1. 1.
    +2
    Kapdan-ı Derya Barbaros Hayreddin Paşa, hatıralarını, bizzat Kanuni Sultan Süleyman’ın emriyle yazdırmıştır. Paşa anlatmış, söylediklerini, Muradi Sinan Reis kaleme almıştır. Türk tarihinin mühim kaynaklarından biri olan bu pek değerli hatıralar, bugüne kadar yayınlanmamıştır. Türkiye’de 5 el yazması nüshası vardır. Bunların biri Topkapı Sarayı’nda, diğer dördü ise istanbul Üniversitesi Kütüphanesi’nin Türkçe Yazmalar bölümündedir. Biz, Üniversite Kütüphanesi yazmalanndan 94 ve 2490 numaralı olanlarının mikrofilmlerini aldırttık. Bu sayımızdan başlayarak sunduğumuz hatıralarda, 2490 numaralı yazma esas alınmış, fakat yer yer, hareketli olan 94 numaralı yazma ile karşılaştırılmıştır.

    Eseri, geniş okuyucu kitlesine sunabilmek için, dilini bugün konuşulan Türkçe’ye göre sadeleştirdik. Barbaros, önce ağabeyi Oruç Reis’ten bahsetmekte, sonra "Hayreddin Paşa" olmadan önce taşıdığı "Hızır Reis" adıyla yaptığı faaliyeti anlatmaktadır.
    Bu derece önemli bir eseri Türk okuyucusuna verebildiğimiz için şeref duyuyoruz. Barbaros gibi dünya tarihinin en müstesna amiralinin hatıralarının bile daha yayınlanmamış olması, Türk tarihinin henüz ne kadar dokunulmamış bir saha olduğunu göstermektedir.

    Hayat Tarih Mecmuası

    KANUNi SULTAN SÜLEYMAN’IN EMRiYLE HATIRALARIMI YAZDIRMAYA BAŞLADIM

    "Sen ve karındaşın Oruç, nasıl Midilli adasından çıkıp Cezayir’i fethettiniz? Bu ana gelinceye kadar denizde ve karada ne çeşit gazalar yaptınız? Bütün bu hadiseleri, ekgib ve fazla söz söylemeksizin bir kitap halinde yazdır. Kitap bitince, bir nüshasını da, hazineme konmak üzere bana getir."

    Bu emri alınca, birçok deniz cenginde arkadaşım olan zamanımızın kalem sahiplerinden Muradi'yi çağırttım. Padişahımızın fermanını söyledim. Derhal işe giriştik. Ben söyledim, Muradi yazdı.

    BABAM YAKUB AĞA’NIN MiDiLLi’YE YERLEŞMESi VE ANNEMLE EVLENMESi

    Fatih Sultan Mehmed Han Hazretleri, Midilli’yi kafirlerin elinden fethedince, adaya Türkler’in yerleşmesini buyurdu. ilk yerleşenler arasında babam da vardı. Babam Yakub Ağa, bir sipahinin oğlu idi, kendisi de sipahi idi. Selanik civarında Vardar Yenicesi’nde tımarı vardı. Midilli’ye yerleşince, Şevketlü Fatih Sultan Mehmed Han Hazretleri’nin emriyle kendisine adada bir tımar verildi. Bu suretle yeni dirliğine kavuşan babam, ada halkından bir kızla evlendi. Babam, yakışıklı bir yiğitti. Anam ona dört oğul doğurdu. ishak, dört oğulun ulusu idi. Sonra ağam Oruç, sonra ben Hızır, sonra ilyas doğdular. Cenab-ı Hak her birimize uzun ömürler, nice cengler ve zaferler ihsan buyurdu.

    Ağam ishak, Midilli kalesinde otururdu. Ağam Oruç’la ben, derya seferlerine merak sardık. Oruç Reis, bir gemi edindi, onunla ticaret maksadıyla denize açıldı. Ben de 18 oturak bir tekne edindim. Önce Selanik ve Ağrıboz’a gidip geldik. Midilli’ye mal getirip satıyorduk. Fakat ağam Oruç, bu yakın seferlerle kanaat etmedi. Şam Trablusu'na gitmek istedi.
    Bir gün, küçük karındaşım ilyas’la beraber, Trablus’a gitmek üzere Midilli’den ayrıldı.

    AĞAM ORUÇ RODOS KAFiRLERi'NE ESiR DÜŞÜP NECE YIL ELLERiNDE ESiR KALDI

    Ağam Oruç, Şam Trablusu’na varamadı. Yolda Rodos gemilerine rasladı. Büyük cenk oldu. Karındaşım ilyas şehit düştü. Tanrı rahmet eylesin! Kafir gemileri cengi kazandı. Oruç Reis’i gemisiyle beraber esir aldılar. Zincire vurup Rodos adasına zütürdüler. Bu haber Midilli’ye erişince çok üzüldüm. Kanlı gözyaşları döktüm. Fakat hemen ağam Oruç’u kurtarmak çarelerini düşünmeye başladım.

    Krigo isminde bir kafir tacir vardı, dostumdu. Rodos’la ticaret yapardı. Krigo’yu tekneme alıp Bodrum’a geldim. Kendisine dedim ki :

    "Dostluk bugünde belli olur. Al sana 18.000 akça. Ağam Oruç’u kurtarmak için bana yardım et. Sen Rodos’a git, zemini yokla. Ben seni Bodrum’da bekleyeceğim."

    Krigo: "Baş üstüne" deyip Rodos’a gitti. Orada Oruç Reis’i bulup görüştü.

    Oruç’a dedi ki :

    "Sana karındaşın Hızır Hayreddin Reis çok selam ve dualar eder. Senin kafir elinde esir olmana çok üzülmekte, gece gündüz ağlamaktadır. Beni sana gönderdi. Şimdi karındaşın Bodrum’dadır. Bir hayır haber beklemektedir."

    Oruç, Krigo’dan bu sözleri duyunca sevincinden ağladı. Dedi ki :

    "Hemen karındaşım Hızır’a selim söyle. Ne maksatla adaya geldiğini değil kafirlere, sırtındaki gömleğe duyurma. Yine ilk fırsatta görüşelim."

    Oruç Reis’in, Rodos’ta Santurluoğlu namında bir tanıdığı vardı. Adı sanı bilinen bir kafirdi. Arada gelip Oruç’la görüşür, hatırını sorardı. Oruç, Santurluoğlu’na dedi ki :

    "Bu Rodos Şövalyeleri, beni karındaşım Hızır’a satmazlar. Belki sana satarlar. Sen de beni adadan kaçırırsın. ileride sana borcumu ederim."

    Santurluoğlu :

    "Emrin canıma minnet, dedi; satarlarsa seni alayım. Fakat doğrudan doğruya müracaat edip seni satın almak istesem şüphelenirler. En iyisi sen şehre indiğin bir gün, benim dükkanımın önünden geç. Fakat sakın dükkana doğru bakma ki, seninle tanışıklığım olduğu anlaşılmasın. Sen geçerken, ben tesadüfen seni görmüş olurum. Çok beğendiğimi söyler, şövalyelere seni bana satmaları için rica ederim."

    Oruç Reis, bu sözleri duyunca, azat olmuş gibi sevindi. Esirlik hayatı o kadar acıydı. Günlerden bir gün Santurluoğlu, Rodos kaptanları ile dükkanının önünde oturmuş, sohbet ediyordu. Güya bir hizmete gidercesine dükkanın önünden geçen Oruç’u gördü. Yanındaki kaptanlara dedi ki :

    "Şu geçip giden esir kimindir? Her zaman buradan geçtiğinde görürüm. Ateş gibi hizmet eder. Sahibi şu esiri satsaydı alırdım."

    Bunun üzerine kaptanlardan biri :

    "Sahibi benim", dedi; "istersen satarım."

    "Söyle, ne istersin?"

    "Bin altın isterim."

    "Çok para!"

    "Pekiyi, 800 altına bırakırım."

    Fakat satış muamelesi olmadan işler bozuldu. Şövalyeler Oruç’un namlı bir tacir olduğunu öğrendiler:

    "Karındaşı Hızır Hayreddin Reis, Bodrum’dadır," dediler; "ağası için 10000 altın vermeye hazırdır. 10000 altın verilen bir esir 800 altına satılır mı?"

    Santurluoğlu’nun parasını iade edip Oruç’u geri aldılar. Şövalyeler, Oruç’un gerçek değerini, Krigo’dan öğrenmişlerdi. Krigo, Hızır Reis’in verdiği 18000 akçayı dolandırdığı gibi, benim Oruç’u kurtarmaya hazırlandığımı Şövalyeler’e bildirmişti.

    Bunun üzerine Rodoslular, Oruç’u yer altında bir zindana attılar. Ta ki ben fırsat bulup kurtarmayayım. Eskisinden fazla eziyet etmeye başladılar. Eline, ayağına ve boğazına kadar zincir vurdular. Ancak ölmeyecek kadar ekmek veriyorlardı. Oruç, bu hale fazla tahammül edemedi. Kapatıldığı zindanın kumandanı ile görüşmek istedi. Kumandanın karşısına çıktı. Kumandan :

    "Neye geldin?" dedi.

    "Bana bu kadar eziyet etmekten maksadınız nedir?"

    "Ey Türk, anla bakalım, 800 altın verip kurtulmaya çalışmak nasıl olurmuş. Karındaşın Hızır Hayreddin Reis, dünyanın malı ile, seni kurtarmak için Bodrum’da bekler. Bundan haberimiz yok mu sanırsın? Yoksa sen bizi budala mı zannedersin?

    "Beni serbest bırakmak için kaç akça istersin?"

    "Ya sen ne kadar verirsin? Kendine ne paha biçersin? De bakalım."

    "Ben kendime değer olarak bütün Rumeli’ni arpalık, Anadolu’yu cep harçlığı verir, üstüne 100.000 altın öderim."

    "Bre divane, sen hele maskaraca sözler söylemekte devam et bakalım, akıbetin ne ola."

    Oruç’un kendisiyle alay etmesine kızan kumandan, ona eskisinden kötü muamele edilmesi için zindancıbaşına emir verdi. Oruç, bu halden çok sıkıldı. Bir gece zindanda tek başına ağladı :

    "Yarab, diye dua etti; bikes kalmışlara derman senden olur! Habibin Hazret-i Peygamber hakkı için ben biçare kuluna meded eyle, beni tez zamanda bu kafirlerin zulmünden kurtar!"

    O gece dua ede ede takatsiz kaldı, balçıklı zemine düşüp uyuyakaldı. Rüyasında parlak çehreli bir ihtiyar göründü :

    "Ey Oruç, dedi; gönlünü ferah tut. islam dini uğruna çektiğin eziyetlere katlan. Mahzun olma. Kurtulman yakındır."

    Oruç bu rüyadan büyük bir sevinçle uyandı. Gemi kasaveti dağıldı. Gönlü açıldı. O sabah, bütün Rodos kaptanları toplanmış, Oruç hakkında görüşüyorlardı. Bu mecliste kaptanlardan biri :

    "Derya işleri belli olmaz, dedi; bugün Oruç’a olan, yarın bizedir. Bu Türk’e fazla eziyet etmek doğru değildir."

    Bunun üzerine Oruç’un zindandan çıkarılmasına karar verildi. Bir tekneye küreğe çaktılar. Oruç, forsa oldu. Fakat O :

    "Yer altında olan eziyete göre derya üzerinde küreğe çakılmak nimettir, diyordu; Yarabbi şükürler olsun, dünya yüzünü gördüm."
    ···
  1. 2.
    +2
    AĞAM ORUÇ RODOS ŞÖVALYELERi’NiN GEMiSiNDEN KAÇIP KURTULUYOR

    O zamanda Sultan Korkut (*), Antalya’da otururdu. Orada vali idi. Her sene Allah aşkına Rodos’tan 100 Türk esirini satın alıp azat etmeyi adet edinmişti. O yıl da kapıcıbaşısını Rodos’a gönderdi. Rodoslular, 100 Türk esirini ayırıp kapıcıbaşıya teslim ettiler. Yapılan anlaşmaya göre esirler, bir Rodos gemisiyle Antalya sahillerine çıkarılacaktı. Hak Taala' nın hikmeti, Türk esirlerinin nakli için, Oruç Reis’in çakılı olduğu tekne seçildi. Oruç çok kıymetli bir esir olduğu için Rodoslular onu, kurtulacak 100 Türk’ün arasına katmamışlardı.

    (*) II. Sultan Bayezid’in 3. oğlu ve Yavuz’un ağabeyi olan Türk şehzadesi ki, Türk denizciliğini geniş çapta himayesi ile meşhurdur

    Oruç Reis, hoş mizaçlı bir adamdı. Her lisanda mahirdi. Bilhassa Rumca’yı emsalsiz şekilde konuşurdu. Sık sık gemisine gelen Rodoslu kaptanlarla sohbet ederdi. Bir gün bu kaptanlar Oruç’a dediler ki :

    "Ey Türk, sen bir güzel sözlü kişisin. Bahusus bizim lisanımızı çok iyi bilirsin. Müslümanlık’ta ne buldun? Gel bizim dinimize gir. içimizde sen de adı, sanı belli adam olursun."

    Oruç :

    "Ey akılsızlar" diye cevap verdi. "Herkesin dini kendine tatlı gelir. Hazret-i Peygamber’den üstün peygamber var mıdır ki, ona inanayım."

    "O halde var bu halinde kal. Bakalım peygamberin seni bizim elimizden nasıl halas eyler? Şimdilik küreğini çekedur."

    Oruç’un çakılı olduğu teknede bir papaz vardı. Rodoslu kaptanlara dedi ki :

    ORUÇ’TAN SAKINMAK GEREK

    "Bu Oruç, dedikleri adamdan sakının. Onunla fazla konuşmayın. Okumuş ve bilmiş bir adama benzer. Müslümanlık üzerindeki bilgisi, benim Hristiyan dinindeki bilgimden fazladır. Gaflet etmeyin. Sizin cümlenizi tepetaklak etmeye kadir bir dinsizdir."

    Rodos gemisi, Antalya yakınlarında ıssız bir yere yanaştı. Sultan Korkut’un kapıcıbaşısı ile 100 Türk esiri buraya çıkarılıp bırakıldı. O gece rüzgar muhalif esiyordu. Hareket etmeyip sabahı beklemeye karar verdiler. Teknenin sandalını indirip, balık avlamak üzere açıldılar. Bu sırada büyük bir fırtına koptu. Sandal gemiye yanaşamadı. Uzakça bir yerde sahile demir attı. Oruç Reis, bu fırsatı ganimet bildi. Göz gözü görmüyordu. Her yer karanlık ve fırtına içindeydi. Zincirlerinden boşandı. "Bismillahirrahim" deyip kendisini denize attı. Yüze yüze sahile çıktı. Selamete erişti. Yüzünü toprağa sürüp Tanrı’ya hamdeyledi. Yola çıkıp bir Türk köyüne geldi. iki tarafına bakınırken bir kocakarıcık önüne çıkadüştü :

    "Ey oğul, dedi; müşkül yoldan gelmişe benzersin. Gel, bu gece bana konuk ol."

    Kocakarıcık Oruç Reis’i evine zütürdü. Önüne yemek getirdi. Yedirip içirdi. Urbacığını değiştirdi.

    Oruç Reis o köyde 10 gün eğlendi. Köylüler, geceleri Oruç’u konuk etmek için biribiriyle kavga ettiler.

    Rodoslular’a gelindikte, sabah olunca, Oruç’un kürek yerini boş gördüler. Kaçtığını anladılar. "Rodos’a ne yüzle gideriz?", diye telaşa başladılar. Amma Oruç’u bulamadılar. Keder içinde Rodos’a döndüler. Teknenin papazı, Oruç’un sihir bildiğini ve bu yüzden kaçtığını söyledi.

    Oruç Reis, kocakarıcığa veda edip köyden ayrıldı. Midilli’ye gitmek istiyordu. 3 günde Antalya’ya geldi. Antalya’da Ali Reis namında bir kalyon kaptanı vardı. iskenderiye ile Antalya arasında işler, ticaret yapardı. Oruç Reis’in şöhretini işitmişti :

    "Hoş geldin, safa geldin, oğul" diye Oruç’u karşıladı. "Gemi benim değil, senindir."

    Böylece Oruç Reis, Ali Reis’in teknesine ikinci kaptan oldu.

    Bu esnada ben, Bodrum’da beklemekten ümidimi kesmiş, Midilli’ye dönmüştüm. Ağam Oruç, iskenderiye’ye varınca, oradan Midilli`ye name gönderdi. Macerasını anlatıyordu. Ağamın kurtuluşuna son derece sevindim.

    AĞAM ORUÇ MISIR SULTANININ HiZMETiNE GiRiYOR

    Ağam Oruç’un şöhretini Mısır Sultanı da işitmişti. Kendisini çağırdı, huzuruna kabul etti, hizmet teklif eyledi. Sultan’ın emeli, Hind taraflarına donanma göndermekti. Oruç’u bu donanmaya serasker tayin etti. Adana valisine (*) ferman yazdı. iskenderun Körfezi’nde Payas limanına 40 pare gemi yapmaya yetecek kereste göndermesini bildirdi. Adana valisi, keresteleri hazırlattı, Payas’a gönderdi. Oruç Reis, bunları alıp Mısır’a getirmek üzere yola çıktı, 16 pare gemiyle Payas’a geldi.

    (*) Ozaman Adana, Ramazanoğulları denen bir Türk prensliğinin elindeydi. Bu prenslik, Mısır-Suriye Türk-Memluk imparatorluğuna tabi idi

    Rodoslular, Oruç’un Mısır Sultanı’nın seraskeri olduğunu duymuşlar, fırsat gözetiyorlardı. Ağamın Payas’a geldiğini haber alınca, büyük donanma ile bastırdılar. Oruç Reis, vaziyetin vehametini anladı. Cümle gemilerini baştan kara ettirdi, karaya oturttu. Leventlerini alıp içerilere çekildi. Leventler dağılıp memleketlerine gittiler. Ağam gene Antalya’ya geldi. Antalya’da 18 oturak bir tekne yaptırdı. Rodos sahillerini bastı. Kafire aman vermedi. Rodos Şövalyeleri’nin üstad-ı azamı (*) :

    (*) Rodos devlet başkanına verilen ad

    "Oruç Reis namında bir korsan zuhur eylemiş," dedi; "altında 18 oturak teknesi var. Uçan kuşa hükmeder. Malımızı alıp memleketimizi yakar. Nece defa oğullarımızı esir eyleyip Şam Trablusu’na zütürdü, pazarda sattı. Onun şerrinden denize çıkamaz olduk. Ben size bu Türk’ü yeraltındaki zindanından çıkarmamanızı söylemiştim, beni dinlemediniz, gemiye forsa olarak çaktınız. Şimdi tez yarın, hakkından gelmeye çalışın."

