• 1 / 1 / 83 entry
  • 17 başlık
  • 335.46 incipuan

haydarisosluhiyar "imçiçi uyur mu aq ??"

  • 0
    johny sins türkiyede köy hayatına başladı
    Ahahahha
    ···
  • 0
    lame duck
    Herkese selam değerli pampalarım bugün size Emin Çölaşanın bir yazısını paylaşmak istedim...
    Sevgili okurlarım, son söyleyeceğimi şimdi ilk cümlede söylüyorum.
    Pazar günkü oylama iktidar, Tayyip Erdoğan ve Devlet Bahçeli açısından yenilgi olmuş, onları hüsrana uğratmıştır.
    14 Nisan 2017 tarihli yazımda özetle şöyle demiştim:
    “Böylesine eşit olmayan koşullarda, milletin beyninin böylesine propaganda yöntemleriyle yıkandığı bir ortamda normalde şöyle bir sonuç gerekir:
    Evet yüzde 80 hayır yüzde 20.
    Oysa durum öyle değil. Hayır oylarının daha yüksek olduğu görülüyor ve bu durum iktidarda inanılmaz bir panik ve korkuya neden oluyor.
    Bu korkuyu özellikle Erdoğan, Binali Yıldırım ve onların destekçisi Devlet Bahçeli yaşıyor.
    Varsayalım Pazar günü sandıktan yüzde 60 evet, yüzde 40 hayır oyu çıktı ve bir hilkat garibesi olan bu yeni anayasa kabul edildi.
    Böyle bir sonuç bu üçlünün zaferi değil, açıkça yenilgisi olacaktır.
    Sen devletin ve milletin bütün parasını, kamu kurumlarıyla birlikte personelini, camileri, yandaş medyayı, yandaş kuruluşlar ve akla gelen her şeyi bütün gücünle kampanyada kullanacaksın, sonsuz paralar harcayacaksın, topluma her türlü baskıyı yapıp korkutacaksın, evet demeyenleri terörist olmakla suçlayacaksın ve sonuçta (yine varsayalım) yüzde 60 evet oyu alacaksın!
    Evet, böyle bir durum iktidar açısından kesin bir yenilgi olacaktır.”
    Biz yüzde 60 evet' i bile yenilgi nedeni olarak görürken, sandıktan çıka çıka yüzde 51.4 çıktı!
    Pazar gecesi sonuç belli olduktan sonra gerek dünya liderimizin, gerekse onun başbakanının yüzünden düşen bin parçaydı.
    Âdet yerini bulsun diye kısacık konuşmalar yapmakla (danışmanları tarafından hazırlanan yazılı metinleri okumakla) yetindiler.
    Ankara, İstanbul gibi büyük kentler dahil çeşitli illerimiz ellerinden uçup gitmiş,
    onlara da havayı yumuşatmak, seçmenlerine karşı kendilerini affettirmeye çalışmak düşmüştü.
    Oysa bu sadece yüzde 51.4 sonrasında bile yandaş gazetelerin dünkü manşetleri bir ibret belgesiydi:
    ‐“AK Parti zafer kazandı. Başardık.”
    ‐“Milletin zaferi. Milletimiz dik durdu, Türkiye kazandı.”
    ‐“Zoru başardık. Anadolu ihtilali.” ‐“Millet yönetime el koydu.” ‐“Başkan Erdoğan. Milletin zaferi.” ‐“Erdoğan'ın zaferi.”
    ‐“Türkiye evet dedi. Halk ihtilali.”
    • **
    Yenilgilerini unutturmak ve dikkatleri başka yöne çekmek amacıyla bir gecede getirdikleri şu kavramlara bakınız!
    Zafer!..
    Anadolu ihtilali!..
    Halk ihtilali!..
    Yönetime milletin el koyması!..
    Allah bizi korumuş!..
    Ya evet oyları yüzde 51 değil de yüzde 60, yüzde 70 falan olsaydı ne yapardık! Vallahi halimiz haraptı...
    Demek ki hep beraber, kaçacak delik aramak zorunda kalırdık!
    Şimdi gelelim yazının başlığındaki topal ördek deyimine...
    Dilimize İngilizce'den giren, hakaret içermeyen bir deyimdir. (Lame duck.)
    Yara almış, yıpranmış, görevinde başarısız olmuş, saygınlığını yitirmiş, yetkileri kısıtlanan ve bu yüzden görev döneminin sonuna yaklaşmakta olan siyasetçiler ve üst düzey bürokratlar için kullanılır.
    Tam olmasa bile Türkçe'deki çoluk çocuğun maskarası olmak, ya da yanağından makas alınmak gibi bir şeydir.
    Kampanya öncesinde devletin ve milletin maddi ve manevi olanaklarını dibine kadar kullandılar.
    Altlarında devlet uçakları, lüks makam araçları, emirlerinde valiler, kaymakamlar ve tüm bürokrat kadrosu vardı.
    Mitinglerine kamu personelini emirnamelerle taşıdılar.
