/i/Saçmalamaca

Bu altincide saçmalamak serbest !
  1. 10.
    +2
    iskelenin önüne geldiğimde, bozuklukları birleştirip bi çatal aldım ordaki simitçiden. tadı mükemmel değil ama pastaneden daha hesaplı. ve niye eve kadar sabredemiyorum ki. sonra tıkanıyorum üstelik; bi de sigara yakınca ardından, eve gelince bir şey yiyesim kalmıyor. halbuki sabretsem, güzel bir sofra hayaliyle iyi vakit geçebilir de; nefsime eziyet etmek de anlamsız bi yandan. ayrıca güzel bir sofrayı değil de daha önemli şeyleri düşünmek istiyorum şu an. içeride oturup kitap okumaktan falan da vazgeçtim, vapura bindiğimde makine dairesinin kenarında, ayakta dikildim. hareket ettikten bir süre sonra çatalı bile yiyemedim. kalanı peçeteye sarıp ayağımın dibinde duran poşete bıraktım ve denizi seyre daldım.

    denizin, ovanın veya gökyüzünün güzel tarafı; bakışları, geri dönüp heme suratına çarpmıyor insanın. binaları köprüleri geçip, son bir ışık, bir pırıltı, küçük bir kıpırtının ardından, çok daha ötelerde karanlığa karıştığı anda bile inatla ilerlemesine devam ediyor. benden ayrılarak, algılanabilecek son noktaya kadar uzandığında, orada hiçbir şey bulamadan, eli boş dönse dahi, bu taşıma süreci esnasında kendimle uğraşmaktan kurtuluyor, içimdeki sıkıntıyla pinpon oynar gibi, onu başka bi tarafa fırlatıyorum.

    ve bazen bakışların dönerken bir şey getirdiği de oluyor. hani şu küçük hediyelerden; çok değerli değil ama gönül alıcı bir şey. "yeni ve farklı bir umut" yazıyor üstünde. ve umudun da, uzaklarda, karanlığın ardında olması tam da umuda yakışır bir hareket zaten. daha yakında olsa şaşardım. fazla kurcalamayıp evde incelemek üzere poşete koydum. haydarpaşa'da inen yolcuları da seyrettim ardından.

    bi çocuk çımacıya bir şey sordu. trenleri falan belki. adam eliyle öteyi işaret etti. tahta iskele çekilip tekrar hareketlendiğimizde garın önündeki banklara oturmuş insanlar geçti önümde yavaşça. ve hep orda duran lokomotifin -sanki tekerlekleri dönüyor da bi yere gidebiliyormuş hissini versin diye- etrafına dolanan süslü ışıklar yanıp titriyordu beceriksizce.
    ···
  2. 9.
    +1
    iki lira da borcum kalmıştı pastaneciye. onu vermek için uğradım. geçen hafta yokuştan inerken girip bi ayçöreği alayım demiştim. param çıkışmamıştı, "farketmez tamam" demişti adam. bu iyi bi duygudur. bin liralık kredi açılmasa da iki liranın hesabının yapılmaması gururunu okşuyor insanın. demek ki bi ağırlığım var. veya kimi kandırıyorum? herkes için geçerli bu. "ver lan" diyip çöreği geri mi alacak elimden sanki. uğraştığına değmez. her neyse ben borcumu vermek için girdiğimde pastaneci adamın orta olmadığını gördüm. başka birisi vardı onun yerine. yardımcısı galiba. borcuna sadık birisi olarak davranma isteğim ve bu hareketin karşısında göreceğim bir "sağol" lafını duyma hevesim kursağımda kalmıştı. buyrun dedi öteki adam. etraftaki keklere, poğaçalara bakınarak oyalandım. iki lirayı o adama vermek istemiyordum. gerçi sebebini söyleyince o da bu ince hareketimi olumlu karşılayabilirdi ama istediğim asıl etkiyi yaratmazdı. ilgisiz bi bakışla parayı alacak ve şıngır diye bırakacaktı kasanın oraya. çünkü borcum ona değil öbür adamaydı. cebimde başka bozuk para da yoktu ki kek falan alarak çıkayım şurdan. biraz kurnazca ama yine de beceriksiz bi cümleyle "poğaçalar da taze değildir artık dimi?" dedim. saat akşam dokuzdu. "çok kuru değil, yumuşak sayılır" diyip yuvarlak bi yanıt verdi adam. çaresizce bi yalan kıvırıp "neyse arkadaşa bi sorayım ben" dedim, sıvıştım.

