1. 1.
    +1 -1
    @1 sen üstünde boşaldın biz capse boşalcaz adaletsiz bin beyler.
    ···
  2. 2.
    +2
    bu kaltakla aynı mahallede büyüdük. mevlanakapı’da. babası zabıtaydı. alkolik hasta bir adamdı rahmetli, erkenden de gitti zaten. bu anasıyla yoksul, perişan... bizim tuzumuz kuruydu, hacı babam yapmış bir şeyler. bir de zagor vardı. bizim eski evin kiracısının oğlu. babası filmciydi yeşilçamda. cepçilik, arpacılık, her yol vardı itte. ama sevimli, yakışıklı oğlandı. bizimkine aşık etmiş kendini. ben efendi oğlanım, okul mokul takılıyorum o zamanlar. öylece büyüdük gittik işte. ne tak varsa? hep askerliği beklerdim. dört sene kaldı, üç sene kaldı... sonunda o da geldi gittik. bizde de herkes bunu bekliyormuş; gelir gelmez yapıştılar yakama. ev düzüldü, kız bulundu, çeyiz falan filan... nikahlandık. iki taksi bir dükkan verdi peder. dükkanda koltuk moltuk satardım. bir gün bu huur çıkageldi. hiç unutmam, görür görmez cız etti içim. böyle basma bir etek dizine kadar, çorap yok, üstünde açık bir bluz, saçlar maçlar... pırlanta anlayacağın. şunun bunun fiyatını sordu, dalga geçti benimle. kanıma girdi o gün. tabi taktım ben bunu kafaya. ertesi gün bir soruşturma... dediklerine göre yemeyen kalmamış mahallede. ama asıl zagor’a kegibmiş. zagor’da kaftiden içerde o sıra. bir gün, süslenmiş püslenmiş; zırt geçti dükkanın önünden. yazıldım peşine. tuhafiyeciye gitti, pastaneden çıktı; minibüs otobüs, geldik sağmalcılar’a; benim içimde bir sıkıntı. işi anladım tabii: zagor’u ziyarete gidiyor. bir tuhaf oldum, bini de kıskandım. uzatmayalım çaresiz evlendik ötekiyle. o ara zagor içerden çıktı. sonra bi duyduk; kaçmış bunlar. altı ay mı bir sene mi; kayıp. hep rüyalarıma girerdi huur. o gün dükkana gelişini hiç unutamadım. benimkine bile dokunamaz oldum. sonra bir daha duyduk ki iki kişiyi deşmiş zagor: biri polis, ikisinin de gırtlağını kesmiş. karakolda beş gün beş gece işkence buna. arkadaşlarının öcünü alıyorlar. kaltağa da öyle... önce öldü dediler zagor’a, sonra komalık. ankara’da oluyor bunlar. bizimki bir gün çıkageldi mahalleye. zagor içerde, en iyisinden müebbet. bir sabah dükkana geldim, baktım bu oturuyor. önce tanıyamadım. anlayınca içim cız etti. cız etti de ne? tornaya değmiş gibi oldu. çökmüş, zayıflamış, bembeyaz bir surat... ama bu sefer başka güzel huur. oranın şarkıları gibi. kalktı böyle, dimdik konuşmaya başladı. dedi para lazım, çok para. zagor’a avukat tutacakmış. ilerde öderim dedi. esnafız ya bizde, “nasıl?” diye sormuş bulunduk. huurluk yaparım dedi, istersen metresin olurum. içime bir şey oturdu ağlamaya başladım, ama ne ağlamak! işte o gün bu günden beri bu huuryla tam yirmi yıl geçti. uzatmayalım, zagor’a müebbet verdiler. ama rahat durmaz ki bin! ha birini şişledi, ha firara teşebbüs; o şehir senin bu şehir benim, cezaevlerini gezip duruyor. huur da peşinden. sonunda dayanamadım: ben de onun peşinden... önce dükkan gitti, ardından taksiler. karı terk etti, peder kapıları kapadı. yunus gibi aşk uğruna düştük yollara. iş bilmem, zanaat yok. bu durmuyor hiç. ilk yıllar ufak kahpeliklere başladı, sonra alıştı. gözünü yumup yatıyor milletin altına. gel dönelim diye çok yalvardım. evlenelim, pederi kandırırım, zagor’a bakarız: yok. kancık köpek gibi izini sürüyo itin. ne yaptı buna anlamadım. kaç defa dönüp gittim istanbul’a. yeminler ettim. doktorlar, hocalar kar etmedi. her seferinde yine peşinde buldum kendimi. bir keresinde döndüm, biriyle evlenmiş bu, hamile... beni abisiyim diye yutturduk herife. nedense rahatladım, ohh dedim, kurtuluyorum. bu da akıllanmış görünüyor. yüzü gözü düzelmiş, çocuk diyor başka bir şey demiyor. sinop’ta oluyo bunlar. ben de döndüm istanbul’a. doğumuna yakın, zagor bi isyana karışıyor gene. hemen paketleyip diyarbakır cezaevine postalıyorlar. çok geçmeden bizimki depreşiyor gene; o haliyle kalk git sen diyarbakır’a, üç gün ortadan kaybol... herif kafayı yiyor tabii. dönünce bi dayak buna: eşek sudan gelinceye kadar. kızın sakatlığı bu yüzden. sonra çocuğu doğuruyor. uzun zaman anlaşılmamış. ortaya çıkınca bi gece esrarı çekip takıyor herife bıçağı. çocuğu da alıp vın diyarbakır’a, zagor’un peşine. allahtan herif delikanlı çıkıyor da şikayet etmiyor. ben o ara istanbul’da taksiden yolumu buluyorum. epey bi zaman böyle geçti. yine her gece rüyalarımda bu. zagor’un diyarbakır cezaevinde olduğunu duymuştum o sıra. bi gece bi büyükle eve geldim. hepsini içtim. zurnayım tabi. bi ara gözümü açıp baktım: karlı dağlar geçiyor. bi daha açtım, başımda bir çocuk, kalk abi, diyarbakır’a geldik diyo. baktım, sahiden diyarbakır’dayım. bir soruşturma... kale mahallesi vardır oranın, bi gecekonduda buldum, malımı bilmez miyim? görünce hiç şaşırmadı. hiç bir şey demedik. o gece oturup düşündüm. oğlum bekir dedim kendi kendime, yolu yok çekeceksin. isyan etmenin faydası yok, kaderin böyle, yol belli, eğ başını, usul usul yürü şimdi. o gün bugün usul usul yürüyorum işte.
    Tümünü Göster
    ···
  3. 3.
    +1
    beyler kız gollum.
    ···
  4. 4.
    -1
    @9 senin de mi resimlerini eski erkek arkadaşın inciye verdi lan yoksa bin.
    ···
  5. 5.
    0
    @25 verdim gitti şukunu
    ···
  6. 6.
    0
    tabiatta hiçbir örneğine rastlanmadığı halde, bize son derece doğal gelen ve modern tekniğin ekseni olacak kadar önemli bir icadı, tekerleği de güneybatı asya'ya borçluyuz.