    Medyayı satın aldılar, siyaseti camilerde, okullarda yaptılar.
    Milleti kızıştırıp böldüler, neredeyse birbirine düşman ettiler.
    Buna karşın İstanbul ve Ankara başta olmak üzere Antalya, Balıkesir, Uşak, Denizli, Bilecik, Manisa gibi nice illerde oy çoğunluğunu yitirdiler.
    Şimdi tamamen tarafsız bir gözle bakıldığında, karşımızdaki manzara şudur: İktidar ve Devlet Bahçeli, bu oylama sonucunda “Topal ördek” olmuştur. Oylamayı kıl payı kazandılar, eyvallah!
    (Yapıldığı iddia edilen seçim hilelerini ve sandıklarda döndürülen dümenleri daha sonra nasıl olsa tartışacağız.)
    Bu halk oylamasında sandıktan çıkan sonuç, kim ne derse desin Recep Tayyip‐AKP‐Bahçeli üçlüsü açısından hüsrandır, yenilgidir.
    Bunca tantanaya karşı alabildikleri oy oranı sadece yüzde 51,4 olmuştur. Özellikle MHP tabanının yurtsever ülkücüleri genel başkanlarını takmamıştır.
    Sadece bu kadarı bile her üçüne kapak olsun!
    ···
  • 0
    örümceğin üzerine sıçtım
    ben ben ben
    ···
  • +1
    örümceğin üzerine sıçtım
    (bkz: huur evladı üstüme sıçtı)
    ···
  • +2
    huur evladı üstüme sıçtı
    Panpalar az önce başıma geldi bu olay
    Liseli binin teki geldi benim parkur yaptığım klozete oturdu başladı çatur çutur sıçmaya. Ben de taklardan kaçıyım derken suya düştüm. Sonra bu huur evladı gitti sifonu çekti. Fakat ben çok üstün örümcek yeteneklerim sayesinde kurtuldum bu mal da gittim sanıyo. Dedim bu huur evladından intikam almalıyım attım zütüne ağı tam ıstırcam farketti huur evladı ve atik bir hareketle sifona bastı. Şuan hayvan hakları derneğınden yazıyorum yarın nezarete alcaklar. Bi de bana ayar verdiğini sanıyo bin.
    Adetten olsun bu da böyle taklu bir anımdır.
    Özet: Üstüme sıçanın bacaaana sıçtım.
    ···
  • 0
    uludağa çıktım karı izliyorumm
    uludağ'da karı izliyorum karı,
    donu yeni çözülmüş karı!
    bir elimde köpüklü biram,
    ya rakım nerde?
    herkesin skisi var, kayıyor.
    benim skim kırık,
    adım orhan veli kanık...
    ···
  • +3
    fethi abim
    Bazen okula oğlunu almaya gelirdi şanlı üniformasıyla.
    ···
  • 0
    poptip tüm şekerlerden üstündür
    Hapçı sanardık kendimizi.
    ···
  • 0
    ya o sizin babanız olsaydı
    Beyler yarın için okul iptal oldu, cenazeye gideceğiz.
    ···
  • 0
    kahraman türk polisi fethi sekin
    Panpa oğlu bugün öğretmenler odasına geldi, devamı şurda (bkz: ya o sizin babanız olsaydı)
    ···
  • 0
    ya o sizin babanız olsaydı
    Keşke uydursam.
    ···
  • 0
    ya o sizin babanız olsaydı
    Hayır beyler uydurmuyorum.
    ···
  • +9
    ya o sizin babanız olsaydı
    Vurulma anı: https://youtu.be/MejnorNf-jk
    Üst edit: Beyler prim falan değil, bugün başıma geldi.
    Beyler, çok kötüyüm bugün izmir’de olan patlamayı hepiniz duymuşsunuzdur. O patlama benim evin çok yakınında oldu. Ben o sırada öğretmenler odasında kahvemi içip sınavları okuyordum, birdenbire 11-12 yaşlarında bir çocuk geldi ve endişeli bir ifadeyle “babama ulaşamıyorum öğretmenim siz arar mısınız? “diye sordu. Ben de kabul ettim ve aradım. 5. arayışımda başka bir polis memuru açtı ve çocuğun babası KAHRAMAN POLiS MEMURU FETHi SEKiN’in şehit olduğunu öğrendim. O anda odadaki herkes sessiz ve çaresizdi, kimse çocuğa bir şey söyleyemedi ama yaşlı gözlerimiz her şeyi anlatmaya yetti. Birkaç dakika sarılıp ağlaştıktan sonra o konuştuğumuz polisin eşi gelip çocuğu aldı. Beyler hala çok kötüyüm, o çocuğun suçu neydi? Ya o sizin babanız olsaydı?
    ···
  • +2
    aç gözünü seyret tekrarı yokbunun
    Ne güzel günlerdi be panpalar...
    Aç gözünü seyret tekrarı yok bunun
    işimiz muhabbet efkarı yok bunun
    Arada bir dilimiz sürcer ise affola
    Susmasını biliriz de kemiği yok bunun