    Rodoslular, 5-6 parça yürük tekneyi Oruç’un peşine taktılar. Türk korsanını liman liman, bucak bucak aramaya başladılar. Sonunda bir limanda bastırdılar. Teknesini yaktılar. Oruç Reis, leventleri ile kurtulup kaçtı. Gene Antalya’ya döndü. Oruç’un teknesi Rodos limanına getirildi, halka teşhir edildi. Fakat Oruç’un esir alınıp Rodos’a getirilememesi, Üstad-ı azam’ı çok kızdırdı :

    "Tekne Oruç’un amma, kendisi içinde yok!" diye gürledi.

    Oruç Reis, Antalya’ya döndüğü zaman, zamanın padişahı II. Sultan Beyezid’in oğullarından Sultan Korkut, Antalya’dan Manisa’ya hareket etmişti. Kendisine Teke (Antalya) vilayeti yerine Saruhan (Manisa) vilayeti verilmişti. Sultan Korkut’un "Piyale Bey" adında bir hazinedarı vardı. Evelce Oruç Reis, bu Piyale Bey’e bir frenk oğlancığı hediye etmişti. ikisi arasında dostluk vardı. Şimdi Oruç Reis’in başına bu haller gelip teknesiz kalınca, Piyale Bey, efendisi Sultan Korkut’a vaziyeti anlattı :

    "Oruç Reis, bir mücahit kulunuzdur" dedi, "gece gündüz kafirle cenk edip nece zaferler kazanmıştır. Şimdi teknesini kaybetmiştir. Gerektir sultanım, bu mücahit kuluna bir tekne ihsan ede."

    Sultan Korkut, Oruç Reis’in şöhretini biliyordu. Dileğini memnuniyetle kabul etti. Ağam Oruç’u huzuruna çağırdı. Konuştu, görüştü. Çok ikram ve ihsan etti :

    "Hemen başın sağ olsun," diye teselli etti; "ben seni teknesiz komam. Elem üzre olma."

    Sultan Korkut, hemen izmir kadısına bir emir yazdı :

    "Fermanım sana gelir gelmez, Oruç Reis oğlumuza, dilediği üzere mükemmel bir kalite yaptırasın. Varsın dinimiz uğruna kafirlerle savaşsın. Öcünü alsın. Hanedanımızı rahmetle ansın."

    Piyale Bey de izmir Gümrük Emini’ne name yazdı :

    "Oruç Reis, dünya ve ahiret karındaşımdır." dedi; "size geldikte, hemen himmetinizi ekgib etmeyin. Her türlü yardımınızı esirgemeyirı. 22 oturak bir tekne yapılmasına nezaret edip tez zamanda Oruç Reis’e teslim eyleyin. Teknenin donanması için her türlü masrafı, efendim Sultan Korkut’un hesabına yazın."

    Oruç Reis, izmir'e geldi. Tez zamanda kendisine iki tekne verildi. Biri Sultan Korkut’un şahsına olan hediyesiydi. Diğer tekne de Piyale Bey’in malıydı. O da Oruç’un emrine verildi. Oruç Reis, tekneleri donattı, leventlerini topladı, Foça’ya geldi. Oruç’un gemisi 24 oturak, Piyale Bey’inki 22 oturaktı. Bu iki tekne üç buçuk ay içinde inşa edilip donatıldı. Foça limanına demir attı. Oruç Reis, Foça’dan Manisa’ya geldi. Piyale Bey’in konağına indi. Burada üç gün misafir kaldı. Üç gün sonra Sultan Korkut’un huzuruna çıktı. El öptü. Sultan Korkut çok iltifat etti :

    "Cenab-ı Hak seni her işinde mansur ve muzaffer eylesin," dedi.

    Oruç, Manisa’da Sultan Korkut’a ve Piyale Beye veda etti. Foça’ya döndü. O gece dua ve ibadet etti. Ertesi gün erkenden teknelerine demir aldırdı.

    Birkaç gün sonra derya üzerinde iki Venedik gemisine rasgeldi. ikisi de zaptedildi. Gemilerde 24000 altın vardı. Bu para vesair eşya ganimet alındı. Bir çok levent zengin oldu. Nasıl zengin olmasınlar ki, Osmanoğlu Sultan Korkut’un duasını aldılar. Padişah duası alanın akıbeti hayrolur. Padişah bedduası alan, felakete uğrar.

    Oruç Reis bu cengini Pulya sahillerinde (*) yapmıştır. Oradan Rumeli sahillerine geldi. Ağrıboz adası açıklarında üç Venedik gemisine daha rasladı. Venedikli kafir, Oruç Reis’in gemilerini görünce, top ateşi açtı. Oruç, leventlerini güzel sözlerle teşçi etti. Venedik gemilerine yaklaştılar. iki taraftan atılan gülleler deryayı cehenneme çevirdi.

    (*) italya’nın güneydoğusundaki «Apuglia» eyaletine Türkler, «Pulya» derler.
    Tümünü Göster
    ···
  2. 3.
    0
    okuyanı gibsinler benden sonra yazanlarda okuyosa onlarıda gibiyim
    ···
  3. 4.
    +2
    Gemiler birbirine yanaştı. Leventler kafir gemilerine atladılar. Sonunda Venedik gemileri zaptedildl. 285 Venedikli esir alındı. 120 kadar Venedikli de öldü.

    Düşman gemilerindeki mallar, Oruç Reis’in teknelerine aktarıldı. Tekneler o derece doldu ki, kaplumbağaya döndü; kımıldamaya iktidar yoktu. Şenlik içinde Midilli’ye geldiler. Ben Hızır Hayreddin, ağam ishak’la beraber, karındaşımız Oruç Reis’i limanda karşıladık. Bütün hısım ve akrabamız bizimle beraberdi. Öpüşüp kucaklaştık. Oruç Reis, Midilli’den çıkalı yıllar olmuştu. Bu kadar zamandan beri birbirimize hasret çekerdik.

    Oruç Reis, Midilli’den izmir’e gitmeye, velinimeti Sultan Korkut ve karındaşlığı Piyale Bey’le görüşmeye karar verdi. Fakat tam bu sırada Midilli’ye bir haber erişti : Sultan Selim Han Hazretleri tahta oturmuş. Karındaşı Sultan Korkut’la hasım olmuş. Sultan Korkut ziyadesiyle korkup kaçmış. Oruç Bey bu haberi alınca pek üzüldü. Büyük karındaşı ishak Reis, ağam Oruç’a dedi ki :

    "Var imdi buralarda durma. Bu kışı iskenderiye’de kışla. Bakalım ne ola? Elindeki tekne Sultan Korkut’un ihsanıdır. Ola ki sana zarar erişe."

    Oruç Reis, daha hasret gidermeye vakit olmadan hepimizle vedalaştı. Midilli’den hareket etti. Kerpe adası açıklarında 7 düşman gemisini zaptetti. iskenderiye’ye geldi. Mısır Sultanı, Oruç Reis’in Yahya Reis’le beraber 7 parça ganimet malı tekneyle iskenderiye'ye geldiğini haber aldı. Oruç, Mısır Sultanı’ndan gayetle sıkılırdı. Onun verdiği gemileri Payas’ta Rodoslular’a kaptırdığı için mahcuptu. Kendisini Sultan’a affettirmek için ganimet mallarından muhteşem parçalar ayırdı. 4 cariye ile 4 köle seçti. Sultana sundu. Sultan, pek memnun oldu. Oruç Reis'i ve yoldaşlarını konakladı.

    Ağam Oruç’a dedi ki :

    "Ey Oruç Kapdan, seni affettim. Cenab-ı Hak, affedici kullarını sever. Gerçi benim 16 pare teknemi yaktırdın. Ama içinden bir tek levendin burnunu kanatmadın. Hepsini kurtardın, kafire bir tek esir vermedin. Ben gemilerimin yanmasına kızmadım. Cenk ahvalidir, her şey olur. Senin dönüp yanıma gelmediğine kızdım. Ancak şimdi seni affettim. Hemen sağ olasın. Tekrar hatırımı aldın."

    Böyle deyip ağama çok ikram etti. Ağamın getirdiği hediyelerden fazla peşkeş verdi. Oruç ağam izin aldı. Kahire’den iskenderiye’ye döndü. Sultan, iskenderiye valisine emir yazmıştı. Vali, ağamı ve levendlerini ağırladı. Bir miktar safa ile vakit geçti. Bahar geldi. Oruç Reis, Sultan’a name gönderip gazaya çıkmak için izin istedi, izin çıktı. Ağam, Kıbrıs sularına doğru açıldı. O sularda 5 aded Venedik teknesini ganimet aldı. Oradan batıya gitti. Tunus sahillerinde Cerbe adasına geldi. Ganimet malını Cerbe tacirlerine sattı. Her levendin payına 25 zira Venedik çuhası, 4 tüfek, 4 tabanca ve 171,5 altın düştü. Oruç, iskenderiye’ye giden bir gemi buldu. En iyisinden çuha, tüfek, tabanca ile 13-14 yaşlarında bir kafir oğlancığı ayırdı. Mısır Sultanı’na gönderdi.

    Sultan :

    "Dünyada nimet hakkın gözeten ve iyilik bilir adam varsa," dedi; "oğlum Oruç Kapdan’dır."

    Bu minval üzre ağama çok dualar etti. Aralarında muhabbet bir iken bin oldu. Ağam, Cerbe sularında avlanmaya devam etti. 5-10 parça gemi daha zaptetti.

    "SANDIM Ki DÜNYALAR BENiM OLDU!"

    Biz gelelim memleket ahvaline. Sultan Selim Han tahta oturunca, karındaşı Sultan Korkutla aralarında ihtilaf çıktı. Sultan Selim, karındaşının üzerine asker gönderdi. Aramadık yer komadı, fakat Sultan Korkut’u bulamadı. Ol zaman kapdanpaşa, iskender Paşa idi. Gayetle zalim bir adamdı. Akdeniz’e çıkıp derya üzre iki kürekli bir kayık gezdirmezdi. "Sultan Korkut’un adamıdır" diye kaptanlara çok zulümler eyledi. Ben bunları işitince, Midilli’den ayrılmaya karar verdim. Bir tekneye buğday yükleyip alelacele Şam Trablusu’na gittim. Buğdayı siyah arpa ile değiştirip Preveze’ye geldim. Burada arpamı sattım. At, kısrak ve katır satın aldım. Preveze’nin karşısında Ayamavri adasına demir attım. Limanda yatar 24 oturak güzel bir gemi gördüm. Hayran oldum. Sorup öğrendim. Fettah Kapdan nam bir Türk’ün teknesiymiş. Fettah Kapdan yakınlarda ölmüş. Varisleri, gemi satılsın diye buraya göndermişler. Bu teknenin aşık-ı şeydası olmuştum. Ne isterlerse verecektim. Nihayet 6 kese akçaya uyuştum. Gemiyi satın aldım. Sandım ki dünyalar benim oldu! Yeni tekneme bindim. Diğer gemilerimi de aldım. Akdeniz’i kuzeyden güneye baştan başa geçtim. Cerbe adasına geldim. Ağam Oruç’la buluştum.

    iki karındaş "Nereye gidelim?" diye düşünürken, Tunus’a gitmeye karar verdik. Dedik ki : "Ömrün ahırı mademki ölümdür, bari gaza yolunda can verelim."

    Ben, ağam Oruç, ve Yahya Reis, her birimiz bir gemiye binip Tunus’a geldik. Tunus sultanına çıktık. Peşkeşlerimizi sunduk. Dedik ki :

    "Bize ülkenizde bir yer verin. Gemilerimizi orada barındıralım. Hak yoluna gaza edelim. Aldığımız ganimeti Tunus pazarlarında satarız. Müslümanlar faydalanır, ticaret gelişir. Size de ganimet malından sekizde bir hisse veririz."

    Tunus Sultanı :

    "Pek makul söylersiniz gaziler," dedi; "hoş geldiniz, safalar getirdiniz. Ocak sizindir."

    "GAZAN MÜBAREK OLA!.."

    Sultan bize Halku’l-Vad limanını verdi. Kışı bu limanda geçirdik. Baharda deryaya açıldık. 5 pare gemimiz vardı. En yürükleri benim teknemdi. Sardunya adasına vardık. Bir korsan gemisini zaptettik. içindeki 150 kafiri esir aldık. Tam bu sırada ufukta bir gemi göründü ki, neuzubillah Bursa’nın Keşişdağı(*) kadar cüssesi vardı. Gemilerimizden birinin kapdanı Deli Mehmed’di. Çok yiğit bir delikanlı idi. Benim sağ kolumdu. Bize dedi ki :

    "Ey kapdan babalarım, izin verin, emredin, gidip bu gemiler devini ben alayım."

    (*) Uludağ

    Deli Mehmed’in şevkini kırmamak için izin verdim. Fakat onun teknesi, düşmanın teknesinin yanında fındık kabuğu gibi kalıyordu. Biz de Mehmed’in arkasına takıldık. Düşman teknesine yanaştık. içinde bir tek can yoktu. Meğer uzaktan bizim gemilerimizi görmüş, sandallarına binip kaçmışlar. Tekneye çıktık. Ağzına kadar buğday yüklüydü. Deli Mehmed’i selamladık :

    "Gazan mübarek ola," dedik.

    Ertesi sabah iki gemi daha zaptettik. Birinde bal, zeytin, peynir vardı. Diğeri bir Ceneviz teknesiydi. Demir yüklüydü. Dağ gibi ganimetle top, tüfek atarak Tunus’a geldik. Cümle gaziler doyum oldular. Sultan’ın hissesini ayırdık. Fakir fukaraya da çok mal sadaka ettik. Çok dualar aldık.
    Tümünü Göster
    ···
  4. 5.
    0
    KAFiRLER KORKMAYA BAŞLIYOR

    O kışı gene Tunus’ta geçirdik. Bahar gelince sefere çıktık. 13 günde Mora’da Anapoli limanı açıklarına geldik. ispanya’ya gider büyük bir kafir teknesine rasladık. içinde 3-4 yüz cenkçi vardı. Altın işlemeli sancaklarımızı çekip toplarımızı ateşledik. Yedi defa düşman teknesine yanaşmak istedik. Yedincisinde yanaştık. Azim cenk oldu. Fakat kafir teknesini zaptettik. 150 yoldaşımız şehit oldu. 86 levend yara aldı. Öğrendik ki, kafir teknesinde 525 kişi varmış. Bunlar’ın 183’ünü esir aldık. Gerisi ölmüştü. içlerinde ispanya’da büyük bir memleketin valisi de vardı. Bir gemi daha zaptedip Tunus’a geldik. Ağam Oruç yaralanmıştı. Tunus’ta tedavi gördü, dinlendi. Ganimet malımız arasında 70-80 papağan ve 20 doğan kuşu vardı. Bunları Tunus Sultanı’na verdik. Bu seferden sonra namımız bütün kafir memleketlerine yayıldı.

    Bizi ortadan kaldırmak için kafirler ittifak eylediler. Dediler ki :

    "Oruç ve Hızır Hayreddin namında iki Türk peyda olmuş. Bu Hristiyan düşmanı yılanlar ejderha olmadan, basalım, isimlerini yeryüzünden silelim. Şimdi fırsat verirsek, belli ki bu Türkler başımıza çok iş açar."

    ispanyol kafiri bu minval üzere 10 pare mükemmel kadırga donattı. Maksatları bizi yakalamaktı. Fakat onlar gelmeden biz deryaya açıldık. Ceneviz’e gitmek istiyorduk. Rüzgar muhalefetinden Cezayir sahillerine vurduk. Becaye nam Cezayir kalesinin önünde demir attık. 10 pare ispanyol kadırgası da bizi Ceneviz taraflarında bulamayınca Becaye’ye geldi. Sahil üzerinde cengi kabul etmek çok tehlikeliydi. Hemen deryaya açıldık. Kafir kadırgaları kaçtığımızı sandılar, peşimize düştüler. Kafi derecede sahilden açılınca ağam Oruç, hemen dönüp kadırgalara yaklaşmamızı emretti. Böyle bir şey beklemeyen düşman çok şaşırdı. Büyük cenk oldu. Hemen kadırgaların kapudane teknesi olanına yanaştık. Koca kadırgayı ve diğer üçünü zaptedince ötekiler kaçtı. Varıp Becaye kalesi altına sığındılar. Oruç Reis, altına girip kadırgaları yakalamak istedi. Ben mani olmak istedim. Ağamın emri, çok tehlikeliydi. Tedbir bu idi ki, aldığımız 4 kadırga ile Tunus’a dönelim, 6 kadırgayı kendi haline bırakalım.

    4 GEMi, 14 GEMi OLMUŞTU!

    Fakat çok atak olan ağam Oruç beni dinlemedi. Taarruza karar verdi. Halbuki Becaye kalesinde çok ispanyol kafiri vardı. 6 kadırgadaki ispanyol, teknelerini boşaltıp, kaledeki yoldaşlarıyla birleştiler. Ağam, kaleye hücum etti. Sahile çıktık. Kaleden üzerimize yağmur gibi top gülleleri ve tüfek misketleri yağıyordu. 60 şehit, bir o kadar yaralı verdik. Belki kaleyi düşürebilirdik. Fakat cengin en kızgın anında ağamın sol koluna bir misket isabet etti. Düşman bunu gördü. Kaleden çıkıp levendlere saldırdı. Ağamın ağır şekilde yaralanmasına çok üzülmüştüm. O hınçla 3-4 yüz levendle kafirlere öyle bir giriş girdim ki, melunları kıra kıra kale kapılarına kadar sürdüm. 300 kafiri öldürdüm, 150’sini esir ettim.

    Daha fazla kale önünde durmak münasip değildi. Ağam Oruç yarasının şiddetinden kendinden geçmişti. Levendleri toplayıp gemilere bindirdim. Kafirler kaleden gemilerimize gülle yağdırıyorlardı. Fakat Allah’ın inayetiyle hiçbiri isabet etmedi. 14 parça gemiyle Tunus’a döndük. Oruç Reis’in yarasını cerrahlar hoşça tımar edip sardılar. Amma ıstırabı günden güne arttı. Cümle cerrehlar toplandılar, bana geldiler :

    "Eğer karındaşının kolu kesilmezse akibet vahim olur," dediler; "sonra bizden bilmeyesin."

