Çok uzun zamandır yazmıyorum bu başlığa. Çok kalabalık olunca kendime ait b başlık olsun isteyip oraya dökmeye başlamıştım içimi.
Her şey yolundaymış gibi davranmak insanı çok yoruyor. Hem fiziksel hem zihinsel olarak.
Ve ben öyle yapıyorum. Her şey yolundaymış gibi.
Aslında çok fazla olumsuzluk yok ama içimden atamadığım bir sıkıntı, bir boğukluk var.
Gitmiyor içimden ne yapsam geçmiyor.. Öyle bir karamsarlık öyle bir boğulma hissi öyle bir uzaklaşma isteği var ki..
Sanırım benim hayatımı tamamen değiştirmem gerekiyor
Şehri, tanıdığım her insanı, kullandığım her eşyayı, içtiğim suyu, soluduğum havayı, yaşadığım hayatı hatta sıkışıp tükendiğim şu zamanı..
Bu bunalım hali nasıl geçecek? Ne yapmalıyım?
Nasıl davranmalıyım? Kendime nasıl hakim olmalıyım?
Öyle ki ne yaşayasım ne ölesim var..
Keşke beni dondurup zamanı ileri alsalar gerçi ileri belirsiz keşke geriye alsalar belki 40 yıl öncesine gibtir etseler beni keyfim yerine gelir.
Hatta daha eskiye
Başka zamana başka bir ülkeye başka bir yaşama
Küçükken zaman yolcusu olmak isterdim, farklı zamanlarda yaşayıp farklı insanların hayatına dokunmak.
Kendi hayatımdaki bozuklukları düzeltmek için başkasının hayatını düzeltmem gerekiyormuş gibi hissediyorum. Tanrı kompleksi ve tanrıcılık oynamak arası bir şey.
Ama ben umutsuz bir dalyarak olduğumun bilincindeyim. Umutsuz vaka
https://www.youtube.com/watch?v=sdVaGR_ZoOw
Bir zamanlar karanlık bir yanım vardı. Herkesi yıkıp geçmek isteyen her şeyin yıkıp geçtikçe düzeleceğine inanan bir yanım. Önüme yıkan her engeli ya da hayatımdaki iyi / kötü bir anıyı sel misali yıkıp geçmek isteyen, boğup yok etmek isteyen bir yanım. Öyle sinirli öyle hırslıydı. insanlara olan nefretimin kat be kat arttığı zamanlarda tüm iyi yanımı yok ettiğini düşündüğüm bir yan. içimdeki o kara köpeğin büyükçe hırladığını, her öfke anında o hırıltının arttığını hatta bazen istemsizce boğazımdan yükselip dışa taştığını hissediyordum. Her seferinde ben böyle değildim diyordum. Aslında her insanın öyle olduğunu zaman evcilleştiğimizi anladım elbette. Sonra o karanlık yanım kayboldu. Sis gibi gittikçe dağıldı, görüş mesafem arttı. Son kalıntıları kaybolduktan sonra büyük bir boşluk gördüm içimde. Öfkem dinmiş nefretim bitmiş yerine büyük bir boşluk gelmiş. Bu başlık nasıl dolacak? Uzun zamandır bunun cevabını arıyorum ama bulamıyorum. Bir iş bir uğraş mı dolduracak bu boşluğu? müzik dinlemek mi? bir şeyler yazmak ya da okumak mı? yemek pişirmek ya da yemek mi? alkol ya da sihirli maddeler mi? Başka birisi mi? Aşk mı nefret mi? Hani bazı hikayelerde içindeki mutluluğu aramak için binlerce kilometre yol giden dangalaklar var ya iç huzuru bulmak, ruhu dinlendirmek falan işte bu hissettiğim o oluyor sanırım. Ama bence insanın iç huzurunu bulması o kadar basit değil. Hayatta en zor şey insanın kendisi ile yüzleşmesidir çünkü. Birine karşı bir hata yapıp ya da yalan söylediğimizde onunla yüzleşiriz. Konuşur yüzleşir utanır sıkılır sonra unuturuz. Peki kendimiz ile yüzleşirsek? Kendimizden kaçamayız. Utansan sıkılsan bile kaçacak yerin yok yüzleştiğin kişi her daim seninle. Günler hatta yıllar geçse bile bir gece kafanı yastığa koyduğunda o hataların unutmak istediklerin ne varsa aklına hücum eder. Sanki bir hafriyat kamyonu gelip beyninize bütün o pisliği döküyormuş gibi. O yüzden insanların kendine karşı en dürüst olduğu anlar aşırı depresyon anları ya da intiharın