    Olacak, olacak, olacak o kadar
    Olacak, olacak, olacak o kadar

    Niyetimiz kimseyi kırmak değildir
    Şuradakini buraya koymak değildir
    Arada bir zülfü yare dokunduk
    Tam yerine rast geldi manzara koyduk

    Olacak, olacak, olacak o kadar
    Olacak, olacak, olacak o kadar

    Niyetimiz kimseyi kırmak değildir
    Şuradakini buraya koymak değildir
    Arada bir zülfü yare dokunduk
    Tam yerine rast geldi manzara koyduk

    Olacak, olacak, olacak o kadar
    Olacak, olacak, olacak o kadar
    ···
  • +2 -1
    haşhaşiler kimlerdir
    Kimdir bu Haşhaşiler?
    Aslında Haşhaşiyun’dur. insanlık tarihinin en gizemli adamı Hasan Sabbah tarafından 11’inci yüzyılda kurulan, siyasi-askeri figürlere yönelik suikastlarıyla devlet yönetimlerini dizayn etmeye çalışan tarikat... Bugünkü iran, Irak ve Suriye topraklarında yaygındı, Büyük Selçuklu’nun en güçlü döneminde, ortaçağ islam coğrafyasının belirleyici faktörlerinden biriydi.

    Rivayet o ki... Hasan Sabbah’ın fedaisi olarak seçilen kişiye haşhaş veriliyor, mayıştırılıyor, uyutuluyordu. Fedai, gözlerini cennet’te açıyordu. Rengârenk bitkiler, cıvıl cıvıl kuşlar, mis gibi kokular ve sarışın esmer kumral, şahane huriler... Fedai istediği kızla beraber oluyor, aklı başından gidiyor, sonra yine haşhaş verilerek uyutuluyordu. Bu defa gözlerini odasında açıyor ve henüz yaşarken cennete gidip geldiğini düşünüyordu; Hasan Sabbah cennetin kapılarını açan adamdı. Böylece... Fedailer yeniden cennete gitmek için yanıp tutuşuyor, bağımlısı haline geldikleri haşhaş’ın etkisiyle gözünü budaktan sakınmıyor, Hasan Sabbah’ın suikast emirlerini yerine getiriyordu. Ve, o sahte cennet elbette, efsane Alamut kalesinin
    arka bahçesinden başka
    bir yer değildi.

    Nesilden nesile abartılarak, bire bin katılarak aktarılan, muhtemelen palavralarla dolu bu esrarengiz öykülerde, tek gerçek vardı, suikast... Haşhaşiyun kelimesi, döndü dolaştı, başta ingilizce, hemen tüm Batı lisanlarında “assassin” yani “suikastçı” halini aldı.

    Tayyip Erdoğan çıktı, cemaat’i işte bunlara benzetti.

    Cemaat haşhaşi olunca, Başbakanımız da Büyük Selçuklu Sultanı oluyor tabii.

    Peki, Büyük Selçuklu Devleti, bu haşhaşilerle nasıl mücadele etmişti?

    Cavlakiler’le...

    Alamut kalesini düşüremeyince, fedailerle başa çıkamayınca, örgütün karşısına örgüt koyalım dediler, haşhaşilerin karşısına cavlakileri diktiler. Cavlakiye tarikatı, siyasi güç için dini alet etmekte sakınca görmeyen, bu uğurda suç işlemekten çekinmeyen, tehlikeli bir örgüttü. Saçı, sakalı, bıyığı, hatta kaşlarını bile kazıyan, vücutta-kafada tek kıl-tüy bırakmayan müritlerden oluşuyordu. Bu tarikat da, Türkçeye kelime kazandırdı. “Cascavlak” kelimesinin kökeni, bu arkadaşlardı.

    E şimdi bakıyoruz...
    Bi tarafta savcı-polis.
    Öbür tarafta, ayakkabı kutuları, yatak odasında para sayma makinesi, 700 bin dolarlık avanta kol saati, hapisteki herifin uçağıyla umre seyahati, vakıfçı oğlan, rüşvetçi enişte, çantacı bacanak, sırf parkesi bile 350 bin dolarlık villalar.

    Vaziyet hakikaten...
    “Cascavlak” yani!
    ···
  • +2
    vatani hizmet para doksu
    Milli futbolculara yenilmesinler diye 3 milyon lira prim verdiler, gene olmadı...
    Halbuki, bu iş parayla olsaydı, Suudi Arabistan’ın devamlı dünya kupasını kazanması gerekirdi. Çünkü, para’yla olmuyor, ruh’la oluyor. Ve zannettiğiniz gibi ayak’la da oynanmıyor aslında, yürek’le oynanıyor.


    ismail Temiz.

    Bordo bereliydi.

    Bingöl’de mayına bastı.

    Sol bacağı dizden gitti.

    Ali Budak.

    Şırnak’ta mayına bastı.

    Sağ bacağı dizden gitti.

    Nurettin Balkaya.

    Şırnak’ta mayına bastı.

    Sol bacağı yok.

    Mehmet Mutlu Kalak.

    O da gazi.


    Fatih Karakuş, yüksek gerilim hattına dokundu, sol kolu yok. Selim Karadağ, doğuştan sağ kolu yok. Furkan Arslan, kıyma makinesine kaptırdı, sağ dirsekten itibaren yok. Rahmi Özcan, sağ bacağı doğuştan 30 santim kısaydı, 12 defa ameliyat oldu, neticede dizden kestiler. Barış Telli, henüz dört yaşındayken trafik kazası, sağ bacağı gitti. Fatih Şentürk, motogiblet merakı, sol bacağı gitti. Şeyhmus Erdinç, Feyyaz Gözaçık, Serkan Dereli, doğuştan birer bacakları yok.
    Osman Çakmak...


    Kara kış, sabahın beş’i, Besta Vadisi’ni yoğun sis kaplamıştı, göz gözü görmüyordu, üstüne bardaktan boşanırcasına sağanak başladı, termal kameralar çalışmıyordu, mayına bastı, sol bacağı diz altından koptu, Şırnak, Diyarbakır, oradan Gata’ya zütürdüler, ameliyat üstüne ameliyat, 10 sene kardeşim, 10 sene sürdü tedavisi... Bi gün, dönemin Genelkurmay Başkanı Yaşar Büyükanıt geldi rehabilitasyon merkezine, gazilerle sohbet ediyordu. Osman öne çıkıp, komutanım ben iyileştim, gene bölgeye gitmek istiyorum deyince, ilk kez orada duydu... “Vatana hizmet, illa vuruşarak olmaz, vatana hizmete devam etmek istiyorsan, futbol oyna oğlum, ay yıldızlı formayı o şekilde taşı” dedi komutan.