    yokuştan inerken arkamdan baktığını hayal ettim. arkadaşıma sormaya gidiyormuş gibi davranmaya çalıştım. artık bunu nasıl yapabileceksem... belki arkadaşım aşağıda, vapur iskelesinde çalışıyor? ve ikimiz de salağız, bir kilometre yokuş çıkıp ordaki pastaneden poğaça alıyoruz. küçük bi alçakgönüllülük duygusu ve olgun bir adam hissiyatıyla içeriye girip berbat bi yalanla dışarı çıkmıştım. yokuşun ortasındaki kavisi dönüp gözden kaybolunca rahatladım. haftaya geçerken uğrar veririm.

    biraz aksamayla da olsa bu meseleyi halletmiştim. tekrar normal düşüncelere daldım. aslında pek bi farkı yoktu. eften püften şeyler sayılır. ama hayır, kendime o konuda saygılıyım yine de. habire aynı şeylerden söz etsem de farklı bir açıdan bakmaya çalışıyor, ilginçleştirmeye gayret ediyorum. bazen yorucu olsa da.çünkü farkı bakıcam derken eğilip bükülüyorsun, ters dönüyosun ve beynin zonkluyor. zaten çok geçmeden sadece sayıklamaya başladım. lambur lumbur aşağıya inerken düzenli bir düşünceyle meşgul olmaya gerek kalmıyor. arkamdan bir araba geliyordu. farları yolu aydınlattı, kenara çekilip kaldırıma çıktım.
    Tümünü Göster
    ···
  3. 8.
    +2
    çeşitli ruh tıkaçlarıyla onları kapatıp ve... eeaah bu felsefi benzetmeler de çekirdek gibi. başlarsan sonu gelmiyor. neyse kokuda kalmıştık. insan güzel kokmalı. son bir senedir kullandığım deodorantın en büyük özelliği dört ay önce bitmiş olmasıydı... fıss diye bir ses geldiğinden, alışkanlık işte, öylesine sıkardım. bir arkadaşım bu saçmalığa son verip yeni bir koku hediye etti bana. kocaman bir şişe. yaklaşık bir sene idare eder beni o. yaz da yeni bitti. daha sık duş alırsam ve temiz göynekler giyersem bir sıkıntı kalmaz. sen öyle san. reklamlardaki o kız gibi terleyeceksin. onlar da gerizekalı ama; dar, vücudu saran şeyler giyiyorlar hep. elbet terlerler. bütün reklam yaratıkları aynı kerizliğe sahip zaten. bu dünyada değil, marsta, satürnde falan yaşıyorlar sanki. hayatlarındaki en önemli şey şampuanlar, cikletler ve diş fırçaları. birbirlerine onlardan bahsedip o konuda gülüşüp ağlaşıyorlar.

