bundan 3 yıl önce, ak parti gençlik kongresinde tanıdım sümmeyye erva'yı. üzerimde beyaz slim fit gömlek, üzerinde bordo yelek, kısa paça pantolon. sağ elimin yüzük parmağında biz bu vatanla evliyiz imajını veren gümüş türk bayrağı yüzüğü, saçlarım geriye yatırılmış. kadın kolları başkan yardımcısı ile bir konu hakkında konuşurken bu çıkageldi. ela gözlü bir dilber.. görünüşü hakkında başka fikir edinemedim çünkü peçeliydi. bu beni daha da cezbetti. gönül barajlarımı coşturdu, uzun zamandır rahmet yağmamış çorak gönül topraklarımın üzerinde yağmur bulutları belirdi. kafaya koydum, bu kız ile tanışacağım dedim. kadın kolları görevlisiyle yaptığımız konuşmanın sonuna doğru ben konuyu açtım ve tanışmak istediğimi söyledim. niyetimin tamamen ciddi olduğunu, çocuklarım ebu bekir sıddık ve fatma zehra'nın annesi olmasını istediğimi söyledim. şaşırdı ama dava içi evlilik onun da hoşuna gitti. "eğer hanfendi uygun bulursa bu akşam kendisiyle huqqa'da bir çay içmek isterim" dedim, ben kendisiyle konuşacağım, seni haberdar ederim dedi gitti. ben gelecek haberi beklemeye başladım, ama kongre, yapılan yollar, artan refah seviyesi, türbanlı bacılarımızın geçmişte çektiği sıkıntıların bugünlerle mukayesesi filan umrumda değil. kulaklarımda inanılmaz bir uğultu, yığıldım kenara bursa'dan gelecek gol haberini bekliyorum. arada kolonya ile kendimi serinletiyorum ama ne fayda... Damarlarımdaki adrenalin seviyesi böyle birkaç saat slalom yaptı. Ve en sonunda sevinçli haber whatsapp aracılığı ile geldi. randevu talebim onaylanmıştı. ilk defa bir kongrenin bitmesini bu kadar çok istedim. Neyse lafı uzatmayalım, akşam oldu huqqa'da buluştuk. Ben onlardan erken geldim mekana, hemen bir elma nane nargile söyledim, çayımı yudumlayıp devlet büyükleriyle çekindiğim fotoları filan editliyorum. sümeyye erva bir arkadaşıyla çıkageldi ( bir erkek ve bir kadın başbaşa kaldığında ortamdaki 3. kişi şeytandır, bu yüzden dinimizde kadın ve erkeğin başbaşa kalması günahtır.) ancak bu kez ortamda görücülük bir durum olduğu için peçeli kıyafetini değiştirip türban ile gelmeyi daha uygun bulmuşlar. bu da benim fiziksel analiz yapabilmeme olanak sağladı. pespembe kalın dudakları vardı, burnu ağzına oranla küçüktü, yapılı olduğu, kalçasının geniş göğüslerinin büyük olduğu belliydi. Anaçlık ve doğurganlık ben buradayım diyordu. Bu analizi yapınca iyice coştum, heyecandan kafamın uçup gitmesini boynum zar zor engelliyordu. 2 si de karşıma geçip oturdular, kısa bir tanışma faslı oldu, arkadaşını tanıttı, birer çay söylediler, başladık konuşmaya. çorumluymuş sümeyye, kendisi sınıf öğretmenliğini yeni bitirmiş, 2 kardeşlermiş, işsiz bir abisi varmış, annesi ev hanımı babası inşaat işçisi. bir süre abisinin ne kadar ne kadar işe yaramaz bir servet düşmanı olduğundan bahsetti. abisi hakkında konuşurken burnundan soluyordu, gözlerinden alevler çıkıyordu. abisinin tam bir huur çocuğu olduğu her halinden belliydi. ben de kendimden bahsettim, babamın müteahhit olduğundan, annemin avukat olduğundan, benim de hukuk okuduğumdan ama kendimi davaya adadığım için okula çok vakit ayıramadığından bahsettim. zaten çok bir maddi kaygım da yoktu, ne diye okulu dert edecektim ki? babamın bizim belediyelerin bir kısmıyla arası iyiydi, iş ihalelere geldi mi telefonu hiç susmazdı. ben böyle anlatınca gözleri parladı, heyecanlandı. zengin bir aileye gelin olmak istediği çok belliydi. sonra kendi düşüncesinden utanmış olmalı ki başını öne eğdi, gülümsedi. çok güzel gülüyordu. laf lafı açtı, 1 2 saate yakın konuştuk, sonra sümeyye ortamın samimiyetinden boş bulunmuş olmalı ki elimdeki nargileyi göstererek "nasıl içiyorsun onu, kendini zehirlemiş olmuyor musun?" dedi gülerek. "ümmetin derdinden içiyorum" diye bir espri yaptım, şuh bir kahkaha attı. "sen hiç denedin mi?" diye de sormayı ihmal etmedim. "hayır, kesinlikle denemedim, denemem de, neden içime duman çekeyim ki pek anlamlı değil allah-u teala bize bu bedeni