    Evet, Türkiye’nin Ampute Milli Futbol Takımı bu...

    Ve, Dünya Kupası’nda üçüncü oldular!


    Hem de ne zaman oldular biliyor musunuz? Üç gün önce... “Eli ayağı tutanlar”ın Romanya’yla Macaristan’a yenildikleri, geçen hafta sonunda oldular. Rusya’da düzenlendi 2012 Ampute Dünya Kupası... Ampute futbolda seri başı kabul edilen, ingiltere, Japonya, Gana, Ukrayna, Polonya gibi 12 ülke katıldı. Yarı finalde Rusya’ya yenildik, üçüncülük maçında Arjantin’i devirdik.


    Macaristan rezaletinden bir gece önce, pazartesi akşamı, Atatürk Havalimanı’na indiler. Sanıyorlardı ki, yabancı futbolcuları karşılayıp omuzlara almak için yarışan vatandaşlarımız orada olacak, çiçekler verilecek, Türkiye sizinle gurur duyuyor diye tezahürat yapılacak, alkışlanacak. Kimse yoktu... Ne Futbol Federasyonu, ne Bedensel Engelliler Federasyonu, ne bir siyasi parti temsilcisi, ne de vatandaş... Hiç kimse yoktu. Allah’tan hostesler filan çırpındı, o sırada seyahat için uçak bekleyen Müslüm Gürses’i yakalayıp getirdiler, Müslüm Baba memleket adına hepsini tek tek tebrik etti, hatıra fotoğrafı çektirdi.


    Sordum, Başbakan veya Spor Bakanı telefon etti mi diye, yok... Şeytan diyor, Alex’e tweet at, bu çocuklar göğsümüzü kabarttı diye, adım gibi eminim, hiç olmazsa Alex telefon ederdi.


    Milli futbolculara 3 milyon lira prim verdiler, gene olmadı. Ampute milli takımına, dünya kupası’na gitmeden önce kamp için 250’şer lira harcırah vereceklerdi güya... O bile hesaplarına yatmadı hâlâ!
    ···
  • +1
    bitmeli artık ama üzgünüm bitmeyecek
    Zamanla geçer dedi
    ···
  • +2 -1
    bitmeli artık ama üzgünüm bitmeyecek
    Gerçekçi olmalıyız.
    Samimi olmalıyız.
    Yoksa bu terör belası bizi bölecek.
    Yaşadığım olayı anlatmalıyım:
    Robert A. Peck adını hiç duydunuz mu?
    Amerikalı diplomattı. Dışişlerine girmeden önce Amerikan Ordusu'nda görev yaptı.
    Muhtemelen ‐eşi gibi‐ CIA görevlisiydi.
    “Diplomat” kimliğiyle Moskova'da bulundu.
    Kıbrıs'ta çalıştı.
    Ankara'daki büyükelçilikte ikinci katip olarak görev yaparken, Çorum ve Amasya'ya geziler yapıp, ‐nedense‐ Aleviler'in politik gücü gibi konularda araştırma yaptı!
    Bu “araştırmalarından” kısa süre sonra, Çorum'da ‐o güne kadar hiç rastlanılmayan‐ “Müslüman Namusuna Sahip Çık” başlıklı bildiri dağıtıldı. 19 Mayıs Bayramı'na katılan kız öğrencilerin kıyafetlerine karşıydılar!
    Bildiri şu cümleyle bitiyordu:
    “Ne mutlu canı ile, kanı ile, malı ile CİHAD edenlere... ”
    Çorum bu bildiriyle gerildi. Ardından...
    MHP'li eski Bakan Gün Sazak, 27 Mayıs 1980'de öldürüldü.
    Suikast Ankara'da oldu; ama ertesi gün Çorum karıştı.
    Kentin en işlek caddesine çıkan çoğunluğu gençlerden oluşan grup, “Kanımız aksa da zafer İslamın” ve “Kana kan intikam” sloganlarıyla yürüyüşe geçip Alevi‐ solcu işyerlerine saldırdı.
    Olaylar iki gün sürdü; sokağa çıkma yasağı ilan edildi; olaylar duruldu.
    Fakat... Şehirdeki gergin atmosfer sona ermedi. Herkes tedirgindi; sürekli “karşı mahallenin” saldırıya geçeceğini konuşmaya başladı. Mahalleler silahlandı. 40 gün sonra...
    Tarih: 4 Temmuz 1980.
    Cuma namazı henüz bitmişti ki, “Aleviler Alaattin Camii'ne bomba attı” diye yalan bir laf çıkarıldı. Bu yalan kimi cami hoparlöründen duyuruldu. TRT bu yalanı ekrana taşıdı.
    Çıkan olaylar sonucunda 57 kişi can verdi.
    Bu oyunu sahneye kimler koydu?
    Bir ipucu var:
    Robert A. Peck, Ankara'dan hemen sonra Afganistan'da çalıştı. Görevi, cihatçıları örgütlemek oldu! Emekli olduğu 1989 yılına kadar El‐Kaide ile ilişkileri yürüttü. (2010'da AIDS'ten öldü!)
    Bugün...
    Sadece bir şehri değil, tüm Türkiye'yi provoke etmek için gerginlik stratejisi ilmik ilmik örülüyor...
    ···
  • 0
    aklını kiralayanlar
    Ülke yangın yerine dönmüş, kimin umurunda?
    Suikast ve katliamlar ülkesi haline geldik. 39 kurbanlı Reina saldırısı için dünyanın her yerinden, başbakanlardan, devlet başkanlarından taziye mesajları geliyor.
    Olayı bütün dünya lânetliyor.
    Fakat tehlike bitmiş değil... Yeni kanlı saldırılardan, liderlere yapılacak kalleş suikastlardan söz ediliyor.
    Bu iddialar nedeniyle CHP Genel Başkanı Kılıçdaroğlu'na zırhlı bir otomobil tahsis edildi.
    İktidar bütün gücüyle terörün üzerine eğilip, bu belâyı ülkenin başından def etmek için çareler arayacağına, tüm gücünü Başkanlık Sistemi'ne verdi... “Başkanlık gelecek, dertler bitecek” diyorlar. Acaba?
    Dertlerimiz daha da büyümesin de...

