1. 33.
    0
    bıyıklı sandım bastım eksıyı
    ···
  2. 32.
    0
    Bozulan nafile orucun kazası gerekir mi?

    Nafile oruç, kişiye farz veya vacip olmadığı halde, gönüllü olarak Ramazan ayının dışında tutulan oruçtur. Nafile de olsa, başlanan bir ibadetin tamamlanması gerekir. Bu nedenle diğer nafile ibadetlerde olduğu gibi, bozulan nafile orucun da, kaza edilmesi gerekir.

    Şevval ayında oruç tutmanın hükmü nedir?

    Ramazan ayından sonra şevval ayında altı gün oruç tutmak müstehaptır. Peygamber Efendimiz (s.a.v.), “Kim Ramazan orucunu tutar ve ona Şevval ayından altı gün ilave ederse, sanki yılın bütününde oruç tutmuş gibi olur” (Müslim, Sıyam:204; Tirmizî, Savm:53; Ebû Davud, Savm: 58) buyurarak Şevval ayında altı gün oruç tutmaya teşvik etmişlerdir. Bu oruç peşi peşine tutulabileceği gibi, ara verilerek de tutulabilir.

    Aşûre gününde oruç tutmanın hükmü nedir?

    Muharrem ayının onuncu gününe, aşûre günü denmektedir. Rasûlullah (s.a.v.), “Aşûre günü orucunun önceki yılın günahlarına keffaret olacağını umarım” buyurarak (Tirmizî, Savm, 47), ümmetine bu günde oruç tutmayı tavsiye etmişlerdir.

    Hz. Peygamber döneminde Yahûdîler sadece Muharrem ayının 10. gününde oruç tuttuklarından, onlarınkine benzememesi için öncesine veya sonuna bir gün ilave edilerek tutulması uygundur.

    Ramazanı karşılamak ve uğurlamak için oruç tutulur mu?

    Ramazanı karşılamak veya uğurlamak amacıyla oruç tutmanın dinî bir dayanağı yoktur. Ancak Hz. Peygamber Şaban ayında çokça ve Şevval ayında 6 gün oruç tutmuşladır. Ramazan ayı girmediği halde, Ramazanın gelmiş olabileceği düşüncesiyle ihtiyaten Ramazandan bir veya iki gün önce oruç tutmak ise mekruhtur. Ancak, belirli günlerde oruç tutmayı alışkanlık haline getiren kişilerin, oruç tuttuğu günlerin bu günlere rastlaması halinde oruç tutmasında sakınca yoktur. Nitekim Hz. Peygamber (s.a.v.), “Ramazanı bir veya iki gün önce oruçla karşılamayın. Eğer bir kimse adeti olduğu için bu günleri oruçla geçiriyorsa tutsun” buyurmuştur (Buharî, Savm: 14; Müslim, Sıyam: 21; Ebû Davud, Savm: 7,11; Tirmizî, Savm:2).

    Uçakla seyahat eden oruçlu şahıs iftarını nasıl yapar?

    Seyahate çıkan kişilerin, imsak ve iftarları bulundukları yere göre yapmaları gerekir. Uçakla seyahat eden oruçlu kişiler de, uçuş esnasında uçağın üzerinde bulunduğu yere göre imsak ve iftar yapmalıdırlar. Ancak çok hızlı uçaklarla kıtalararası yolculuk yapılması durumunda, imsak ile iftar arasında süre, anormal ölçüde kısa veya uzun olabilmektedir. Bu durumda, yolculuk yapacak kişi orucunu kazaya bırakabilir. Ancak oruca başlamış ise, imsake başladığı yere göre iftar edebilir.

    ZEKAT

    Zekat nedir?

    Sözlükte artma, çoğalma, temizlik, bereket, iyi hal ve övgü anlamlarına gelen zekât, dinî bir terim olarak, belirli bir malın bir kısmının Allâh rızası için muayyen kişilere verilmesi demektir.

    Malî ibadetlerden biri olan zekat, islâm'ın beş temel esasından olup, hicretin ikinci yılında Medine’de farz kılınmıştır. Kur’an-ı Kerim’de “Namazı dosdoğru kılın, zekâtı verin... ” (Bakara, 2/43, 110; Hac, 22/78; Nur, 24/56; Mücadele, 58/13; Müzzemmil, 73/20); “Onların mallarından, kendilerini temizleyeceğin, arıtıp yücelteceğin bir sadaka al ve onlar için dua et; çünkü senin duan onlara huzur verir. Allah işitendir, bilendir.” (Tevbe, 9/103) buyrulmaktadır.

    Zekat kimlere farzdır?

    Bir kimsenin zekât vermekle mükellef olması için Müslüman, hür, akıllı, buluğ çağına erişmiş olması; borcundan ve aslî ihtiyaçlarından fazla hakikaten ya da hükmen artıcı, yani kazanç sağlayıcı nitelikte nisap miktarı mala sahip olması gerekir.

    Nisap ne demektir? Miktarı ne kadardır?

    Nisap, zekât, sadaka-i fıtır ve kurban gibi ibadetler için konulan bir zenginlik ölçüsüdür. Nisapa, asgarî zenginlik ölçüsü şeklinde de tanımlanabilir. Borcundan ve aslî ihtiyaçlarından fazla olarak bu kadar mala sahip olan kişi dinen zengin sayılır. Böyle bir kişi, zekat veya sadaka alamayacağı gibi; sadaka-i fıtır vermek ve kurban kesmekle de yükümlü olur. Fazla olan bu malın nâmi olması ve üstünden bir yıl geçmesi halinde zekatının verilmesi gerekir.

    Zenginliğin asgari sınırı olan "nisap" Hz. Peygamber tarafından belirlenmiştir. Bu asgarî sınırlar, o dönem islâm toplumunun ortalama hayat standardını ve zenginlik ölçüsünü göstermektedir. Hadislerde belirlenen nisap miktarları şöyle sıralanabilir; 80,18 gr. altın veya bunun tutarında para veya ticaret malı; 40 koyun veya keçi, 30 sığır, 5 deve. Nisap miktarının belirlenmesinde kullanılan bu malların, o dönemin en yaygın zenginlik aracı olduğu açıktır. Nisabın bu mallar üzerinden belirlenmesi, sosyal ve ekonomik şartların fazla değişmediği ileriki dönemlerde de aynen korunmuştur.

    Hâvaic-i asliye (asli ihtiyaçlar) nedir?

    Havâic-i asliyye, temel ihtiyaçları karşılayan, bu yüzden de zekata tabi olmayan maddi varlıklar demektir.

    islâm’da diğer bedenî ve malî yükümlülüklerde olduğu gibi, zekatta da mükellefin durumu göz önünde bulundurularak, ona makul ve taşınabilir bir sorumluluk yüklenmiştir. Bu nedenle islâm bilginleri, zekat ve sadaka-i fıtr ile yükümlü olmak için, kişinin temel ihtiyaçlarından fazla olarak nisap miktarı mala sahip olma şartını aramışlardır. Zira temel ihtiyaç miktarı ile refah ve zenginlik meydana gelmez. Temel ihtiyaç miktarı mal, kişinin yaşaması için zarurî olan miktardır.

    Allâh Teâlâ Kur’an’da “Neyi infak edeceklerini sana soruyorlar, de ki, fazlayı, artanı... ” buyurmuştur (Bakara 2/219). Konuyla ilgili bir hadiste şöyle geçmektedir: "Hz. Peygamber’e bir adam gelerek bir dinarım var ne yapayım, dedi. Hz. Peygamber, kendine harca buyurdu. Bir dinarım daha var dedi, ailene harca buyurdu. Bir dinarım daha var dedi, çocuklarına harca , buyurdu. Adam bir dinarım daha var deyince, sen daha iyi bilirsin, buyurdu" (Ebû Dâvûd, Zekat, 45).

    Temel ihtiyaç maddeleri insanın hayat ve hürriyetini korumak için muhtaç olduğu şeylerdir. Bunlar, genel olarak, nafaka, oturulan ev, ev eşyası, ihtiyaç duyulan elbise, borç karşılığı mal, sanat ve mesleğe ait alet ve makineler, binek taşıtları, ilim için edinilen kitaplar gibi eşyadır.

    Esasen asli ihtiyaçlar, zaman, muhit ve durumun değişmesiyle değişir ve gelişir. Burada muteber olan, zekat mükellefinin temel ihtiyaçlarıdır. Kendi şahsi ihtiyaçları yanında kanunen bakmaya mecbur bulunduğu diğer şahısların ihtiyaçları da buna dahildir.

    Araç-gereç ve malzemeye zekat düşer mi?

    Sanat ve mesleğin icrası için gerekli olan araç-gereç, makine ve malzemeler, aslî ihtiyaçlardan olup bunların zekatının verilmesi gerekmez. Ancak, kendi mesleğinin icrası için değil de, ticaret için üretilen veya alınıp satılan araç-gereç, malzeme ve makinelerin zekatının verilmesi gerekir.

    Zekat vaktinden önce verilebilir mi?

    Oruç ve hac ibadetlerinde olduğu gibi zekat konusunda da kamerî ay hesabı uygulanır. Zekatın farz olması için nisap miktarı malın üzerinden bir kamerî yılın geçmesi gerekir. Buna rağmen mal sahibi dilerse vakti gelmeden önce de zekatını verebilir.

    Bir zengin vadeli alacağına dair bir senedi fakire zekat olarak verebilir mi?

    Zekat gıda ve giyim eşyaları gibi aynî olarak, para, döviz, altın gibi nakdî olarak da verilebilir. Senet ise; bir hakkın, bir malın, ödünç bir paranın kime ait olduğunu belirten, iki veya daha fazla kişi arasında tanzim edilmiş bir belgedir. Dolayısıyla üzerinde yazılı miktardaki parayı temsil etmektedir. Bu nedenle, zekat mükellefi olan bir zengin, vadesinde ödeneceğini kesin olarak bildiği senedi, zekatına mahsuben fakire ciro edebilir.
    Tümünü Göster
    ···
  3. 31.
    0
    Astım hastalarının ağızlarına püskürttükleri sprey orucu bozar mı?

    Sprey kullanmak zorunda olan astımlı hasta, Ramazan orucunu tutmayıp, tutamadığı günler sayısınca fidye verebilir. ileride sağlığına kavuşursa, fidye vermiş olsa da, tutamadığı orucunu kaza eder. Ancak böyle bir kişi oruç tutmak isterse, kullanmak zorunda kaldığı sprey orucunu bozmaz.

    Parfüm ve kolonya orucu bozar mı?

    Parfüm veya kolonya sürünmek ve koklamak orucu bozmaz.

    Oruçlu kimse diş tedavisi yaptırabilir mi?

    Oruçlu bir kimsenin morfinli veya morfinsiz olarak dişlerini tedavi ettirmesi veya çektirmesi orucu bozmaz. Ancak tedavi esnasında, kan veya tedavide kullanılan maddelerden herhangi bir şeyin yutulması orucu bozar.

    Diş fırçalamak orucu bozar mı?

    Diş fırçalamakla oruç bozulmaz. Bununla birlikte, diş macunun, misvak parçalarının veya suyun boğaza kaçması halinde oruç bozulur. Orucun bozulma ihtimali dikkate alınarak, dişlerin imsakten önce ve iftardan sonra fırçalanması uygun olur.

    Sakız çiğnemek orucu bozar mı?

    Günümüzde üretilen sakızlarda, ağızda çözülen katkı maddeleri bulunduğundan, ne kadar itina edilirse edilsin bunların yutulmasından kaçınılması mümkün değildir. Bu sebeple bu tür sakız çiğnemek orucu bozar. Ancak kenger sakızı gibi katkısı bulunmayan sakızlarla daha önce çiğnenmiş olup içinde hiç katkı maddesi kalmamış olan ve çiğnendiğinde hiçbir ekgibliğe uğramayan sakızların çiğnenmesi orucu bozmaz. Bununla birlikte, oruçlu iken bu tür sakızları çiğnemek mekruhtur.

    Kan aldırmak orucu bozar mı?

    Kan aldırmak orucu bozmaz. Nitekim Hz. Peygamber ihramlı iken ve oruçlu bulunduğu sırada kan aldırmıştır ( Buharî, “Tıb”,11, “Sayd”, 11, “Savm”, 22; Ebû Davûd, “Savm”, 28-30; Tirmizi, “Savm”, 59,61; ibn Mâce, “Sıyâm”, 18.).

    Ayrıca Hz. Peygamber :"Üç şey vardır orucu bozmaz: Kan aldırmak, kusmak, ihtilam olmak.'' (Tirmizi, “Savm” 24, ) buyurmuştur.

    Göze, burna ve kulağa ilaç damlatmak

    Göz ve burna atkılan ilaç, genze ulaşması halinde orucu bozar. Çünkü genze ulaşan maddeler boğaza, oradan da mideye ulaşır. Bu durumda oruçlu o günkü orucuna devam eder. Ramazandan sonra bir gün kaza eder.

    Kulak ile boğaz arasında da bir kanal bulunmaktadır. Ancak kulak zarı bu kanalı tıkadığından, su veya kulak zarını geçmeyecek nitelikteki ilaçların kullanılması orucu bozmaz. Fakat kulak zarı delik olan kişinin kulağına herhangi bir sıvının akıtılıp boğazına ulaşması halinde orucu bozulur. Ayrıca kulak zarını geçip boğaza ulaşabilecek nitelikteki ilaçların kullanılması da orucu bozar.