    Tunus halkı 4 gemiyle sefere çıkıp 14 gemiyle döndüğümüzü görünce ziyade şad oldu. Ancak Oruç Reis’in kolcağızının haline cümle Müslümanlar ağladı.

    Cerrahlara dedim ki :

    "Ağam Oruç'un kolunu, kim kurtarırsa, onu terazinin bir kefesine oturtacağım. Diğer kefesine altın koyup ihsan edeceğim. isterse beğendiği 10 esiri vereceğim."

    AĞAM ORUÇ’UN KOLU KESiLiYOR

    Cerrahlar tekrar toplandılar. Meşveret ettiler. Fakat ağamın kolunu kesmekten başka çare bulamadılar. izin verdim. Ağamın kolcağızın şehit edip kestiler. Tımar eylediler. Hüngür hüngür ağladım. Dedi ki :

    "Niçin böyle ah edip ağlarsın? Takdir-i Rabbani böyleymiş. Elden ne gelir? Elhamdülillah ki kolumu gazada kaybettim. Bu saadet bana yeter."
    Tümünü Göster
    ···
  5. 6.
    0
    @1 yarınki sınavının ızdırabını bize niye çektiryosun bin
    ···
  6. 7.
    +1
    O kış ağam Oruç tamamen afiyet buldu. Evvel baharın havasıyla gönüller kaynayınca 8 pare tekneyle sefere çıktık. ispanya yakasına vardık. Endülüs sahillerine geldik. Endülüs’te Gırnata nam şehir ispanyol kafirinin eline yeni düşmüştü. Evvelce Müslüman beldesiydi. ispanyollar, Müslümanlar’a gayetle eziyet ve zulüm yaparlardı. Çok zalim kafirlerdi. Nice Müslüman yer altlarında mescitler yapıp ibadet ederdi. ispanyol kafiri bütün camileri yakıp yıkmıştı. Nerede Kur’an okuyan, oruç tutan, namaz kılan Müslüman görseler, evladıyla beraber işkenceye kor, diri diri yakarlardı. Nice tekne dolusu Müslüman’ı, kafir elinden kurtardık. Cezayir’e, Tunus’a getirdik.

    Endülüs’ün El-Meriye limanı açıklarında iken, 7 parça kafir teknesi göründü. Birine yetişip aldık. Rüzgar muhalifti. Diğerleri kaçtı. Zaptettiğimiz gemi, bir Flandr gemisiydi, Hindistan’dan mal getiriyordu. Buradan Minorka adasına geldik. Bir koya girdik.

    Tunus’tan hareketimizden 50-60 gün geçmişti. Minorka adasına çıktık. içerilere girdik. 200 kadar pürsilah kafire rasladık. Pınar başında oturmuş, kuzu çevirir, bade içerlerdi. Çoğu kendinden geçmişti. 70-80 kafiri kılıçtan geçirdik. 5-6 sürü koyun aldık. Kafirlerin kumandanını karşıma getirdiler. Nereye gittiklerini sordum :

    "Sinyor," dedi; "sizin Minorka’da yattığınızı öğrendik. ispanya’dan üzerinize 10 kadırga gelir. Biz de kadırgalar gelip sizi basınca, karadan onlara yardım edecektik."

    Bunu öğrenince esirleri ikişer ikişer prangaya vurdurup gemilere dağıttım. Minorka’dan kalktık. Ceneviz yolunu tuttuk. 4 parça gemiye rasgeldik. Onları da aldık. Namımız bütün kafir illerine destan oldu.

    Korgiba seferinden sonra ağamla beraber Midilli adasına geldik. 7 pare teknemiz vardı. "Vatan sevgisi imandan gelir" diyen Arap atasözü doğruymuş. Sılamıza kavuşunca taze can bulduk. Bütün akraba ve dostlarımız geldiler. Hal, hatır sordular. Yedi gün, yedi gece kazanlar kaynatıp, adanın bütün fakirlerini doyurduk. Sünnetsiz çocukları sünnet ettirdik. Ersiz kızları evlendirdik. Gönüllerini şad etmek için, büyük düğünler yaptık. Yeni esvaplar kestirip bağışladık. Yetim ve öksüzleri ev ev aratıp buldurduk. Dul karıcıkları, hizmete gücü yetmeyen ihtiyarcıkları, sakatları ve hastaları sevindirdik. Herkesin hatırcığını okşadık. Gazi levendlerimizin kemerleri, sucuk gibi altın doluydu. Bir akçalık mala beş akça verip satın alırlardı. Ta ki adanın tüccarı kazanıp hayır dualar etsin. Midilli halkı, hakkımızda büyük ikram ve inayet gösterdi. Kucak kucak yemiş ve meyve taşıdı :

    "Siz mücahid kişilersiniz, yeyiniz, sıhhatte olunuz," diye yalvarırlardı.

    DERYA AŞKIMIZ BÜTÜN AŞKLARDAN ÜSTÜNDÜ

    Muradımız kışı adada geçirmekti. Bütün akrabamıza ganimet malından dağıttık. Ağamız ishak’a çok mal ve Venedik altını verdik. Mübarek duasını aldık. Yalnız Oruç’un kolcağızını şehit olmuş görünce çok üzüldü, mahzun oldu. Bir ara ağam Oruç, Midilli’de yerleşmek, evlenmek, çoluk çocuk sahibi olmak istedi. Fakat bu niyetinden tez vazgeçti. Çünkü cümle aşklarının başında derya aşkı gelirdi. Deryayı hiçbir nesneye değişmezdl. Bir sabah dedi ki :

    "Karındaşlarım, dün gece hayırlı bir rüya gördüm. Rodos’ta zindanda iken rüyama giren ve kurtulmamı müjdeleyen ak sakallı hoca, Ey Oruç, dedi; yüzünü batıya çevir. Cenab-ı Hak, sana batıda çok gazalar, büyük şan ve şerefler nasip kılmıştır!"

    Midilli’ye çok tekneler gelirdi. Kaptanlar, küreğe koymak için esir ararlardı. Bir gün kaptanlara dedimki :

    "Benim 827 adet fazla forsam vardır, size satayım."

    Bu suretle kafirleri Osmanlı tüccar kaptanlara sattım. Bazılarını 500 altına, bazılarını 300’e, bazılarını daha az akçeye verdim. Sattığım esirlerin vergisini ödedim. Liman reisinin hakkını gönderdim. islam evkafına bağışta bulundum. Bu suretle aldığım akçanın yarısı gitti. Öbür yarısını ağam Oruç’la böluştük. Ancak para tutmasını sevmezdik. Cümle kazancımızı teknelerimizi daha iyi donatmak için harcadık. Gerisini levendlerimize bölüştürdük. Her levende 90 altın, reislere 195 altın düştü.

    Levendler yemek, içmek için ceplerinden harcamazlardı. Her teknenin kazanı kaynardı. Haftada iki kere et verilirdi. Ancak levendler çok kere kendi ceplerinden yer, teknede pişen yemeğe iltifat etmezlerdi. Levendlere kış için sılalarına gitmeye izin verdim. Anadolu’nun ve Rumeli’nin yakın yerlerinde olanlar gittiler. Uzak sılası olanlar bizimle Midilli'de kışladılar. Bu kış içinde Midilli tersanesine üç gemi ısmarladım. Biri 25 oturak, diğer ikisi 24 oturak olacaktı. Bu suretle ol baharda 10 pare teknemiz oldu. Yeni teknelerden birine ben, diğerine ağam Oruç Reis bindi. Yeni gemilerimizi de Tanrı’nın inayetiyle gayetle güzel donattık. Bahar yaklaşırken Anadolu'dan ve Rumeli’nden şanımızı ve şöhretimizi işiten dilaver yiğitler fevc fevc Midilli’ye gelmeye başladılar. Levend yazılmak için rica ve niyaz ederlerdi. Gözümüzün tuttuğu denizci yiğitleri aldık. Ağamız ishak’ın elini öptük. Akraba ve ehibbamızla vedalaştık. Deryaya açtık. Mübarek bir mevsimdi.

    "FAKiR FUKARA YOLUMUZU GÖZLÜYORDU"

    Yolda 15-16 pare tekne ele geçirdik. iyi tekneleri beraberimize aldık. iyi olmayanları batırdık. Ele geçirdiğimiz gemilerden beşi buğday, ikisi zeytin yağı, biri fildişi yüklüydü. Diğerlerinde çeşitli mal ve eşya vardı. Hepsinden ceman 479 kadın ve sayısız erkek esir aldık. 17 pare gemiyle Tunus’un Halku’l-Vad limanına girdik. Midilli’den ayrıldığımız 29 gün olmuştu. Liman bizi seyretmek için gelen halkla dolmuştu. Toplarımızı ateşleyip halkı selamladık.

    Tunus’ta halk bizi o kadar sevmiş ki, çoğu bir daha bu sulara gelmeyiz diye tasa çekerlerdi. Hele fakir fukara yolumuzu gözlüyor, geleceğimiz günleri sayıyordu. Buğdayı fakir ve muhtaçlara bedava dağıttık. Diğer ganimet malımızı sattık. Tunus Sultanı’nın da hissesini ayırıp yolladık. Sultan’ın hissesine 5000 Venedik duka altını, 2 bakire cariye, 4 Cenevizli oğlan düştü. Kızlar ve oğlanlar, 15-16’şar yaşlarında ve gayetle dilberdi. Parayla satsak çok büyük meblağ tutardı. Tunus Sultanı da bize ala donanmış atlar hediye etti. Ağam Oruç’la bu atlara binip saraya gittik Sultan bize :

    "Memleketime şeref verdiniz," dedi; "cenab-ı Hak iki cihanda yüzünü ak etsin! Siz benim beylerimsiniz."

    Huzurdarı çıkarken benim ve ağamın sırtına birer kürk giydirip taltif ettiler. Maiyetimizdeki levendlere de ihsanda bulundular.

    Kışı Tunus’ta geçirdik. Bir yeni bahar daha geldi. 12 pare tekneyle mübarek bir saatte deryaya çıktık. Sicilya’da bir kaleyi bastık. 300’e yakın esir aldık. Teknelere pay edip küreğe koyduk. Deli Mehmed Reis, limanda yatan bir ticaret gemisini ele geçirdi. Tekne, ağzına kadar şeker yüklüydü. 650 çift sandık şeker saydık. Deli Mehmed Reis’i, bu malı Tunus’a zütürmeye memur ettim. Ertesi gün kısmetimiz daha da açıldı. 4 pare tekne ele geçirdik ki, ikisi çuha yüklüydü. Biri seren direğiyle doluydu. Fransa’ya zütürülüyordu. Dördüncü gemiden kurşun, barut ve gülle çıktı. Velhasıl dört parça da güzel ganimetti.

    33 gün sonra Tunus’a döndük. O kadar çok çuha ele geçirmiştik ki, teknelerde ayak basar tahta zeminleri bile çuha döşedik. Her levendin payına 7,5 kantar şeker, 12 top çuha, 125 top kumaş düştü. Ele geçirdiğimiz seren direkleri, çok iyi keresteden yapılmıştı. En büyük teknelerde kullanılabilecek derecede sağlam ve uzundu. Bu seren direklerini Şevketlü Sultan Selim Han padişahımıza hediye göndermeye karar verdik. Direklerle beraber 200 de esir seçtik. Bunları Muhiddin Piri Reis, istanbul’a, Sultan Selim Han’a zütürecekti. Muhiddin Piri Reis, merhum Kemal Reis’in yeğeni idi. Zarif ve alim bir arkadaşımızdı. Padişah kapısında nasıl davranmak lazımdır, çok iyi bilirdi. Uğurlu bir saatte Piri Reis’i Tunus’tan istanbul’a yola çıkardık.
    Tümünü Göster
    ···
  7. 8.
    0
    "PADiŞAH DUASI ALDIK iKi CiHANDA AZiZ OLDUK"

    Muhiddin Piri Reis, 6 pare tekneyle Tunus’tan hareketinin yirmi birinci günü istanbul’a vardı. Sarayburnu önünde demirledi. Toplarını ateşleyip hakanımız Sultan Selim Han’ı selamladı. Sultan Selim Han, Piri Reis’i huzuruna kabul etti. Benim yazdığım nameyi bizzat kendi okumak inayetinde bulundu. Ağam Oruç Reis’in ve benim gazalarımdan hoşnud oldu. Mübarek ellerini kaldırıp bize ve levendlerimize dualar eyledi :

    "Hak Taala, dünya ve ahirette Oruç ve Hayreddin kullarımın yüzlerini ak eylesin," dedi; "kılıçları keskin, düşmanları mahkur, denizde ve karada gazaları mansur olsun. Daima muzaffer olalar!"

    Böylece padişah duası aldık. Artık sırtımız yere gelmezdi. iki cihanda aziz olmuştuk. Piri Reis yoldaşımız, hakanımızdan büyük iltifat gördü. On kese akça ihsan aldı. Sırtına hıl’at giydirildi. Selim Han, hediyelerimizi tenezzülen kabul etti ve teker teker bakmak suretiyle lütfunu esirgemedi. Hatta Piri Reis’in teknelerinin Yalı Köşkü’ne yanaşmasını irade buyurdu ki, şimdiye kadar hiçbir geminin saray sahiline yanaşmak haddi değildi. Piri Reis, hediyelerimizi 200 kafir esirinin sırtına yükletmiş ve iyi bir alay düzenlemişti. 200 levend de, sırmalı urbalar kuşanmış olarak sahile çıktılar, Hakanımıza gösteriş yaptılar. Selim Han, her levende ellişer altın ihsan etti. istanbul’da kaldıkları müddetçe iaşe ve ibatelerinin miriden temin olunmasını buyurdu. Muhiddin Piri Reis için ayrı bir konak tahsis edildi.
    Sultan Selim Han, teknelerin tersaneye çekilmesini irade buyurdu. Teknelerimiz burada yağlandı, ekgibleri tamamlandı, gedikleri düzüldü, mühimmatı koşuldu. Ayrıca hakanımızın emriyle 27’şer oturak iki kadırga inşasına başlandı. Selim Han bu kadırgalardan birini bana, diğerini ağam Oruç Reis’e ihsan buyuracaktı. Kadırgaların kıçları altın yaldızla yaldızlandı. Güvertelerine mükemmel toplar kondu. Dökümhaneden çıkmış olan bu toplar pırıl pırıldı. Piri Reis, vezirleri de ziyaret etti. Hediyelerimizden peşkeşler sundu. Günlerden bir gün Sultan Selim Han Hazretleri, Piri Reis’i tekrar çağırdı. Huzuruna kabul buyurdu. iki elmas kabzalı kılıç verdi. Her biri birer Rum haracı ederdi. Ayrıca hıl’atlar, sorguçlar ihsan buyurdu:

    "Baka Reis," dedi; "verdiğim kadırgalardan birine Hayreddin Bey, öbürüne Oruç Bey binsin. Sorguçlarımdan birini Hayreddin Bey, öbürünü Oruç Bey sokunsun. Kılıçlarımdan birini Hayreddin Bey, öbürünü Oruç Bey kuşansın. Cümle peşkeşleri makbul-i hümayunum olmuştur. Böyle diyesin. Sizi Allah’a ısmarladım. Mansur ve muzaffer olasınız. Duam berekatı sizinle biledir. Her neye ki ihtiyacınız varsa, eşiğime arz edesiniz."

    Piri Reis yoldaşım, hakanımızın hatt-ı hümayunlarını aldı. Üç defa öpüp başına koydu. Yedi kere eğilip selam verdi. Selim Han’ın mübarek elini öptü. Veda eyledi. Cihan Hakanı’nın huzurundan kemal-i huzur ve rahat, ıkbal ve saadetle çıktı. Selim Han’ın bana ihsan buyurduğu kadırgaya bindi. Diğer kadırgaları peşine taktı. Sekiz pare tekneyle Sarayburnu’nda padişahı selamladı, Selim Han, Yalı Köşkü’nden gemilerimizi seyrediyordu. Cihanın taht şehri olan istanbul’dan ayrıldı. Tunus’a doğru yola düştü.

    Piri Reis, istanbul’da iken ben ve ağam, 10 pare tekneyle denize açıldık. Niyetimiz Sebte Boğazı’na, Akdeniz’in ucuna gitmek, Endülüs'e uğramak, din kardeşlerimizden bir kısmını daha kurtarıp getirmekti. Ancak bu sırada Cezayir’in Becaye şehrinden elçiler geldi:

    "imdad olursa," dediler; "siz gazi yiğitlerden olur. ispanyol kafirinin tasallutundan namaz kılamaz çocuklarımıza Kur’an talim edemez olduk. işimiz inayetinize kalmıştır. Cenab-ı Hak, halasımızı size inayet buyurmuş, bizi size ısmarlamıştır. Teşrif edip beldemize gelin. Hemen bizi kafir zulmünden kurtarın."

    Tam Becaye üzerine hareket edecektik. Gördük ki Piri Reis sekiz pare kadırgayla Tunus sularına gelir. Hemen Piri Reis’i gemimize aldık. Heyecanla istanbul ahvalini sorduk. Daha Piri Reis’in bindiği kadırgayı görünce aklım başımdan gideyazmıştı. O kadar güzel ve azametli tekneydi. Anladım ki padişah ihsanıdır. Gönlüm sürurla doldu. Şevketlü Selim Han’ın mübarek hatt-ı hümayunlanını okuyunca sürurum arttı. Gözlerim doldu. Hatt-ı hümayunu yedi defa öpüp başıma koydum. Cenab-ı Hakk’a şükürler ettim. Böyle kudretli bir hakanın kulu olduğumuz için hamd eyledim. Ağam Oruç, padişahın kendine ihsan ettiği kadırgayı görünce sevince gark oldu. Bu denlü azametli bir tekneye sahip olduğu için hünkarın şevketine dualar etti.

    Sultan Selim Han, Tunus Sultanı’na da bir hatt-ı hümayun göndermişti. Hatt-ı hümayunu ben zütürüp Sultan’a verdim. Sultan, Cihan Hakanı’nın fermanını yedi kere öpüp başına koyduktan sonra açtı, okudu. Padişahımız buyuruyordu ki :

    "Sen ki Tunus Beyi’sin, bu ferman-ı hümayunum vasıl oldukta mucibince amel eyleyip zinhar hılafından hazer edesin. Kullarım Oruç ve Hayreddin Beyler’e her türlü yardımını esirgemeyesin."