    • *
    Adı “Cumhurbaşkanlığı Sistemi” olarak değiştirilen 18 maddelik tasarının Meclis Genel Kurulu'nda görüşülmesine 9 Ocak Pazartesi günü başlanacak. “Görüşülecek” sözü sadece bir lâf... Göreceksiniz AKP, muhalefetin eleştiri ve önerilerini hiç dinlemeyecek ve milletvekili çoğunluğuna dayanarak 18 maddeyi Meclis'ten geçirecek.
    316 AKP milletvekilinin birçoğu bu teklif için boş kâğıtlara imza atmış ve büyük bir marifet yapmış gibi sırıtarak televizyonlara poz vermişti.
    “Boş kâğıda imza” atmak çok eleştiri konusu oldu. En sert eleştiriyi de CHP'nin eski Genel Başkanı, Antalya Milletvekili Deniz Baykal yaptı.
    Baykal'ın bu konudaki görüşleri şöyle:
    “Başkanları istedi diye boş kâğıda imza atanların, aklını fikrini Okyanus ötesindekine kiralayıp Meclisimize bomba atan pilottan ne farkı var? Bence boş kâğıda imza atanlar akıllarını kiralayanlardır.
    Bu tasarı geçerse ‘Gazi Meclisimizi, Yetim Meclisine' çevirecekler.
    Bu yönetimle hiçbir olumlu sonuç alınamaz.
    Şu anda Türkiye'nin şiddetle bir koalisyona ihtiyacı var!”
    ···
  • +1
    neler oldu bize
    Saint Exupery savaş pilotudur...
    İkinci Dünya Savaşı'nda Hitler ordusu Fransa'yı işgal etmek için saldırdığında, Fransız halkı panik içinde güneye göç etmeye başlar...
    Yollar insan seli ile doludur...
    Asfalt kırık dökük ve terk edilmiş araçlarla tıkanmıştır...
    Perişan insan kafileleri sürü halinde yoldadır...
    Exupery, Fransız hava kuvvetlerinden geriye ne kalmışsa, ekgib, hurda uçağıyla keşif uçuşuna gönderilir...
    Yukarıdan bu yok oluşu, tükenişi, kaçışı izler...
    Yurt, toprak, vatan, toplum diye bir şey kalmamıştır...
    Yıkım tamdır...


    İnsanları insan yapan değerlerin muhasebesini yapar, Savaş Pilotu kitabında: İnsanlar ölebilir... Ama insanı insan yapan; sevgi, saygı, merhamet, ahlak, adalet gibi yüce duygular öldüğünde asıl insanlık ölmüştür...


    Ondan 25 sene kadar önce, yine bir millet...
    Türkler dört bir yandan, güçlü orduların saldırısı altındadır...
    Her yandan top, tüfek, bomba ile ordular üzerine gelmekte, köyler, evler, ağıllar, tarlalar alev alev yakılmaktadır...
    Ama bu millet kendi değerlerine sarılır...
    Evlerinde tahta tezgahlarda kurşun döker, askerine çorap örer, çantasına peksimet kurutur... Ve gece karanlığında kağnılar, annelerin bebeklerinin yorganını örttükleri fişek kutuları ile yola çıkar...
    Kaçmak yerine, kendine olan saygısını geri ister...

    İşte üzüldüğüm bu...
    Bu millet, o millet midir?..
    İnsanlar ölürken “Oh oldu” diyecek kadar insanlıktan uzak... Gözaltındaki savunmasız bir insanı uçağın merdivenlerinde linç etmeye kalkacak kadar ahlaktan habersiz... Savunmasız kadınlara‐kızlara saldıracak kadar namert... Kendi çocuklarını ara sokaklarda sıkıştırıp öldürecek kadar insani duygulardan yoksun...


    Ve bizler, insanlığın yok edildiği bu saldırı karşısında tüm değerlerimizi terk edip kaçacak mıyız?..
    “İnsan olmanın değerlerinden” vazgeçersek...
    Başardılar...
    Yıkım tamdır...
    ···
  • +1
    insanlık yok mu oluyor
    Saint Exupery savaş pilotudur...
    İkinci Dünya Savaşı'nda Hitler ordusu Fransa'yı işgal etmek için saldırdığında, Fransız halkı panik içinde güneye göç etmeye başlar...
    Yollar insan seli ile doludur...
    Asfalt kırık dökük ve terk edilmiş araçlarla tıkanmıştır...
    Perişan insan kafileleri sürü halinde yoldadır...
    Exupery, Fransız hava kuvvetlerinden geriye ne kalmışsa, ekgib, hurda uçağıyla keşif uçuşuna gönderilir...
    Yukarıdan bu yok oluşu, tükenişi, kaçışı izler...
    Yurt, toprak, vatan, toplum diye bir şey kalmamıştır...
    Yıkım tamdır...