    Kusmakla oruç bozulur mu?

    Kendiliğinden kusmakla oruç bozulmaz. Ancak kişinin kendi isteği ve müdahalesiyle meydana gelen kusma, ağız dolusu olması halinde, orucu bozar.

    Nitekim Hz. Peygamber "Oruçlu kimseye kusmak gelir de kendisine hakim olamazsa ona kaza gerekmez. Her kim de kendi isteği ile kusarsa orucunu kaza etsin" buyurmuştur (Ebû Dâvud, “Savm”, 33; Tirmizi, “Savm”, 24,25; ibn Mâce, “Sıyâm”, 16; Malik, Muvatta, “Sıyâm”, 47.).

    Makyaj yapmak veya yaptırmakla oruç bozulur mu?

    Krem sürmek, makyaj yapmak veya yaptırmakla oruç bozulmaz.. Ancak, makyaj malzemeleri, herhangi bir şekilde ağız ya da burun yoluyla boğaza ulaşması halinde oruç bozulur.

    Oruçlu kimse akupunktur yaptırabilir mi?

    Akupunktur; vücutta belirli noktalara iğne batırmak suretiyle çeşitli hastalıkları tedavi etme metodudur. Akupunktur uygulanması halinde, vücudun beslenmesi, gıda alması söz konusu olmadığından, akupunktur yaptırmak orucu bozmaz.

    Hangi günlerde oruç tutulmaz?

    Ramazan bayrdıbının birinci gününde, kurban bayrdıbının dört gününde oruç tutmak tahrimen mekruhtur. Çünkü bu günler ziyafet, yeme, içme ve sevinç günleridir. Ancak bu günlerde oruç tutmak yasaklanmış olmakla beraber, tutulan oruç geçerlidir.

    Cuma günü oruç tutmakta bir sakınca var mıdır?

    Oruç tutulması mekruh olan Bayram günleri dışındaki günlerde oruç tutmak caizdir. Ancak sadece Cuma günleri nafile oruç tutmak tenzihen mekruh görülmüştür. Peygamber Efendimiz (s.a.v.); “Sizden hiç kimse Cuma günü oruç tutmasın. Ancak bir gün önceden veya sonradan oruç tutuyorsa bu takdirde Cuma günü de oruç tutabilir” buyurmuştur (Ebû Davud, Savm, 50). Buna göre, Cuma günü kazaya kalan veya adak gibi vacip bir oruç tutmakta sakınca bulunmamaktadır. Cuma günü nafile oruç tutmak isteyenlerin, bir gün önce veya sonrasında da oruç tutması uygun olur.

    Üç aylar diye adlandırılan (Recep, Şaban, Ramazan) aylarının aralıksız olarak oruçla geçirilmesinin dini hükmü nedir?

    Ramazan ayında oruç tutmak farzdır. Recep ve Şaban aylarında ise; Hz. Peygamber'in diğer aylara oranla daha fazla nafile olarak oruç tuttuğu hadis kaynaklarında yer almaktadır (Buhârî, Savm, 52, 53; Müslim, Sıyâm, 175, 179). Bunun dışında Pazartesi, Perşembe günleri ile Hicrî ayların 13, 14 ve 15'i gibi belirli günlerinde nafile oruç tuttuğu bilinmektedir (Tirmizî, Savm, 44; Ebû Dâvûd, 68; Nesâî, Savm, 70, 83). Ancak Recep ve Şaban aylarında Hz. Peygamber aralıksız oruç tuttuğuna dair sahih kaynaklarda herhangi bir rivayet bulunmamaktadır. Bu itibarla, Recep ve Şaban aylarının aralıksız olarak oruçlu geçirilmesinin dinî bir dayanağı yoktur. Hatta, sıhhatine zarar verecek veya zayıf düşecek kişilerin peşi peşine oruç tutmaları uygun değildir.

    Kaza oruçlarının aralıksız olarak tutulması gerekir mi?

    Ramazan ayında tutulmayan oruçların ve başlanıp da bozulan oruçların kaza edilmesi gerekir. Kur'an-ı Kerim'de, "içinizden hasta olan veya yolculukta bulunan, tutamadığı günlerin sayısınca diğer günlerde tutar." buyurulmaktadır (Bakara 2/184). Kaza oruçlarının aralıksız tutulması hakkında herhangi bir hüküm bulunmamaktadır. Bu itibarla, kazaya kalan oruçlar oruç tutulması mekruh olan günler dışında, ardı ardına veya ayrı olarak tutulabilir. Ancak bu oruçların, geciktirilmeden bir an önce tutulması uygun olur.
    Tümünü Göster
    ···
  4. 30.
    0
    Oruca ne zaman niyet edilir?

    Oruç için niyetin vakti, akşam namazı vaktinin girmesiyle birlikte başlar.

    Ramazan, günü belirlenmiş adak ve nafile oruçlarda niyet, öğle namazına 1 saat kalana kadar devam eder. Bunların dışındaki, keffaret, kaza, günü belirlenmemiş adak oruçlarında ise imsak vaktine kadar niyet edilmesi gerekir.

    imsak ne demektir?

    Sözlükte kendini tutmak, engellemek, el çekme, geri durma anlamlarına gelen imsâk, dini bir kavram olarak, fecr-i sadıktan, güneş batıncaya kadar yemeden, içmeden, cinsî münasebetten ve diğer orucu bozan şeylerden uzak durmak, el çekmek demektir.

    imsâk, orucun tek rüknüdür. Kur’an-ı Kerim’de, “Artık (ramazan gecelerinde) onlara yaklaşın ve Allah'ın sizin için takdir ettiklerini isteyin. Sabahın beyaz ipliği (aydınlığı), siyah ipliğinden (karanlığından) ayırt edilinceye kadar yeyin, için, sonra akşama kadar orucu tamamlayın.” buyurulmaktadır (Bakara 2/187). Oruç yasaklarının başladığı fecr-i sâdık, yani tan yerinin ağarmasına, imsak vakti denir. Bununla yatsı namazının vakti çıkmış, sabah namazının vakti girmiş olur. Bu vakit aynı zamanda sahurun sona erip, orucun başladığı vakittir. Oruç yasaklarının sona erdiği, güneşin batma vaktine ise iftar vakti denir. Bu vakitle birlikte akşam namazının vakti girmiş olur. Gündüz ve gecenin tam olarak teşekkül etmediği yerlerde, imsak ve iftar vakitleri, buralara en yakın normal bölgelere göre belirlenir.

    Orucu Bozan Şeyler Nelerdir?

    Oruçlu iken, yemek, içmek ve cinsi münasebette bulunmak orucu bozar. Orucu bozan şeylerin bir kısmı sadece kazayı gerektirirken, diğer kısmı hem kaza, hem de keffareti gerektirir.

    Sadece kazayı gerektiren şeyler nelerdir?

    Yolculuk, hastalık gibi meşru bir mazerete dayalı olarak bozulan orucun, sadece kaza edilmesi gerekir. Ayrıca, kasıt olmaksızın yemek-içmek; beslenme amacı ve anlamı taşımayan, yenilip içilmesi mutat olmayan veya insan tabiatının meyletmediği şeylerin yenilip içilmesi orucu bozup, sadece kazasını gerektirir.

    Ramazanda bir mazeret olmaksızın tutulmayan oruçlar, gününe gün kaza edilir. Ancak mazeretsiz olarak Ramazan orucunu tutmamak büyük günahtır.

    ­Kaza ve keffareti gerektiren durumlar nelerdir?

    Ramazan ayında oruca niyet edildikten sonra, bir mazeret olmaksızın, kasten yemek, içmek ve cinsî münasebette bulunmak, keffareti gerektirir. Ayrıca bozulan orucun kaza edilmesi de gerekir.

    Orucu mazeretsiz olarak kasten bozmanın keffareti nedir?

    Ramazan ayında tutulan orucun, mazeretsiz olarak kasten bozulması durumunda keffaret, ayrıca bozulan orucun da kaza edilmesi gerekir.

    Oruç keffareti iki kamerî ay veya 60 gün, ara vermeksizin oruç tutmaktır. Buna gücü yetmeyen, 60 fakiri bir gün ya da bir fakiri 60 gün doyurur.

    Kur'an-ı Kerim'de oruç keffareti konusunda bir hüküm bulunmamaktadır. Ancak islâm bilginleri, Hz. Peygamber'in aşağıdaki hadisinden hareketle, orucu kasten bozmanın kefareti gerektirdiğine hükmetmişlerdir: Bir adam Hz. Peygamber'e gelerek; "mahvoldum" dedi. Hz. Peygamber'in "Seni mahveden şey nedir?" diye sorması üzerine; "Ramazanda eşimle cinsel ilişkide bulundum" dedi. Bunun üzerine Allâh elçisi; "Köle azat edecek kadar mal bulabilir misin?" dedi. Adam; "Hayır" dedi. Hz. Peygamber'in "Peşpeşe altmış gün oruç tutabilir misin?" sorusuna; "Hayır" cevabını verdi. Bu sırada Rasulullah (s.a.s)'a getirilen bir sepet hurmayı, bu adama verdi ve yoksullara dağıtmasını söyledi. Adam yörede kendilerinden daha yoksul birisinin bulunmadığını söyleyince de; "Git bunları ailenle ye!" buyurdu (Buhârî, Savm, 30, Hibe 20, Nafakât, 13, Keffârat, 2-4; Müslim, Sıyâm, 81; Ebû Davûd Tahâre,123, Savm, 37).

    Adet veya loğusalık halinde bulunan kadınlar, bu günlerinde keffaret oruçlarına ara verirler. Bu durumlarından çıkar çıkmaz ara vermeden keffaret orucuna devam ederek 60 günü tamamlarlar.

    Unutarak yemek – içmek orucu bozar mı?

    Unutarak yemek, içmek orucu bozmaz. Peygamber Efendimiz, "Bir kimse oruçlu olduğunu unutarak yer, içerse orucunu tamamlasın, bozmasın. Çünkü onu, Allâh yedirmiş, içirmiştir." buyurmuştur (Buhari, “Savm”, 26; Müslim, “Sıyâm”,17.). Unutarak yiyen içen kişi, oruçlu olduğunu hatırlarsa hemen ağzındakileri çıkarıp ağzını yıkar ve orucuna devam eder. Oruçlu olduğunu hatırladıktan sonra boğazından aşağıya bir şey geçerse orucu bozulur.

    iğne ve serum orucu bozar mı?

    Dinimiz, hasta olan ve tedavi sürecinde bulunan kişilerin oruç tutmamalarına ruhsat vermektedir. Bu nedenle, tedavisi devam eden kimseler, sağlıklarına kavuşup, tedavileri tamamlanıncaya kadar oruçlarını erteleyebilirler. Bununla birlikte, Ramazan ayında herkesle birlikte oruca devam etmeyi arzu ediyorlar ve oruç tutmalarına başka bir engelleri de bulunmuyorsa, iğnelerini iftardan sonra yaptırmaları yerinde olur. Bu imkana sahip olmayanlar, tedavi ve aşı amaçlı iğne yaptırabilirler; oruçları bozulmaz. Ancak, oruçlu iken gıda ve vitamin iğneleri yaptırmak, damardan serum ve kan almakla oruç bozulur. Daha sonra bu oruç kaza edilir.

    Yıkanmak orucu bozar mı?

    Ağız veya burnundan su girip yutmadıkça, oruçlu kimsenin yıkanması orucuna zarar vermez. Bu itibarla, ağız ve burnundan su kaçırmamak şartıyla oruçlunun yıkanmasında bir sakınca yoktur. Nitekim Hz. Aişe ve Ümmü Seleme validelerimiz, Hz. Peygamber’in Ramazan’da imsaktan sonra yıkandıklarını haber vermişlerdir (Buhârî, Savm, 25; Müslim, Sıyam, 76; Ebû Dâvûd, Savm, 36).

    Oruçlu iken ihtilam olan veya cünüp olarak sabahlayan kişinin durumu nedir?

    Oruçlu iken rüyada ihtilam olmak orucu bozmadığı gibi, gusletmeyi geciktirerek cünüp olarak sabahlamak da oruca bir zarar vermez. Ancak, zorunlu bir durum olmadıkça, hemen boy abdesti alınmalıdır. Nitekim Hz. Peygamber’in Ramazan’da imsaktan sonra yıkandıkları hadis kaynaklarında yer almaktadır.
    Tümünü Göster
    ···
  5. 29.
    0
    Oruç Kimlere Farzdır?

    Akıllı, ergenlik çağına ulaşmış her Müslüman’ın Ramazan orucunu tutması farzdır.