    kadınların işi daha zor olmalı. geçen gün bir parfümerinin önünde, dev bir kutunun içinde rujlar, rimeller, ojeler falan görmüştüm. bi tanker gelip bırakmıştı sanki. indirim varmış. etrafı kadınlarla çevriliydi.
    aslında anneannem de makyaj yaparmış. bi gençlik fotoğrafı asılı dururdu duvarda. nefis dudakları vardı ve o saçlarına hastaydım. kırmızı erikleri aşağıya indirmek için bastonuyla vurarak son yıllarında bana yardımcı oldu...
    ···
  4. 7.
    +1
    tuvalet kokularının ilginç tarafı, limonlu, leylaklı bilmem neli gibi, bir gazoz çeşitliliği ile satılması. yahu takun etkisini azaltmak için değil mi bu? ulan nerden para kazanacaklarını şaşırdılar. sifonu zamanında çekersen ve etrafı temiz tutarsan ona bile gerek yok belki. yine de almıştım bi ara. şu şeylerden, yani üzeri naylonlu, yavaşça eriyip ufalananlardan. çok keskin bir kokusu vardır. ve işerken sanki koyacak başka yer yokmuş gibi klozetin üzerine bırakmıştım. tam suratıma denk geliyordu. baygınlık geçirebilirdim. bir ara öbürlerinden aldım. kenara takılanlardan. limonluydu ve plastik kancası iki gün sonra kırılıverdi, içeri düştü. sonra ona inşaat telinden, daha sağlam bir çengel hazırlayıp tekrar astım kenara. bazen böyle abuk subuk şeyler yapıyorum vakit buldukça. bunları yazmam gibi mesela. gerçi çengel işe yaramıştı ama küvet süzgeci macerası tam bir faciaydı. bi nalburdan normal bi tıkaç almaya üşenip çatı tamiratından kalan tenekelerden, uygun parçalar kesmiştim. işin zevkli tarafı ona süzgeç niteliğini kazandıracak delikler açma anıydı. düzgün ve orantılı bi şekilde yaklaşık ciksen tane delik açmıştım fakat yine de bir işe yaramadı. onu deliğe sabitleyen bombesini yapacak uygun aletlerim yoktu. suyun üzerinde yüzüyordu aptal teneke.

    keşke kendime de bu kadar özensem diyorum ama; aslında, en az ciksen tane delik de kendime açmışımdır belki. sadece, ne zaman sızıntı yapıp içimi boşaltacaklarını bilmiyorum.
    ···
  5. 6.
    +1
    güzel koku? hmm nefis! eski romada veya oralarda bi yerlerde, gladyatörlerin ter kokusundan hoşlanırmış kadınlar. her dövüşten sonra adamların sırtından akan terleri bir kaşıkla kazıyıp süslü şişelere dolduruyor ve konteslere falan satıyorlarmış. öyle okumuştum. içine başka şeyler de katıyorlardır mutlaka.

    ben de yosun kokan bir kadını hatırlıyorum. elbiselere, yastıklara sinen. başka kimsede olmadığına inanılan kokulardan biri işte. daha öncesinde mazot ve deri koltukların kokusu. dayımın kamyonunda geçirdiğim günlerden aklımda kalan. daha sonra tebeşir kokusu. barut kokusu. mürekkep kokusu. soğan kokusu. yağda kavrulurken olağanüstü bir yemek hazırlanıyor havası veren, apartman girişlerinde en çok duyulan kokulardan biri. son bir aydır alçı ve fayans çimentosu kokusu alıyorum ama. bi dairede tamirat var. ayrıca geçen gün çok garip bir koku aldım. aydınlık boşluğunun üzeri kapatılmıştı. belki içeride bir güvercin yavrusu ölüp kalmıştır diye düşündüm. bakındım ama bir şey göremedim. çocukluğumun geçtiği yerde ölü fare kokuları duyardık. zehri yiyip bir köşede zıbarıyorlar. ara ki bulasın. eminim daha berbat ve sıkıcı kokular da vardır. ama biraz neşeli şeylerden bahsedelim. örneğin tuvalet kokularından.
    ···
  6. 5.
    +1
    aklıma başka bir şey daha geldi. devam etmek isterim. dokumak ve tatmayı saymazsak eğer, ki bunlar birebir temas etmekle ilgili daha kişisel algılar; onların dışında "görme" ve "işitme"yi her türlü teknolojik destekle sinema salonlarına taşıdılar. geriye kaldı üzerinde oynanmamış tek bir yabani his; koku.

