1. 1.
    +6 -1
    kim çocukluğunda ne yaşadı bilinmez fakat ölüm korkusunun olmadığı yıllar çocukluğumuzda kaldı..

    yaşamaktan, korkusuz ve acının sadece bedenlerimizdeki yara kabuklarından ibaret olduğunun verdiği huzuru yaşamın şu dönemlerinde alamıyor olmamızın tek sebebi ehlileştirilmiş koyunlar olmamızdır, en can alıcı sebebini ise en son söyleyeceğim..

    sevginin ilk örneği aklımızın erdiği yaşta bizi ehlileştirmezdi, sokaklarda, dağda, bayırda terden sırılsıklam olmuş elbiselerimiz bizi en fazla 3 gün sokaklardan alıkoyabilirdi ama buna da müsade yoktu.. kapıdan içeriği girdiğiniz an, annelerimiz sırtımızı kontrol eder uygunsa hemen atlet değiştirilir yok değilse etinle elbisenin arasına hemen bir el-yüz havlusu yerleştirildi.. bu bizi o zamanların yapısıyla ölümsüz kılardı ki ölüm kelimesi henüz o yaşlarda keşfedilmiş bir olgu değildi..

    küçük bigibletli çocuklar, önde vitesli bigibletleriyle giden lider insanların peşinde yetişmek için çaresiz çabanın ürünüydü.. biz onlara yetişmek için kamyonetin arkasından tutunup hızını artırmaya çalışan varsa bigibletlerinin arka sepetine sımsıkı sarılan ölümü göz ardı eden ufak binlerdik ölüm olgusunu henüz bilmiyorduk..

    hocamızın tekme tokat dövdüğü arkadaşımızın yüzünü güldürmek için bu bir intikam değildir emin olabilirsiniz.. gecenin bir yarısı bir araya gelip arabasının camlarını kırıp lastiklerini şişleyen çiviyle arabasını arka tampondan ön tampona kadar -nasıl karatahtanın önünde tebeşir tutmayı öğrettiyse bize- tebeşiri kenara atıp çiviyi yazı aleti olarak kullanmanın en güzel sınavını, kendi malı üzerinde veren çocuk insanlardık.. polis ne demekti o zamanlar ya da ceza hiç birimiz anldıbını bilmezdik ölümse çok uzak.. yediğimiz dayak bizi güldürmekten başka nasıl etkileyebilirdi ki?

    bazı insanların parası vardır bazı insanların yoktur.. çok önemli değildi sanırım o yıllarda çoktan bir simit yiyebileceğim param olurdu cebimde.. çokta önemli değildi yemek ama yiyemeyen arkadaşların varsa sistem ilk kez karşına çıkardı.. çalmak dediler birileri getirdi her tarafa şekerli tuzlu güzel yiyecekler doldurdu adı kantin oldu parası olanın her tenefüs uğrayabileceği olmayanın ise alt kata inip boş bakınacağı tenefüsünden çalınan kayıp zamanlar toplamı.. ama korku ve disiplin bunları anlamı bilinmiyordu o zamanlar. açlık hissediliyordu garibanın gözünden.. sonra kantinin önüne yığılırdık hepimiz, şimdi ki gibi kafeslerde değildi yemekler elini uzatıp alırdın ve öderdin... ama biz çaldığımız simitlerin parasını hiç bir zaman ödemedik. çocukken bilinmezdi ama çaldığımız simit başına feleğin çemberinden geçerdik.. hamurdan şişmiş karınlarımız ufak göbeklerimizi birbirimize gösterirdik gülerdik.. yiyeceğimiz dayak bizi güldürürdü yakalanırsak. gerisini zaten bilmezdik.

    zenginlerin kullandıkları deodorant şişelerini toplardık, çoğu zaman torpilimiz olmazdı.. sanayiye gider lastik toplardık.. en ses getiren eylemlerimiz yanmış lastiğin içine yerleştirdiğimiz şişelerin patlaması olurdu.. üç torpil aldıysak bir tanesi kesinlikle patlamazdı ve yaşadığımız en büyük gerilim acaba fitilimi söndü diyerek torpile doğru usul usul attığımız adımlardan ibaretti.. torpili yakıp apartmanın içine koyduktan sonra zillere basmanın, koşarak uzaklaşırken arkada kalan yavaşı: hadi olum bekliyoruz kaçmıyoruz gel diyerek sakinleştirmenin bedeli pahabiçilemezdi...

    herkesin topu olurdu ama ayrıca mahallenin kendi topu olurdu.. her gece birisinin evinde kalırdı o top.. genelde bir gün sonra mahallede oynamaya çıkacağı kesin olan çocuğa bırakılırdı.. onun parasını kimse vermemiştir o toplar genelde mahalleye, bilmediğiniz bir yoldan geçerken salakların unutup bıraktığı bahçedeki veya yol üstündeki, sanki oradan geçerken ayağına takılmışta oynuyormuş edasıyla yer değiştiren toplardı.. belli bir yere kadar dikkat çekmemek için yuvarlanan bir yerden sonra koltuğunun altına alıp deli dana gibi koşarak mahalleliye armağan edilen komunun malı.. o zaman kahraman olursunuz işte çünkü bu işi yalnız başarmışsınızdır.. hikaye tabii ki köpeklerin ve yağan kurşunların arasından geçilerek çalınmış gibi abartılarak anlatılır..

    araba taşlamak, bahçelere dalmak, mahalle maçı yapar gibi diğer mahallere gidip kavga etmek, birisinin kafasının yarılana kadar süren taş savaşları yapmak, çöp konteynerlerini devirmek, ilk büyük bigibleti alındığında ebeveynleri tarafından çizilen sınırlarını dışına çıkmak, açık pencerelerden içeri yumurta atmak, kimlerin dövüşeceğine karar verip onlar tekme tokat birbirine girmişken kenardan karışmadan delikanlı, yiğit gibi seyredenlerin olduğu bir çocukluk.. camiye gidip ayakkabıların yerlerini değiştirmek, tespih boncuklarını en arkadan cemaatin kafasına fırlatmak..

    sonra büyüdük maddi zevkler gözümüzde o kadar yer edindi ki ölümü düşünmeye başladık her adımımızı tedbirler eşliğinde atar olduk.. gereksiz kaygılar, hırslar sardı etrafımızı.. ölümün bilinmediği fakat ölümüne yaşanılan yıllar zevk olarak kaldı hatıralarda..
    ölümün gerçekliğini kabul ettik bilmeden de ölecektik fakat bu duygu insanların içindeki anarşist ruhu yok etti.. şimdi kim maaşından, elinde olan arabadan, evden vazgeçer ne zamanki insanlar güzel eşyalarını misafir oldukları eve almaya başladılar işte insanlık ve anarşi o zaman öldü..

    en imanlı en emekçi en anarşist yıllarım çocukluğuma özlemimdir bu yazı
    ···
   tümünü göster