    Oruç Tutmamayı Mubah Kılan Haller nelerdir?

    islâm dini, kişileri güçleri nispetinde sorumlu tutmuş, güçlerini aşan veya sıkıntıya yol açan durumlarda kolaylaştırıcı hükümler getirmiştir. Buna göre aşağıdaki durumlarda kişiler, oruç tutmakla yükümlü kılınmamış, daha sonra kaza etmeleri veya yerine fidye vermelerine ruhsat tanınmıştır:

    a) Yolculuk. Yolculuk, Ramazan ayında orucu tutmamak için ruhsat olarak kabul edilmiştir. Yolculuk esnasında tutulmayan oruçlar, daha sonra kaza edilir. Kur’an’da “Ey inananlar! Oruç sizden öncekilere farz kılındığı gibi, Allâh’a karşı gelmekten sakınasınız diye, size de sayılı günlerde farz kılındı. içinizden hasta olan veya yolculukta bulunan, tutamadığı günler sayısınca diğer günlerde tutar. Oruca dayanamayanlar, bir düşkünü doyuracak kadar fidye verir. Kim gönülden iyilik yaparsa, o iyilik kendisinedir. Eğer bilirseniz, oruç tutmanız sizin için daha iyidir.” buyurulmaktadır (Bakara 2/183-184).

    Geceden oruca niyetlenip de, gündüz yolculuğa çıkan kimse, dilerse bu orucunu bozar, dilerse tamamlar. Ancak, ayette de belirtildiği gibi orucunu tamamlaması daha iyidir. Hz. Peygamber, Mekke’nin fethi için sefere çıktığında oruçlu iken, Kedîd denilen yere varınca orucunu bozmuştur (Buharî, Sıyam, 34; Müslim, Sıyam, 15). Bu da sefere çıkılınca başlanmış orucun bozulabileceğinin delilidir.

    b) Hastalık. Oruç tuttuğu zaman, hastalığının artmasından veya uzamasından endişe edilen kimse ile, hastalığı sebebiyle oruç tutmakta zorlanan kişilerin Ramazan ayında oruç tutmayıp, iyileştikten sonra bunları kaza etmelerine izin verilmiştir. Biraz önce zikredilen ayet buna işaret etmektedir. Tıbben oruç tutması halinde hasta olacağı bildirilen kimse de hasta hükmündedir.

    c) Gebelik ve Çocuk Emzirme. Oruç tutmaları kendilerine veya çocuklarına bir zarar vermesi halinde, gebe olan kadınlar oruçlarını tutmayabilirler. Emzikli kadınlar da, sütlerinin kesilmesi ve çocuklarının zarar görmesi tehlikesi bulunması halinde oruçları tutmayabilirler. Hz. Peygamber buna müsaade etmişlerdir (Nesâî, Sıyam, 50-51, 62; ibn Mace, Sıyam,3).

    d) Yaşlılık. Oruç tutamayacak kadar yaşlı olan kimseler, oruç tutmayıp yerine fidye verebilirler. Bakara suresinin 184. ayetinde, bu şekilde olup da oruca güç yetiremeyenlerin, oruç tutmayıp fidye vermeleri gerektiği hükme bağlanmıştır. iyileşme umudu olmayan hastalar da aynı hükme tabidir.

    e) ileri derecede açlık, susuzluk. Oruçlu bir kimse, açlıktan veya susuzluktan dolayı beden ve ruh sağlığının ciddi derecede bozulması tehlikesi ile karşılaşması halinde orucunu bozup daha sonra kaza edebilir. Böyle bir kimsenin orucuna devam etmesi ölümüne sebep olacak nitelikte ise, orucunu açmaması haram olur.

    f) Zor ve meşakkatli işlerde çalışmak. Esas itibariyle bir insanın ibadetlerini normal bir şekilde yapmasını engelleyecek zor ve ağır işlerde çalışması veya çalıştırılması doğru değildir. Ancak kişisel veya toplumsal zorunluluklar, bazılarının böyle işlerde çalışmalarını gerektirmektedir. Böyle durumda bulunan bir kişi, oruç tuttuğu takdirde sağlığına bir zarar gelmesinden korkuluyorsa, orucunu tutmaya bilir. Bu durumda olanlar, izin günlerinde veya müsait zamanlarda tutamadıkları oruçları kaza etmelidirler. Yıllık izninin bulunmaması ve haftalık izninin de yeterli olmaması gibi mazeretlerle buna da imkan bulamayanlar, fidye vermelidirler.

    Mesleği gereği sürekli olarak yolculu olan kişi namaz ve oruç ibadetlerini nasıl yerine getirebilir?

    islam dini Ramazan ayında oruç tutamayan hasta ve yolcuların sonradan kaza etmelerini emreder. Mazeret devam ettiği sürece ruhsat da devam eder. Sürekli mazereti bulunan kişiler, mazeretleri ortadan kalkınca, zamanında tutamadıkları Ramazan oruçlarını kaza ederler. Kur'an-ı Kerim'de;

    "… Kim de hasta veya yolcu olursa, (oruç) tutmadığı günler sayısınca başka günlerde tutsun." buyurulmaktadır (Bakara, 2/185).

    Namaz yolculuk sebebiyle kazaya bırakılamaz. Ancak seferi sayıldığı sürece dört rek'atlı farz namazlar iki rek'at olarak kılınır. Devamlı olarak uzun yola giden kaptan ve sürücülerin durumu da aynıdır.

    Fidye ne demektir, hükmü nedir?

    Sözlükte bir kimseyi bulunduğu sıkıntılı durumdan kurtarmak için ödenen bedel anldıbına gelen fidye, dinî bir terim olarak, esaretten kurtulmak için ödenen bedeli veya bazı ibadetlerin eda edilmemesi ya da edası sırasında birtakım kusurların işlenmesi halinde ödenen dînî-malî yükümlülüğü ifade eder.

    ibadetlerle ilgili fidye, oruç ve hacda söz konusu olmaktadır. ihtiyarlık ve şifa ümidi olmayan bir hastalık sebebiyle oruç tutamayan kimse, daha sonra kaza etmesi mümkün olmadığından her gününe karşılık bir fidye öder. Bu durumdaki bir kimsenin fidye ödemesi vaciptir. Kur’an-ı Kerim’de, “Oruç tutmaya güç yetiremeyenler, bir fakir doyumu kadar fidye öder.” (Bakara 2/184) buyurulmaktadır. Bu ayetten hareketle fidye miktarının, bir kişiyi bir gün için doyuracak yiyecek olarak anlaşılmıştır.

    Hac ve umre için ihrama giren kişilere bazı hususlar yasaklanmıştır. Hastalık veya başka bir sebeple ihram yasaklarından birini çiğnemek zorunda kalan kimse, fidye olarak üç gün oruç tutma veya altı fakiri doyurma ya da kurban kesme hususunda muhayyerdir. Fidye olarak kesilen kurbanlar Harem bölgesinde kesilmesi gerekir. Oruç tutma ve fakir doyurma ise, her yerde olabilir.
    Tümünü Göster
    ···
  6. 28.
    0
    Allah'ın Matematik Hatası...

    Nisa Suresi(4)11. Allah size, çocuklarınız hakkında, erkeğe, kadının payının iki misli (miras vermenizi) emreder. (Çocuklar) ikiden fazla kadın iseler, ölünün bıraktığının üçte ikisi onlarındır. Eğer yalnız bir kadınsa yarısı onundur. Ölenin çocuğu varsa, ana-babasından her birinin mirastan altıda bir hissesi vardır. Eğer çocuğu yok da ana-babası ona vâris olmuş ise, anasına üçte bir (düşer). Eğer ölenin kardeşleri varsa, anasına altıda bir (düşer. Bütün bu paylar ölenin) yapacağı vasiyetten ve borçtan sonradır. Babalarınız ve oğullarınızdan hangisinin size, fayda bakımından daha yakın olduğunu bilemezsiniz. Bunlar Allah tarafından konmuş farzlardır (paylardır). Şüphesiz Allah ilim ve hikmet sahibidir.

    Nisa Suresi(4)12. Yapacakları vasiyetten ve borçtan sonra eşlerinizin, eğer çocukları yoksa, bıraktıklarının yarısı sizindir. Çocukları varsa bıraktıklarının dörtte biri sizindir. Çocuğunuz yoksa, sizin de, yapacağınız vasiyetten ve borçtan sonra, bıraktığınızın dörtte biri onlarındır (zevcelerinizindir). Çocuğunuz varsa, bıraktığınızın sekizde biri onlarındır (zevcelerinizindir). Eğer bir erkek veya kadının, anababası ve çocukları bulunmadığı halde (kelâle şeklinde) malı mirasçılara kalırsa ve bir erkek yahut bir kızkardeşi varsa, her birine altıda bir düşer. Bundan fazla iseler üçte bire ortaktırlar. (Bu taksim) yapılacak vasiyetten ve borçtan sonra, kimse zarara uğramaksızın (yapılacak)tır. Bunlar Allah'tan size vasiyettir. Allah her şeyi hakkıyle bilendir, halîmdir.

    Varsayalim ki, bir adam öldü ve geride üç kiz evlat, bir ana, bir baba ve eşini birakti.. Yukaridaki ayetlere göre miras paylaşimi şöyle olacaktir:

    Üç kiz evlata mirasin 2/3'ü, ana ve babanin her birine 1/6, karisina 1/8 kalacaktir.

    Bu durumda, matematik yapalim:

    (2/3)+(1/6)+(1/6)+(1/8 )= 27/24 = 1,125 bulunur! (1,0 olmasi gerekirdi!..)

    Bu sonuç oranların hatalı olduğunu göstermektedir çünkü mirasın %112,5 i mirasçılara dağıtılır. Böyle %100'ün üstünde bir dağıtım yapmak imkansızdır.

    Bu hatayı düzeltmek için ömer "avl", "avliye" olarak adlandırılan basit bir yöntem geliştirdi. Bu yöntem allahın verdiği oranlardan yola çıkıp bir noktada ufak bir değişiklik yaparak oranların tümünü değiştiren ve toplamı %100 olacak yeni oranlar elde eden bir yöntemdir... Günümüzde islam hukuku miras konusunda bu yöntemi esas alır...

    Böylece bizim örneğimiz için yeni oranlar:
    üç kızın toplam payı= 48/81
    annenin payı= 12/81
    babanın payı= 12/81
    zevcenin payı= 9/81
    olacak şekilde değiştirilmiş olur.

    Görüldüğü gibi yeni oranlar şu şekildedir:
    üç kızın toplam payı= 1/1,6875 ... oysa allah 2/3 (yani 1/1,5) demişti
    babanın payı= 1/6,75 ... oysa allah 1/6 demişti
    annenin payı= 1/6,75 ... allah 1/6 demişti
    zevcenin payı= 1/9 ... allah 1/8 demişti

    Görüldüğü gibi ayetlerde belirtilen oranların kullanımı mümkün olmadığı için bu oranlar değiştirilir ve başka oranlar kullanılır.

    Böyle basit bir dört işlem hatasını gözden kaçırmak, allah gibi kusursuz bir varlığın işi olmasa gerek. Belli ki bu ayetler...
    Tümünü Göster
    ···
  7. 27.
    0
    cuma olmasından mütevellit, acıdım şuku verdim.
    ···
  8. 26.
    0
    Şakirt Detected
    ···
  9. 25.
    0
    Teyemmümü bozan şeyler nelerdir?

    Abdesti bozan şeyler teyemmümü de bozar. Ayrıca, abdest veya gusle yetecek suyun bulunması, hastalığın iyileşmesi, suyu kullanma imkanının elde edilmesi gibi teyemmüm etmeyi mubah kılan mazeretlerin ortadan kalkması da teyemmümü bozar.

    TEMiZLiK

    Tuvalet kağıdıyla taharetlenmek caiz midir?

    Tuvalet kağıdı, tuvalette kullanılmak üzere imal edilmektedir. Bu nedenle su ile temizlik yapılmak kaydıyla, sağlık ve temizlik açısından daha da uygun olduğundan, tuvalet kağıdının kullanılmasında bir sakınca yoktur.

    Alkolün temizlikte kullanılmasının hükmü nedir?

    Alkollü içeceklerin alınması dinimizde kesin olarak haram kılınmıştır (Maide 5/90-91). Ancak alkolün ve kolonya, ispirto gibi alkol içeren maddelerin temizlik, hijyen ve güzel koku amacıyla kullanılmasında dinen bir sakınca yoktur. Bu nedenle, namaz kılmadan önce bu ürünlerin sürüldüğü yerlerin yıkanması gerekmez.

    KADINLARIN ÖZEL HALLERi

    Kadınların özel halleri nelerdir?

    Kadınların, hayız (adet/ay hali), nifas (loğusalık) ve istihâze (özür kanı) olmak üzere, kendilerine özgü halleri vardır.

    Hayız, ergenlik çağına giren sağlıklı kadının döl yolundan düzenli aralıklarla belirli sürelerle gelen kanı ifade eder. Bu, kadınların ergenlik dönemine girmelerinden menapoz dönemine kadar görülen fizyolojik bir olaydır. Kadının döl yatağının iç yüzünü kaplayan zarın, yumurtanın döllenmeyip ölmesi ve yumurtalık hormon salgısının kesilmesi üzerine parçalanarak kanla birlikte dışarı atılmasından ibarettir. Türkçe’de bu olaya, hayız hali denildiği gibi, adet hali, adet görme, adet kanaması, aybaşı hali de denilmektedir.