zehirleyelim diye vermedi" diye nasihat etti. "bir defa dener misin peki hatırım için?" diye sordum, evlenince eşinin sözünden çıkmamak üzere kodlanmış sümeyye bunu bir görev bildi ve "e iyi madem ver de bir deneyeyim" dedi, nasıl içmesi gerektiğini anlattım, içine çekti, dumanı üfledi ve sonrasında birkaç defa öksürdü. "tadı nasıl?" diye sordum, "beklediğimden iyiymiş" dedi. "başka aromaları da var bu çilekli kavunlu gibi, onları dene istersen daha çok sevebilirsin." dedim. artık kıskacıma girmiş olan sümeyye "tamam, olur" dedi. garsonu çağırıp hemen bir kavunlu nargile söyledim. geldi nargilesi, içmeye başladı. içtikçe garipleşti, laçkalıkla samimiyet arasında gidip gelmeye başladı. bana aldığı kiloları, sütyenlerinin nasıl dar gelmeye başladığını, bazen cinsel rüyalar gördüğünü ve daha pek çok ilk buluşmada anlatılmasa daha uygun olacak şeyi anlattı. arkadaşının tuvalete gittiği bir zamanı fırsat bilerek, kulağıma eğilip "bakir misin?" diye sordu. bakir olmadığımı söyledim. aynı soruyu ben yönelttiğimde "teknik olarak evet ama gerçekte hayır" dedi. "birkaç defa arkadan beraber oldum ama çok pişmanım" dedi. ben de hiçbir kadınla arkadan beraber olmadığımı anlattım. cesur bir şekilde "sen bugün bana yeni bir şey denettin, sen de yeni bir şey denemek ister misin?" diye sordu. çok heyecanlandım, kalbim sıkıştı, bir süre zar zor nefes aldım. ben boğulmayla hayatta kalma çizgisinde gelip giderken ağzımdan 4 harf döküldü. "olur". "Tamam" dedi, ama arkadaşımı ekmem lazım, nasıl yapalım saat de ilerledi. Ben de, "bende araba var istersen evine bırakabilirim onu" dedim. "Tamam ben onunla konuşayım aileme de onlarda kalacağımı söylerim ararlarsa pot kırmasın." dedi. Beni her zerresiyle istediği, ondan vazgeçme ihtimalimin onu korkuttuğu, her tavizi vermeye hazır olduğu belliydi. Bu bereketli toprakların tadına ilk tanışmadan bakacak olmak beni aşırı yükseltti, yürürken bir o yana bir bu yana sallanan, belinden dışarı doğru yükselmiş bu zütü gibeceğimi birazdan gibeceğimi düşündüğümde gibim pantolona sığmaz oldu, yana yatırıp boxer'ın kenarına kimse görmeden itinayla sıkıştırdım. arkadaşı geldi, kendi aralarında konuştular, arkadaşı kafasını salladı, bu sinyali alınca garsondan hesabı istedim dışarı çıktık, arabaya atladık. önce arkadaşını evine bıraktık. saat 9'a geliyordu. 6'ya doğru buluştuğumuzu varsayarsak, 3 saatte kendime gibilecek afet bir züt ayarlamıştım. babamın yakın dostlarından mehmet amca'nın, benim de arasıra bu işler için kullandığım otelinin önüne arabayı çektim, anahtarları valeye atarken boxerdan gibim fırlamasın diye hafif öne eğik yürüyordum. bir süit kiraladık ve odaya çıktık. odaya gelir gelmez başını açtı, üzerindeki kıyafetlerin bir kısmını çıkarttı, don sütyen kaldı. siyah dantelli takımdı. akıllı televizyondan spotify'a girdi, "party musics" listesini oynatmaya başladı. bu işlere yabancı olmadığı, hatta bu yolun yolcusu olduğu o kadar belliydi ki. sabah karşımdaki kadınla ilgili neler hayal etmiştim, şu an neredeydim, aklım havsalam almıyordu. ben de üzerimi çıkardım, üzerimde sadece boxer'la yatağa uzandım, gibim kazık gibiydi. görünce güldü. "ne oldu ya bu kadar çok mu istiyorsun?" dedi. ben de vücudunun çok güzel olduğunu, bu vücudu istemeyen erkeğin aklından zoru olduğunu söyledim. hak verdi açıkçası, o da o göğüslerin o kalçaların cinsel dünyada ne kadar değere sahip olduğunun farkındaydı. geldi yanıma yattı, elini vücudumda gezdirmeye başladı. sonra bir anda üstüme abandı, eliyle gibimi koparırcasına sıktı. kulağıma eğilip "ben biraz sert severim de" dedi. hala nargilenin sarhoşluğu üstünde miydi, yoksa nargilenin ortaya çıkardığı alter egosu tüm benliğini ele mi geçirmişti bilemiyorum. artık boşaldığımda doğru düzgün sıvı gelmeyene kadar seviştik, sabahı gördük. bağırışları, kökle, devam et diye çığlık atışları, saçımı daha sert çek, kıçıma şaplak at deyişleri hala kulağımda, ömrüm boyunca da unutamayacağım sanırım.