    Bütün Tunus erkanı toplanmıştı. Sultan’ın huzurunda Piri Reis, Selim Han’ın kılıcını bana kuşattı, gönderdiği hıl’atı sırtıma geçirdi. Azim merasim oldu. Şeyhler dualar ettiler. Cihanın hakanı Selim Han’ın şevketini övdüler. Tunus Sultanı baktı ki, Cihan Hakanı bana ve ağama ettiği iltifatı şimdiye kadar en büyük hükümdarlara karşı bile esirgemiştir, bizlere karşı muamelesi değişti:

    "Senin ve ağan Oruç’un yolu, kapdan-paşalık yoludur, dedi; mübarek ola!"

    Bu andan itibaren hasedinden tezvire başladı. Gördü ki, artık kendi başımıza zavallı, himayesiz korsanlar değiliz. Cihan Hakanı’nın makbul kuluyuz. Bizden çekinmeye başladı. Devlet ve memleketini Selim Han hesabına elinden alırız diye korkardı.

    "DÜŞMAN TEKNELERiNE SAVLET EYLEDiK"

    Ertesi gün ben ve ağam Oruç Reis, padişah ihsanı olan yeni gemilerimize bindik. Yirmi yedişer oturak olan teknelerde on altışar top vardı. 12 pare gemiyle deryaya açıldık. Bir tekne ele geçirdik. içinde 25 kafir vardı. Yağ ve bal mumu yüklüydü. Forsalar Endülüslü din kardeşlerimizden 40 kişiydi. Cümlesini halas eyledik. Deli Mehmed Reis’in gemisine doldurup Tunus’a gönderdik. Deli Mehmed’i gayetle severdim. Genç, korku bilmez bir yiğitti. 15-20 kafirle tek başına kalsa dövüşür ve galip çıkardı.

    Bu minval üzere Cezayir ülkesinin Becaye limanına geldik. 2033 can levendimiz, on bir pare kadırgamız, yüz elli kadar topumuz, binlerce forsamız vardı. Becaye’nin kalesi, ispanyol kafirinin elindeydi. Cenge başladık. Cenk, üç buçuk saat sürdü. Kafirlerin çoğu öldü. Bu zaferimizi duyan 20000 Arap, Becaye’ye geldi. Bize yardıma çalışırlardı ama, cenk ahvalini iyi bilmezlerdi. Kalede kalan bir avuç kafir, bize 29 gün mukavemet etti. Şehri ele geçirmiştik. Muhasara toplarımız olmadığı için, kalede büyük gedik açamıyorduk. Minorka adasından üzerimize azim ispanyol kafiri geldiğini duyduk. Becaye’yi bırakıp Cicelli'ye çekildik. Ama Minorka’dan gelecek imdat kuvvetlerinin yolunu beklerdik. Nihayet derya ufkunda 10 pare büyük kadırga göründü. Ağzına kadar silah ve mühimmat yüklüydü. Becaye'yi kurtarmaya gelirlerdi. Ağam Oruç :

    "Bu bize Tanrı nimetidir," dedi.

    Cümle levendler gülbank-ı muhafazidi çekip düşman teknelerine savlet eyledik. Büyük cenk oldu. 10 tekneyi de ele geçirdik. Kafirlerden sağ kalan 781’ini esir asıp forsaya çaktık.
    Tümünü Göster
    ···
  8. 9.
    0
    10 pare ispanyol teknesine Haçlı sancakları çekip 500 levendimle yerleştim. Becaye’ye dümen tuttum. Becaye kalesindeki ispanyol kafiri, Minorka’dan 10 pare geminin imdada gelmesini beklerdi. Bizi uzaktan görünce dindaşları sanıp külahlarını havaya fırlatarek sevinç alametleri gösterdiler. Böylece şenlik ve şadumanlık içinde bulunan kaleye yanaştık. Kafirler kale kapılarını açmışlar, imdada gelen tekneleri karşılamak için yalılara dökülmüşlerdi. Birden levendlerimi sahile çıkardım. "Allah Allah" sadası ayyuka çıkınca, kafirler bozuldular. Kaleyi fethettik. ispanyollar "mayna sinyor!" diye bağrışıp aman dilediler. Civar ülkelerden gelen cümle şeyhler ve kaaidler, bana biat ettiler. Bundan böyle hükümdar olarak beni ve ağam Oruç’u tanıyacaklarına and içtiler. Becaye’ye asker koydum, Ağamla buluşmak üzere Cicelli’ye döndüm. Ağam Oruç gözlerimden öperek beni tebrik etti. Zira Becaye, geyetle mühim bir kaleydi. Kalede 800 fıçı barut ve dünyanın ganimeti elimize geçti. Bilhassa baruta çok sevindik.

    Zira barutumuz azalmıştı. Tunus Sultanı da artık bize barut vermiyordu. Baktık ki Tunus Sultanı bizden günden güne yüz çevirir. Kendi başımızın çaresini görmeye karar verdik. Bunun için de, bu gurbet ellerinde, kendimiz için yeni bir devlet kurmak icap ediyordu.

    ispanya’da Becaye’yi fethettiğimiz haberi duyuldukta, kafirlerin başına kıyamet kopup, cümlesi yeis ve matem deryasına battılar. ispanya kralı Karlos(*) buyurdu ki, tez vakitte Becaye Türkler’den alına ve ispanyol esirleri kurtarıla. Diğer taraftan Cezayir ülkesi halkı gördü ki Türkler, kafirin belini kırmaya kadirdir. Gayetle adil ve Allah’tan korkan bir millettir. Ben ve ağam, Cezayir’in Cicelli şehrinde otururken, ülkenin birçok şehrinden heyet geldi. Bunların en mühimmi, memleketin merkezi olan Cezayir şehrinden gelen heyetti. ispanyol zulmünden bizar olan Cezayir şehri halkı, bizden imdat istiyordu. Ağam Oruç, 500 leventle Cezayir şehrine doğru yola çıktı. Beni Cicelli’de bıraktı.

    (*) ispanya kralı ve Almanya imparatoru Charles-Quint ki, Barbaros Kardeşlerin en büyük hasmı ve rakibi olacaktır

    Ağam Oruç Reis, Cezayir şehrini fethe giderken, ben de Clcelli’den hareket ettim. Tunus’a gittim. Tunus Sultanı artık bize tamamen düşmanlık gösterirdi. Fakat beni on pare tekneyle görünce korktu. Zahirde iltifat etti. Vafir özürler diledi. "Biz Müslüman mücahitlere niçin barut yollamadınız?" dedim.

    "Benim barut istediğinizden haberim yoktu,"dedi; "kethudam bana bildirmedi. Ben de kethudanın başını vurdurdum."

    Gerçi kethudasının başını vurdurmuştu. Fakat bunun sebebi bambaşkaydı. Ama ben bunu sultanın yüzüne vurmadım. Kanmış göründüm.

    Sultanla beraber atbaşı Tunus şehrini gezdik. Sonra limana döndüm. Yanımda büyük ağam ishak Reis, Muslihuddin Reis, Kurdoğlu Reis, Deli Mehmed Reis ve başka namlı levent reisleri vardı. Doğu Akdeniz’e Kıbrıs taraflarına doğru gidip avlanmak, sonra Cezayir’e dönmek için reislerime emir verdim. Ben, ağam ishak Bey’le beraber Cezayir’e döndüm. Reislerim, yedi pare gemiyle doğuya açıldılar. Bir müddet sonra Kıbrıs’la Mısır arasında Donanmay-ı Hümayun’a rasladılar. Leventlerin sevinçten akılları başlarından gideyazdı. Zira Türk Donanması derya yüzünü kaplamıştı. Muslihuddin Reis, hemen donanmaya yanaştı. Kapdan-ı Derya Cafer Bey’in huzuruna çıktı. Selim Han’ın kapdan-ı deryası:

    "Padişah Mısır seferindedir," dedi; "haberiniz yok mudur? Niçin gelip Donanmay-ı Hümayun’a katılmazsınız?"

    Muslihuddin Reis, gayet akıllı bir adamdı. Dedi ki:

    "Devletlu Efendim, haşa ki padişah hizmetini ihmal etmişliğimiz yoktur. Başka ıklimdeyiz. Haberimiz olmadı. Eğer bir köpeğinizi gönderip haber salaydınız, emriniz başımızın üstüne, derhal yetişirdik. Devlete hizmet, bize en büyük dünya nimetidir."

    Kapdan-ı Derya, Muslihuddin Reis’in bu akıllıca sözlerini çok beğendi: "Berhudar olasınız!" dedi.

    Muslihuddin Reis, yedi pare gemisiyle, Donanmay-ı Hümayun'un peşine takıldı. Hep beraber iskenderiye limanına girdiler(*). Bu sırada Selim Han, Mısır’ı tamamen fethetmişti. Kahire’deydi. Donanmasının iskenderiye’ye geldiğini işittikte, hemen bu limana geldi. Donanmay-ı Hümayun’u teftiş etti. Bu arada Muslihuddin Reis’e çok iltifatlar etti. Pek çok asker, ve mühimmat verdi. Bunları alan Muslihuddin Reis, Cezayir’e döndü.

    (*) 19 mayıs 1517

    ORUÇ REiS’iN ZAFERi

    Muslihuddin Reis’in Mısır seferi iki buçuk ay sürmüştü. Ağam Oruç Reis, gemilerinin döndüğünü ve Selim Han’ın gönderdiği askerleri ve topları görünce, ziyade mesrur oldu. Ağam Oruç, Cezayir şehrindeyken, ben Cicelli’de otururdum. Cezayir ülkesinin büyük kısmı elimize geçmişti. Kıyıda birçok kaleyi ellerinde tutan ispanyollar, çok telaşlandılar. 40 pare gemi hazırladılar. Tunus’un Halku’l-Vad limanına gelip demir attılar. Amma bizden kimseyi bulamadılar. Hiçbir şeye kadir olamayıp geri döndüler. Cezayir limanına geldiler. Maksatları, Cezayir ülkesi’nin en büyük şehri olan bu limanı ağam Oruç’tan almaktı.

    Ağam Oruç, hamiyet kuşağını dört elle kuşandı. Sabaha kadar başını secdeden kaldırmadı. Cenab-ı Hak’tan nusrat ve zafer diledi. Sabah güneş doğarken, leventlerini topladı. Arap’tan, Berberi’den, Endülüslü’den de çok askeri vardı. Amma bunlar, Türk leventleri gibi cenk bilmezler, sıkışınca düşmandan yüzgeri ederlerdi. Cümlesi beş, altı bin mücahitti. Düşman, yalıya on bine yakın asker çıkarmıştı. 40 pare gemilerinde daha da asker vardı.

    Oruç Reis, sancaklarını burçlara diktirdi. Kafirleri kahredecek bir tabiye hazırladı. Gece karanlığı basınca üç bin mücahitle Cezayir kalesinin bir kapısından gizlice çıktı. Dağları dolaşıp ispanyollar’ın ardına düştü. Fırtınalı, pek karanlık bir geceydi. Hemen Ulu Tanrı, mücahit kullarına yardım ederdi. ispanyol kafiri, fırtına ve karanlığın sıkıntısı içindeydi. Oruç Reis’in hareketini anlayamadı. Oruç Gazi, birden düşmana savlet eyledi. Kafir neye uğradığından gafildi. Cümlesi kılıçtan geçirildi. Bir taraftan da kaz yumurtası büyüklüğünde dolu yağıyordu. ispanyollar şaşkınlıktan birbirlerini kırmaya başladılar, gemilerinde ne kadar asker varsa karaya döktüler. Yirmi, otuz bin oldular. Amma göz gözü görmezdi. Oruç Gazi, düşman alaylarını imhaya devam ediyordu. Azim cenk oldu. Sonunda düşman sindi. Gecenin sonunda, sabaha karşı Cezayir kalesinden iki bin mücahit daha çıktı. Bir taraftan da bunlar ispanyollar’a kılıç çalmaya başladılar. Kafirler tamamen kırıldı. Geri kalanları esir alındı.

    Oruç Gazi esirleri saydırdı. 2700 kafir esir düşmüştü. Gazilerin verdiği şehit 300 kadardı. Cümlesi merasimle gömüldü. islam askeri muzaffer oldu. Türk sancağı yükseldi. En büyük kafir devleti olan ispanya, ağam Oruç’a karşı münhezim oldu. Kral Karlos’un yüzü karaya boyandı. Hemen Hak Taala kafirin yüzünü daima kara eyleye! Amin, bi-hürmeti Seyyidi’l-Mürselin(*).

    (*) 30 Eylül 1511 Cezayir zaferi. Bu muharebede Don Diego de Vera’nın başkumandanlığındaki 40 harp, 140 nakliye gemisi ve 15000 kara askerinden müteşekkil büyük ispanyol kuvvetleri, Oruç Reis tarafından müthiş bir hezimete uğratılmıştır. ispanya, Avrupa’nın en büyük kara ve deniz devletiydi
    Tümünü Göster
    ···
  9. 10.
    0
    Ağam Oruç, bu büyük zaferi bir nameyle bana bildirdi. Zafer haberini aldığımda, yanımda büyük ağam ishak Reis de vardı. On pare tekneyle denize açılmaya hazırlanıyorduk. Cezayir’e ağam Oruç’a yardıma gidiyorduk. Hacet kalmadı. Akdeniz’e açıldık. 16 parça kafir gemisi ele geçirdik.

    Bunlar, barut, kurşun, kereste, katran, yağ, pirinç, buğday yüklü teknelerdi. Denize açıldığımızın yirmi dokuzuncu günü dönüp Cicelli limanına demir attık. Bir gemi dolusu buğdayı fukaraya sadaka eyledim. Ağam Oruç’tan bir name gelmişti. Münafık bir Arap şeyhini yakalamam için emir veriyordu. Derhal beş yüz leventle dağlara çıktım. iki yüzlü şeyhi yakaladım. Başını kestirdim. Yerine başka bir şeyh tayin ettim. Cicelli’ye döndüm. Birkaç gün istirahat ettim. Yirmi küsur parça tekneyle denize açıldım. Mübarek bir saatte Cezayir limanına girdik. Ağam Oruç’la buluştuk. Büyük ağamız ishak Bey de bizimle beraberdi. Hayli müddet can sohbetleri eyledik. Kışı bu minval üzere geçirdik.

    Evvel bahar geldi. Ortalık lalezar oldu. Gemiler limandan çıktılar. Derya üzerinde oynaşmaya başladılar. Cezayir ülkesinde Tenes şehri vardı. Bir Arap emiri hüküm sürerdi. Amma bu hanedanda anlaşmazlık ekgib olmaz, her daim kan dökülür, ahali sıkıntı çekerdi. ispanyol kafiri, bu beldeye de musallat olmuştu. Ağam Oruç Bey Gazi, bu beldeyi de hükmü altına almak istiyordu. Bu sırada ispanya kralı Karlos, Tenes’e on pare gemi göndermişti. Güya Tenes emirini himaye eder, aslında Müslüman halka kan kustururdu. Tenes şehrinde sultanın muhafızı geçinen bir ispanyol birliği vardı. Ahaliyi soyup soğana çevirir, kıymetli ne varsa gemilerine yükleyip ispanya’ ya gönderirlerdi.

    ishak ve Oruç Reisler, Cezayir şehrinde kaldılar. Ben on iki pare tekneyle Delis’e geldim. Limanda dört pare ispanyol gemisi yatardı. Bizi görünce akılları başlarından gitti. Gemilerini bırakıp kaleye kapandılar. Gemileri, topları, tüfekleriyle elimize geçti. Öyle telaş etmişler ki, gemilerinden bir habbe almayıp firara yüz tutmuşlardı. Bin beş yüz leventle karaya çıktım. Kale önlerine geldim. Şiddetli bir mukavemet ve cenk bekliyordum. Fakat kale kapılarını açık buldum. Birkaç yüz Müslüman bizi karşıladı:

    "Hoş geldiniz!" dediler; "ispanyol kafiri, kendileriyle birlik olan beyimizle beraber gece kaleden çıktı gitti. Belki on bin kişiydiler. Hepsi beyin adamlarıydı. Şehirde kalanlar, Cezayir ülkesinde sizden ve karındaşınız Sultan Oruç’tan gayri hükümdar tanımayanlardır."

    Bu haberi alır almaz, iki bin gaziyi yola düzdüm. Kaçanların peşinden saldım. Gaziler, ikinci günü firarileri yakaladılar. Tekbir alıp savlet eylediler. Tanrı aşkıyla:

    "Nereye gidersiniz bre kafir-i bi-dinler?" deyip avaze saldılar; "bilmez misiniz ki, sizin için bizim elimizden halas yoktur?"

    Tüfek ateşinden sonra iş kılıca ve palaya dayandı. Tüfek ateşinden serçeler gibi düşen düşman, kılıç ve palaya hiç dayanamadı. 350 kafir esir alındı. Gerisi kırıldı. Bizden de yetmiş ila ciksen gazi şehit oldu. Tanrı makamlarını Cennet eyleye!

    Gazi leventlerimi, Tenes kalesinin önünde karşıladım. Şehit düşen yoldaşları için teselli ettim. Zaferlerinden ötürü tebrik eyledim. Bir müddet Delis’te kaldık. En kıdemsiz levendin eline 500 altınlık ganimet geçti. Ganimetimiz arasında 150 kantar kara biber, 75 kantar tarçın, 25.000 zira kumaş, denk denk ibrişim ve ipek, 400 kantar bal, 600 kantar bal mumu, 1000 top sof, pek çok cenk malzemesi vardı. Tenes’e bir subaşı bıraktım. Mübarek saatte 16 pare cenk teknesiyle deryaya açıldım. Cezayir’e geldik. Oruç ve ishak Reisler'le sarmaş dolaş oldum. Gaziler reisi Oruç Bey :

    "Gazan mübarek ola karındaş!" diye tebrik ve dualar etti.

    Tenes’ten kaçan bey, Tlemsen sultanının karındaşı oğluydu. Bizden aldığı ders yetişmedi:

    "ispanya Kralı sağ olsun. Benim ahımı bu Türkler'de komaz!" gibi laflar ettiği duyuldu.