    Nifas, doğum yapan kadının rahminden gelen kana denir. Buna loğusalık hali, böyle kadına da loğusa denir. Doğumdan ve uzuvları belirmeye başlamış ceninin düşürülmesinden sonra görülen kan nifas kanıdır. Loğusalık hali, alt sınırı olmamakla birlikte, en çok kırk gün sürer.

    istihâze ise, kadınların görmüş oldukları âdet ve loğusalık kanı dışında, rahim içi damarlardan bir hastalık veya yapısal bozukluk sebebiyle gelen kana denir. Daha genel bir ifadeyle, kadının âdet ve loğusalık dışındaki kanamaların tümüne verilen addır. Âdet çağı içerisinde bulunan kadının (yaklaşık 9-55 yaş arası), üç günden az ve on günden fazla gördüğü, doğum yapan loğusanın 40 günden fazla gördüğü, 9 yaşından küçük kızların veya menopoz dönemindeki kadınların gördükleri kanlar istihaze kanıdır.

    Bunlardan hayız ve nifas ile ilgili bazı özel hükümler bulunmakla birlikte, istihâze bir özür olarak kabul edildiğinden, onunla ilgili herhangi özel bir hüküm bulunmamaktadır.

    Kadınların özel hallerinde (adet ve loğusalık) yapamayacakları şeyler nelerdir?

    Kadınlar hayız ve nifas hallerinde, cinsel ilişkide bulunamaz (Bakara, 2/222); namaz kılmaz, oruç tutmazlar (Buharî, Hayz, 1; Müslim, Hayz, 14, 15). Bu konuda müçtehitler görüş birliği içindedirler. Kadınlar hayız ve nifas hallerinde kılmadıkları namazları daha sonra kaza etmez, ancak, oruçları kaza ederler. Kadınların bu hallerinde, namaz ve oruçtan muaf tutulmaları, onların pis olmalarından dolayı değil, pgibolojik ve fizyolojik yüklerini hafifletme amacına yöneliktir. Diğer taraftan kadınlar, bu hallerinde müçtehitlerin büyük çoğunluğuna göre Kabe'yi tavaf edemezler.

    Hayız ve nifas hallerinde kadınlar Kur’an okuyabilirler mi?

    Özel hallerinde kadınların Kur’an okuyamayacaklarına dair açık bir nas bulunmadığından, âdet gören veya loğusa olan kadınların Kur’an-ı Kerim’i okumaları konusunda islâm bilginleri farklı görüşler ortaya koymuşlardır.

    Hanefî ve Şafiîlere göre hayızlı ve loğusa kadınlar, dua kastıyla dua anlamı içeren ayetler dışında Kur'an okuyamazlar. imam Mâlik ve Ahmed b. Hanbel’e göre hayızlı veya lohusa olan kadınlar el sürmeden ezbere veya yüzünden Kur’an-ı Kerim’i okuyabilirler (Fethu’l-inaye, I/217). imam Mâlik bu durumdaki öğretici ve öğrencilerin Kur’an-ı Kerim’i tutmalarını da öğretme ve öğrenme zaruretine binaen câiz görmüştür (Babu Fethi’l-inaye, I, 217-218). ibn Hazm ise, hayız ve loğusa olan kadınlarla cünüp olan kimselerin hem Kur’an-ı Kerim’i tutmalarının ve hem de okumalarının câiz olduğunu söylemiştir (el-Muhallâ, I, 94).

    Bu görüşler birlikte değerlendirildiğinde, Kur’an okumaya veya araştırma yapmaya ihtiyaç duyan kadınların, dinin asıl kaynağı olan Kur’an ile irtibatını kesmemek amacıyla hayız ve nifas hallerinde Kur'an-ı Kerim okumalarında sakınca yoktur.

    ORUÇ
    Tümünü Göster
    ···
  10. 24.
    0
    Gusül nedir? Nasıl alınır?

    Gusül, cünüplük, hayız ve nifas gibi hükmî kirlilik hallerinden kurtulmak için gerekli olan dinî temizlik demektir. Kur’an-ı Kerim’de, “eğer cünüp iseniz, iyice temizlenin (yıkanın)” buyurulmaktadır (Nisa 4/43; Maide 5/6). Hz. Peygamber’in hadis ve uygulamalarıyla da, cünüplük halinde veya hayız ve nifas sonrasında gusletmek farz kılınmıştır (Buharî, Gusül, 28; Müslim, Hayız, 87, 88).

    Guslün üç farzı vardır; ağzın içini yıkamak, burnun içini yıkamak ve hiç kuru yer kalmayacak şekilde bütün vücudu yıkamak. Gusletmek isteyen kimse önce besmele çekerek niyet eder. Ellerini yıkar, vücudunda bir necaset var ise onu temizler, avret yerlerini yıkar. Sonra sağ eli ile üç defa ağzına su vererek iyice çalkalar, daha sonra üç defa burnuna su çekerek temizler ve namaz abdesti gibi abdest alır. Sonra da, hiç kuru yer kalmamasına dikkat ederek bütün vücudunu yıkar. En son da ayaklarını yıkayarak guslünü tamamlar. Kaplama veya dolgu diş gusle zarar vermediği gibi, elde olmadan kıl diplerinin, kabuk altlarının kuru kalması da gusle mani değildir.

    Bedeninin herhangi bir yerinde sargı bulunan kişi, bu sargıyı çıkararak yıkanır; yıkamak yaraya zarar veriyor ise sargının üstüne mesheder. Bu da zarar veriyorsa, yıkaması veya meshetmesi gerekmez.

    Cünüp olarak denize giren kimse gusül abdesti almış olur mu?

    Gusül ile ilgili ayette (Maide 5/6) bütün vücudun kuru bir yer kalmayacak şekilde tamamen yıkanması emredilmektedir. Bunun yanında bazı fakihlere göre ağız ve burnun içinin de yıkanması gerekir. Buna göre, denize giren kimse, ağız ve burnun içini yıkaması halinde, gusletmiş olur.

    idrardan sonra gelen akıntı guslü gerektirir mi?

    idrardan sonra gelen ve prostatın salgılarından olan yapışkan, beyaz ve bulanık sıvıya vedy denir. Bazen ağır yük taşımaktan dolayı da gelebilir. Vedy abdesti bozmakla birlikte, guslü gerektirmez. Hanefî mezhebine göre vedy necaset-i galiza, yani kaba pislik olduğundan, dağıldığında el ayasını kaplayacak kadar çamaşıra bulaşması halinde namaza manidir; yıkanması gerekir.

    Lens gusle engel midir?

    Gusülde gözün iç kısmını yıkamak farz olmadığından lens takmak gusle engel değildir.

    Spiral kullanmak gusle engel midir?

    Spiralin kullanmak guslü gerektirmediği gibi, gusle de engel değildir.

    Diş kaplatmak veya dolgu yaptırmak caiz midir, bunları yapmak gusle engel midir?

    Mazerete binaen diş doldurmak ve kaplatmak caiz olup abdest ve guslün sıhhatine mani değildir. Ancak çıkarılıp takılabilen dişlerin gusülde ağzı yıkarken çıkarılması gerekir.

    Fitil kullanan kişinin boy abdesti alması gerekir mi?

    Fitil kullanmak gusül almayı gerektirmez.

    Cünüp olan kişinin yapamayacağı şeyler nelerdir?

    Cünüp kişi yıkanmadıkça, namaz kılamaz, Kur'an-ı Kerîm'e dokunamaz, Kâbe'yi tavaf edemez.

    Guslü gerektiren şeyler nelerdir?

    Meni gelsin veya gelmesin cinsel ilişkide bulunmak, uyku ya da uyanıklık halinde orgazm olmak (şehvetle meninin gelmesi), guslü gerektirir. Ayrıca kadınların adet ve loğusalık kanlarının kesilmesinden sonra yıkanmaları gerekir.

    TEYEMMÜM

    Teyemmüm nedir? Nasıl yapılır?

    Teyemmüm, su kullanma imkanı bulunmadığında, abdestsizlik, cünüplük gibi hükmî kirliliği gidermek maksadıyla temiz toprağa sürülen ellerle yüz ve iki kolun meshedilmesi şeklinde yapılan hükmî temizliği ifade etmektedir.

    Kur’an-ı Kerim’de, “eğer hasta iseniz, yolculukta bulunuyorsanız, tuvaletten gelmişseniz veya kadınlara yaklaşmışsanız ve de su bulamamışsanız, temiz bir toprağa yönelip, onunla yüzlerinizi ve ellerinizi meshedin (teyemmüm edin)” buyurulmaktadır (Nisa 4/43; Maide 5/6).

    Teyemmüm, abdest veya gusle yetecek miktarda su bulunmaması, suyu kullanmanın sağlık açısından tehlikeli oluşu, suyu elde etme araç ve gerecinin bulunmaması, su ile arasında yırtıcı hayvan, düşman gibi suyun kullanılmasını imkansız kılan bir engelin bulunması, vücudunun yarısından fazlasının yaralı olması ve benzeri mazeretlerin bulunması halinde, abdest ve guslün yerine geçer.

    Abdest alacak kimse, abdest uzuvlarının, gusül edecek kimse ise vücudunun yarısından fazlasının yaralı olması halinde teyemmüm eder. Uzuvlarının yarısından azında yara olması halinde sağlam olan organlarını yıkar, yaralı olanları ise mesheder. Abdest ile teyemmüm bir arada yapılmaz.

    Teyemmümün farzları; niyet etmek ve temiz bir toprağa veya toprak cinsinden bir şeye eller vurularak yüzü ve kolları dirseklerle birlikte meshetmektir. Teyemmüm edecek kimse, ne için teyemmüm edeceğine niyet eder. Parmakları açık olarak ellerini temiz bir toprağa veya toprak cinsinden bir şeye vurur, ileri ve geri hareket ettirerek kaldırır, hafifçe birbirine vurarak ellerini silkeler. Ellerinin içiyle yüzünün tamdıbını bir kere mesheder. Sonra ikinci defa ellerini aynı şekilde vurur ve sol elin içi ile sağ kolunu dirseği ile birlikte mesheder; daha sonra da sağ elinin içiyle sol kolunu aynı şekilde mesheder.
    Tümünü Göster
    ···
  11. 23.
    0
    Varis çorabı üzerine mesh yapılabilir mi?

    Varis hastalığından dolayı ayağa giyilmesi gereken özel çoraplar, kırık, çıkık üzerindeki sargı hükmündedir. Bu itibarla, varis çorapları üzerine meshedilmesinde bir sakınca yoktur.

    Abdest uzuvlarında yara veya hastalık bulunması halinde nasıl abdest alınır?

    Abdest uzuvlarından birinde yara veya hastalık bulunan kişi, bu organın yıkanması zarar verecekse, yıkamayıp ıslak elle mesheder. Mesh edilmesinin de zarar vermesi durumunda, bu da terk edilir. Bu rahatsızlık abdest veya gusül uzuvlarının çoğunluğunda ise, abdest veya gusül yerine teyemmüm edilir.

    Mest nedir ve üzerine meshetmenin şartları nelerdir?

    Mest, ayakları topuklarıyla beraber örten bir tür ayakkabıya verilen isimdir. Abdest alırken, ayağa giyilen mestlerin üzerine meshetmek caizdir. Ancak üzerine mesh edilebilmesi için mestin;

    a) ayaklar yıkanarak alınan bir abdestten sonra giyilmiş olması,

    b) ayağa giyilmiş olarak normal bir yürüyüşle yaklaşık 5 km. veya daha fazla yürüyecek kadar dayanıklı olması,

    c) mestlerin bağsız olarak ayakta durabilecek kadar sağlam ve kalın olması,

    d) Mestlerin her birinde, ayak parmağının küçüklerinden üçünün gireceği kadar genişlikte delik bulunmaması,

    e) hemen suyu emerek ayağa geçirmemesi,

    f) Mesti giyenin ayağının ön kısmında, elin küçük parmağıyla en az üç parmak yer bulunması gerekir.

    Abdestli olarak ayağına mest giyen kimse, mest giydikten sonra ilk defa abdestinin bozulmasından itibaren, mukim ise bir gün, yolcu ise üç gün mestleri üzerine mesh edebilir. Mesh ile abdest aldıktan sonra, abdestli iken ayağından mestlerini veya birini çıkarırsa, hades (abdestsizlik hali) ayağına geçmiş kabul edilir ve abdestini bozmadan ayaklarını yıkayıp tekrar mestleri giymesi gerekir. Abdestsiz çıkarmışsa, ayağını yıkayarak abdest alması gerekir. Süresi dolduğunda, abdestli ise mestleri çıkarıp ayaklarını yıkaması yeterlidir; abdestsiz ise ayağını yıkayarak tam abdest almalıdır.

    Çorap üzerine mesh edilebilir mi?

    Mestler üzerine meshin caiz olmasının şartları arasında; mestlerin bağsız olarak ayakta durabilecek kadar katı olması, içine su almaması ve normal yürüyüşle 5 km. veya daha fazla yürüyüşe dayanıklı olması yer almaktadır. Bu şartları taşıyan çorapların üzerine meshetmek caizdir. Bu nitelikleri taşımayan çorap üzerine meshedilmez.

    Bunun yanında, mestler üzerine giyilen çoraplar, ince olup, abdest alırken üzerine meshedildiğinde altına ıslaklığı geçirirse, üzerine meshedilmesinde sakınca yoktur. Mest üzerine giyilen çorap altına ıslaklığı geçirmediği takdirde üzerine meshedilmesi caiz değildir.

