1. 1.
    +33 -2
    sık sık döver miydi?
    ben hatırlıyorum da pazar günü gelsin istemezdik. sabah kahvaltısı bir an önce geçsin isterdik. çünkü babamla her yemeğe oturduğumuzda hep kavga çıkardı. annemle sürekli kavga ederlerdi. bir çocuk bunları görmemeli. annesinin ağladığını, annesine vurulduğunu, hakaret edildiğini görmemeli. ve şimdi en çok nefret ettiğim şeyler nedir tahmin edebiliyor musunuz? tabiki pazar günleri ve sabah kahvaltıları. 6-7 yaşından beri ne sabah kahvaltısı yaparım, ne de pazar günlerim huzurlu geçer. içimde hep bir kaygı, bir tedirginlik vardır bu yüzden. ben bunu gördüm, -olursa- karım ve çocuklarıma bunları göstermeden doğru düzgün bir hayat yaşatıcam. çünkü kesinlikle bir çocuk annesiyle babasının kavgasını ne görmeli ne ayırmalı.
    artık sadece anam kaldı hayatta. o zorba, o gaddar, hepsinden önemlisi o annemi gözlerimizin önünde döven baba 45 yaşında göçtü gitti buralardan. ve biliyor musunuz ölümüyle belki de anamdan çok ben ve kardeşlerim rahatladık. çünkü artık annemin dayak yediğini görmeyecektik. artık anneme atılmak üzere ele geçirilen kül tablasını babamın elinden almayacaktık.

    bütün bu olan bitene rağmen babamın da göçüp gitmesiyle rahatlarız sandık. bu sefer de biricik annemin pgibolojik sorunları baş gösterdi. artık ne ona huzur var ne de bize. çünkü artık sürekli tedirgin yaşıyor. hastalığının teşhisi atipik pgiboz. yani ömrü boyunca yatıştırıcı ilaçlar kullanacak. sağda solda halisünasyonlar görecek. sık sık düşüncelere ya da bir yere dalacak.biz hep 20-22 yıllık fiyasko bir evliliğe, 2 kere çok zor durumda kalıp, artık dayanamayıp çocukları ve evi terketmeye.. üstüne baba evinde çocuklarının silüetlerini sağda solda görmeye, ve tabiki kafasına aldığı onca "koca" darbesine bağladık bunu.. bu kadıncağız çocukları için bunca şeyi göze alıp hayatını bizim için zehir zıkkım ettikten sonra aklıma tek şey geliyor. acaba biricik anamın bundan sonraki hayatını nasıl huzura erdiririm?
    bu sorunun cevabını gerçekten bilmiyorum ama bunun için çabalıyorum. insanın aslında tutunacak 2 dalı vardır. biri ana biri baba. baba dal bile değildi 45'inde göçtü. biricik anam 40 yaşında dul kaldı, yediği onda dayak, çektiği onca dert ise babamla beraber göçüp gitmedi. bambaşka bir durumda nüksetti.
    annemin kendiyle veya herhangi bir nesne ile konuştuğunu ilk gördüğümde olayın şokunu atlatamamıştım. daha sonra buna defalarca ben ve kardeşlerim şahit olduk. ve insan nasıl çaresi kalır, nasıl elinden bir şey gelmez orada anladık. gerçekten de elimizden hiç bişey gelmedi. annem kendi yarattığı dünyada yaşıyordu artık. gerçekle ayırdı ilaçlara bağlıydı. bir insan hayatında bi çok şeye ağlayabilir. ama sanırım en kötüsü de çaresizlikten ağlamak.. hem de hiç utanıp kızarmadan hüngür güngür ağlıyorsunuz. canınız, ciğeriniz tamamen farklı bir durumda acı çekiyor ve elinizden bir şey gelmiyor.. öylece izledim ve ağladım.. ağladım..
    erkek adam ağlar mı demeyin. bu gördüklerim ölümden beter. artık rüyalarımda kuşlar, böcekler veya binbir türlü macera değil; nice girdapların içinde boğulduğumu görüyorum.
    babama küfretsem, beddua etsem, mezarına gitmesem canı acır mı oralarda? hala anama yaptıklarını kendimce ödetebilir miyim? keşke