    Anladık ki, bu herifin kalbinden islam muhabbeti kalkmış. Sanırdı ki, ispanyol kafiri Cezayir şehrini bizden almaya muktedirdir ve o zaman, kendisini Cezayir sultanı yapacaktır. Bu hayal ile gezerdi. Bu Arap milletine itimat etmek kat’a caiz değildir. Bir müddet sonra öğrendik ki, Tlemsen sultanının karındaşı oğlu, etrafına topladığı Araplar ve ispanyollar’ la tekrar Tenes’i ele geçirmiş. ispanyol kafirinin zulmünden ve tasallutundan kurtardığımız Tenesliler de, onu gene beyleri olarak kabul etmişler.

    Ağam Oruç bu haberi aldıkta gayet kızdı. Mübarek mizaçları galeyana geldi. Bu defa bizzat kendisi gidip düşmana haddini bildirmek istedi. Cezayir ulemasını topladı:

    "Efendiler, en büyük din düşmanımız olan ispanyol kafiriyle bir olup din kardeşlerimiz üzerine yürüyen, ispanya Kralı’na biat eden, nasihatlerimize kahpelikle mukabele eyleyen Tenes beyinin akibeti ne ola?" diye sordu. "Dinimizin bu husustaki emri nicedir?"

    Cümle ulema ittifakla dediler ki: "Katli vacib, canı ve malı helaldir" ve bunu fetva halinde yazıp ağam Oruç’a verdiler. Oruç Reis, benimle ve büyük ağamız ishak’la vedalaştı. Cezayir’den Tenes’e geldi. Tenes ahalisi baktı ki gaziler reisi yaklaşır, hal yamandır, Tlemsen sultanının karındaşı oğlu olan beylerini bağlayıp Oruç Reis’e teslim eylediler:

    HAiNiN BOYNU VURULDU

    "Sen sultansın, biz kuluz," dediler; "kusur bizden, inayet sendendir!"

    Daha bu minval üzere hayli iki yüzlü laflar ettiler. Ağam Oruç, gayetle merhametli bir adamdı. Hileden nefret eder, ihsan ve inayeti sever, gönlü zengin bir mücahitti. Tenesliler’i bağışladı. Beylerini huzuruna getirtti:

    "Bre namerd," dedi; "senin ahlaksızlığın görülüp işitilmiş şeylerden midir? Benim hakkımda <ben öyle korsan makuulesine kulak asmam, ispanya Kralı’nın devletlü bir kuluyum,> demişsin. Bre mel’un, kulu olduğun kralın yüz binlerce Müslüman’ı kılıçtan geçirdiğini, Endülüs’e kan kusturduğunu bilmez misin? Biz korsan değil, elhamdülillah mücahit gazileriz. Din yolunda cenk ederiz."

    Ve hemen cellada işaret edip hainin boynunu vurdurdu. Daha birkaç Arab’ı huzuruna aldı:

    "Bu mel’un size geldikte bağlayıp bana göndermeniz gerekti," dedi; "beni karşınızda gördükten sonra bu işi yapmak marifet değildir. Siz bana sultan olarak biat etmediniz mi? Yemininizden nasıl döndünüz?"

    Onların da başlarını kestirdi. Tenesliler gördüler ki akıbet yamandır. Cümlesi Oruç Reis’e sadakat yemini ettiler. Ondan başkasını hükümdar tanımayacaklarına and içtiler. Ağam Oruç, bütün fitnenin Tlemsen’den geldiğini bilirdi. Tlemsen, Cezayir ülkesinin en batısında, Fas hududu yakınlarında, büyük bir beldeydi. Çok eski bir hanedan orada hüküm sürerdi.
    Tümünü Göster
    ···
  10. 11.
    0
    okuyanı gibsinler
    ···
  11. 12.
    0
    Amma bu Tlemsen Sultanı da ispanyol kafirinin elinde zebundu. Halk, ispanyol'dan, hem de öz sultanlarından zulüm görürdü. Nice zamandır Tlemsenliler, Cezayir şehrine gelirler, ağam Oruç' un eşiğine yüz sürerler, adalet isterlerdi. Ağam Oruç, Tlemsen'i almaya da kararlıydı. Fakat Tlemsen çok uzaktı: Ta Fas'ın yanıbaşındaydı. Derya üzerinde değildi. içerideydi. Gemiyle gidilemezdi. Sultan'ın Arap'tan ve ispanyol'dan büyük ordusu vardı. Tlemsen şehri, Cezayir şehrinden sonra Cezayir ülkesinin en büyük beldesiydi. Burasını fethetmek müşkül işti.

    Amma Tlemsen fetholunmadıkça da, Cezayir ülkesi sükun ve huzur bulmazdı. Tam bu sırada Tlemsen halkı ayaklandı. Sultan kaçtı. Ahali ağama bir heyet gönderip, bundan böyle sultan olarak kendisini tanıdığını bildirdi. Oruç Reis, gayetle sevindi. Böyle cenksiz bir ülkeyi almaktan çok hazzeyledi.

    Tlemsen'in Oruç'un sultanlığını tanıması, ispanya'da büyük telaş uyandırdı. ispanya'nın Afrika'daki en büyük kumandanı, Vahran(*) kalesinde otururdu. Vahran, Cezayir ülkesinin batısında, ispanya ile karşı karşıya, büyük bir limandı. Çok metin bir kalesi vardı. Binlerce asker bu kalayi muhafaza ederdi. Tlemsen, Vahran'daki ispanyol nezareti ve tasallutu altındaydı. Ağam Oruç, Tlemsen'e hakim olunca, Vahran ile olan bütün münasebetlerin kesilmesini buyurdu. Vahran'daki ispanyol kumandanının çok askeri vardı. Fakat gene de ispanya'dan imdat diledi. Ağam Oruç, kışı Tlemsen'de geçirmeye karar verdi. Yanında 4000 askeri vardı. Fakat bütün bir kış, Cezayir gibi yeni fethedilmiş bir kaleyi adeta boş bırakmaya razı olmadı. Cezayir şehri elden giderse, bütün Cezayir ülkesi elden giderdi. 3000 askerini Cezayir şehrine gönderdi. Kendisi 1000 askerle Tiemsen'de kaldı(**).

    Ağamın gayesi, baharda Tlemsen'den Vahran üzerine yürümekti. Ağam Tlemsen'deyken ben Cezayir şehrindeydim. 3000 levent geldi. Ağam onlarla beraber bana 150 yük akça(***) da göndermişti.

    (*) Oran
    (**) Tlemsen-Cezayir yolu kuşuçuşu 450 km'dir. Vahran, Tlemsen'in 100 km. kuzeydoğusundadır
    (***) Bugünkü satın alma gücü 180 milyon TL. kadardır

    Oruç Reis, Tlemsen'de yalnız ispanyollar'ın değil, şehirden kaçan sultanın da tehdidi altındaydı.

    Sultan etrafına külliyetli miktarda çapulcu toplamıştı. Fırsat gözlüyordu. Bir yandan da Vahran'daki ispanyol kafirine name üzerine name yazıyor, imdat istiyor:

    "Türk korsanlarının elinde kaldım," diyordu; "bir akçamı ellerinden kurtaramadım. Hani kralınızın şevket ve azameti nerededir? Üç buçuk korsan makuulesiyle başa çıkamaz mısınız?"

    Vahran kumandanı, Tlemsen Sultanı'na 20000 altın gönderdi. Büyük bir ordu toplamasını söyledi. Baharda kendisi de Vahran'dan çıkacak, ispanyol-Arap ordusu, Tlemsen'e, ağamın üzerine yürüyecekti. Tlemsen Sultanı, türlü vaatlerle Berberiler'den 20000 asker topladı. Vahran'dan da 10000 kişi yardıma geldi. Bu 30000 asker, Tlemsen'e teveccüh ettiler. Başlarında Vahran kumandanı vardı. Çok mütekebbir, mağrur bir köpekti(*). Ağam Oruç gördü ki bu kadar kuvvete açıkta mukavemet imkanı yoktur. Şehri boşalttı, kaleye çekildi. Kafirler Tlemsen şehrine girdiler ve akla gelmez rezaletler yaptılar. Kaleyi de muhasaraya başladılar.

    (*) Gomares Markisi

    Ben Cezayir şehrindeydim. Tlemsen'de ahvalin kötüye gittiğini haber aldım. 1000 leventle 2000 Arap atlısı hazırladım. Ağam ishak Reis'in emrine verdim. iki, üç konağı bir günde alıp tez Oruç Reis'in imdadına yetişmesini söyledim. iskender Kethuda da ishak Reis'le beraberdi. Oruç Reis, ağam ishak'ın yetiştiğini öğrenince, bir an evvel onunla birleşmek için Tlemsen kalesinden çıktı. Kale, Tlemsen Sultanı'nın eline düştü. Oruç Reis'le ishak Reis birleştiler. Ağam Oruç, Tlemsen'i geri almak çarelerini düşünmeye başladı. Tlemsen Sultanı, yüzlerce yıldan beri saltanat süren bir hanedanın son hükümdarıydı. Bu hanedan, geçmişte çok şevketli günler yaşamış, bir ara bütün Cezayir ülkesine hakim olmuştu. Ağam Oruç, böyle bir hanedanı taht ve tacından mahrum etmek istemezdi. Şu şartla ki, ispanyollar'la işbirliği yapmasın ve bizim yüksek hakimiyetimizi tanısın. Bu şartları kabul etmediği takdirde, sultanı saltanatından mahrum etmeye mecburduk.

    Ağam Oruç, 2000 leventle tekrar Tlemsen önlerine geldi. 10000'den fazla ispanyol ve Arap karşı çıktı. Üç, üç buçuk saat, azim cenk oldu. Kılıçlar al kana boyandı. Kafirlerin çoğu ecel şarabını içti. Ancak üç, dört yüzü sağ kaldı. Hepsi esir alınıp Cezayir'e gönderildi.

    ispanya kralı Karlos, Vahran'daki valisine bir ferman gönderdi "Eğer başın sana lazımsa, Oruç Reis'ten gayri bütün Türkler'i kılıçtan geçiresin, Oruç Reisi sağ olarak esir alıp ispanya'ya gönderesin, ben onu ne şekilde ölümle öldüreceğimi bilirim" diyordu.

    Kralının bu emri üzerine Vahran valisi, otuz-kırk bin kişiyle ağam Oruç'un üzerine yürüdü. Tam üç ay cenk etti. Fakat ağam teslim olmadı. Vali, kumandanları topladı, dedi ki:

    "Bu Türkler, gayetle inatçı bir kavimdir, helak olur, teslim olmazlar. Daha bu kale önünde ne zamana kadar beklemek mümkündür? Gelin Türkler'e bir elçi gönderelim. Silahlarını alsınlar, kaleyi bize bırakıp gitsinler. Amma, yiyecekleri tükenmişse bunu kabul ederler. Tükenmemişse, son fertleri helak olmadan silah bırakmazlar!"

    Ertesi sabah ispanyol elçisi Oruç Reis'in huzuruna çıktı. Ağam, levendlerine:

    "Ne dersiz oğullar," buyurdu; "elçiyi dinlediniz."

    Leventler:

    "Elbette diri kalmak, ölmekten yeğdir," dediler; "çıkıp Cezayir'e gider, sonra gelir kalemizi yeniden alırız. Amma gerçek tedbir nedir, siz daha iyi bilirsiniz."

    Oruç, kaleyi teslim etmeye razı oldu. Kafirler gayetle sevindiler. Amma maksatları o idi ki, leventler kaleden çıkınca kılıç üşürüp bir avuç Türk'ün işini bitireler. Yoksa sözlerini tutmaya zerre kadar niyetleri yoktu. Zira Türkler'i bıraktığını öğrenirse, Karlos Kral, Vahran valisi olacak namerdin başını kestirirdi.

    Oruç Reis, çoğu yaralı ve aç, günlerdir uyuyamış ve ellerinden silah bırakmamış bir avuç levendiyle kaleden çıktı. Bir konak gitmemişti ki, ardından on beş yirmi bin kafir yetişti:

    "Silahlarınızı bize bırakınız," dediler; "sağ çıkıp gittiğiniz yetmez mi?"

    Oruç Reis:

    "Ölmek," dedi; "silah teslim etmekten yeğdir. Ölüm ne ola ki korkalım. insan bir kere ölür, amma namı kalır."

    Ümitsiz bir cenk başladı. Leventler kaçar, kafir kovalardı. Kafir yetiştikçe ağam cenk veriyor, fakat her vuruşmada birkaç levent daha şehit düşüyordu. Zaten cümlesi 340 leventti. Nihayet Oruç Reis, bir ırmağa can attı. Leventlerin yarısı da köprüyü geçmişlerdi ki, ispanyollar yetişti. Köprüyü atmaya hazırlanan ağam, levendlerinin feryadına dayanamadı, hepsini bir baba evladını nasıl severse öyle severdi. Geri döndü. Askerlik ve tedbir onu icap ettirirdi ki, ağam, yanındaki leventlerle beraber Cezayir'e gele ve sonra dönüp yoldaşlarının öcünü ala. Fakat Oruç Reis'e leventleri: "Baba"(*) derlerdi. Bir baba ne mümkündür ki oğullarını kılıç altında bırakıp kaça. Oruç Reis köprüyü gerisin geriye geçti. Kafir deryasına dalıp kılıç üşürmeye başladı. Ancak leventler o kadar mecalsizdiler ki, bazılarında, kılıç kaldıracak güç kalmamıştı. Zaten Afrika'nın kızgın bir günüydü. Susuzluktan dudaklar şerha şerha çatlamıştı.

    Oruç Reis'e belki yüz kişi birden kılıç üşürdü. Ağam şehit düştü. Mübarek başı kesilip ispanya Kralı'na gönderildi. Büyük ağam ishak Bey de bir kaç ay önce Kal'atu'l-Kıla'da şehit düşmüştü. Dört karındaştık. Üçünün şehadetini gördüm. Ne hikmettir ki Ulu Tanrı yalnız bana şehadeti nasip buyurmadı. Demek karındaşlarım benden çok mübarek kullarmış. Tanrı hepsine rahmet, makamlarını cennet eylesin! Amin, bi-hürmeti Seyyidi'l-Mürselin!

    (*) Cumhuriyet devrine kadar Türk bahriyelileri subaylarına "beybaba" derlerdi. Böyle hitap etmek gelenekti. Altmış yaşında bir bahriye neferi, bıyıkları yeni terlemiş teğmenini böyle çağırırdı.

    Ağamın şehadet haberi Cezayir'e geldikte ben artık bir tek gaye için yaşamaya azmettim.

    O da, ağamın yolunda gitmek, Afrika'yı ve Akdeniz'i kafirlere dar etmek gayesiydi. Bu gaye olmasaydı, ağamın ardından yaşamanın ne değeri kalırdı? Ancak zaaf gösterecek zaman değildi. Ağlamaya bile vakit yoktu. Afrika'da biz bir avuç Türk, göz açıp kapayıncaya kadar yok olabilirdik. Çok tedbirler aldım. Ancak düşman kendinde, Cezayir şehrine kadar gelecek gücü bulamadı. O kışı hazırlıkla geçirdim. Uyuyuncaya kadar bir dakika boş durmazdım ki, aklıma ağam gelmesin. Amma gece düşüme girer, pek mahzun kalkar, unutmak için hemen işe sarılırdım. Bütün gemilerimi, toplarımı, cephaneliklerimi gözden geçirdim, yeniledim. ispanyol kafiri:

    "isa'ya şükürler olsun," derlerdi; "belanın büyüğünden kurtulduk. Şimdi tez zamanda belanın küçüğüne de bakıp işimizi tamamlayalım ki, yılan büyüyüp başımıza ejder kesilmesin."
    Tümünü Göster
    ···
  12. 13.
    0
    ispanya kralı Karlos'tan(*) bir elçi geldi. Bana diyordu ki:

    "Ağan ölmüş, leventlerinin çoğu kılıçtan geçirilmiş, kolun kanadın kırılmıştır. Ağan olmayınca sen kimsin ki en kudretli Hristiyan hükümdarı olan bana kafa tutacaksın? Ne yapmayı ümit edebilirsin? Gemilerini, leventlerini alıp Cezayir'den çık git, bir daha da zinhar Afrika'ya ayak basma. Bu sana son lütfumdur. Yakında Cezayir'e derya dolusu gemi yollamam mukarrerdir. Seni hala orada bulup ele geçirirsem, akıbetin vahim olur!"

    (*) ispanya, Napoli, Sicilya kralı, Almanya imparatoru, Hollanda - Belçika hükümdarı olan Charles-Quint

    Ben Cezayir sultanıydım. Eğer ki, Al-i Osman padişahının naçiz bir kulu, basit bir beylerbeyisi idim. Amma ki Avrupa'da namım "Cezayir kralı" idi. ispanya Kralı'nın bana böyle hitap etmesi gayetle haddini bilmezlikti. Çok ağır bir name yazıp kendisine yolladım. Cevabımı alınca, Cezayir önlerine derya misali donanmalarıyla geldiler. Karaya çıktılar. Fakat kışın iyi hazırlanmıştım, böyle bir şeyi de bekliyordum. ispanyollar büyük zayiat verdiler. 20000 kafirden birçoğu kırıldı, yedi sekiz yüzü:

    "Mayna Sinyor!" deyip bize teslim oldular. Gerisi teknelerine can attılar, kralları Karlos'un haysiyetini beş paralık ve yüzünü kara edip defolup gittiler. Afrika'da Türk'ün şanı yüceldi, namımız bütün Avrupa'da duyuldu. Cezayir'de tam 13000 kafir esiri birikmişti. Bunların yirmi dördü, frenklerin "amiral" dedikleri büyük kaptanlardı. Bunları zaptetmek de bir meseleydi. Bir defasında zincirlerinden boşanmışlar. Kaçmak istediler. Zorlukla ele geçirdik. Büyük vuruşma oldu. Esirlerin üç yüzü öldü.

    Şevketlü Sultan Selim Han Hazretleri ndıbına gibke kestirip hutbe okutturdum. Maksadım bu idi ki, bütün Afrika'da Cihan Padişahı'ndan başkasının ndıbına gibke kesilmesin. Afrika'da Araplar'ın en büyük hükümdarı Fas Sultanı idi. Fas Sultanı'nı alt etmeden, Afrika'da Türk hakimiyetini tamamlamak ihtimali yoktu. Bir gün Cezayir'de Afrika'daki Arap emirlerinden birkaçını kabul etmiştim. Kendilerine dedim ki:

    "Cihan Padişahı olan Selim Han, şimdi aynı zamanda peygamberimizin halifesidir. Siz nasıl olur da aynı zamanda islam halifesi olan Cihan Hakanı'nı bırakıp Fas Sultanı ndıbına hutbe okutup gibke kesersiniz? Varın hakanımızın ndıbına gibke kazdırın. istikbaliniz, ikbaliniz ve devletiniz bu yoldadır. Veyl bu yoldan ayrılacak biçarelere!"