    Çıplak ayak üzerine mesh edilir mi?

    Abdestin farzları dörttür; birer defa yüzü ve elleri dirseklerle beraber yıkamak, başın dörtte birini meshetmek ve bir defa ayakları topuklarla birlikte yıkamak.

    Abdestin farzlarını belirten Maide suresinin 6. ayetindeki, “أرجلكم – ercüleküm” kelimesinin bazı kıraatlerde “ercülikem” şeklinde esre okunmasından hareketle, ayakların yıkanmasının değil, mesh edilmesinin farz olduğunu ileri sürenler bulunmaktadır. Hz. Peygamber’in abdest bozduktan sonra almış olduğu abdestte ayaklarını mesh ettiğinden bahseden bazı rivayetler bulunmaktadır. Ancak bu rivayetler diğer hadislerle birlikte değerlendirildiğinde, Hz. Peygamber'in bunu, namaz kılmak için aldığı abdestlerde yapmadığı görülmektedir. Ayrıca söz konusu rivayetler, ayakların çok az suyla yıkanması şeklinde de yorumlanmıştır.

    Hz. Peygamber, abdest alırken ayaklarını üçer defa yıkamış ve bunun kendisinin ve diğer peygamberlerin abdesti olduğunu söylemiştir (Buhârî, Vudû’, No: 155). Ayrıca, ayaklarını iyi yıkamayanları veya ayaklarını meshedenleri gördüğünde, yüksek sesle “vay abdestte yıkanmayan topukların ateşten haline, abdesti tam alınız!” diye iki veya üç defa ikazda bulunmuştur. (Buhârî, Vudû’, No: 158; Müslim, Taharet, No: 241; Ebû Dâvûd, Taharet, 46). Hz. Peygamber’in bu sert ikazı, ayakların abdestte yıkanmasının farz olduğunu göstermektedir.

    Saç boyası, kına, ruj, oje, jöle gibi makyaj malzemeleri abdest ve gusle mani midir?

    Abdest alırken, yıkanması gereken uzuvlardan birinde kuru yer kalırsa, abdest sahih olmaz. Gusülde ise vücutta, suyun ulaşabildiği her yerin yıkanması gerekir.

    Bu itibarla, abdest veya gusül alacak kimsenin, yıkanması gereken uzuvlarında, suyun altına ulaşmasına engel olacak bir tabaka bulunmamalıdır. Oje gibi vücut üzerinde tabaka oluşturup suyun bedene ulaşmasına mani olan maddeler abdest ve gusle engel olur. Bunların abdest veya gusülden önce giderilmesi gerekir. Buna karşılık deri üzerinde tabaka oluşturmayan saç boyası, kına gibi maddeler abdest ve gusle mani değildir.

    Tuvalette abdest alınabilir mi?

    Tuvalette abdest alınmasında bir sakınca yoktur. Ancak böyle yerlerde belup olmadığı şeklinde görülmekte, elde olmayan kötü ve yanlış düşünceler şeklinde de olabilmektedir.

    Vesvese sebebi ile, gusül ve abdestin tekrarlanması gerekmez. Vesvese gelse bile abdest ve gusle devam edilmelidir.

    Kişi vesveseye itibar etmemeye çalışmalı, içe doğan şüphe ve tereddüt hallerinin asılsız olduğunu kendine telkin etmeli, ayrıca zaman zaman Felak ve Nas Surelerini, anlamlarını da düşünerek okumalıdır.

    Güneş enerjisiyle ısıtılan suyla abdest ve gusül alınır mı?

    Güneş enerjisi ile ısıtılan su ile, temiz olmak kaydıyla, abdest almak ve gusletmekte dinen bir sakınca yoktur.

    GUSÜL
    Tümünü Göster
    ···
  12. 22.
    0
    reserved cenabetim boy abdesti alıp okucam
    ···
  13. 21.
    0
    Kadınlar kabir ziyaretinde bulunabilir mi?

    Bütün Müslümanlar kabir ziyaretinde bulunabilirler. Hz. Peygamber, cahiliye alışkanlıklarının devam ettiği dönemde kabir ziyaretini bir ara yasaklamış, ancak bunu daha sonra serbest bırakarak, "Size kabir ziyaretini yasaklamıştım. Artık kabirleri ziyaret edebilirsiniz" (Müslim, “Cenâiz”,106; Ebû Dâvud, “Cenâiz”, 77) buyurmuştur.

    Bu itibarla kadınlar da, kabir ziyaret edebilirler. Nitekim Hz. Peygamber, çocuğunun kabri başında ağlamakta olan bir kadına sabır tavsiye etmiş, onu ziyaretten menetmemiştir (Buhârî, “Cenâiz”, 7, “Ahkâm”, ll; Müslim, “Cenâiz”, 15). Diğer yandan Hz. Âişe'nin, kardeşi Abdurrahman'ın kabrini ziyaret ettiği kaynaklarda yer almaktadır (Tirmizi, “Cenâiz”, 61).



    Hz. Peygamber'in kabirleri çok ziyaret eden kadınlara lânet ettiğini bildiren hadisler (Tirmizi, “Salât”, 21; “Cenâiz”, 61; Nesaî, “Cenâiz”, 104; ibn Mâce, “Cenâiz”, 49), kabir ziyaretinin yasak kılındığı dönemle ilgilidir. Büyük hadis bilgini Tirmizî bunu açıkça ifade etmiştir (bkz. Tirmizi, “Cenâiz”, 60). Hz. Âişe ve ibn Abdilber de bu görüştedir.

    Ölen kişiye sevabı bağışlanmak üzere hayır yapmanın ve Kur’an okumanın hükmü nedir?

    Yapılan ibadetin ve hayırların sevaplarının başkasına bağışlanması caizdir. Kişi, okuduğu Kur’an-ı Kerim’in, yaptığı hatmin, kıldığı namazın ve işlediği bir hayrın sevabını başkasına bağışlayabilir. ister sağ, ister ölmüş olsun, kendisine sevap bağışlanan kimsenin, bundan yararlanacağı umulur. Başkası tarafından bağışlanan sevapla, bir kimsenin bizzat yapması gereken ibadet borçları ödenmiş olmaz ise de, bunlar iyilik ve sevaplarının çoğalmasına ve derecesinin yükselmesine vesile olabilir.

    Annesi ve babası öldükten sonra, onlara bir iyilik yapıp yapamayacağını soran kişiye Hz. Peygamber: "Evet, onlara rahmet dilemek, onlar için istiğfar etmek, vasiyetlerini yerine getirmek, dostlarına hürmet edip ikramda bulunmak, akrabaları ile ilgilenip onlara karşı üzerine düşeni yapmaktır." buyurmuştur (Ebû Davud, “Edeb”, 129; ibn-i Mace, “Edeb”, 2).

    Annesinin aniden öldüğünü, şayet konuşabilseydi sadaka verilmesini vasiyet edeceğini zannettiğini, onun adına sadaka verirse sevabının kendisine ulaşıp ulaşmayacağını soran sahabîye de: "Evet, ulaşır. Onun ndıbına sadaka ver" buyurmuşlardır (Buharî, “Vasâyâ” 19; Müslim,“Zekat” 51).

    Buna göre, sevabı ölen kimsenin ruhuna bağışlanmak üzere her türlü ibadet yapılabileceği gibi, çeşitli vesilelerle dua da edilebilir. Ancak, 7. 40. ve 52. gün duası gibi uygulamaların hiçbir dinî dayanağı bulunmamaktadır.

    Cenazede alkış tutulması ve ıslık çalınması caiz midir?

    Cenazenin ardından kabre kadar gitmek sünnettir. Cenâze merasimlerinin ölen bir Müslüman’a yapılması gereken son bir vazife olması yanında, yaşayanlara yönelik ölümü hatırlatmak, âhireti düşünerek ibret almak gibi amaçları vardır. Bu nedenle cenâze törenlerinde bağırıp çağırmak, yüksek sesle ağlamak, ölen kişileri alkışlamak, slogan atmak, ıslık çalmak, zılgıt çekmek, tezahürat yapmak caiz değildir. islâm alimleri, değil bu gibi taşkınlıkları, cenâze merasimlerinde yüksek sesle tekbir getirmeyi bile hoş karşılamamışlar, mekruh kabul etmişlerdir. Bu itibarla cenâze merasiminde hazır bulunanların sükûnet ve vakarla cenazeyi takip etmeleri gereklidir. Bu ölen kimseye gösterilecek saygının da bir gereğidir.

    Cenazeye çelenk, çiçek göndermenin hükmü nedir?

    Cenaze merasimlerine çelenk gönderilmesinin ve kabirlere çelenk konulmasının ölüye hiçbir faydası yoktur. Öte yandan bu tür harcamalar, yerinde bir harcama olmadığından israftır; israf ise haramdır. Bu itibarla, çelenk için sarf edilecek paranın, sevabı ölenin ruhuna hediye edilmek üzere, hayır kurumlarına veya fakirlere bağışlanması daha uygun ve daha yararlı bir davranıştır.

    Kabir üzerine oturmanın hükmü nedir?

    insanın dirisi saygın olduğu gibi ölüsü de saygındır. Dolayısıyla ölülere saygı duyulması ve saygısızlık anlamı taşıyan davranışlardan kaçınılması gerekir. Bu itibarla, zaruret olmadığı sürece, mezarların üzerinden geçilmesi ve kabirlerin üzerine oturulması dinen uygun bir davranış değildir. Nitekim, kabre yaslanan Amr b. Hazm’ı gören Hz. Peygamber, onu uyarmış ve “kabir sahibine eziyet etme!” buyurmuşlardır (Abdürrazzak, el-Müsnedü'l-Câmi', XIV/119). Ancak, kabrin kenarına oturulmasında dinen bir sakınca bulunmamaktadır. Ayrıca mezarlıklar temiz tutulmalı, piknik alanları haline getirilmemelidir.

    Adetli kadın kabir ziyareti yapabilir mi?

    Kadınların adetli iken kabir ziyareti yapmalarında bir sakınca yoktur.

    ABDEST

    Özürlü kime denir, nasıl abdest alır, özrü sebebiyle elbisesine bulaşan necasetin hükmü nedir?

    Dinmeyen burun kanaması, yaradan kan sızması, idrar tutamama, devamlı kusma, kadınların hayız ve nifas dışındaki akıntısı gibi bedenî rahatsızlıklar, en az bir namaz vakti süresince devam etmesi halinde, özür olarak kabul edilmiştir. Böyle olan kimseye de özürlü denir.

    islâm dini kolaylık dinidir; kişiye gücünün üstünde yük yüklemez. Özürlü sayılan kişilerin ibadetlerini yerine getirebilmeleri için birtakım kolaylıklar getirmiştir. Özürlüler, her vakit için abdest alır ve mazeret teşkil eden rahatsızlığından başka abdest bozan bir hal meydana gelmedikçe, bu abdestle o vakit içerisinde dilediği gibi namaz kılar, Kur’an-ı Kerim okur ve diğer ibadetlerini yaparlar. Namaz vaktinin çıkmasıyla veya başka abdest bozan bir halin meydana gelmesiyle özürlü kimsenin abdesti bozulur.

    Kişiyi özürlü kılan hal, bir namaz vakti boyunca hiç meydana gelmezse, özür ortadan kalkmış olur ve o kimse özür sahibi olmaktan çıkar.

    Özürlü kimseden akan kan, irin, idrar gibi şeylerin çamaşıra bulaşması halinde, bundan kaçınılması mümkün değil ve temizlendiğinde tekrar bulaşacaksa çamaşır yıkanmadan namaz kılınabilir. Fakat elbiseye tekrar bulaşmayacaksa, yıkanması gerekir.

    Sargı üzerine mesh edilebilir mi?

    Vücudun herhangi bir yerinde kırık, çıkık veya yaradan dolayı sargı bulunduğunda, abdest alırken veya guslederken bu sargı çözülerek altı yıkanır ve yaranın üstü meshedilir. Ancak sargının çözülmesinin zararlı olması halinde çözülmeyip üzerine meshedilebilir. Sargının çoğunluğunun sadece bir defa meshedilmesi yeterlidir. Yapılan bu mesh ile, o uzuv hükmen yıkanmış olur. Meshetmenin zararlı olması halinde, bundan da vazgeçilebilir. Sargının abdestsiz veya cünüp iken sarılmış olması meshe engel olmadığı gibi, sargı üzerine meshin belirli bir süresi de yoktur; yara veya kırık iyileşinceye kadar aynı sargı üzerine meshedilebilir.

    Sargıya meshettikten sonra bu sargı değiştirilse veya sargı düşse, mesh bozulmaz; iade edilmesi de gerekmez. Ancak, yaranın iyileşip sargının çıkarılması halinde, mesh bozulur. Yara iyileştiği halde, sargı açılmamış olsa bile mesih bozulur.
    Tümünü Göster
    ···
  14. 20.
    0
    Taziye ne demektir, hükmü nedir?

