sesine karışıyor ve ruhumda
titreşimlere yol açıyordu. biraz ötemde köprünün duvarlarına yaslanmış
az sonra yapmayı planladığım şeyi yapan bir siluet gördüm. sigaranın
ateşiyle kısa bir süre aydınlanan çehre bir erkeğe ait olamayacak
kadar güzeldi, yaklaştıkça daha net anlamıştım, bu bir kadındı, 20'li
yaşlarının sonlarında veya 30'larının başında, diri vücutlu, elem ve
tütün kokan güzel bir esmer. bu saatte köprüde tek başına bir kadın
görmek beni şaşırtmıştı, hemen söze girdim,
-bu saatte burada böyle bir güzellik göreceğimi hiç tahmin etmezdim.
-bu güzelliği ilk kez gördüğüne göre buralarda yenisin genç adam.
-siz beni yanlış anladınız, güzellikten kastım sizsiniz.
-bana bak velet, ne yapmaya çalışıyorsun bilmiyorum ama bu ucuz
sözlerin hoşuma gitmedi bilesin.
-haha, sizin gibi paha biçilmez bir güzelliğin yanında sözlerim elbet
ucuz kaçacaktır mademoiselle. ben faysal.
adımı söyleyip elimi uzattım, yüzünde hınzır bir gülümseme belirdi ve
o da elini uzattı.
-kaç yaşındasın sen ceki çen? dedi.
-20, diye cevapladım
-ben 27 yaşındayım, bana kur yapman sence doğru mu?
-size kur yapmak gibi bir amaç gütmüyorum soylu hanımefendi, tek
amacım yalnızlığınıza ortak olmak.
-öyleyse yalnızlığıma evde ortak olmak ister misin?
-bundan memnuniyet duyarım.
-o hâlde gel benimle.
köprüden meydana doğru yürümeye başladık, cebinden anahtarlarını
çıkarıp kırmızı bir honda civic'in kapılarını açtı. birlikte yol
almaya başladık, menekşe'de karadeniz büfe'nin önünde durdu ve benden
bira almamı istedi. arabadan inip sekiz kutu bira aldım. yola devam
ettik, basınköy'e gelmiştik, evi havacılar sitesi'ndeydi.
üzerini değiştirmek için odasına gitti, ben de o sırada salonda
bulunan eşyalara göz gezdiriyordum. i̇kea'dan alınmış eşyalarla döşeli
tipik bir genç eviydi burası, belli ki yeni taşınmıştı, masanın
üzerinde yığılmış kâğıtlar dikkat çekiyordu. kısa süre sonra üzerinde
saten bir kombinezonla geri döndü, birbirimiz hakkında konuşuyorduk.
nerede okuduğum, ne zaman mezun olacağım, mezun olduktan sonra ne
yapmayı düşündüğüm, bir sevgilim olup olmadığı gibi klagib sorular
sordu. ben de benzer soruları ona sordum, civardaki bir kolejde
i̇ngilizce öğretmeni olduğunu söyledi, kredi kartı borçlarıyla başı
beladaydı ve köprüye intihar etmek için çıkmıştı. söylediğine göre
sıcak ve naif tavırlarım onu kendi 20 yaşına zütürmüştü ve böylece
intihardan vazgeçmişti. i̇nsanca duygularımla ona yaklaşmış olmam onun
dikkatini hayatın her şeye rağmen yaşanabilir olduğuna çekmişti.
mutluydum, genç bir kadının, bir öğretmenin hayatını kurtarmıştım.
i̇ki-üç saat ve dört bira sonra uykusunun geldiğini ve yatacağını
söyledi;
-ben yatıyorum, sabah erken kalkıp sınav kâğıtlarını okumam lâzım.
-ben gideyim öyleyse, bu güzel gece için çok teşekkür ederim.
-asıl ben sana teşekkür ederim ama bir yere gidemezsin, seni bırakmaya
niyetim yok, burada kal.
-peki öyleyse.
-yalnız senden bir ricam olacak, yanımda uyur musun?
-bilmem ki nasıl olur, daha önce hiç bir bayanla uyumadım.
-merak etme, ben sana öğretirim.
birlikte odasına geçtik, yatağa uzandı ve yanına gelmemi söyledi,
isteğini yerine getirdim. kendisi sırtı bana dönük olacak şekilde
uzandı, benim de yüzüm ona dönük şekilde uzanıp ona sarılmamı istedi.
söylediğine göre buna "kaşık pozisyonu" deniyordu. bana çok tuhaf
gelmişti. ağır yemeğin ve günün yorgunluğunun etkisiyle uykuya
yenilmeye hazırdım. "tatlı rüyalar" dedim, o ise beni kahreden cümleyi
söyledi;
-ne yani uyuyacak mısın? oysa arzularınla kabaran erkekliğini hissedebiliyorum.
beynimden vurulmuşa dönmüştüm. kalçalarının tenasül uzvuma
dokunmasıyla gayriihtiyarî kabaran erkekliğimi bir ciksual arayış
işareti olarak telakki etmişti. hemen yataktan fırlayıp ışığı açtım,
bir yandan pantolonumu giyiyor bir yandan da bağırıyordum;
-bu da ne demek şimdi? başka bir beklentin mi vardı yoksa? ben sana
dostça ve arkadaşça yaklaştım sen bana ne diyorsun?
-dostça ve arkadaşça mı? komik olma küçük çocuk, ne saçmalıyorsun sen?
kendimi aşağılanmış hissetmiştim, ağlıyordum. bir kadın ve bir erkeğin
arasında insanca duygularla beslenen bir sevginin olamayacağı bir kez
daha yüzüme vurulmuştu. issız sokaklarda kendime gelmeye çalışarak
yürürken şenlikköy'e gelmiştim. o kâbus gibi geceyi yalnız başıma
geçirmeme imkân yoktu, arkadaşım fehim'in florya'daki evine gidip
kapıyı çaldım. fehim gözlerime bakıp başımdan geçenleri anlamıştı, ben
hiçbir şey demeden "buyur gel, benim bahtsız kardeşim" dedi. fehim
"kardeşim" deyince fehim'e sarılıp ağlamaya başladım. o gece sabaha
kadar oturup dertleştik. i̇nsanın böyle dostlarının olması ne de güzel
bir şeydi, böyle dostlar varken bir kadından sevgi dilenmeye ne gerek
vardı