    Sultan Selim Han efendimize mutemet adamlarımdan Hacı Hüseyin Ağa'yı gönderdim. Hüseyin Ağa, 21 gün derya yolculuğundan sonra cihanın incisi istanbul şehrine vardı. Yalı Köşkü'nde Sultan Selim Han tarafından kabul edildi. Acizane peşkeşlerimi padişahımıza sundu. Bu peşkeşler, 20 Frenk oğlanı köle tarafından taşınıyordu. Selim Han peşkeşleri lütfen ve tenezzülen beğendi. Hüseyin Ağa'ya hıl'atler giydirildi. Kaptanlarıma miriden konaklar tahsis edilip konuklandı. Hüseyin Ağa padişahımızdan sonra devlet erkanı tarafından da kabul edildi. Onlara da acizane hediyelerimi sundu. Cihanın taht şehri olan istanbul'da tam 41 gün kaldı. Leventlerim 41 gün şanlı taht şehrimizi gezip eğlendi. Vaktin hitamında hareket edildi. Hakanımız Selim Han, Cezayir teknelerini seyretmek üzere Yalı Köşkü'nü teşrif buyurmuşlardı. Gemilerim, bütün toplarını ateşleyerek şanlı büyük hakanımızı selamladı. Hacı Hüseyin Ağa, veda için Selim Han'ın huzuruna çıktı. Yedi kere yer öpüp padişahımızı ululadı.

    Hakanımız, Hüseyin Ağa'ya bir ferman-ı hümayun verdiler ki, kendi el yazılarıyla yazılan bu ferman, beni Cezayir beylerbeyiliğine tayin ediyordu. Böylece şanlı devletimizin bir beylerbeyisi oluyordum. Bana verilmek üzere Hüseyin Ağa'ya mücevherli bir kılıç, sırmalı bir hıl'at ve bir beylerbeyilik sancağı teslim edildi. Hakanımız, Hüseyin Ağa'ya dedi ki:

    "Baka Reis, işbu kılıcı Hayreddin Paşa kuluma zütür, şan ve şerefle takınsın. Hıl'atimi giysin ve sancağımı zinhar yanından ayırmayıp mansur ve muzaffer gazalar eylesin. Cümle duam berekatı sizinle biledir. Hemen Cenab-ı Hak, Cezayir'deki bütün mücahit kullarımın yüzünü iki cihanda ak eylesin. Amin, bi-hürmeti Seyyidi'l-Mürselin!"

    Hüseyin Ağa, istanbul'dan hareketinin sekizinci günü Mora'nın güneyinde Koron limanına varıp demir attı. Limanda 8 pare Venedik gemisi ile sayısız Türk gemisi yatardı. Hüseyin Ağa, Venedik gemilerinin amiraline bir nezaket ziyareti yaptı. Amirale dedi ki:

    "Artık Cezayir toprağı, Selim Han'ın mülküdür. Efendim Hayreddin Paşa, bir Osmanlı beylerbeyisidir. Donanmamız da, Donanmay-ı Hümayun'un bir parçasıdır. istanbul'dan nece buyruk alırsak ana göre hareket ederiz. Padişahımızla dost iseniz, Cezayir gemilerinden de korkunuz olmasın. Düşman iseniz, biz de Akdeniz'i size dar ederiz."

    Hüseyin Ağa, Koron'dan hareketinin sekizinci günü Cezayir'e geldi. Böylece istanbul-Cezayir yolunu 16 günde almış oldu. Derhal Hüseyin Ağa'yı ve istanbul'dan dönen kaptanlarımı çağırdım. Padişahın ihsanlarını kemal-i tazim ile aldım. Öpüp başıma koydum. Kılıcı kuşanıp hıl'ati sırtıma geçirdim. Selim Han'ın şanlı sancağını başımın üzerinde yüksek bir yere astırdım. Azim ferahlık buldum. Artık ispanyol kafiri bile benimle başa çıkamazdı. Çünkü arkamda Selim Han gibi bir cihan hükümdarı vardı. Ne istesem lütf-u inayetini benden esirgemezdi. Gece büyük bir ziyafet verdim. Bahşişler dağıttım. Eğlenceler düzenlenmesini emrettim. Hüseyin Ağa, vazifesini istediğimden ala ve ümidimden fazla yapmıştı. Kendisini Cezayir'de büyük bir vazifeye tayin edip mükafatlandırdım.

    Büyük düşmanımız ispanyol kafiri idi. Buna şek ve şüphe yoktu. Cenevizliler gibi başka kafir milletlerle de harp halindeydik. Ancak bir de bizim Cezayir'e yerleşmemizden gocunan Cezayirli, Tunuslu, Faslı hükümdar ve hükümdarcıklarla uğraşmak zorundaydık. Fasta büyük bir hanedan olan Fas sultanları hüküm sürüyordu. Burası büyük bir devletti. Fakat son zamanlarda iç kavgalarla dirliği ve düzenliği bozulmuştu. Şimali Afrika'da Fas'tan başka ehemmiyetli bir devlet yoktu. Tunus ve Tlemsen'de hüküm süren Hafsiler ve Abdulvadiler, eski ehemmiyetlerini külliyen kaybetmişlerdi. Arkalarını ispanyol kafirlerine dayayıp bizimle gizli veya açık mücadele etmek yolunu tutmuşlardı. Kendilerini ilk fırsatta ortadan kaldıracağımı biliyorlardı. Niçin, izah edeyim:

    Biz, Doğu Akdeniz'den Batı Akdeniz'e gelince önce Tunus'a ayak basmış, Hafsi Sultanı ile anlaşmıştık. Bizim sayemizde Tunuslular zengin oldular. Uzun zamandan beri mamurluğunu yitirmiş olan Tunus şehirleri şenlendi, bolluk ve refah içinde yüzmeye başladı. Tunus Hafsi Sultanı, ispanyol ve Ceneviz tasallutundan sayemizde kurtuldu ve gene sayemizde, ödediğimiz haraçla hazinesini doldurdu. Kendisinden memnunduk ve Tanrı bilir, ne ülkesinde, ne malında gözümüz vardı. Yoksa elimize o kadar fırsat geçmişti ki, istesek kendisini ortadan kaldırmaya muktedirdk. işte bu şartlar içindeyken biz Cezayir'i fethettik, Tunus'tan büyük bir devlet olduk ve en büyük Hristiyan devleti olan ispanya ile amansız bir savaşa giriştik. Müslümanlık onu icap ettirirdi ki, bu amansız savaşta Tunus Sultanı bizi desteklesin. Ancak Sultan, Osmanlı himayesine girmemizden ve Selim Han'ın tebaası olmamızdan ziyadesiyle ürktü.

    Biliyordu ki Osmanoğulları cihangir bir sülaledir ve Selim Han, birkaç yıl içinde yüz Tunus ülkesi büyüklüğünde ülkeler fethetmiştir. Sanırdı ki, hakanımız Selim Han'ın kendi fakir ülkesinde de gözü vardır. Bilmezden gelirdi ki, hakanımın beylerbeyilerinin, Tunus sultanından daha bol toprağı ve askeri olan nece sancak beyleri vardır. Netekim Selim Han'ın bir beylerbeyisi olan ben, Avrupa'nın yarısına hakim olan ispanya kralı Karlos'u birçok defalar mağlup etmiştim. işte bu minval üzere Tunus Sultanı ile aramız açıldıkça açıldı. Tek başına bana kafa tutamayacağını bilen Sultan, bir taraftan ispanya'dan yardım isterken, diğer taraftan da yerli emirleri aleyhimde kışkırtıyordu. Kışkırttıklarının başında, Tlemsen'in Abdulvadi hanedanından inen hükümdarı vardı. Bu hükümdar, bana tabi idi. Ancak el altından ispanya ile münasebet kurmaktan da geri kalmıyordu. Tunus Sultanı'nın Tlemsen beyine yazdığı nameyi ele geçirdim. Bu namede hulasaten deniyordu ki:

    "Hayreddin Paşa denen izbandut, ağası Oruç'tan daha da büyük bir beladır. Hele şimdi arkasını Sultan Selim Han'a dayamıştır. Onun için gururuna son yoktur. ispanya dahil, cihana kafa tutmaktadır. Sultan Selim Han, Hayreddin'i adam sanıp kendisine beylerbeyilik ve paşalık ve murassa kılıç ve hıl'at ve sancak vermiştir. Hayreddin, Anadolu'dan devamlı insan ve malzeme yardımı almaktadır. Tedbir budur ki, el birliği edip Afrika'da bir tek Türk bırakmayalım. Şimali Afrika'ya ayak bastıkları on yıl olmadığı halde Türkler, şimdi hepimize efendilik taslamaktadırlar."
    Tümünü Göster
    ···
  13. 14.
    0
    BiR OSMANOĞLU'NUN ELiNDEN ÜLKE ALINDIĞINI KiMSE DUYMAMIŞTI

    Bütün kudret Allahü Taala Hazretleri'nin elindedir. Dilediğini aziz ve dilediğini zelil eder. Tunus Sultanı, dinimizin bu inceliğinden gafildi. Elbet büyük kusurları vardı ki, Cenab-ı Hak tarafından zelil kılınmıştı. Şimdi Cezayir'i benim elimden almak artık hiçbir dünyevi kudretin iktidarı dahilinde değildi. Çünkü ülke benim değil, Şevketlü hakanımız Selim Han'ındı. Şimdiye kadar bir Osmanoğlu'nun elinden ülke alındığını da kimse işitmemişti. Gerçek bu merkezdeydi. Kim ki bu gerçeği kavramakta anlayışsızlık gösterecekti, başını en büyük belalara sarması mukadderdi. Cezayir halkı, bizi seyiyordu. Ülkeye getirdiğimiz nimetlerin değerini müdriktiler. Koca Cezayir ülkesindeki emirlikleri, kabileleri bir araya, bir idareye toplamıştık. Ticaret, biz gelmeden öncesine nispetle birkaç kat artmıştı. Müslümanlar artık ispanyol kafirinin tasallutundan emindiler. Hür ve başları dik yaşıyorlardı. Çünkü cihanın en büyük hükümdarının tab'ası idiler(*).

    Bununla beraber bazı kabileler teşvik ve iğvaya kapıldılar. Üzerlerine 6000 yaya ve 6000 atlı asker gönderdim. Gazilerim, asileri, ibret teşkil edecek şekilde cezalandırdılar. Tlemsen'de de kıpırdanmalar vardı. Fas padişahı da Tlemsen işlerine karışıyordu. Çünkü Tlemsen, Fas'ın yanıbaşında idi. Tlemsen'deki Abdulvadi hanedanı arasındaki kavgalar da halkın huzurunu bozuyor, ispanyol kafirinin ekmeğine yağ sürüyordu. Bu hanedandan Emir Mes'ud, Cezayir'e gelmiş, büyük karındaşına karşı benden yardım istiyordu. Mes'ud'un yanına 3000 atlı ve 1000 yaya askerimi katıp Tlemsen'e gönderdim. Zira Tlemsen Sultanı'nın aieyhimde olur olmaz söz söylediğini casuslarım bana bildirmişlerdi. Kendisini ispanyol zulmünden kurtardığımız bu nanköre haddini bildirmek gerekti. Sultan'ın diğer bir karındaşı, Emir Abdullah da, Vahran'a kaçıp ispanyollar'dan yardım istemişti.

    (*) 1962'de Cezayir istiklaline kavuşunca, milli hareketin en büyük liderlerinden olan Albay Muhandu'l Hacc şu beyanatı vermiştir:
    "Her şeyi, hatta bir millet oluşumuzu, Türkler'e borçluyuz. Osmanlılar geldiği zaman, bizler korsandık. Yüzlerce kabileden müteşekkildik. Osmanlılar, başımıza bir paşa getirdiler. Dağınık aşiretleri bir araya topladılar. Onları bir kavim haline koydular. Bu kavim, 300 yıl, merkezi Türk idaresi altında kaldı. Birliğin kudretini öğrendi. Türkler sayesinde, millet haline geldik." (Hürriyet gazetesi, no. 5.121, 3.8.1962, s. 5c).
    Tümünü Göster
    ···
  14. 15.
    +1
    "Karındaşın Mes'ud, Hayreddin Paşa'nın vafir askeriyle üzerine gelir, var ne halin varsa gör!" diye, Tlemsen'in bütün ilerigelenleri Sultan'ı bıraktılar. Sultan baktı ki akıbet yamandır. Tedbiri firarda buldu. Şehirden çıkıp gitti. O da Vahran taraflarında ispanyollar'a sığındı. Emir Mes'ud, kavgasız ve cenksiz gelip sayemde Tlemsen tahtına oturdu. Bana ve gazilerime çok dualar etti. Amma şimdi ki tahta oturdu, muradına nail oldu. Artık ondan da emin olmak doğru değildi.

    Sultan Mes'ud, gazilerimden her birine 25, Arap gönüllülerine adam başına 10 altın verdi. Bana da yıllık vergi olarak 50000 altın yolladı. Pek çok da değerli hediye gönderip gönlümü aldı. Altınları beylerbeyiliğin hazinesine gönderdim. Hediyelerin çoğunu da reislerime dağıttım. Bir kısmını sarayımda alakoydum. Sultan Mes'ud'a da bir name yazıp gönderdim. Dedim ki:

    "Şimdi hakanımızın sayesinde atalarının tahtına oturdun. Ancak, karındaşını tahtından mahrum eden haletten kati hazer edesin! Müslümanlar'a zulümden sakınasın. Emirlerimden taşra çıkmamaya gayret gösteresin. Senelik vergini bir tek gün geciktirmeyesin. ispanyol kafiri ile her hangi bir münasebetini zinhar duymayayım. Zira ispanyol kafiri de sana diş bilemektedir. iki büyük karındaşın Vahran'da, ispanyollar'ın elindedir. Onları tahtına oturmuş görmek istemezsen, tedbiri elden bırakmazsın!"

    Fakat Mes'ud, tahta oturduğu gün zulme ve haksızlığa başladı. Atalarından böyle görmüştü. işittim ki, mektubumu okuduktan sonra pare pare edip yırtmış. Bu hareketinin başına ne felaketler getireceğinden gafil bir akılsızdı. Halkı soymaya başladı. Bütün bunları Vahran'daki Mes'ud'un büyük karındaşı Abdullah duymuş. Bana müracaat etti. Diyordu ki:

    "Sultanım, gördünüz mü, beni atalarım tac-u tahtından mahrum edip, yerime nimet hakkı gözetmez bir nankörü oturttunuz. Şimdi size asi olmuştur. Lütfen ve tenezzülen beni tahtıma iade buyurursanız, ömrüm oldukça kulluğunuzdan çıkmam."

    Karındaşı Mes'ud'dan ne hayır gördükse, bu Abdullah'tan da o kadarını göreceğimiz belliydi. Lakin şu anda Abdullah'ı affetmek ve Mes'ud'a karşı çıkarmak icap ediyordu. Bu sıralarda ben 22 pare tekneyle Cezayir'in Mostaganem şehri açıklarında idim. Mostaganem'i kolayca fethettim. Burası ispanyollar' ın elindeki Vahran'a (Oran) yakındı. Henüz Müstaganem'deyken Emir Abdullah gelip beni gördü. Eteğimi öpüp hayli yakardı. Kendisine 1000 levent verip Tlemsen'e gönderdim. Ben de ispanya'dan gemilerimizle taşıdığımız 2285 Endülüs muhacirini Mostaganem taraflarına yerleştirmekle meşguldüm. Kendilerine iş ve toprak verdim. Gayetle sanatkar adamlardı. Her biri başka bir hünere sahipti.

    BiR HARP HiLESi

    Haber aldım ki Abdullah, Tlemsen'e gelmiş ve şehre hakim olmuş. Karındaşı Mes'ud, korkusundan kaleye kapanmış. 25 gün dayanmış. Bizim leventler bakmışlar ki iş uzar, yanlarında kale muhasarasına yarar büyük top yoktur, aralarında müşavere etmişler:

    "Sahte bir ricat hareketi yapalım, demişler; "bizi kaleyi bırakıp kaçtık sansınlar. Bu Araplar gayetle arsız bir kavimdir. Galiptik, mağluptuk bilmezler. "Türkler kaçtı" deyü kaleden çıkıp yağma hırsıyla üzerimize gelirler. O zaman onları haklar, kaleyi alır, Emir Abdullah'a teslim eder, Cezayir'e döneriz."

    Aynıyla böyle oldu. "Hay Türkler firara yüz tutup kaçıyor!" diyen kaledeki Sultan Mes'ud taraftarı Araplar, leventlerin ardına düştü. Leventler gerisin geriye hamle yapıp çoğunu kılıçtan geçirdiler. Zira bu Araplar, cenk sanatını bilmez bir kavimdirler. Çölde çapulculuk yapmakla ordu halinde cenk etmeyi aynı şey sanırlar. Cenk sanatını bilen ispanyol kafiri bile Türk leventlerine daima mağlup olagelmişken, hangi akılla bilinmez, bu Arap kabileleri olur olmaz yerde Türkler'in karşısına çıkıp perişan olurlar. Zira onlarda insan canı gayetle değersizdir. Kulluklarını bilip tedbir alacakları yerde, "her şey Allah'tandır" deyip budalaca ölürler. Gerçi iyi ata binerler ve içlerinde cesur olanlar vardır. Ancak atlarının koşumları bile gayetle iptidaidir. iyi silahları yoktur. Olsa da kullanamazlar. Ateşli silahlarla araları iyi değildir. Sonra en büyük mağlubiyet sebepleri şudur ki, kitle halinde döğüşmenin kaidelerini asla bilmezler.

    işte bu minval üzere Tlemsen kalesi leventlerin eline düştü. Sultan Mes'ud, gece karanlığında beş, on adamıyla kaçtı gitti. Ne oldu, meçhuldür. Bir daha adı sanı duyulmadı. işte akılsız adamların akıbeti budur. Mes'ud kim olurdu ki, Cihan Hakanı'nın beylerbeyisi olan bana kafa tuta! Ondan yüzlerce defa daha büyük bir hükümdar olan ispanya kralı Karlos (Charles-Quint) bile bana ve cennet-mekan ağam Oruç Bey'e mağlup olmuştu.