    Taziye, ölünün yakınlarının üzüntüsünü paylaşarak, onları teselli edici, rahatlatıcı sözler söylemektir. Hz. Peygamber, cenaze yakınlarına taziyede bulunmayı tavsiye etmiştir (Tirmizî, Cenâiz, 71). Ölü yakınlarının acılarını tazelememek için, taziye üç günden sonraya bırakılmamalıdır. Taziyede bulunan şahıs, ölünün yakınlarına sabır ve metanet diler, cenaze için hayır duada bulunur.

    Bir mezara birden fazla cenaze defnedilir mi?

    Normal şartlarda bir kabre, yalnız bir cenaze defnedilir. Önce defnedilmiş olan cenaze, tamamen çürüyüp toprak haline gelmedikçe, bir zarûret olmaksızın kabrin açılması ve bu kabre ikinci bir cenazenin defni caiz değildir. Cenaze çürüyüp toprak haline geldikten sonra ise, aynı kabre başka bir cenaze defnedilebilir. Daha önce defnedilen cenazenin çürüdüğü kanaatiyle mezar açıldığında çürümeyen bazı kemikler bulunursa, bu kemikler bir tarafa çekilip araya topraktan bir set yapmak suretiyle ikinci cenaze defnedilebilir.

    Çok katlı mezar yapılması dinen uygun mudur?

    Yer darlığı ve ekonomik zaruretler nedeniyle, bölümleri birbirinden beton ve ayrıca toprak tabakayla ayrılmış katlı mezarlar yapılmasında ve bunlara cenaze defnedilmesinde dînen bir sakınca yoktur.

    Mezar başka bir yere nakledilebilir mi?

    Kabrin olduğu yerden yol geçmesi, kabrin su altında kalması veya kabrin bulunduğu yerin başkasına ait olup sahibinin orada cenaze defnine izninin bulunmaması gibi zorunlu bir durum bulunmadıkça, cesedin başka bir mezarlığa nakledilmek üzere, defnedildiği yerden çıkarılması dinen caiz değildir.

    Bu konuda ölenin vasiyetinin bulunması, mezarın yakınları tarafından ziyaret edilmesinin çok zor olması, yolunun olmaması gibi hususlar, kabrin nakli için geçerli mazeret sayılmaz.

    Mezar yaptırmanın hükmü nedir?

    Ölen kişinin defnedildiği yerin kaybolmasını önlemek için, israfa varmamak şartıyla basit bir mezar yaptırılmasında dinen bir sakınca bulunmamaktadır. Buna karşılık, kabirlerin yükseltilmesi, üzerine kubbeli binalar yapılması, taşına övücü veya kaderden şikayet edici sözler yazılması dinimizce yasaklanmıştır.

    Mezar için yapılan harcamaların, ölü ve diri için hiçbir yararı bulunmadığından, büyük masraflar yaparak mezar yaptırmak israftır, israf ise haramdır.

    Ölü, hayatta olanların hallerini bilir mi?

    Peygamberimizin, dünyada yaşayanların yapmış oldukları amellerin ölmüş akraba ve yakınlarına gösterileceği yönündeki hadislerinden hareketle bazı islam alimleri, ölülerin hayatta olanların hallerini bildiklerini ve iyi amelleri ile sevindiklerini, kötü amelleri ile de üzüldüklerini söylemektedirler. Hz. Peygamberin, Bedir savaşında öldürülen müşrik ölülerine seslenmesi, onlarla konuşması ve onların, kendisini duyduklarını haber vermesi, yine kabir ziyaretinde bulunanların orada medfun bulunan şahsa selam vermesinin peygamberimizce tavsiye edilmesi de bu görüşü destekler mahiyettedir (bk. Müslim, Cenâiz, 9, 35).

    Mezar ve türbe ziyaretlerinin usulü nedir?

    Mezarlıkların ziyaret edilmesi, bu vesileyle ölünün hatırlanması ve orada yatanlardan ibret alınması dinimizin tavsiye ettiği hususlardandır. Ancak, kabir ve türbe ziyaretlerinde islâm'ın özüne ve tevhid anlayışına ters düşen itikâdî bakımdan da zararlı olan tutum ve davranışlardan uzak durmak gerekir.

    Türbelerde yatan kişileri beşer üstü varlıklar olarak görmek; bu zatların duaları kabul ettiğine, ilâhi kudretlerinin olduğuna inanmak; bir kısım ihtiyaç ve dilekleri onlara arz etmek; kendilerinden medet ummak; bu ziyaretleri dini bir vecibe gibi telakki etmek; bez bağlamak; mum yakmak; kurban kesmek, şeker v.b yiyecek maddeleri dağıtarak onlardan yardım dilemek tevhid dini olan islâm bağdaştırılamaz. Ölen kişilerden medet ummak ve onlardan bazı şeyler beklemek iman açısından tehlikeli bir davranıştır.

    Kabir ziyaretinde bulunan kişi, ahireti hatırlamalı, dünyanın geçici olduğunu ve bir gün kendisinin de öleceğini düşünmelidir. Kabrin yanına gelince; “ Mü’minler yurdunun sakinleri sizlere selam olsun. inşâallâh biz de size katılacağız. Bizler ve sizler için Allâh’tan afiyet dilerim” denilir. Kabir ziyaretinde bulunan kişinin ölü için dua etmesi ve Kur’an okuyarak sevabını orada bulunanların ruhlarına bağışlaması uygun olur. Kabrin başında yüksek sesle ağlayıp gürültü yapmak, kabrin demirlik ve taşlarını öpmek, onlara sarılıp ağlamak ise kabir ziyaretiyle bağdaşmaz.
    Tümünü Göster
    ···
  15. 19.
    0
    Gayrimüslim bir cenaze Müslüman mezarlığına defnedilir mi?

    Dini örfte ve uygulamada, bir kimse vefat ettiğinde, kendi mensup olduğu dinden; daha önce vefat eden kişilerin defnedildiği kabristana defnedilir.

    Tarih boyu Müslüman mezarlıkları, büyük bir itina ile Hıristiyan ve Yahudi mezarlıklarından ayrı mekanlarda oluşturulmuştur. islam Dininin, ölülerin techiz, tekfin ve defin işlemlerinde, kabir ziyareti, okuma ve dua usullerinde kendine has uygulamaları vardır. Bunlar Müslüman Türk halkımızın öz kültürü olmuştur. Kültür erezyonu, kimlik kaybı bir millet için sakıncalı sonuçlar doğurabilir. Bu bakımdan Müslüman mezarlığının gayrimüslim mezarlığı ile parselleri ayrı olan bir mekanda bulunmasında bir sakınca yoksa da aynı mekanda karışık olarak defnedilmesi uygun değildir.

    Hıristiyan bir kişinin, Müslümanlar arasında vefat etmesi halinde, o yerde Hıristiyan mezarlığı varsa, cenaze bu mezarlığa gömülür. O yerde Hıristiyanlara ait mezarlık yoksa ve bu kişinin başka yerdeki bir Hıristiyan mezarlığına nakli de yapılamazsa, Müslümanlara ait kabristanın, bir köşesine defnedilebilir.

    Müslüman bir cenaze gayrimüslim mezarlığına defnedilir mi?

    Ölen bir Müslümanın yıkanması, kefenlenmesi ve namazı kılındıktan sonra da Müslüman mezarlığına defnedilmesi gerekir. Ancak, gayrimüslim mezarlığı dışında başka hiçbir yere defnetme imkanının bulunmaması halinde, Müslüman cenazenin gayrimüslim mezarlığına defnedilebilir. Bu durumda cenazenin, mümkünse mezarlığın uzak bir köşesine defnedilmesi uygun olur.

    Ölüyü tezkiye etmenin dini hükmü nedir?

    Ölen bir kişinin iyi bir insan olduğuna dair Müslümanların şahitlik etmelerine tezkiye denir. Hz. Peygamber’in, ashabın lehinde şahitlikte bulunduğu cenaze için “cenneti hak etti”; aleyhinde şahitlikte bulunduğu cenaze için de “cehennemi hak etti” buyurduğu rivayet edilmiştir (Buhârî, Cenâiz, 86; Müslim, Cenâiz, 60).

    Günümüzde, bu tezkiyenin yapılmasını sağlamak amacıyla, cenaze namazını kıldıran kişi, cemaatin ölü hakkındaki kanaatlerini sormaktadır. Cenazenin halini genellikle iyi olarak bilen kişinin, iyiliğine şahitlik yapması, tanımayan veya kötü olarak bilen kişinin ise, hayır duada bulunması uygun olur.

    “Telkin” ne demektir, nasıl yapılır?

    Ölmek üzere olan kişinin yanında kelime-i tevhîd ve kelime-i şehâdet okunmasına; cenâze defnedildikten sonra, kabirde sorulması muhtemel soruları ve cevapları ölüye hatırlatma konuşmasına telkîn denir.

    Ölmek üzere olan kişinin, sağ tarafına çevrilerek yüzünü kıbleye gelecek şekilde yatırmak müstehaptır. Bu durumda olan kişinin yanında, hatırlatmak amacıyla kelime-i tevhîd ve kelime-i şehâdet okunur. Hz. Peygamber, “ölülerinize (ölüme yaklaşanlara) lâ ilâhe illallah demeyi telkin ediniz” buyurmuştur (Müslim, Cenâiz 1, 2; Tirmizî, Cenâiz 7). Telkin yapılırken, “lâ ilâhe illallah” de, kelime-i şahedet, kelime-i tevhîd getir şeklinde bir yaklaşımda bulunulmamalı, yanında bunları söylemekle yetinilmelidir. Ayrıca, ölmek üzere olan kişinin yanında Kur’an-ı Kerim, özellikle Yâ-sîn suresi okumak uygun olur.

    Cenâze kabre konduktan ve başında Kur’an okuma tamamlandıktan sonra, kalabalık dağılınca, orada kalan bir kimsenin kabrin başında yüksek sesle ve ölüye hitaben iman esaslarını hatırlatmasına da telkîn denir. Hanefîlerden bazı alimler, defnedildikten sonra telkînin meşrû olmadığını söylemişlerdir. Buna mukabil bir kısmı ise, tavsiye edilmediği gibi yasaklanmadığını, bu nedenle mükellef olduktan sonra vefat eden kimsenin mezarının başında telkin verilebileceğini söylemişlerdir.

    Ölen kişinin arkasından ağlamanın ve yas tutmanın hükmü nedir?

    Ölen kişinin arkasından ağlanabilir. Hz. Peygamber de oğlu ibrahim ölünce ağlamış, yine can çekişmekte olan kızının oğlu kendisine arz edilince, gözlerinden yaşlar boşanmıştır. Sebebi sorulunca da “Bu Allâh’ın rahmetidir, onu kullarının kalplerine koymuştur. Allâh ancak merhametli olan kullarına merhamet eder.” buyurmuşlardır (Buhari, “Cenaiz”, 44; Müslim, “Cenaiz”,12,106; Ebû Davud, “Cenaiz”, 77). Ancak yüksek sesle ağlamak, bağırıp çağırmak, isyan içeren sözler sarf etmek caiz değildir.

    Ölü sahiplerinin, cenaze merasiminden sonra yemek vermesi uygun mudur?

    Hz. Peygamber, ölünün kendi ailesinin yemek hazırlayıp gelenlere ikram etmesini hoş karşılamamıştır. Ölen kişinin mirasçıları fakir iseler veya aralarında buluğ çağına erişmemiş çocuk var ise, geriye bıraktığı maldan yemek yapılarak cenazeye gelenlere verilmesi helal değildir. Ancak akraba ve komşuların, cenaze sahiplerine bir günlük yemek hazırlayıp zütürmesi müstehaptır.
    Tümünü Göster
    ···
  16. 18.
    0
    Cenaze namazını kılmanın bir vakti var mıdır?

    Cenaze namazının kılınması için belirli bir vakit yoktur; günün her saatinde cenaze namazı kılınabilir. Ancak bazı alimler kerahet vakitlerinde cenaze namazının kılınmasını mekruh saymışlardır. Hazırlanmış olan bir cenazenin, bekletilmeden namazı kılınıp defnedilmesi daha uygundur. Bununla beraber, daha çok cemaatin katılması, ölen kişinin akraba, eş, dost ve komşuları gibi hukuku bulunan insanlara ölüm haberini duyurup son görevlerini yapmak üzere cenaze merasiminde bulunabilmelerinin sağlanması amacıyla, cenaze namazının vakit namazlarından sonra kılınması teâmül haline gelmiştir.

    Kimlerin cenaze namazı kılınmaz?

    Müslüman olmayanların cenaze namazı kılınmaz. islam bilginleri, annesini veya babasını kasten öldüren, çatışmada öldürülmesi halinde, yol kesen ve meşru devlet düzenine isyan suçu işleyenlerin de cenaze namazlarının kılınmayacağını söylemişlerdir.

    Birden fazla cenaze için tek bir cenaze namazı kılınabilir mi?

    Birden fazla cenaze hazır olduğunda, bunların namazlarını ayrı ayrı kılmak daha uygun ise de, birden fazla cenaze için tek bir namaz kılmak da yeterlidir.

    Bir cenazeye birden fazla namaz kılınabilir mi?