    İnsanları insan yapan değerlerin muhasebesini yapar, Savaş Pilotu kitabında: İnsanlar ölebilir... Ama insanı insan yapan; sevgi, saygı, merhamet, ahlak, adalet gibi yüce duygular öldüğünde asıl insanlık ölmüştür...

    Ondan 25 sene kadar önce, yine bir millet...
    Türkler dört bir yandan, güçlü orduların saldırısı altındadır...
    Her yandan top, tüfek, bomba ile ordular üzerine gelmekte, köyler, evler, ağıllar, tarlalar alev alev yakılmaktadır...
    Ama bu millet kendi değerlerine sarılır...
    Evlerinde tahta tezgahlarda kurşun döker, askerine çorap örer, çantasına peksimet kurutur... Ve gece karanlığında kağnılar, annelerin bebeklerinin yorganını örttükleri fişek kutuları ile yola çıkar...
    Kaçmak yerine, kendine olan saygısını geri ister...

    İşte üzüldüğüm bu...
    Bu millet, o millet midir?..
    İnsanlar ölürken “Oh oldu” diyecek kadar insanlıktan uzak... Gözaltındaki savunmasız bir insanı uçağın merdivenlerinde linç etmeye kalkacak kadar ahlaktan habersiz... Savunmasız kadınlara‐kızlara saldıracak kadar namert... Kendi çocuklarını ara sokaklarda sıkıştırıp öldürecek kadar insani duygulardan yoksun...

    Ve bizler, insanlığın yok edildiği bu saldırı karşısında tüm değerlerimizi terk edip kaçacak mıyız?..
    “İnsan olmanın değerlerinden” vazgeçersek...
    Başardılar...
    Yıkım tamdır...
    ···
  • -1
    yaratılmak istenen türkiye
    Değerli panpalarım, pazartesi gecesi oynanan Fenerbahçe‐Anadolu Efes basketbol maçını izleme olanağınız olduysa mutlaka dikkatinizi çekmiştir. Salonda ülkemizin iki seçkin kulübünün maçını izleyen binlerce seyirci var. Hep beraber, binlerce ağız tarafından İzmir Marşı
    söyleniyor:
    “Yaşa Mustafa Kemal Paşa yaşa... ”
    Sonra yine hep birlikte, kitleleri duygulandıran o bildik slogan atılmaya başlanıyor:
    “Mustafa Kemal'in askerleriyiz... ”
    Bizim ülkemiz işte bu...
    Duyunca mest oluyorsunuz, “Türkiye işte bu” diyorsunuz.
    • **
    Öbür yanda ise yılbaşı gecesi kayda alınan bazı görüntüler karşınıza çıkıyor.
    Yazarlar
    Cüppeli, sakallı ve sarıklı bir takım tipler İstanbul Kadıköy'de kafeleri ve eğlence yerlerini gezip oturanlara telkinde bulunuyor:
    “Burada içki içiyorsunuz. Yılbaşı Müslümanların günü değildir. Hazırlığımızı ahirete göre yapalım... ”
    10‐15 kişilik çeşitli ekipler...
    Sözcüleri ön safta...
    Yanlarında ve arkalarında başkaları da var.
    Örneğin dinci gazete ve televizyonların muhabirleri!
    Oturanlar karşılık verse orada arbede çıkacak. Gelenlerin amacı da zaten bu... Olay çıksın, küfürleşme ve yumruklaşma olsun, onlar da çekim yapsın... Ve ertesi gün medyalarında haberler yer alsın:
    “Yılbaşı kutlayan alkollü küstahlar, masum Müslümanlara saldırdı.”
    • **
    Şu rastlantıya bakın ki, cüppeli ve sarıklılar İstanbul turu atarken, bir süre sonra dinci teröristin biri gece kulübünü silahıyla basıp 39 masum insanı öldürüyordu.
    Nereye kayboldu bu herif? Yoksa o birkaç saat içerisinde yurt dışına tüymeyi mi başardı?
    Ya da bir yerlerde mi saklanıyor?
    • **
    Şimdi bir tahminimi söylüyorum. Televizyonlarda boy gösteren terör uzmanı (!) falan değilim, bunları sadece vatandaş kimliğimle düşünüyorum:
    Eğer bulunduğu yer keşfedilirse, polisle çatışmaya gireceği bence kesindir. Böyle profesyonel tetikçiler kuzu kuzu teslim olmaz, kolayca ve çatışmaya girmeden yakalanmaz.
    Türkiye'de bir süredir yeni bir uygulama başlatıldı.
    Bu gibi terörist mikropların yeri belirleniyor. Polis bulunduğu yeri kuşatma altına alıyor, basında yer alan haberlere göre önce “Teslim ol” çağrısı yapıyor.
    • **
    Ancak yine vatandaş kimliğimle anladığım kadarıyla bizim polisimiz biraz
    sabırsız!
    Terörist direndiği takdirde (bazen de direnmediği halde) üzerine ateş açılıyor ve öldürülüyor.
    Sonra açıklama yapılıyor:
    “Etkisiz duruma getirilmiştir.”
    Rus büyükelçinin cinayeti bu söylediklerimin en somut
    örneğidir.
    Büyükelçiyi öldüren katil polis herkesin kaçmasına göz yummuş ve binada tek başına kalmıştı. Yani neredeyse boş bir binada...
    İstese tabancasıyla birkaç kişiyi daha vurabilirdi ama yapmadı...
    Ve olay yerine yetişen polisler tarafından doğrudan öldürüldü.
    Oysa sağ yakalanmış olsa konuşturulacak, ister istemez ötecek ve bazı şeyleri mutlaka itiraf edecekti.
    Arkasında kimler vardır, ya da bireysel bir eylem midir... Herkes bilecek ve soruşturma o doğrultuda sürdürülecekti.
    • **
    Katil polis orada sıkıştırılmış.
    Elinde bir adet tabanca ve
    eğer kaldıysa çok kısıtlı sayıda mermi...
    Kuşatın orasını polis kardeşlerim, gerekirse biraz bekleyip herifin teslim olmasını sağlayın.
    O soruşturma belki FETÖ'nün biraz daha çözülmesini sağlayacaktı ama olmadı, büyük bir fırsat kaçtı.
    • **
    Şimdi yılbaşı gecesinin eli kanlı katili ne olacak?
    Yakalama aşamasına gelindiği takdirde yine şöyle bir açıklama mı yapılacak: “Reina olayı sorumlusu olan falanca şahıs polisimizle çatışmaya girmiş ve etkisiz duruma getirilmiştir.”
    Lütfen biraz sabırlı olun, etkisiz duruma getirmeyin, sağ yakalamaya çalışın... Çünkü bu iş çok önemli.
    Türkiye'deki IŞİD'i bile çözebilir.
    • **
    Terör olaylarını eli kolu bağlı izleyen hükümetin de artık alması gereken bazı dersler var.
    Toplumu böldüler. Kendi yandaşlarına her konuda hoşgörüyle baktılar, karşıtlarını devlet gücüyle susturmaya, Atatürk'ü aşağılamaya kalkıştılar. Rus büyükelçi öldürülmeden hemen önce Ankara ve İstanbul'daki Rusya ve İran diplomatik temsilcilikleri önünde yandaşlar günler boyunca kınama gösterileri yaptılar, slogan attılar.
    Ankara'da İran büyükelçiliği önündeki gösteriler bizim de gözlerimizin önünde yapıldı.
    Polis asla engel olmadı çünkü hükümetten “Eylemlerine göz yumun” diye emir gelmişti.
    Nereden bilebilirdik Rus büyükelçisinin iki gün sonra bir polis tarafından öldürüleceğini...
    Ülkemizi geren, toplumu birbirine düşüren, insanlar arasında ayrımcılık yapan ve terörün sorumlusu olan, bu hükümetin ta kendisidir.
    ···
  • +4
    vatana hizmet para doksu
    Milli futbolculara yenilmesinler diye 3 milyon lira prim verdiler, gene olmadı...
    Halbuki, bu iş parayla olsaydı, Suudi Arabistan’ın devamlı dünya kupasını kazanması gerekirdi. Çünkü, para’yla olmuyor, ruh’la oluyor. Ve zannettiğiniz gibi ayak’la da oynanmıyor aslında, yürek’le oynanıyor.