    Bu Mes'ud öyle namert bir kahpe idi ki, kalede leventlerime karşı koyan ve efendileri için canlarını veren 6000 Arap'a haber vermeden kaçtı. Hatta efendilerinin kaçtığını bilmeyen bu zavallılar, daha bir kaç saat leventlerime karşı koydular. Nihayet itaat ettiler. Reisleri dedi ki:

    "Haşa ki Cezayir sultanı Hayreddin Paşa'ya asi değiliz. Hayreddin Paşa bizim efendimiz, Türkler, babamızdır. Ne yapalım ki Mes'ud'un havfından size karşı silah kuşandık. Bizi ispanyol kafirini çağırmakla tehdit ederdi. içimizde Oruç Bey'le beraber nece gazalarda bulunmuş mücahitler vardır. Bizi affedin. Hata bizden, kerem sizdendir."

    Bu Tlemsen cenginde leventlerim, tam 5000 Arap'ı kılıçtan geçirmeye mecbur olmuşlardı. Fakat itaat edenleri affettiler. Cuma günü hutbede Denizler ve Kıtalar Hakanı Sultan Selim Han efendimizin adı okundu. ism-i şerifleri kazılmış gibkeler kesildi. Leventler, Sultan Abdullah'a veda ettiler. Sultan Abdullah, leventlerden daha bir müddet Tlemsen'de kalmalarını rica etti. Leventler, Tlemsen'i yeni sultana teslim ettikten sonra şehirde bir gün fazla kalmaya izinleri olmadığını, hemen Cezayir'e dönmeleri gerektiğini söylediler. Ancak Abdullah'ın ısrarı üzerine, onun yanında 100 levent bıraktılar. Abdullah, leventlerime gözünün bebeği gibi baktı. Kendi yediği yemeğin aynını leventlerimin önüne çıkarırdı.

    Geri kalan 900 levendim Cezayir'e geldi. Sultan Abdullah'ın yolladığı 20000 altını ve hediyeleri getirdiler. Abdullah'ın gönderdiği nameyi okudum. Çok edepli bir lisan kullanmıştı. Tebessüm ederek leventlerime dedim ki:

    "Şimdiki halde sözü insan sözüne benzer, ama bakalım bu da tahta oturunca kardeşi gibi mi davranır?"

    Cümle reislerim güldüler. Tlemsen meselesinden sonra ibnu'l-Kaadi meselesini ele aldım. ibnu'l-Kaadi, Cezayirli Arap emirlerinin büyüklerindendi ve bana gayetle sadıktı. Tunus emiri onu bana karşı isyana teşvik etmiş, fakat o, hakaretle reddetmiş ve kendi gibi Tunus beyini de Türkler'e itaate davet eylemişti. Şimdi bu akıllı Arap ölmüş, yerine Veled-i ibnu'l-Kaadi denen akılsız oğlu geçmişti. ilk işi Tunus emiri ile aleyhimize ittifak etmek oldu. Derlerdi ki:

    "El birliği edip Türk kısmını Arap yakasından çıkarıp kaldıralım."

    Bu hayırsız veledin Tunus sultanına gönderdiği bir nameyi ele geçirdim. Babasının öldüğü henüz iki ay olmuştu. Tunus sultanına şöyle diyordu:

    "Seninle el birlik edip Türk'ün kökünü keselim. "Hayreddin" dedikleri Türk'ü Cezayir'den kaçıralım. Yerine ben sultan olayım. O zaman sizi vafir gözetirim. Bizim peder Türkler'i gayetle severdi. Ama benim Türk kavmi kadar sevmediğim bir kavim yoktur."

    ibnü'l-Kaadi ile Tunus Beyi arasındaki nameleri ele geçirdim ve bana karşı hazırladıkları desiselerden haberdar oldum. 12000 levendimle Tunus Beyi üzerine yürüdüm. Meşe ve kestane ağaçlarıyla örtülü bir araziden ovaya çıktım. Tunus Beyi, uzaktan beni müttefiki ibnü'l-Kaadi sanmış. Derhal tüfek ateşi açtırdım. Tunus Beyi'nin askeri çil yavrusu gibi dağıldı. Tunus Beyi esir düştü. Önüme getirdiler. Birçok nasihat edip salıverdim. Halbuki o beni esir etseydi, nasıl bir ölümle öldürürdü, bilirim. Bütün Afrika, gösterdiğim merhameti beğendi.
    Tümünü Göster
    ···
  15. 16.
    0
    Bu muharebede elime 300 çadır ganimet geçti. Bunları Cezayir'e sevkettim. Ben, daha beş on gün muharebe yaptığım ovada kaldım. Gayetle güzel bir mevki idi. Her tarafında abı hayat gibi sular çağlıyordu. Leziz av kuşları vardı. Bir müddet eğlendik. Dönüş emri verdim. Çok sarp bir boğazdan geçiyorduk. Öyle ki, iki atlı yan yana gidemezdi. Meğer ibnü'l-Kaadi, bizi burada bastırmayı kurmuş. Birden taarruza uğradık. Böyle bir şey beklemiyordum. Vuruştuğumuz arazinin müsait olmaması yüzünden büyük kayıp verdim, birçok levendim şehit düştü. ibnü'l-Kaadi, 5 Türk'ün kellesini getirene bir altın vadetmiş. Bu yüzden asi Araplar, canlarını dişlerine takmış vuruşuyorlardı. Çarpışma üç buçuk saat sürdü. Nihayet boğazdan çıkıp Cezayir'e gelebildik. Tam 750 levendim şehit olmuştu. Bunu ibnü'l-Kaadi denen haram-zadenin yanına komamaya ahdettim. Cenab-ı Hakk'ın takdiri, Tunus Beyi gibi bir hükümdarı yenıp esir eylemiş, ibnü'l-Kaadi gibi asi bir bedeviye karşı muvaffak olamamıştık.

    Bütün Avrupa kralları namımı "Barbaros" diye anıp titrerlerken bir asinin bizi vurması, Cezayir'de kargaşalık doğurdu. ibnü'l-Kaadi'nin gururu son haddini buldu. "Hayreddin Paşa'yı yendim, inşallah yakında başını da keserim" diye öğünürdü. Etrafına büyük kalabalık topladı. 500 Türk'ü ele geçirdi. Bunları boyunduruğa vurup değirmen taşı döndürmekte kullandığını işittim. Esir aldığı bu Türkler'i bırakmasını, yoksa akıbetinin pek yaman olacağını bildirdim. Bir müddet beni oyaladı. Sonra açıkça bu Türkleri veremeyeceğini, çünkü bunlar serbest kalırlarsa ilk iş olarak kendisinden öç almaya çalışacaklarını beyan etti. Diğer taraftan her canibe adamlar salıyor:

    "Bu Türkler'in Cezayir'de ne işleri vardır? Burası Arap ülkesidir. Varalım cümlesini kıralım," diye taraftar toplamaya çalışıyordu.

    BiR HAiN LEVENT

    Kendilerini ispanyol köleliğinden kurtardığımı unutan bazı gafil nankörler, bu davete uydular. Elimde 12000 Türk levendi vardı. Bunların büyük kısmı gemilerinin üzerinde, Akdeniz'deydi. Hristiyanlar'ın taarruzlarına karşı uyanık olmam lazımdı. Bu vaziyette bütün askerimi toplayıp asilerin üzerine gönderemezdim. Öyle bir an oldu ki, içimizden birkaç Türk bile, benim artık Cezayir'de tutunamayacağımı sandılar. Kara Hasan adlı tıynetsiz bir levent, beni alaşağı edip yerime geçmek istedi. Sanırdı ki, kuş kadar beyniyle benim yapamadıklarımı o yapacak. Kara Hasan'ın ibnü'l-Kaadi ile haberleştiğini de öğrendim. Bu haini kovdum, gitti. Ama bana büyük bir bezginlik geldi. Bu Cezayir milletine iyi bir ders vermek lazımdı. ibnü'l-Kaadi, Cezayir sultanlığı peşindeydi. Ancak ben Cezayir'i bırakırsam, ülke gene bin parçaya ayrılacak, her parçası ayrı ayrı ispanyol kafirinin kucağına düşecekti. ibnü'l-Kaadi'nin ne Cezayir'i birleştirecek, ne de ispanyollar'a karşı savunacak aklı, cesareti, askeri ve iktidarı vardı.

    Değil donanması, gemisi bile yoktu. Geldikleri zaman ufku kapkara kaplayan kafir armadalarıyla nasıl başa çıkardı? Biz Cezayir'e gelmeden, yerlilerin adeti, kafiri görünce, çil yavrusu gibi dağılmaktı. Yüz yıldan fazla zamandan beri Cezayir'de devlet ve hükümet diye bir şey yoktu. Kafirler de bunu nimet bilmiş, sahilin en iyi limanlarını ele geçirmişlerdi. Şimdi verdiğimiz bütün emekler, bir avuç akılsızın yüzünden heba olmak üzereydi. Ülkeye getirdiğimiz ticaret ve zenginlik de, biz çekllir çekilmez ortadan yok olurdu. Ancak aklı kısa olanlar, bu hakikatten gaflet ediyorlardı. Düşündüm ki, bir müddet için Cezayir'i bırakıp ülkenin bir köşesine çekileyim, korsanlıkla uğraşayım, kara işleriyle meşgul olmayayım. Bakalım Cezayirliler, ülkelerini nasıl idare ederler, nasıl geçinirler, nasıl savunurlardı? Birkaç yıl önce olduğu gibi elçi elçi üzerine gönderip geri dönmem için yalvaracakları muhakkaktı. O zaman geri dönerdim, artık bizi Cezayir'den hiçbir kuvvet çıkaramazdı.

    Zira askerlik ve devlet idaresi Türk'e mahsustur.

    iBNÜ'L-KAADi iSYANI

    Nihayet beklediğim fırtına koptu. ibnü'l-Kaadi, 40000 kişiyle taarruza geçti. Amma hazırlıklıydım ve böyle bir şeyi bekliyordum. Hatta ibnü'l-Kaadi'nin meclislerinde casuslarım vardı. Ne konuşulur, ne yapmak isterler, günü gününe bilirdim. 10000 levendimi asilerin üzerine sürdüm. ikindiye kadar büyük bir vuruşma oldu. 2000 şehit ve 2000 yaralı verdim. Fakat asilerin cümlesini mahvettim. Ancak 700 kadarı kaçtı. Gerisi öldü ve esir edildi. Asilerin başında bulunan ibnü'l-Kaadi'nln adamı Cezayir şeyhu'l-beledi (belediye reisi) elimize düştü. Mel'unu dört parçaya parçalatıp her parçasını şehrin bir kapısına astırdım. Ta ki alem ibret ala!

    isyanı bastırdıktan sonra, elebaşılardan 185 kişiyi elleri bağlı olarak önüme getirdiler. Bütün Cezayir ulemasını topladım. Dedim ki:

    "Efendiler, bu asiler hakkında dinimizin, şeriatimizin emri nicedir?"

    Yaşlı bir din adamı şöyle cevap verdi:

    "Paşam, sana ve askerine karşı gelenin cezası şeriatimizde ölümdür. Çünkü sen bu ülkede Cihan Padişahı Sultan Süleyman Han Hazretleri'ni temsil edersin, onun beylerbeyisisin. Memleketimize olan lütuf ve nimetlerin de sayılmakla tükenmez. Bizi kafir zulmü altında başı eğik yaşamaktan sen kurtardın. Ülkemize bereket ve refah getirdin. Hiçbir idarede görmediğimiz adaleti senin ve merhum ağan Oruç Bey'in devrinde gördük. imdi bu 185 zavallı, birtakım müfsitlerin sözüne kapılmış, büyük suç işlemiştlr. Amma inayet sendendir. Çoğu seninle ispanyol kafirine karşı vuruşmuş gazilerdir. Şimdi hataya düşmüşlerdir. Var affeyle, kulluğuna kabul et. Büyüklük budur."

    Levent reislerime döndüm:

    "Siz ne dersiz?" dedim.

    Reislerimden biri:

    "Sen daha iyi bilirsin paşam, diye cevap verdi; amma biz din adamı değiliz, askeriz. Her hareketimizden istanbul'a, Cihan Hakanı Hazretleri'ne hesap vermeye mecburuz. Şimdi merhamet ve lütuf zamanı değildir. Bu asiler bizi ele geçirselerdi ne yapacaklardı, kendi itiraflarıyla sabittir. imdi biz bunları affedersek, gayetle kötü misal olur. Koca Şimali Afrika'da bir avuç Türk'üz. Burası Anadolu'nun birkaç misli büyük bir ülkedir. Birkaç bin Türk bu ülkeyi tutmaya çalışırız. Üstelik başımızda ispanyol kafiri gibi Avrupa'nın en kuvvetli milleti fırsat gözetir. ibret-i alem için bu asilerin başın vurdur, tedbir budur."
    Tümünü Göster
    ···
  16. 17.
    0
    BARBAROS CEZAYiR'i TERK EDiYOR

    Reisin sözleri daha makuldü. 185 asinin başının vurulmasını emrettim. Böyle bir emir verdiğime çok üzüldüm. Hatta o gece uykum kaçtı, kabuslar gördüm. Fakat devletin menfaati bunu icap ettiriyordu. Ancak asilerin mallarına, evlerine dokunmadım. Bu koca ülkede şiddetle tutunamazdık. Şimdilik gözlerini korkutmuştuk, bir zaman için ayaklanmazlardı. Fakat bu istikbal vadeden bir tedbir değildi. Bir ülke ki, halkı bizi istemez, bizden memnun değildir, bize yakışan oydu ki, çekilip gidelim. Bir ülkenin hükümdarı, askeri, ilerigelenleriyle uğraşmak kabildi. Yeter ki halkı bizi desteklesin. Fakat halk arasında da memnuniyetsizlik olunca, o diyarı terketmek lazımdı. Bir zamandan beri bunu düşünüyordum. Şimdi kati kararımı verdim. Biliyordum ki biz çekildikten sonra Araplar, Cezayir'i idare edemezler. ispanyol kafirine karşı koymak bir yana, bizim çekilmemizle ticaret hayatı da duracağından herkes büyük zarar görür. Devlet düzeni de kuramazlar.

    Benden sonra Arap ilerigelenleri, biribirlerine düşecekler, halk perişan olacaktı. Sonunda tek çare olarak, nice minnetle beni tekrar ülkelerine çağıracaklardı. Buna imanım gibi emindim. O gece rüyamda Hızır'ı gördüm ve bunu karar verdiğim işin münasip olduğunun manevi bir işareti saydım.

    Bir sabah Cezayir limanında yatan 25 pare gemime bütün leventlerimi, ailelerini, mallarını doldurdum. Öbür gemilerim seferde, Akdeniz'deydi. Onlara da emir gönderdim ki, Cezayir limanına değil, Cicelli limanına dönsünler. Bütün Cezayir halkı kıyıya yığılmıştı. Herkes ispanyol yakasına sefere çıkacağımı sandı. Fakat kadınlarımızı ve mallarımızı da gemilere bindirdiğimizi görünce, büyük şaşkınlık hasıl oldu. Halkın büyük kısmı gittiğimize gayetle üzüldü. Daha gemilerimize binerken:

    "Yarın ispanyol kafiri gelse bizi kim korur?" diye feryada başlayıp ibnü'l-Kaadi'ye beddualar ettiler. ibnü'l-Kaadi de korkusundan bana bir mektup gönderdi. Gayetle yüzsüzlük edip, oğlum olduğunu, kusurunu affetmemi, Cezayir'den gitmememi istiyordu. Kabul etmedim. Elçisine dedim ki:

    "işte Cezayir kalesinin anahtarları, var efendine teslim eyle, sultanlık peşindeydi, gelsin memleketin başına geçsin. Bunca Müslüman'ın kanına girdi. Bakalım nasıl memleket idare eder?"

    Cezayirliler yalnız ispanyol kafirinden değil, Sultan Süleyman Han'dan da korkarlardı. Hakanımız, bir beylerbeyisini istemeyen Cezayirliler'e nice davranır, bunu düşünür, uykuları kaçardı. Kalabalık bir ulema heyetini gemime gönderdiler. Kalmamı rica ve istirham ettiler. Hatırlarını okşayıcı sözler söyledim. Fakat kararımdan dönmedim. Melül ve mahzun gemiden ayrıldılar.

    Bir günlük bir derya yolculuğundan sonra Cicelli'ye geldik. Burası Cezayir kıyısında güzel bir limandı. Ağam Oruç'la evvela fethettiğimiz yerlerdendi. Yerleşmek üzere geldiğimizi öğrenen Cicelli halkı, şenlik ve bayram etmeye başladı. Şimdi Cezayir şehrine akan bütün servet ve ticaret, Cicelli'ye akacaktı. Ertesi günlerde Cezayir'in, hatta Tunus'un her tarafından şeyhler gelip elimi öptüler. Halife-i Ruy-i Zemin Hazretleri olan hakanımız Süleyman Han'ın kulları olduklarını, her ne emredersem Sultan Süleyman emreder gibi icabet edeceklerini, vergilerini ödeyip asker vereceklerini söylediler:

    "Bizler haşa Cihan Padişahı'na asi değiliz, dediler; bu lekeyi kabul etmeyiz ve Süleyman Han'ın tab'ası olmakla öğünürüz. Cezayir'de olan işlerle zinhar alakamız yoktur!"

    Cicelli'de çok kalmadım. Hemen sefere çıktım. Sicilya kıyılarına geldim. Sicilya krallığının merkezi Palermo'yu bombardıman ettim. 9 pare kafir gemisi ele geçirdim. içlerinde 40 ambar dolusu buğday, arpa, zeytin, zeytinyağı, peksimet, kereste, bakla, pirinç, kahve, kumaş, bez, kurşun vardı. Keresteler çok işime yaradı. Cicelli'de büyük kışlalar ve konaklar yaptırdım. 36000 ölçek buğdayı fırınlara çok düşük fiyatla sattım. Küçük bir de tersane inşa ettirdim. Üç gemiyi tezgaha koydurdum. Aynı yaz içinde gemilerimi tekrar sefere çıkardım. Ben Cicelli'de kaldım. Gemilerim Venedik Körfezi'ne gittiler. Üç gemi ele geçirdiler. Birinin içinden 10000 duka altın(*) çıktı. Yüzlerce esir alındı. Bunlardan 60'ı Müslüman esirlerdi. Hemen azad ettim. Bu sefer, 23 gün sürdü. Yirmi dördüncü gün gemilerim Cicelli'ye döndü. Ele geçen malın onda birini fakirlere dağıttım. Gerisini sattırdım.