    elimize, tekerleğin hangi tarihte icat edildiğini gösterecek hiçbir belge geçmemiştir. ancak bu aracın günümüze en eski çağlardan geldiği de kesindir.

    amerikalı arkeolog speiser, gawra'da, m.ö. 3.000-2.500 yıllarının kalıntılarında tekerleğe rastlamış; ingiliz meslektaşı woolley de ur'da, m.ö. 2.950 yıllarından kalma mezardan bir tekerlek çıkarmıştı. ne gibi bir ihtiyacın bu icada yol açtığı kesinlikle bilinmiyor. general frugier'nin ilginç ve inandırıcı varsayımına göre; yontma taş çağı'ndan başlayarak insan, avladığı hayvanı, kaya parçaları gibi bazı şeyleri taşıma ihtiyacını duymuştur. bu soruna çare ararken, kesilmiş bir ağacın yuvarlandığını, böylece taşımayı kolaylaştırdığını fark eden insanlar yüklerini iki ağaç kütüğünün üzerine koymayı akıl ettiler. ingiliz tarihçisi maccurdy'ye göre; tekerleğin atası, tomar denilen silindir biçiminde durulmuş kağıt ya da deridir. bu gelişmeyi kazılar da doğrulamaktadır. yapılan kazılarda sümer ülkelerinde, m.ö. 3.000'den kalma kızaklar ve arabalar çıkartılmıştır.

    tekerleğin icadını hemen arabanın izlediği kesindir. bir çift tekerleği dingille birleştirmek ve buna demirsiz bir saban oturtmak işten bile değildir. gerçekten de, m.ö. 3.000 yıllarının sümer kalıntılarında rastlanan arabalar böyledir. sürücüsü, iki tekerleğin arasına konmuş bir eyere, ata biner gibi otururdu. bu taslak çabuk gelişerek dört tekerlekli bir araç oldu; fakat henüz ön tekerlekler sabitti.