    ismail Temiz.

    Bordo bereliydi.

    Bingöl’de mayına bastı.

    Sol bacağı dizden gitti.

    Ali Budak.

    Şırnak’ta mayına bastı.

    Sağ bacağı dizden gitti.

    Nurettin Balkaya.

    Şırnak’ta mayına bastı.

    Sol bacağı yok.

    Mehmet Mutlu Kalak.

    O da gazi.

    Fatih Karakuş, yüksek gerilim hattına dokundu, sol kolu yok. Selim Karadağ, doğuştan sağ kolu yok. Furkan Arslan, kıyma makinesine kaptırdı, sağ dirsekten itibaren yok. Rahmi Özcan, sağ bacağı doğuştan 30 santim kısaydı, 12 defa ameliyat oldu, neticede dizden kestiler. Barış Telli, henüz dört yaşındayken trafik kazası, sağ bacağı gitti. Fatih Şentürk, motogiblet merakı, sol bacağı gitti. Şeyhmus Erdinç, Feyyaz Gözaçık, Serkan Dereli, doğuştan birer bacakları yok.
    Osman Çakmak...


    Kara kış, sabahın beş’i, Besta Vadisi’ni yoğun sis kaplamıştı, göz gözü görmüyordu, üstüne bardaktan boşanırcasına sağanak başladı, termal kameralar çalışmıyordu, mayına bastı, sol bacağı diz altından koptu, Şırnak, Diyarbakır, oradan Gata’ya zütürdüler, ameliyat üstüne ameliyat, 10 sene kardeşim, 10 sene sürdü tedavisi... Bi gün, dönemin Genelkurmay Başkanı Yaşar Büyükanıt geldi rehabilitasyon merkezine, gazilerle sohbet ediyordu. Osman öne çıkıp, komutanım ben iyileştim, gene bölgeye gitmek istiyorum deyince, ilk kez orada duydu... “Vatana hizmet, illa vuruşarak olmaz, vatana hizmete devam etmek istiyorsan, futbol oyna oğlum, ay yıldızlı formayı o şekilde taşı” dedi komutan.