    (*) Bugünkü satınalma gücü takriben 6 milyon TL

    Her levendin eline 185 duka altını (110.000 TL.), ayrıca 4 tüfek, 5 tabanca, 8,5 kantar demir, 17 zira Venedik çuhası, 225 zira kumaş düştü. Ganimet bu derece boldu. Bütün Şimali Afrika'dan tacirler ve gemi sahipleri, ticaret yapmak, mal alıp satmak için Cicelli'ye üşüştü. Kendime 26 oturak çok büyük, fakat yürük bir tekne yaptırdım. Yeni teknemi diğer gemilerle yarışa soktum.

    Cümlesini geçti. Kış geldi. Gemileri karaya çektirdim. Evvel baharda tekneleri yağlamaya, donatmaya, onarmaya başladık. 15 parçayla sefere çıktım. Önce Ceneviz Körfezi'ne geldim. 14 gün bu kıyılarda dolaştım. 21 gemi ele geçirdim. Hepsini Cicelli'ye yolladım. Sonra Messina Boğazı'na geçip Venedik Körfezi'ne girdim. Üç parçalık bir filo gördüm. Rüzgar gibi önümüzden kaçardı. Ardına düştüm, yetiştim. Meğer bizim Sinan Reis'in gemileriymiş. Sinan Reis, kadırgama geldi, ellerimi öptü, sevincinden ağladı. Çoktan görüşmemiştik. Sinan'ı da peşimize takıp Venedik Körfezi'nden çıktık. 9 parça kafir gemisi daha zaptettik. Böylece bir ay içinde ele geçirdiğimiz kafir gemilerinin sayısı otuzu buldu. Kimi çuha, kimi ibrişim, kimi bal, kimi buğday, kimi biber yüklüydü. Biri de ağzına kadar asker doluydu.

    CEZAYiR'DE KIPIRDANMALAR BAŞLIYOR

    Bu arada eski reislerimden Kurdoğlu Reis de Cicelli'ye üç pare gemiyle geldi. 10000 duka altını verdi. Hazineye koydurdum. Hafta geçmezdi ki Cicelli limanına reislerim ele geçirdikleri birkaç kafir gemi getirmeyeler. Biz bu minval üzere iken, Cezayir'den de haberler geliyordu.

    Cezayir şehri halkı, az zamanda kıymetimizi anlamış, şehrin asayişine ve refahına halel gelmiş, ibnü'l-Kaadi aleyhine kıpırdanmalar artmıştı. Nihayet halk, bir heyet göndererek ibnü'l-Kaadi'ye demiş ki:

    "Hayreddin Paşa'yı davet etmek gayetle menfaatimizedir. Paşa öyle kamil bir adamdı ki, Müslümanlar rahat etsin diye koca Cezayir şehrini bırakıp gitti. Böyle bir şeyi şimdiye kadar kim yapmıştır. Sizden ricamız odur ki, Paşa'yı Cicelli'den şehrimize çağıralım. Siz gene kabilenizin başına dönün."

    ibnü'l-Kaadi şöyle cevap vermiş:

    "Hey bre akılsızlar! Siz Hayreddin Paşa, Cezayir şehrini neye bıraktı sanırsız? Benden korkusundan bırakmıştır."

    Bunun üzerine, vaktiyle maiyetim leventlerimden olup sonradan kovduğum Kara Hasan dayanamamış:

    "Sultanım," demiş, "benim bildiğim Hayreddin Paşa'nın Tanrı'dan başka kimseden korkusu yoktur. Zinhar şu veya bu kuldan korktuğunu sanıp ona göre davranmayınız, zararlı çıkmanız mukarrerdir. Paşa'nın Cezayir şehrini bırakıp gitmesi elbette sizden korkusundan değildir, bir bildiği vardır."

    ibnü'l-Kaadi gayetle kızmış. Kara Hasan'a bir şey yapmamışsa da, beni Cezayir'e çağırmak isteyen heyetin başındaki Arap din addıbının hemen oracıkta başını kestirmiş.

    Bu hadiseler, Cezayir şehrine dönmemizin yaklaştığını gösteriyordu. Ancak biraz daha beklemek gerekti ki, vaziyet iyice lehimize dönsün. ibnü'l-Kaadi' nin nüfuzu gittikçe azalıyor, her gün biraz daha halkın teveccühünü kaybediyordu. Şehrin idaresi gerçekte Kara Hasan'ın idaresindeydi. Cezayir limanında birkaç gemi vardı. Fakat leventleri olmadığı için sefere çıkmazdı. Az zamanda çürüdü. Çünkü gemiler, gayetle nazik nesnelerdir. Çok ihtimam ister. Gemiler çürüyünce, şehirde ticaret ndıbına bir şey kalmadı. Böylece Cezayir şehrinden ayrıldığımdan üç yıl geçti. Cezayir'den gelen heyetlerin sayısı artmaya başladı. Şehre dönmemizi istiyorlardı.

    Bu sırada Sinan Reis, 9 pare tekneyle Akdeniz seferine çıkmış, 12 pare kafir gemisi ele geçirmişti. Sebte Boğazı'na (Cebelittarık) uzanan Sinan Reis, ispanya'nın güney sahillerinde, Endülüs'te dolaştı. 800 Endülüslü'yü gemilerine alıp ispanyol zulmünden kurtardı. Cezayir'e getirdi. Hepsine toprak, ev, bark verdim. Fakat Sinan'ı kasavetli gördüm:

    "Hayrola Sinan," dedim; "ne var?"

    "Ne olsun paşam," dedi; "sıkılırım. Siz ve ağanız cennetmekan Oruç Bey, bin mihnet ve fedakarlıkla Cezayir'i aldınız. Şimdi Kuzey Afrika'nın en iyi limanı olan Cezayir şehri, nankör bir Arap'ın elindedir. Bu limandan ne kendisi faydalanmayı bilir, ne bizi limana kabul eder. Endülüs'ten dönerken Cezayir limanına uğramak istedim. Top ateşiyle karşılandım. Topları susturup Tanrı'nın inayetiyle şehri almak benim için hiç mesabesinde idi. Ama kızarsınız diye cesaret edemedim. Destur verin, ibnü'l-Kaadi denen köpeği kovalım. Eskisi gibi Cezayir şehrinde oturalım!"
    Tümünü Göster
    ···
  17. 18.
    0
    Cezayir'den de bizi çağırıp dururlardı. Nihayet Sinan Reis'i çağırdım, dedim ki:

    "Baka Reis, akıbet öyle görünür ki, bize Cezayir yolu açılmıştır. Bu kış, Cicelli'de geçirdiğimiz son kış olsa gerektir. Allah izin verirse, evvel baharda Cezayir şehrine gitmemiz mukarrerdir. Artık Cezayir'de ibnül-Kaadi'yi isteyen tek kişi kalmamıştır. Hafta geçmez ki Cezayir'den bir heyet gelip bizi şehre davet etmesin. Fazla naz aşık usandırır. Demiri tavında dövmek gerek. Teşebbüse geçmemizin zamanıdır. Seni burada bırakacağım. Ailem, gemilerim, leventlerim sana emanettir. Ben Cezayir'e gideceğim. Sana oradan ne şekilde emredersem, ona göre hareket edersin."

    Sinan Reis:

    "Baş üstüne paşam," deyip çıktı. O kış çok çalıştım. Gemileri donattım. Topları onardım. Günler tez geçti. Bahar geldi.

    Alem lalezara döndü. Cezayir şehrinden ve ülkenin başka yerlerinden yeniden heyetler gelmeye başladı. Hepsi, Cezayir şehrine dönüp ülkenin idaresini yeniden ele almam için yakarıyorlardı. Heyetlerden biri bana hediye olarak tarife sığmaz derecede güzel al renkte bir kısrak getirmişti. Pek makbulüm oldu.

    Cicelli'den kalktık. Yanımda 12000 levendim vardı; 4000 atlı, gerisi yaya idi. Cicelli'de Sinan Reis'le sadece 300 levent bıraktım. Yolda peşimize yüzlerle, binlerle bedevi atlısı katıldı. Bizimle beraber Cezayir'e girmek istiyorlardı. Şehre çok yaklaşmıştık ki, ibnü'l-Kaadi'nin adamlarıyla karşılaştık. Gözdağı vermek için derhal taarruz emrettim. 800'ünü kılıçtan geçirttim.

    iBNÜ'L-KAADi'NiN ÖLÜMÜ

    ibnü'l-Kaadi, Cezayir'e yaklaştığımı haher alınca, korkusundan dudakları çatlamış. Gerçi 12000 atlısı ve 8000 yayası vardı. Ancak bu askerin bize silah çekmeye hevesli olduğu şüpheliydi. Çekseler bile, bu kuvvet, bizi durdurmaya kafi değildi. Nitekim ibnü'l-Kaadi, bir gece baskınıyla taliini denemek istedi. Cezayir'e üç konak yerde çadır kurmuşken ordugahımıza baskın verdi. Ancak, 185 asker ve 97 at zayi edince kaçtı. Bizim tarafta bir tek şehit bile yoktu. Sabah olunca ibnü'l-Kaadi tekrar taarruz etti. Askeri ceng eder gibi görünüyor, aslında hayatını muhafaza etmek için kah kaçıyor, gah dağların ardına saklanıyordu. Hasılı gayetle acayip bir ceng oldu. Akşama kadar sürdü. ibnü'l-Kaadi'nin kumandanı Kara Hasan - ki eskiden levendim olup bana isyan etmişti - öldü. Bunun üzerine ibnü'l-Kaadi'de mecal kalmadı. Kaçmak isterken, bana taraftar Arap Şeyhlerinden biri ibnü'l-Kaadi'ye öyle bir mızrak savurdu ki, mızrak sinesinden girip sırtından çıktı. Şeyh, asinin kellesini kestirip bana gönderdi.

    ibnü'l-Kaadi'nin bindiği kısrakla 100 duka verip şeyhi mükafatlandırdım. Kısrak gayetle değerliydi. Su içinde 1000 duka(*) ederdi.

    (*) Bugünkü satın alma değeri takriben 600.000 TL.
    Tümünü Göster
    ···
  18. 19.
    0
    ibnü'l-Kaadi ölünce, askerleri silahlarını atıp zemine kapandılar. Bu zavallılara eziyet etmekte mana yoktu. Cümlesini affettim. Salıverdim, gittiler. Bir kısmı hizmetime girmek için çok yalvarıp yakardılar. Kabul ettim. Bu Araplar'ı nizama almaya fazla imkan yoktu. itaat nedir bilmezlerdi. Bir devletin tebaası olarak yaşamanın kudret ve nimetini öğrenememişlerdi. Böyle gelmişler, böyle giderlerdi. Ancak Anadolu'dan gelen bazı leventlerim vardı ki, ibnü'l-Kaadi'nin hizmetine girmişler, Türk'lüğün yüzünü kara etmişlerdi. Hepsi gelip boyunlarını büktüler, ellerini kavuşturup huzurumda durdular. Türkler, Araplar gibi yere kapanmayı bilmedikleri için, bu vaziyetleri, teslimiyet manasına geliyordu. Kararlarımı gayet çabuk almak itiyadımdır. Ancak eski leventlerimin karşısında bir an tereddüt ettim. Bazıları mazide büyük hizmetler etmişler, çok yararlık göstermişlerdi. içlerinde ispanyol kaptanlarının başlarını kesmiş, gemilerini zaptetmiş olanlar vardı.

    Eski yoldaşları olan binlerce levendim de ardımda saf saf duruyor, heyecan ve merakla vereceğim emri bekliyorlardı. Bunları affetmekte birkaç mahzur vardı. Biri; bu lütfum istanbul'da nasıl karşılanır, bilmiyordum.

    Çünkü bu leventler benim şahsımda, şevketlü hakanımıza isyan etmiş sayılırlardı. Ancak bir anda gelen içten bir duyguyla:

    "Cümlenizi affeyledim," dedim; "silahlarınızı alıp kuşanınız." Hepsinin gözleri doldu. Mahcubiyetle yerden silahlarını alıp kuşandılar. Ardımdaki leventlerin de yüzünde memnuniyet ifadesi vardı. Anladım ki, eski yoldaşlarını affettiğime sevinirler. Bu kararımın isabetli olduğunu sonradan hadiseler ispat etti. Affedilen leventler, büyük fedakarlık göstererek mazideki cürümlerini örtmeye çalıştılar. Hemen hepsi şimdi şehit olarak ölmüştür. Tanrı rahmet eyleye!
    ···
  19. 20.
    0
    CEZAYiR'E GiRiŞ

    Bütün bu işlerden sonra yürüyüş emri verdim. Bir saat sonra büyük Cezayir şehrine girdik. Bütün ilerigelenler, surların dışında istikbalimize gelmişlerdi. Azim alkış oldu. Büyük tezahürat arasında sokaklardan geçip eski yerlerimize gelip konduk. Sinan Reis'e gemileri ve ailemi alıp Cezayir'e gelmesini emrettim.

    Sinan Reis, 33 pare gemiyle Cicelli'den çıktı. Cezayir'e girince cümle toplarını ateşleyip şehri selamladılar. Ben de Cezayir kalesindeki topları ateşlettim.

    Bütün Cezayir ülkesinde nizam ve intizamı temin etmek için çalışmaya koyuldum. Tlemsen beyi Abdullah, ben Cezayir'den çekilip gidince kendi adına gibke kestirmeye başlamış, padişahımızın adını gibkelerden kaldırmıştı. Kendisine name yazdım. Dedim ki:

    "Tez gibkeleri Halife-i Ruy-i Zemin adına kestirip vergi borcun olan 39000 dukayı Cezayir'e yollayasın. Hazreti Peygamber'in halifesi olan hakanımız Sultan Süleyman Han'ın adını gibkelerden kaldırmakla büyük günaha girdin. Derhal tecdid-i iman eyleyesin. Yoksa seni ibnü'l-Kaadi'den beter ederim."

    Emir Abdullah, namemi alınca yırtıp atmış. Bunun üzerine ben de Abdullah'ın oğlu Emir muhafazid'ı desteklemeye karar verdim. Emir muhafazid, babasına asi olmuş, 2000 atlıyla dağa çıkmıştı. Babasını kovup Tlemsen tahtına oturmak isterdi. Bir ordu düzüp Tlemsen üzerine gittim. Yolda Emir muhafazid geldi, elimi öpüp orduma katıldı. Meğer Abdullah da Tlemsen'den çıkmış, üzerimize gelirmiş. Mazuna mevkiinde karşılaştık. Abdullah'ın ordusunu kolayca dağıttım. Asi Tlemsen emiri esir düştü. Huzuruma getirdiler. Hemen başını vurdurdum. Oğlu muhafazid'i hıl'atleyip Tlemsen beyi yaptım. 400 levendi yanına katıp Tlemsen'e gönderdim. Emir muhafazid, babasının birikmiş vergi borcu olan 90000 dukayı(*) 400 levendime teslim edip Cezayir'e gönderdi. Tlemsenliler, yeni emirlerinden gayetle memnundular.

    (*) 54 milyon TL.

    Bu sıralarda leventlerim, ibnü'l-Kaadi'nin karındaşı oğlu olan Ferhad'ı yakalamışlar. Huzuruma getirdiler. Af diledi. Affettim. Kabilesinin başına gitti. Oradan 20000 duka gönderip bundan böyle sadık bir kulum olduğunu, amcasının isyanıyla hiçbir alakası olmadığını bildirdi. Halbuki amcasının isyanına o da katılmıştı. Ferhad'la bir anlaşma yaptım. iznim olmadıkça Kabiliye dağlarından inmeyecek, her yıl Cezayir'e 10000 altın, 1000 deve, 1000 sığır, 2000 koyun, 100 katır, 20 binek atı gönderecekti.

    Cezayir'e dönünce, donanmayı, küçük filolar halinde gazaya gönderdim. Cümlesinin başına Sinan Reis'i tayin eyledim. Önce 6 parçalık bir filo gazadan döndü. Hayırlı gaza olacağını bir gece önceden rüyada görmüştüm. 6 teknem, 6 kafir teknesini yedeğinde getiriyordu. Kafir teknelerinden biri ağzına kadar barut, kurşun, gülle ve 60 adet tunç top yüklüydü. Buna gayetle sevindim. Çünkü cepaneye ziyade ihtiyacımız vardı. Topların her biri 18 ila 24 okka çekiyordu. ikinci kafir teknesinden zift, katran, direk ve kereste, üçüncüsünden zeytin, zeytin yağı, peynir ve bal, dördüncüsünden şeker çıktı. Diğer ikisi de değerli mallarla doluydu. ilk filodan sonra diğer filolar da zengin ganimetle Cezayir'e döndüler. 35 pare teknemden hiçbiri hasara uğramamıştı. Bunun için Tanrı'ya azim şükürler eyledim.

    ispanyol kafiri, Cezayir limanının 300 metre açığındaki kayalık üzerinde kudretli bir kale yapmıştı. "Penon" derlerdi. Bu Kaleye birkaç yüz muhafızla birkaç top koymuşlardı. Kale kumandanı Don Martin de Vergas, yaşlı bir asilzade idi; eskiden namlı kaptanlardandı. ispanyol kafiri buraya fazla asker yerleştiremezdi. Zira kayalık bir avuç içi kadar yerdi. içecek sularını bile Balear Adaları'ndan getirirlerdi. Eskiden ispanyol kafiri buradan Cezayir limanını topa tutar, Cezayirliler'e istediğini yaptırırdı. Şimdi bizden korkularından böyle haltlar yiyemez olmuşlardı. Fakat gene de limanın ağzındaki bu kayalığı ispanyol'un elinde bırakmak tedbire uygun düşmezdi. Don Martin'e kaleyi teslim edip çekilip gitmesini teklif eyledim. Reddetti. Bunun üzerine bombardımana başladım. Toplarımız 20 gün geceli gündüzlü kaleye gülle attı. Nihayet kayalığa çıktım(*). Don Martin, 700 askeriyle bir müddet döğüştükten sonra teslim oldu.

    (*) 2 mayıs 1529. Bu sırada Kanuni, Viyana seferine çıkmıştı, Edirne'deydi.
    Tümünü Göster
    ···