1. 451.
    +3
    Genel olarak olaydan bahsetmek gerekirse, film bir çocuğun ferre izlemesiyle başlıyor. işin trajikomik yanı ise babasının odaya girmesiyle ortaya çıkıyor. Çünkü çocuk babasının bir zamanlar içinde bulunduğu bir ferreyu izlemektedir. Baba, ferre sektöründen emekli fakat parası her geçen gün daha da azalan ama bunun yanında eski pişmanlıklarını unutmuş, ailesine bağlı biridir. Anne, eşini tüm ayıplarına ya da günahlarına göz yumarak kabullenmiş, aklı başında güzel bir bayandır. Baba karakterinin kardeşi ise polisliği meslek edinmiş bir kişidir. Anne karakterinin değişiyle kendisi kötü polis yerine pislik bir ferre yıldızını seçmiştir.
    Ailenin çocuğu ise ergenlik kavrdıbının daha çok başlarında, kendi vücudunu keşfe çıkmış bir küçüktür.
    Olay eski işinden garip bir teklif gelmesiyle başlar. Ucunda kaçırılmayacak, tepilmeyecek miktarda para vardır ve baba karakterinin yapması gereken kameraların önünde soyunmak ve düzmektir. Aynı yıllar önce yaptığı gibi. Tabii sadece bu onun düşünceleridir. Çünkü sırf “doğal” görünmesi için asıl konunun ne olduğu söylenmemiştir.
    Garip yer seçimlerinden, çelik yelek giymiş korumalardan ve sahneler çekilirken çocukların gözü önünde eylemlerini gerçekleştirdikten sonra işini yapamayacağını kavrar ve istifasını vermek için kendini yönetmen olarak tanıtmış, ferreyu bir sanat dalı olarak gören ve zamanında çocuk programları yaparak ünlenmiş eski çocuk pgibologunun yanına gider. işte tam bu esnada belki de yeni bir ferre kategorisi ortaya çıkmış olabilir. Yeni doğan ferresi olarak adlandırılan bir çeşit sapkınlıklar bütünü içeren video izlendiğinde, aslında filmin bu kısmına kadar hiçbir vahşet görüntüsü, hiçbir iğrençlik ya da rahatsız edici unsur görülmediği fark edilir. Bu karelerden sonra filmin dozu hızlanarak ağırlaşır.
    Peki, filmde asıl anlatılmak istenilen nedir? Bu sorunun cevabı basit bir şekilde, ferre, vahşet, kötülük, kan, nefret, çirkinlik kelimelerinden birkaçı mıdır, yoksa hepsi birden midir?
    Filmin senaristlerinden Aleksandar Radivojevic, anlatılmak istenilenin aslında bunların hiçbiri olduğunu söylüyor. Yapılan söyleşiler sonucunda ise asıl anlatılmak istenilenin Sırbistan’ın tam da kendisi olduğu ortaya çıkıyor.

    Baba karakteri bir Sırp, yönetmen olarak tanıtılan ve bir anda tüm umutların kendisine bağlanmasını sağlayan ve insanı doğarken, yaşarken ve hatta ölürken bile düzen kişi ise devlet. Filmde bu düzme şekilleri ve zamanları bir bir anlatılıyor. Üstelik bu sadece bir abartma olarak gösteriliyor. Sırbistan’ın son on beş-yirmi senesinin ne halde ilerlediğini ağza alan senarist ve yönetmen “Sırbistan’da doğduğunuz an düzülürsünüz, yaşarken her an düzülürsünüz. Ölürsünüz, o zaman bile rahat bırakmazlar, bir müddet daha düzülürsünüz.” diyerek gerçeği ne derecede beyaz perdeye yansıttıklarını da açıklamış oluyorlar. Sansüre karşı atılan sol kroşe de diyebilirz.
    Yani “ciks satar” bakışından biraz olsun uzaklaşmamıza sebep olan bu açıklamalarla filmin amacı anlaşılır gibi oluyor. Fakat şunu da belirtmekte fayda var. Filmin şiddeti Oldboy’la kıyaslanmış, Irriversible, Requim for a Dream gibi insanın altyapısını mahveden filmlerdeki tüm sinir bozucu sahneleri alın yine de Srpski Film kadar etmez denmiş, bu yorumların hiçbirine katılmıyorum. Bunu filmi yermek için demiyorum. Çünkü filmin yönetmen, konu ya da oyunculuk açısından fazla bir yeteneğe de gereksinim duyduğunu düşünmüyorum. Olması gerektiği ölçüde film kendi başına bir sanat eseri. Fakat diğer filmlerle kıyaslama mevzusuna el atarsak, bahsi geçen filmler gerek konuyu anlatma biçimleri olsun, gerekse anlattıkları konular olsun başlı başına aşmış filmler. Filmden eğer, kanlı sahneleri ya da en basiti bilmeden yapılan içest ilişki sahnesini çıkarın kesinlikle Gaspar Noe’nin filmi Irriversible’ın eline su dökemez. Bana kalırsa bu haliyle de dökemiyor ya hadi neyse. Çünkü Noe, kan kullanmadan, istismar belirtisi göstermeden de insanı iğrendirebiliyor, sinir edebiliyor, rahatsız edebiliyor. Filmi izlerkenki en iğrenilen yer kesinlikle kegib baş görmek falan değil, en belirgin sahne babanın oğluna tecavüz etmesidir. Duygu istismarı olduğu içinde insanda acıma, kızma, sinirlenme, iğrenme duyguları hareketlenir. Yani tam da yönetmenin çekmek istediği “doğallık”ta bir film meydana gelir. insanlar bunlara para yatırırlar, izlerken korkarlar, suç işlemiş gibi hissederler. Hele hele son sahnedeki akıllara kazınan “küçük olandan başla” repliği ise belki kudurmanıza bile sebebiyet verebilir.
    Yani kendi kulvarında mükemmel bir film diyebiliriz. En azından anlatmak istediğini korkusuzca işleve dökebilmiş, yaptığı eylemden de utanç duymamış, eleştirebilmiş. Onun haricinde fazla da bir şey yok.
    SXSW 2010’da gösterilen film hakkında bir izleyicinin yorumu şu olmuş: “izlerken bir anda polisin içeri girip hepimizi tutuklayacağını düşündüm.” Açıkçası o kadar değil. Filmde bolca tecavüz sahnesi olduğu için ekranın orasından burasından çıkan erekte olmuş penis başı görebilirsiniz. Hatta ve hatta bir sahnede (baba karakteri olanları görmüş ve tüm sinirini beyninde toplamıştır. Sağ eli ise beyniyle penisi arasındaki köprüdür zaten) parçalanmış göz yuvasına sokulan penis gördüğünüzde gülebilirsiniz de.
    Sözün özü yetişkin filmidir, küçüklerle izlenmemelidir. Çok korkunç değildir, fışkıran kana dayanabiliyorsanız mısırınızı alın elinize seyredin. Muhtemelen içerdiği sahnelerden dolayı “underground” olarak kalacaktır. Bu yüzden izlediğinizde kendinizi bir hoş hissedebilirsiniz.
    Bunların haricinde epik-sapkın duyguların istismarını keşfetmek, sansüre atılan yumruğu izlemek, gerilmek, sinir olmak, nefret etmek için güzel bir tercih. Son olarak da akıllara şu soru geliyor: Çocuk karakterlere ne oldu? Sağlık problemleri başladı mı?
    Rahatsız kanlı seyirler efendim.
    Tümünü Göster
    ···
   tümünü göster