    Evet, Türkiye’nin Ampute Milli Futbol Takımı bu...

    Ve, Dünya Kupası’nda üçüncü oldular!

    Hem de ne zaman oldular biliyor musunuz? Üç gün önce... “Eli ayağı tutanlar”ın Romanya’yla Macaristan’a yenildikleri, geçen hafta sonunda oldular. Rusya’da düzenlendi 2012 Ampute Dünya Kupası... Ampute futbolda seri başı kabul edilen, ingiltere, Japonya, Gana, Ukrayna, Polonya gibi 12 ülke katıldı. Yarı finalde Rusya’ya yenildik, üçüncülük maçında Arjantin’i devirdik.

    Macaristan rezaletinden bir gece önce, pazartesi akşamı, Atatürk Havalimanı’na indiler. Sanıyorlardı ki, yabancı futbolcuları karşılayıp omuzlara almak için yarışan vatandaşlarımız orada olacak, çiçekler verilecek, Türkiye sizinle gurur duyuyor diye tezahürat yapılacak, alkışlanacak. Kimse yoktu... Ne Futbol Federasyonu, ne Bedensel Engelliler Federasyonu, ne bir siyasi parti temsilcisi, ne de vatandaş... Hiç kimse yoktu. Allah’tan hostesler filan çırpındı, o sırada seyahat için uçak bekleyen Müslüm Gürses’i yakalayıp getirdiler, Müslüm Baba memleket adına hepsini tek tek tebrik etti, hatıra fotoğrafı çektirdi.

    Sordum, Başbakan veya Spor Bakanı telefon etti mi diye, yok... Şeytan diyor, Alex’e tivit at, bu çocuklar göğsümüzü kabarttı diye, adım gibi eminim, hiç olmazsa Alex telefon ederdi.

    Milli futbolculara 3 milyon lira prim verdiler, gene olmadı. Ampute milli takımına, dünya kupası’na gitmeden önce kamp için 250’şer lira harcırah vereceklerdi güya... O bile hesaplarına yatmadı hâlâ!
    ···
  • +3
    bu bini aslında o bin değil
    Fotodaki bini hepiniz çizgifilmlerden tanırsınız, fakat o bin aslında o bin değildir! O canavar yunan mitolojisindeki Kaykloplardan biri olan Polyphemostur. işte Polyphemosun hikayesi...

    Bir gün bir gemi geldi bizim binin mekana. Geminin kaptanı Odysseus yanına on iki addıbını da alıp mağaralara girdi. Mağara onların tam aradıkları şeyi sundu, bol boy yiyecekler ve içilecek sütler. Gemiciler dayanamadılar ve yedikçe yediler. Kaptan Odysseus şarap getirmişti yanında, onu mağaranın büyük sahibine sunmak için saklıyordu.
    Akşam vaktine girildiğinde mağaranın girişinde ürkütücü bir yaratık görünce, Kyklop Polyphemos’du gelen. Mağaranın gerçek sahibi.. Kükreyerek sordu mağaradakilere, kimdi onlar, onun mağarasına girme cesaretini nerden bulmuşlardı? Bütün gemiciler korku içindeydiler, bir tek Odysseus hariç. Kaptan Zeus’un koruduğu denizciler olduklarını söyledi, bir tek onun içinde korku yoktu.
    Polyphemos kendisinden daha büyük bir Tanrı tanımadığını söyledi ve orada hemen iki denizciyi öldürdü ve yedi. Diğerlerinin kaçmaması için de mağaranın kapısına bir taş dayadı ve sonra uykuya daldı. Denizcilerin buradan hemen kaçması gerekiyordu. Bir çare olmalıydı, bu koca kaya nasıl kalkardı buradan..
    Akşam Polyphemos uyandı, sonuç yine aynıydı, iki denizciyi daha midesine indirdi.
    Bu korkunç yaratık mağaradan çıkıp gidince Odysseus mağaranın içinde büyük, kocaman, iri bir sırık buldu, bunun ucunu iyice sivriltti ve ateşte yaktı ve onu gözlerden uzak bulduğu yere geri sakladı. Polyphemos gelir gelmez iki denizciyi daha yedi. Odysseus yanında getirdiği şarabı ona ikram etti, içtikçe içti Polyphemos ve giderek kendinden geçti. işte o zaman kaptan sivri uçlu sırığı çıkardı, ucunu ateşte yaktı, kızdırdı ve aniden gözüne soktu korkunç yaratığın. Bunun üzerine delirdi Polyphemos ancak göremedi denizcileri.
    Sabah olunca kalan denizciler koyunların altına saklanarak açılan mağaranın ağzından kaçtılar. Gemilerine hızlıca ulaştılar ve denize açıldılar. işte tam bu sırada kaptan Odysseus mağaraya doğru olanca gücüyle bağırdı:
    “Gördün mü, Kyklop, adamlarımın hepsini yiyemedin! Konuklarına ettiğin kötülüklerin cezasını buldun.”
    Bunun üzerine büyük bir kaya parçasını eline aldı Polyphemos ve gemiye doğru fırlattı, öylesine büyük bir dalga çıkardı ki gemi tekrar kıyıya vurdu. Ancak ürkütücü yaratık onları tekrar eline geçiremeden gemi uzaklaştı ve gitti.
    özet: Binin gözü kör oldu
    ···
  • 0
    beyler size çinli taklidi yapıyımmı
    Değerlencek buralar
    ···
  • daha çok