    Cenaze namazı bir defa kılınmakla farz yerine getirilmiş olur. Bu nedenle, tekrar kılınması gerekmez. Ancak, cenaze namazında bulunamayan kişiler, daha sonra münferit olarak veya ayrı bir cemaatle aynı cenaze için tekrar cenaze namazı kılabilirler. Nitekim, Hz. Peygamber, cenaze namazında hazır bulunamadığı Ümmü Sa’d için daha sonra cenaze namazı kılmıştır (Tirmizî, Cenâiz, 47).

    Gıyâbî cenaze namazı kılınabilir mi?

    Bir kısım islam bilginlerine göre, cenaze namazı kılınabilmesi için cenazenin hazır bulunması gerekir. Bununla birlikte, hazır bulunmayan cenaze için, namaz kılınabilir. Zira Hz. Peygamber, Necâşî'nin cenaze namazını gıyabında kıldırmıştır (Buhârî, Cenâiz, 55; Müslim, Cenâiz, 64).

    Cenaze namazı cami içerisinde kılınabilir mi?

    Genel kural olarak, cenaze namazı cami dışında kılınır. Ancak yağmur, çamur, soğuk gibi bir mazeret bulunması durumunda cenaze namazı camide kılınabilir. Hz. Peygamber, Beyza isminde bir kadın sahabînin vefat eden iki oğlunun cenaze namazını camide kıldırmıştır.

    Ayakkabı ile cenaze namazı kılınabilir mi?

    Bütün namazlarda olduğu gibi cenaze namazında da namaza mani olan pisliklerden temizlik (necasetten taharet) şarttır. Buna göre, cenaze namazı kılacak kimsenin ayakkabılarında namaza engel bir pislik yoksa, namazını ayakkabıları ile kılmasında dinen bir sakınca bulunmamaktadır.

    Defin ve cenazenin yıkanması konusunda yapılan vasiyet geçerli midir?

    Sağlığında kendisini belirli bir kimsenin yıkamasını, cenaze namazını kıldırmasını ve defnetmesini yahut da belirli bir yere defnedilmesini vasiyet eden kişinin, bu vasiyeti bağlayıcı değildir. Ancak, ölünün yakınları, dilerlerse bu vasiyeti yerine getirebilirler.

    Cenaze geçerken ayağa kalkmanın dini hükmü nedir?

    Dinimize göre, ister Müslüman olsun, isterse kafir, bütün insanlar saygıdeğerdir. Nitekim Kur'an'da "Andolsun, biz insanoğlunu şerefli kıldık." buyurulmaktadır (isrâ 17/70). insana hayattayken saygı gösterilmesi gerektiği gibi, ölümünden sonra da saygı gösterilmesi gerekir. Hz. Peygamber, yanından geçen bir cenaze için ayağa kalkmış, orada bulunanların kendisine bunun bir Yahûdî cenazesi olduğunu haber vermeleri üzerine, "o da bir nefis (insan) değil miydi?" buyurmuştur (Buhari, Cenaiz, 50; Nesâî, Cenâiz, 45-47; ibn Mâce, Cenaiz, 35). Cenazeye şahit olan kişi, vefat edenin yakınlarına taziyede bulunup üzüntülerini paylaşmalı, onlara ve cenazeye saygılı davranmalı, ayrıca bundan ibret almalı ve tefekkür etmelidir. Ayağa kalkmak da bu ruh halinin bir ifadesidir. Sonuç olarak, cenaze için ayağa kalkmak, zaruri olmamakla birlikte, ölüye ve yakınlarına saygının ifadesi olarak güzel bir davranıştır.

    Gayrimüslimlerin cenaze merasimlerine katılmakta sakınca var mıdır?

    Müslümanlar gayrimüslimlerin cenaze törenlerine katılabilirler. Ancak, böyle bir merasime katılan kişinin, diğer dinlere ait duâ, ibadet ve benzeri dînî ayin ve ritüellerin icrasına katılması ve gayrimüslim ölüler için rahmet dilemesi caiz değildir. Taziye ve teselli amaçlı olarak, bu tür ziyaretler yapılabilir.
    Tümünü Göster
    ···
  17. 17.
    0
    CENAZE iLE iLGiLi HÜKÜMLER

    Hasta ve ölen kişilere karşı vazifelerimiz nelerdir?

    islam dîni sosyal dayanışma, adalet ve yardımlaşmaya büyük önem vermiştir. Bu çerçeveden olarak, hastaları ziyaret ederek onlara Allah'tan şifa, sıhhat ve afiyet dilemek, sabır ve tahammül tavsiye etmek, dünya hayatını terk etmek üzere olan hastaları kıbleye çevirip, onlara şahadet telkin etmek tavsiye edilmiş, vefat hadisesi gerçekleşince ölüyü yıkamak, kefenlemek, namazını kılmak, kabre kadar taşımak, defnetmek ve ölü için dua etmek de sosyal görev olarak kabul edilmiştir. Ayrıca ölen bir Müslüman’ın ardından Allah'tan rahmet dilemek, hayırla yad etmek ve iyiliklerinden bahsetmek dînimizin tavsiye ettiği davranış biçimidir. Nitekim Hz. Peygamber ölülerimizi hayırla anmamızı bizlere tavsiye etmiştir.

    Diğer taraftan mirasçılar, ölenin varsa borçlarını mutlaka ödemeli, vasiyetlerini yerine getirmelidirler.

    Cenaze için salâ verilir mi?

    Salâ; Cemâati bayram veya Cuma namazına çağırmak ya da bazı yerlerde kılınacak cenaze namazını haber vermek amacıyla camilerde okunan Hz. Peygambere selam ve övgüdür.

    Ölüm haberinin çeşitli yollarla duyurulması sünnettir. Bu bakımdan, minareden cenaze salası okunması ve arkasından da ölen kişinin adının ve memleketinin söylenmesinde dinen bir sakınca bulunmamaktadır. Ancak, ölen kişi için övücü sözler söylenmesi uygun değildir.

    Cenazenin bulunduğu odada Kur’an okunabilir mi?

    Yıkanmadan önce veya yıkandıktan sonra, Kur'an-ı Kerim okunarak sevabı cenazenin ruhuna bağışlanabilir. Bazı bilginler, yıkanıncaya kadar cenazenin bulunduğu odada sesli olarak Kur’an okumayı hoş karşılamamışlardır. Bununla beraber, cenaze yıkanmadan yanında veya başka bir odada Kur'an okunabilir.

    Cenaze başka bir yere nakledilebilir mi?

    Kişinin, öldüğü yere gömülmesi müstehabtır. Ancak, cesedin kokma tehlikesi yoksa, cenazenin başka bir memlekete taşınmasında ve oraya gömülmesinde bir sakınca yoktur.

    Cenazelerin yıkanması?

    Ölen bir Müslüman’ı yıkamak, kefenlemek, onun için namaz kılıp dua etmek ve kabre gömmek Müslümanlar için farz-ı kifayedir.

    Cenâzenin bir an önce yıkanması, kefenlenip hazırlanması ve defnedilmesi müstehaptır. Cenâze, yıkamak için önce yüksekçe bir yere, ayakları kıbleye gelecek şekilde sırt üstü yatırılır. Göbeğinden diz altına kadar olan avret yeri bir örtü ile örtülür ve elbisesi tamamen çıkarılır. Ağzına ve burnuna su vermeksizin abdest aldırılır. Sonra üzerine ılık su dökülür, sabun ile yıkanır. Daha sonra sol yanına çevrilerek sağ tarafı, sağ tarafına çevrilerek sol tarafı yıkanır.

    Her yıkayış üç defadan az olmamalı, gereksiz yere su israf edilmemelidir. Dağılacak şekilde bozulmuş olan cenâzenin sadece üzerine su dökmekle yetinilir. Ölüyü kendisine en yakın akrabasının yıkaması daha uygundur. Ölü yıkandıktan sonra bir bezle kurulanır ve kefenlenir. Başına ve sakalına güzel koku sürülür, secde yerlerine kâfur dökülür.

    Ölünün adeta yeni doğmuş gibi yıkanması, bir yönüyle yeniden doğuşu sembolize etmekte; başka bir yönüyle de dünya hayatının kendisi üzerinde bıraktığı kir ve tozu gidererek Allah’ın huzuruna tertemiz gitmeyi temsil etmektedir.

    Cenazenin kefenlenmesi

    Cenâzenin yıkanıp kurulanmasından sonra, bedenini örtecek şekilde sarılan beze kefen denir. Cenâzenin kefenlenmesi, Müslümanların üzerine farz-ı kifâye olup bu işleme tekfîn denilir. Erkek ve kadınlar için farklı olmak kaydıyla kefenler üçe ayrılır:

    Sünnet olan kefen; erkekler için gömlek, izâr ve lifâfe olmak üzere üç parça; kadınlar için bunlarla birlikte, baş örtüsü ve göğüs örtüsü olmak üzere beş parça bezdir.

    ihtiyaç halinde, erkekler için izâr ve lifâfe olmak üzere iki parça; kadınlar için de bunlarla birlikte baş örtüsü olmak üzere üç parça bez ile yetinilir. Zorunluluk halinde ise, başka bir şey bulunmadığında, bütün vücudunu örtecek bir bezdir. Bunda erkek ve kadın aynıdır.

    Kefenlemede kullanılan kamîs, gömlek anldıbına gelmekte olup, boyundan ayaklara kadar cenâzeyi örten bezdir. izâr, baştan ayaklara kadar örten bir bezdir. Lifâfe ise, baştan ayağa kadar olan ve kefenin en üstüne gelen parçasıdır. Bu, ayak ve baş tarafından bağlanması için biraz daha uzundur.

    Kefenin beyaz renkli pamuk bezinden olması daha faziletlidir. Kefen olarak kullanılacak bez, çok basit ve adî veya çok pahalı olmamalı, ölünün mal varlığına uygun olarak alınmalıdır.
    Tümünü Göster
    ···
  18. 16.
    0
    hepsini okudum kardeşim çok doğru demişsin hadi gibtir git şimdi
    ···
  19. 15.
    0
    işyerlerindeki mescitlerde Cuma namazı kılınabilir mi?

    Namaz için ayrılan yerde Cuma namazı kılınabileceğine dair yetkili mercilerden izin alınmak kaydıyla, iş yerlerindeki mescitlerde Cuma namazı kılınabilir.

    Cuma namazını terk etmenin hükmü nedir?

    Özürsüz olarak Cuma namazını terk eden bir Müslüman büyük günah işlemiş olur. Peygamber Efendimiz (s.a.v.)'in bir hadis-i şeriflerinde, özürsüz olarak üç cumayı terk eden kimsenin kalbinin mühürleneceği ifade edilmektedir (Tirmizî, "Tetimetü Ebvâbi'l-Cumu'a", 354; ibn Mâce, "ikâmetü's-Salât", 93). Bu itibarla geçerli bir mazeret olmadıkça Cuma namazının terk edilmemesi gerekir.

    TERAViH NAMAZI

    Teravih namazı nedir?

    Sözlükte rahatlatmak, dinlendirmek anlamlarına gelen tervîha kelimesinin çoğulu olan terâvih, dinî bir kavram olarak, Ramazan ayında, yatsı namazı ile vitir namazı arasında kılınan nafile namaza verilen isimdir. Bu namazın her dört rek’atinin sonunda bir miktar oturulup dinlenmek müstehaptır.

    Terâvih namazı, erkek ve kadınlar için sünnet-i müekkededir. Hz. Peygamber, “Kim inanarak ve sevabını Allâh’tan bekleyerek Ramazan namazını (teravih) kılarsa, onun geçmiş günahları bağışlanır” buyurmuşlardır (Buhârî, Salâtü’t-Terâvih, 1; Müslim, Müsâfirîn, 174).

    Teravih namazı cemaatle kılınabilir mi?

    Nafile namazların tek başına kılınması daha faziletli olduğu halde, terâvih namazının cemaatle kılınması sünnettir. Hz. Peygamber terâvih namazını iki defa cemaatle kıldırmış, ancak daha sonra farz olur düşüncesiyle cemaatle kıldırmaktan vazgeçmiştir (Buhârî, Salâtü’t-Terâvih, 1; Müslim, Müsâfirîn, 177). Hz. Ömer halife olunca, halkın incin bir şekilde teravih namazı kıldıklarını görüp, tekrar cemaatle kılınmasının daha hoş olacağını düşünmüş ve ashapla istişare ederek bu namazın yeniden cemaatle kılınmasını başlatmıştır. Halkın bir vecd içinde bu namazı kıldıklarını görünce, “ne güzel bir adet oldu” diyerek sevincini belirtmiştir (Muvatta, 84, H. No: 245). Hz. Ali de, “Ömer mescitlerimizi teravihin feyziyle nurlandırdığı gibi, Allâh da Ömer’in kabrini öyle nurlandırsın” duası ile memnuniyetini açığa vurmuştur.

    Teravih namazı kaç rekattır?