    arkadaşlarla sohbet ederken konuşuruz bazen; dolbi steryo, ultra sörraund, üç boyut, beş kenar, hepsi bir şekilde mümkün ama koku işi yaş gibi. mesela nasıl? sinemanın veya görüntü veren bir cihazın yanında filmin sahnelerine göre çeşitli kokular püskürten bir makine olacak. kırlık çayırlık bir sahnede çiçek kokuları duyucaz, oyuncular bir garajdayken gres yağı ve benzini hissedicez. "peki herif sıçarken tak kokusu mu alıcaz?" dedi arkadaşım. ben de sustum. bilmiyorum, gerçeğe daha yakın olur ama saçmalık tabi. kimse öyle bir şey için bilet parası ödemek istemez. uyanık patronlar da güzel kokan filmler yaparlar habire, sanal falan derken gerçekten uzaklaşırız ve iş çığrından çıkar.
    ···
  7. 4.
    +1
    iki arada bir derede durumlar da vardır bu arada. ulan arıyım mı aramayayım mı diye düşünürsün bazen. mesela bir silgiyi falan ararken böyle düşünülmez. silgi yere düşmüştür, bir yere kaçmıştır muallak. eğilir, çömelir, ellerini bi yerlere sokup abuk subuk pozisyonlarda kıvrılıp bulduğunda "baak demek ihtiyacın var bana, nasıl da arıyon" demez silgi. aslında, birisine ihtiyacımız olmasından tırsmamalıyız tabi. ama işte insan denen canlı, güçlü görünmek ister hep lavuk.

    ve tabi kendini aramak da vardır. en nefis ve gizemli arayış budur sanki. aslında teknik olarak bakkalı aramaktan farkı yoktur.. ne istediğini bileceksin, yoğurtsa yoğurt, makarnaysa makarna. ama sadece sormak da ayıp değildir hiç bir zaman. ketçap var mı diye sorabilirsin sakince. birisini arayıp sakince naber diyebilmek gibi. tek istediğin buysa, bir sorun yoktur.
    ···
  8. 3.
    +1
    bir de "ne arıyon burda?" vardır. olumlu anlamı şudur; "vaay hangi rüzgar attı seni? ne arıyon burda" gibi. sevinirsin böyle denilince. olumsuz anlamı da şudur; gibtir git lan, ne arıyon burda, defol. gidersin tabi. bir köşeye çekilir ağlarsın. ya da bir taş alıp atarsın, gitmiyom lan dersin, pislik yaparsın. yüzsüz pekekent.

    ama şöyle olmaz; "ooo, vay bee! gibtir git lan, hangi rüzgar attı seni?" bu devrik cümle gibi bir şey olur. biri böyle konuşursa kafayı yemiştir. ne yapacağı bilinmez. yaşanmaz onunla.