    bu araca ilkin hangi hayvan koşulmuştu? fransız arkeologu georges contenau'ya göre, yaban eşeği. o dönemde, bu bölgede at bilinmiyordu ve henüz sözünü etmediğimiz türkler atı ehlileştirmişlerdir.

    ortaçağda önemli bir rol oynayacak olan bu ulus, orta asya, doğu sibirya ve mançurya'da yaşamaktaydı. henüz yontma taş çağı'nda yaşayan bu göçebe halkın hayatı, babil ve mısır uygarlığının tam karşıtıydı. ama onların buz gibi ve dümdüz steplerde uzanan ülkeleri, yakın doğu'nun güneşli ve serin vahasının da karşıtı değil miydi? asyalı göçebe halkın hayatı, her çeşit yiyeceğe alışan bu yorulmaz hayvanın, atın sırtında geçiyordu. onu gem'e alıştıran türklerin güneybatı asya'ya akınları sonucunda, bu bölgede atı tanıdı; ilk uygarlıklar, insanlığın bu en soylu buluşunu, paha biçilmez armağanını onlardan aldılar.

    koşum kayışlarıyla arabaya bağlanan atla birlikte ilk savaş aracı da doğmuş oldu. antik dünya, arabayı ve atları bu korkunç görünümüyle ilk defa tanıyordu. sonra m.ö. 2.000 yılında mezopotamya'da görülen araba, giderek sami ırkından hiksosların akınıyla mısır'a girince, firavun'un ordusunda, 1917'de ilk müttefik tanklarının alman askerleri üzerinde yarattığı paniğe benzer bir korku yarattı. mısırlılar hayvan gücü olarak henüz öküz ve eşekten yararlanıyorlardı. ancak tecrübeden çabuk ders almayı bildiler. istilâcıları ülkeden atar atmaz bu yeni savaş aracını kullanmaya başladılar. öyle ki, mısır tarihinin en parlak dönemi olan yeni imparatorluk'tan kalan belgeler, firavun'u gelecek kuşaklara savaş arabasının üstünde, bir eliyle dizginleri tutar, ötekiyle de düşmanı yere serer biçimde gösterebilmiştir.

    bunu izleyen on yüzyıl boyunca, araba, savaş alanlarında fetih aracı olarak hizmet etti. asurlular, m.ö. 1.000 yıllarında bir sürücünün kullandığı, iki savaşçıyı çeken çift at koşulmuş arabaları sayesinde dünyaya egemen oldular. asur'un ünlü kralları surgon ve assurbanipal birçok şehirleri, güçlü savaş makineleri halini alan arabalarıyla kuşattılar. bu arabaların, tekerlekleri üzerine oturtulmuş ağır koçbaşlarıyla şehir kapılarına saldırdılar; savaşçılar kalkanlarının arkasına saklanarak kale duvarlarının üstüne yürüdüler. ancak bu ağır "topçu gücü"nün yanı sıra yeni bir silahlı birlik daha meydana getirmişlerdi: atlılar. bir halı parçasının üzerinde oturan bu eyersiz ve üzengisiz asur atlıları, iskender'in fetihlerine yol açan öncüler oldular.
    Tümünü Göster
    ···
  7. 7.
    0
    @25 şukuyu hak ettin lan.
    ···
  8. 8.
    0
    @70 gerçekte sen gibme benim kafayı
    ···
  9. 9.
    0
    @77 ozet gec pic bune okunmaz aq
    ···
  10. 10.
    0
    bu ne lan buna bosalanı gibim
    ···
  11. 11.
    0
    @81 amk ne bekliyosunuz yannan herifler
    ···
  12. 12.
    0
    @9 eski kız arkadası beyler
    ···
  13. 13.
    0
    kalkık gibimide indirdin binilovski
    ···
  14. 14.
    0
    @1 gibtir git arkadaşım o benim ayrıca çek cumhuriyetinden huur çocuğu!
    ···
  15. 15.
    0
    birazd aha ver lan
    ···
  16. 16.
    0
    yalancı bin yaa :D
    ···
  17. 17.
    0
    lan ben muallak halimle senden delikanlıyım bin
    ···
  18. 18.
    0
    bunu gibceğime elimi giberim daha iyi
    ···
  19. 19.
    0
    @60 yeni sevgilisimisin lan ?
    ···
  20. 20.
    0
    lan gibtiklerim niye zorunuza gitti adam ne güzel 31 lik caps vermiş muallak misiniz amk
    ···