eşiğinde olduğu anlarmış. Çünkü kendine karşı bahane üretmene gerek yok o anlarda. Ne kadar dibe battığının farkındasındır. Ne derece kendi ayağına pislik bulaştırmış olduğunu bilirsin. Sanki bir yanın sana sert bir nutuk çekerken bir yanın kafasını eğmiş gözlerini halının desenlerine dikmiş gibi. Öyle bir andayım bende. Ama bir intihar ya da depresyon anı değil. Farkındalık hali. Ne yaptım ne oldum diye kendi içinde muhasebe yaptığın ve her şeyi tarafsız bir hakem gibi ölçüp biçip tarttığın bir farkındalık hali. Hayatımın zaman çizelgesini çıkardığım bir farkındalık hali. Mutluluklarımı, hüzünlerimi karşılaştırdığım bir hal. Sonuç beklendiği gibi pek iç açıcı değil ama elimden bir şey gelmeyeceğinin farkındayım. Keşkeler değişmiyor, keşke değişse. Ve o kadar çok keşke dediğim pişman olduğum zaman var ki pehh dersiniz yani... neyse
Acaba tüm mutluluk hakkımı doldurdum mu diyorum bazen kendi kendime. inşallah mutluluğun kotası yoktur. Varsa sıçtım zaten, belki sizlerin arasında da sıçanlar vardır. Benim asıl sorunum üzüntülerimi, pişmanlıklarımı, hüznümü, buhranımı geride bırakamıyorum. Kendimden bir parça gibi sürekli yanımda taşıyorum. Nasıl geride bırakırım onu bilmiyorum ama bunu yapmaya ihtiyacım var biliyorum. Çünkü daha ne kadar yaşarız, yaşayacağımız süreye ne kadar mutluluk sığdırabiliriz bilmiyorum. Bu belirsizlik çok korkunç aslında. Mesela sevdiğin bir dizinin sezon finali çıkıyor yarın izlerim diyorsun, yatıyorsun ama sabah kalkarken bedenin yatakta kalıyor lan noluyo demeye kalmadan hoop ruh bedenden ayrılıyor, dizinin sezon finalini görmeden hayatın final yapıyor. Ne zaman öleceğimizi bilsek belki de hiçbir şeyi ertelemeden yaşarız. Belki içimizdeki tüm kötülüğü nefreti dışa vurup etrafı nasıl yakıp yıktığımızı izleriz belki tam tersi üzmeden kırmadan sessiz sakin bir şekilde akıp gideriz. insan çok garip.
Ne istediğimi bilmiyorum. Keşke ne istediğimi bilene, karar verene kadar zamanı durdurabilsem. Bu yazıyı yazarken harcadığım zamanda başka neler yapabilirdim, kim bilir.
Bazen bunları düşünüp yazarken bi an duraksayıp "ee şimdi ne n'oldu" diyorum. Her şey boş geliyor hayatta yani. Kendimi bulmaya çalışmak, iç huzurumu aramak, hayatta bir amaca sahip olamaya çalışmak bile boş geliyor. Bakalım nereye kadar gidecek bu şekilde.
En zor olan şeyde aslında zor değil nasıl tarif edeceğimi tam olarak bilmediğim bir his bu, hayatta yaşadığınız bir an ya da his o an sizin donup kalmanıza neden olabilir, yani tüm planlarınız değiştiği o bir kaç dakikalık anlar sizin yıllarınıza mâl olabilir ama sadece sizin. Yanınızdan geçip giden birine etkisi olmuyor. Siz karnınıza yumruk yemiş gibi içinizde bir ezilme göğsünüzde bir tıkanma boğazınızda bir yumru hissederken sizinle aynı ortamda aynı zamanda bulunan aynı havayı soluyan biri hiçbir şey hissetmiyor. Vurucu bir etkiye sahip ve tamamen gerçeklerden oluşan bir replik; "ölümün kıyısında hepimiz yalnızızdır. orada seni kurtaracak kimse yoktur."
Kafamda dolaşan düşünceleri düzene koymakta üşendiğim için yazmayı az sonra keseceğim.
Yazmam bir şeyi değiştirmiyor aslında, konuşmak için konuşanlar gibi bende yazıyorum.
Her ne kadar insan yalnızlığa alışsa da tek başınalığı sevse de bazen konuşmak istiyor. Ama öyle bir duvar örüyorki insanlarla arasına konuştuğunda kendi sesi kulaklarında yankılanıyor. Tek başına olmak, yaşamak güzel ama yalnızlık biraz zor. Can sıkıcı.