    Hz. Peygamber’in kıldırmış olduğu teravih namazlarının kaç rekat olduğu konusunda bir rivayet bulunmamaktadır. Bu konuda Hz. Ömer’in teravihi cemaatle kılınmasını başlatmasıyla ilgili haberlerden ve Hz. Aişe’nin, Hz. Peygamber’in Ramazan ayındaki gece namazlarıyla ilgili hadisinden hareketle bir sonuca ulaşılmaya çalışılmaktadır. Bu konudaki haberler şöyle değerlendirilebilir:

    Rasulullah’ın Ramazandaki gece namazları sorulduğunda, Hz. Aişe, “Rasulullah, Ramazan ve Ramazan dışındaki gecelerde on bir rekattan fazla (nafile namaz) kılmamıştır.” karşılığını vermiştir (Muvatta, 88, H. No: 261). Başka bir rivayette bu sayı on üç olarak zikredilmektedir (Muvatta, 88, H. No: 262; Müslim, I/508-510). Öncelikle bu hadisin teravih namazı hakkında olduğu konusunda bir açıklık bulunmamaktadır. Diğer taraftan Hz. Aişe’nin, Allâh’ın elçisinin Ramazan ayında ve Ramazan dışındaki gecelerde on bir veya on üç rekat namaz kıldığını belirtmesi, onun devamlı olarak kıldığı bir gece namazının bulunduğunu göstermektedir. Zaten Kur’an-ı Kerim’de de, “Gecenin bir kısmında uyanarak, sana mahsus bir nafile olmak üzere namaz kıl. Umulur ki Rabbin, seni övgüye değer bir makama gönderir.” buyurulmaktadır (isra 17/79). Bundan da anlaşılmaktadır ki, bu soru, Ramazan ayında Hz. Peygamber’in diğer ibadetlerinde olduğu gibi, gece namazlarında da bir artış olup olmadığını öğrenmek amacıyla sorulmuştur; terâvih namazı ile ilişkisi yoktur. Hz. Aişe’den rivayet edilen, “Rasulullah (a.s) Ramazan ayında, diğer aylarda görülmeyen bir gayrete girerdi. Ramazanın son on gününde ise çok daha şiddetli bir gayret gösterirdi. Son on günde, geceyi ihya eder, ailesini de uyandırırdı... ” hadisi (Buharî, Fadlu Leyleti'l-Kadir 5; Müslim, î'tikâf 8). bu görüşümüzü desteklemektedir. Diğer yandan, bu hadisin terâvihin meşru kılınmasından önce mi, yoksa sonra mı olduğu da belli değildir.

    Hz. Ömer zamanındaki cemaatle kılınan teravih namazlarının rekatları konusunda iki rivayet vardır; yirmi rekat, on bir rekat (Muvatta, 85-86 (H. No: 248, 249, 250); ibn Ebî Şeybe, Musannef, II/163-164). Hz. Ömer’in dönemiyle ilgili farklı rivayetler; ünlü hadis bilgini Nevevî ve Buhârî şârihi Bedreddin Aynî tarafından, on bir rekatla ilgili rivayetin Hz. Ömer’in halifeliğinin ilk döneminde kılınan teravih namazlarıyla ilgili olduğu, sonra teravihin yirmi rekat olarak yerleştiği ve günümüze kadar da böyle devam ettiği şeklinde açıklanmıştır (ibn Humam, Fethu’l-Kadir, I/334; Aynî, V/357; Neylü’l-Evtâr, III/61).

    Teravih namazı, Hz. Ömer, Hz. Osman ve Hz. Ali dönemlerinden başlayarak günümüze kadar cemaatle yirmi rekat olarak kılınmıştır. Sahabeden kimse buna itiraz etmemiş ve alimler tarafından da bu şekilde kabul edilmiştir. Günümüzde de, başta ülkemiz olmak üzere pek çok islâm ülkesinde teravih namazı cemaatle 20 rekat olarak kılınmaktadır.

    Bununla birlikte şunu da ifade etmek gerekir ki, teravih namazı nafile bir ibadet olduğundan, farz gibi telakki edilmesi de doğru değildir. Bu nedenle, yorgunluk, meşguliyet ve benzeri sebeplerle, teravih namazının evde 8, 10, 12, 14, 16 veya 18 rekat kılınması halinde de sünnet yerine getirilmiş olur. Ancak cemaate iştirak etmeye çalışmak daha iyidir.

    Teravih namazı nasıl kılınmalıdır?

    Terâvih namazını iki rek’atte bir selam vererek ve dört rek’atin sonunda biraz dinlenerek kılınması müstehabdır. Bu dinlenmelerde tehlîl (lâ ilâhe illallâh demek) ve salavât ile meşgul olunması uygundur.

    Terâvih namazını kıldıran imam, okuyuşu uzatarak cemaati bıktırıp dağıtmamalı; çabuk kıldırarak namaza noksanlık getirmemelidir. Teravih namazında da diğer namazlarda olduğu gibi, kıraatin gereği gibi yapılmasına ve ta’dil-i erkana riayet edilmesine özen gösterilmelidir

    Oruç tutmayan kimse teravih namazı kılabilir mi?

    Teravih namazı Ramazan ayının bir sünnetidir, oruçla ilişkisi yoktur. Bu nedenle, oruç tutmayanlar da teravih namazı kılabilirler.
    Tümünü Göster
    ···
  20. 14.
    0
    Cuma namazının sahih olması için şehirde kılınması şart mıdır?

    Hz. Peygamber, ilk Cuma namazını, Mekke’den Medine’ye hicreti esnasında Salim b. Avf oğullarının ikamet ettiği Rânûnâ adı verilen bir vadide kıldırmıştır (ibn Hişam, Sîretü’n-Nebeviyye, III/22). Ayrıca Hz. Peygamber, “Bir yerleşim biriminde, sadece dört kişi bulunsa bile, Cuma namazı kılmak farzdır.” buyurmuştur (Beyhakî, Sünen, III/179; Darakutnî, Sünen, II/8-9). Buna göre, farzı eda edecek sayıda cemaatin bulunduğu mezra, köy, belde, şehir gibi büyük veya küçük tüm yerleşim birimlerinde kılınan Cuma namazı sahihtir.

    Cuma namazı en az kaç kişiyle kılınabilir?

    Cuma namazının sahih olması için cemaatin şart olduğu konusunda bütün bilginler ittifak etmekle birlikte, gerekli görülen asgari sayının kaç olduğu hususunda farklı görüşler belirtmişlerdir. Cuma namazının kılınabilmesi için, Ebu Hanife ve muhafazid’e göre, imamın dışında en az üç, Ebû Yusuf’a göre ise, iki kişinin bulunması gerekir (ibn Hümâm, Fethu’l-Kadîr, II/31). Şafiî ve Hanbelîlere göre, en az kırk (Nevevî, Mecmû’, IV/353; ibn Kudâme, Muğnî, III/204); Malikîlere göre de on iki kişinin bulunması şarttır (Huraşî, Şerhu Muhtasari Halîl, II/76-77).

    Hz. Peygamber’in Medine'ye gelmesinden önce burada kılınan Cuma namazında kırk kişinin hazır bulunması, bundan aşağı sayıda kişiyle Cuma namazı kılınamayacağını göstermez. Nitekim, Hz. Peygamber’in emri ile Mus’ab b. Umeyr’in Medine’de 12 kişiye Cuma namazını kıldırdığı rivayet edilmektedir (Beyhakî, es-Sünenü’l-Kübrâ, III/179, H.No: 5407). Ayrıca Rasulullah Cuma namazını kıldırırken, ticaret kervanının geldiğini haber alan cemaatin on iki kişi dışında hepsinin dışarı çıktığı rivayeti sahih hadis kaynaklarında yer almaktadır (Buhârî, Cumua, 38). Öte yandan Hz. Peygamber, bir yerleşim biriminde sadece dört kişi bulunsa bile, Cuma namazının farz olduğunu bildirmişlerdir (Beyhakî, Sünen, III/179 H.No: 5406, 5407; Darakutnî, Sünen, II/8-9 H.No: 1-3).

    Kur’an-ı Kerim’de Cuma namazı mutlak olarak bütün mü’minlere farz kılınmıştır (Cumua 62/9). Hz. Peygamber bunlardan kimlerin muaf tutulduğunu belirterek ayetin genel hükmünü tahsis etmiştir (Ebû Dâvûd, Salât, 215; Beyhakî, Sünen, III/183-184, H.No: 5422, 5425, 5426; Darakutnî, Sünen, II/2, H.No: 2; ibn Ebî Şeybe, Musannef, I/446, H.No: 5148; ). Hz. Peygamber dışında kimsenin, ayetlerin hükmünü tahsis etme yetkisi yoktur. Bu itibarla, bir yerleşim biriminde imamla birlikte en az dört kişinin bulunması halinde Cuma namazı kılınması gerekir.

    Zuhr-i ahir namazı nedir? Kılmak gerekir mi?

    Zuhr-i âhir namazı, son öğle namazı anldıbına gelir. Bu namaz, bir kısım islâm bilginleri tarafından, bir yerleşim biriminde birden fazla camide Cuma namazının sahih olmaması ihtimaline binaen, ihtiyaten kılınması öngörülen o günkü öğle namazıdır. Bunlara göre, bir ihtiyaç bulunmadıkça, bir yerleşim yerinde sadece bir yerde Cuma namazı kılınır. ihtiyaç yokken, birden fazla yerde kılınması halinde, namaza ilk başlayanların Cuma namazları sahih olur, diğerlerininki olmaz. Bu durumda diğerlerinin öğle namazını kılmaları gerekir. Hangisinin önce kılındığının tespit edilememesi durumunda ise, ihtiyaten hepsinin öğle namazını kılmaları bir çözüm olarak öngörülmüştür. Bu görüşlerini de, Cuma namazının, toplanmak ve hutbe dinlemek için meşru kılındığı, Hz. Peygamber ve hulefa-i raşidîn döneminde tek bir yerde Cuma kılındığı gerekçesine dayandırmaktadırlar (Şirbînî, Muğnî’l-Muhtâc, I/544; Nevevî, el-Mecmû’, IV/451-452; Sahnûn, el-Müdevvene, I/277-278; ibn Kudâme, Muğnî, III/212; Hurâşî, Şerhu Muhtasari Halîl, II/74-75).

    Ancak, Hz. Peygamber zamanında Cuma namazının sadece bir yerde kılınmış olması, bir yerleşim biriminde birden fazla yerde Cuma namazı kılınamayacağı anldıbına gelmez. Zira o dönemde böyle bir ihtiyaç söz konusu değildi. Ayrıca yeni inen ayetleri Hz. Peygamber’in ağzından işitme iştiyakı içinde bulunan sahabenin, başka bir yerde Cuma namazı kılmalarını düşünmek mümkün değildir.

    Diğer taraftan, müçtehitlerin tamamı, ihtiyaç halinde birden fazla yerde cumanın kılınabileceğini kabul etmişlerdir. imam Şafiî Bağdat’a gittiğinde birden fazla yerde Cuma namazı kılındığını gördüğü halde, buna karşı çıkmamıştır (Nevevî, Mecmû, IV/452; Şirbînî, Muğni’l-Muhtâc, I/544). Günümüzde ise, bir yerleşim biriminde tek camide Cuma namazı kılınması mümkün olmadığından birden fazla yerde Cuma namazı kılınması kaçınılmaz olmuştur. Kaldı ki Kur’an-ı Kerim’de, “Allâh bir kimseyi ancak gücünün yettiği şeyle yükümlü kılar” (Bakara 2/286); “Allâh dinde üzerinize hiçbir güçlük yüklemedi.” (Hac 22/78) buyrulmaktadır.

    Ayrıca zühr-i ahir namazının ihtiyat sebebiyle kılındığını ileri sürmek, sağlam bir temele dayanmamaktadır. Zira, ihtiyat iki delilden kuvvetli olanı tercih etmektir. Halbuki, Cuma namazının farz olduğunu ifade eden ayet ve hadislere karşı, birden fazla yerde kılınmasının caiz olmayacağı konusunda bir delil bulunmamaktadır. Bir yerde kılınması şartını ileri sürenlerin, ihtiyaç bulunduğunda kılınabileceğini belirtmeleri de bunu göstermektedir.

    Bu itibarla, bir yerleşim biriminde birden fazla yerde Cuma namazı kılınabileceğinden, zühr-i ahir namazının kılınmasına gerek bulunmamaktadır. Ancak, zühr-i ahir namazını kılmak isteyenler de yadırganmamalıdır.

    Cuma günü ve Cuma vakti çalışılır mı?

    Kur'an-ı Kerim Cum'a Suresi’nin konu ile ilgili 9 uncu âyetinde "Ey iman edenler! Cuma günü namaz için çağrı yapıldığı zaman hemen Allah'ın zikrine koşun ve alışverişi bırakın. Eğer bilirseniz bu, sizin için daha hayırlıdır" buyurulmaktadır. Buna göre Cuma namazı kılmakla yükümlü olan kişilerin Cuma vaktinde alışveriş yapmaları ve çalışmaları caiz değildir. Ancak, Cuma namazı kılmakla yükümlü olmayan kişilerin alış-veriş yapmasında ve çalışmasında dinen bir sakınca yoktur.

    Cuma saatinde, Cuma namazı ile yükümlü olanların alışveriş yapması caiz olmayıp dinen sorumluluk getirmekle birlikte bu tür akitlerden elde edilen kazanç helaldir.

    Cuma namazı kılmakla dînen yükümlü olan satıcının iş yerinde Cuma namazı kılmakla yükümlü olmayan birisini istihdam etmek suretiyle iş akışının devdıbını sağlamasında dinî açıdan bir sakınca yoktur.
    Tümünü Göster
    ···