    yaşam falan dedik de, bir de genel arayışlar vardır tabii. yani hayatta ne arıyon, neyin peşindesin. amacın ne falan. en uzun arayış budur elbet. diğer küçük arayışlar, zorlu arayışlara yardımcı olurlar. neyi bulacaksın ne yapacaksın bulunca ne işe yarayacak, bunlar başka bir arama konusudur. herkesin aradığı kendine. benim demek istediğim (şu an arıyorum mesela, bir şey bulayım da şuraya uydurayım diye) evet demek istediğim, galiba aramak, hep bulmak içindir. gittim en basit şeyi söyledim. yani şöyle de diyebiliriz, insan, yani canlı, daha minicik bir organizmayken bile besin bulma peşindeydi. sonra alıcıları çıktı tepesinde falan arayıp bulmak için. derken bu arama alışkanlık haline geldi milyarlarca yıldır. arıyoruz işte durmadan. arama ve aranılma işine bazen sekreterler de bakar. "kızım beni arayan oldu mu?" denir mesela. osman bey aramışsa söyler. söylemeyip unutursa, sen osman beyin neden aramadığını düşünüp üzülür, biraz da kıllanırsın. osman beyi sen ararsın direkt. o, ben seni aramıştım der, iş tatlıya bağlanır.
    ···
    1. 1.
      0
      Yumurta da kaliteli bir sperm arar mesela ama konuyla alakalı olmayabilir
      ···
  9. 2.
    +1
    evet bir şey bulma niyetiyle ararsın. sorarsın hatta. bazen bu ikisi beraberdir. aramak sormak. mesela naber diye sorulur, iyiyim derse kapatırsın. sonra tekrar açar pardon dersin. bulana kadar aramaktan pes etmemeli. ama cıvıklık edip arayışı abuk subuk bahanelerle sürdürmemeli tabii ki. bir şey bulamayacak gibiysen zorlamıycan. tabi bunu gel de anlayana anlat. o tehlikeli moda girince her türlü abuk subukluğa müsaittir. her hareketi aramak sanır. halbuki bulmuştur artık. ebesininkinin. veya bilgiyi. görmez ya da yetinmez. bazen de armut piş ağzıma düş olur harbiden. nefis bir armutla çarpışırsın. armutun iyisini ayıların yemesinin sebebi de onlar, aramazlar. armutlar onları arar. bazen ayı, aranan birisidir.
    ···
  10. 1.
    +2
    selam.
    bir şey bulmak için, aramak denen şeyi yapmak gerekir elbette. bir de "armut piş, ağzıma düş" vardır. piş ile düş yeterince sert bir kafiye değil belki ama yine de severim bu lafı. görüntüsü komiğime gelir bu durumun. evet armutun pişmesini beklemek gerekir de öyle ağacın altında yatarak değil tabi. arasıra kalkıp başka bir şeyler de yapmak da lazım. aramak çeşitli şekillerde olabilir. mesela en klasiği birini aramak vardır. alo merhaba dersin. o da merhaba falan der, derdini anlatırsın, konuşursun falan. teknik olarak aramaktır ama bulmak anldıbına gelmez. yani evde yoktur, meşgul çalar, onu demiyoruz herhalde. bununla ilgili yani telefonla aramakla ilgili, bir de üstelemek vardır. buna aranmak diyebiliriz. belanı aramak gibi. kaşınıyorsundur yani. hmm arandın sen!

    bunun daha değişiği de vardır. yani olumlu bir anlamda aranmak. bu hoşuna gider insanın. bulunan şey nedir, bazen tam olarak bilinmez. hani "ne buluyon onda" derler ya. sana ne ya dıbına kodumun evladı. insan çeşitli kişileri arayabilir. bakkalı mesela. bir ekmek bir yoğurt dersin arayınca. anlar o. aradığını bulmuşsundur. yoğurt kalmadı derse, "çok saçma ya, nasıl yok, niye ki?" demezsin. istiyorsan git başka markete sor. basit, teknik arayış modeline örnektir bakkalı aramak falan. kısmen değindiğim gibi önemli olmasını istediğimiz birini, bir sevgiliyi falan da arayabiliriz. yani daha değildir ama arıyoruz işte. bakalım olacak mı yani. genelde telefonla olur bunlar. duman işaretleriyle, telepatiyle falan olacak hali yok elbet. teknolojik yenilikler mesaj yazma denen bir şey çıkarmıştır mesela. kafasını önüne eğmiş elindeki minik şeye yoğunlaşıp çipçipçip sesler çıkaran biri muhtemelen mesaj yazıyordur. yazmak daha kolay gelebilir bazen. konuşma anındaki ses tonları ipucu vermez. veya daha ucuza geliyor ne biliyim. bu konuda pratik bir bilgim yok.
    ···