    biraz da babamın kendisinden bahsedeyim. 1980 darbesinden sonraki o karışıklıkta üniversite (o zamanki adıyla akademi) bitirmiş, dışarıdan baktığınızda bilgi deposu, yardımsever, art niyet gütmez ve oldukça zeki görünen bir adamdı. evimizdeki koskoca kütüphanedeki kitapların hemen hemen hepsini okuduğunu bizzat biliyorum. ama bir kafa ne kadar okusa da hep kumaşı bellidir. üniversite mezunu bir adam, ilkokul mezunu kendi halinde bir genç kızı ( biricik anamı) kendine eş olarak istiyor. annemin ailesi ise üniversite mezunu bir eş buldukları için seviniyorlar.
    babam çok bilinen bir dokuma fabrikasında uzun yıllar muhasebe müdürlüğü yapmış biridir. basiretsiz evliliklerinin 10-15. yıllarında babam tip 1 şeker hastalığıyla tanışıyor. bu hastalığı bilen bilir. uzun süre yemek yenmediğinde kandaki şeker düşüyor komaya giriyor (hipoglisemi), yediğinden daha fazla insülin enjekte ederse yine komaya giriyor. koma durumu dediğim direk bilinçsizlik hali. dili dönmüyor, ayakta duramıyor, kendi başına hiç bir şey yapamıyor ve elini kolunu sallayıp sara nöbetine benzer bir duruma giriyor. yani müdahale edilmezse kesin ölüm. şekeri çok yükselirse bu sefer halsizlik baş gösteriyor ve yine kendi başına bir iş yapamıyor fakat şekerin yükselmesi bu durumda insülin ile kontrol altında.
    gel gelelim bu hastalığın ailemizi nasıl tuhaf bir duruma düşürdüğüne..
    babam şeker seviyesini pek kontrol etmezdi. yani şekeri sık sık düşerdi. şekerinin sık sık düştüğünü geceleri korku ve tedirginlikle bölünen uykularımızdan biliyorum. bir çocuğun güvendiği, sırtını dayadığı adamın çaresiz çırpınışlarını izliyorsunuz. ve bilin bakalım yine yardımına koşan kim? tabiki bi tanecik annem. daha sabah kahvaltısında acımadan kafasına vurduğu, hızını alamazsa kül tablası fırlattığı anam, akşam kocasının düşen şekerini yükseltmeye çalışıyor.. suyu ısıtıyor, yüklüce toz şeker'i içinde karıştırıp eritiyor ve sık sık dayak yediği kocasının hayatını kurtarıyor. ve inanın, kardeşlerim ve ben korkudan tir tir titrerken, o bilinçsizce elini kolunu kafasını duvarlara vuran adamın yanına sadece annem gidebiliyor.

    daha sonra babamın başına tüberkiloz geliyor. çok fazla sigara içmekten ciğerin biri iflas ediyor ve tek ciğeri alınıyor. o saatten sonra tek ciğer ve şeker hastalığıyla boğuşma başlıyor.
    tek ciğeri alındıktan sonra zaten 3 sene yaşayabiliyor. bütün bu olanların içinde hepimizi yerle bir eden bir olay daha oluyor. babam ölümünden önceki hafta git gide kötüleşiyor. nefesi yetmez hale geliyor. o halde sık sık şekeri düşüyor fakat bu sefer bilinçli bir halde.. yine o durumlardan birinde hepimizi yanına çağırıyor ve hepimizden helallik istiyor. ben ve kardeşlerim ağlamaktan resmen helak olmuş bir vaziyette helal ediyoruz haklarımızı. daha sonra sıra anneme geliyor. benim biricik annem de hiç gık demeden helal ediyor hakkını. sıra babama geliyor ve diyor ki " hakkımı hepinize helal ediyorum ama sana helal etmiyorum kadın!" hakkını, onca eziyete rağmen hayatını defalarca of demeden kurtaran anama helal etmiyor.. daha sonra o şekilde 1 hafta daha yaşıyor ve bir akşam bizi yanına çağırıyor ve anneme dönüp diyor ki "sana hakkımı helal etmedim ama helal ediyorum. sende ne kadar hakkım varsa helal olsun" diyor. o akşamı sabaha bağlayan gece ise babamın şekeri tekrar düştü, hepimiz kalkıp yardım ettik babama. ama tam sabah ezanları okunurken son nefesini onu uyandırmak için, son bir nefes daha almasını sağlamak için onu sarsarken kollarımda verdi. bir insanın içinden bir şey nasıl kopuyormuş işte o sabah anladım.

    Şu babam zaten bir babalığı, bir de kocalığı beceremedi.. canımızı, ciğerimizi yakmaktan başka bir şey yapmadı babam.

    edit: bu yazılanlar yalan değildir ve hatta eksiği vardır.
    ···
   tümünü göster