1. 1.
    +2
    niye amk cami mi yaptırmış?
    ···
  2. 2.
    +1
    @2 güldüm amk
    ···
  3. 3.
    +1
    @2 çok pis güldüm
    ···
  4. 4.
    +1
    evet hatta annesi de uzman çavuştur
    ···
  5. 5.
    0
    rus ismimi lan bu gibim kalktı.
    ···
  6. 6.
    0
    dostoyevski olmasın o ?
    ···
  7. 7.
    0
    Ben hasta bir adamım... Ters bir insanım ben... Hiç de gösterişli biri değilim. Karaciğerimden hastaymışım gibi geliyor bana. Ama hastalığımın bir urdan ileri geldiğini sanmıyorum. Daha doğrusu neremin ağrıdığını bilmiyorum. Tedavi de olmuyorum; tıbba ve doktorlara saygım olduğu halde hiç tedavi olmadım. Bu arada boş inanlarım da vardır; hem de bunlara saygı duyacak kadar. ( Oysa oldukça iyi bir eğitim gördüm, hiçbirisine inanmamam gerekir, ama inanıyorum !) Hayır, yalnızca tersliğimden dolayı tedavi olmak istemiyorum. Ama doğrusu siz bunu anlayamazsınız. Olsun, ben kendim anlıyorum ya, yeter bana. Bu tersliğimle kime kötülük etmek istediğimi açıklayamam size. Yalnız şunu çok iyi biliyorum ki, bununla, kendilerine tedavi olmamakla, doktorlara en ufak bir “kötülük” yapamayacağım. Bildiğim bir şey de, bütün bunların kötülüğünün yalnızca kendime dokunacağıdır; başka birine değil. Ama yine de sırf tersliğim yüzünden tedavi olmuyorum. Karaciğerim ağrıyormuş, varsın ağrısın! isterse daha çok ağrısın!

    Çoktandır böyle yaşıyorum. Yirmi yıldır. Şimdi kırk yaşındayım. Eskiden çalışırdı, şimdi çalışmıyorum artık. Ters bir memurdum. Kabaydım, kabalığımdan da zevk alırdım. Rüşvet kabul etmezdim. Demek böylece acısını çıkartıyordum. ( Kötü bir nükte; ama gene de karalamayacağım. Çok güzel bir nükte olacağını düşünerek yazmıştım bunu. Ama şimdi görüyorum ki, yalnızca çok bayağıca bir böbürlenme olmuş. Olsun varsın, karalamayacağım işte! ) Ne zaman benim oturduğum masaya yaklaşsalar, bir bilgi isteseler hemen dişlerimi gıcırdatırdım. içlerinden birinin kırıldığını görsem, doymak bilmez bir zevk alırdım bundan. Hemen hemen her zaman kırılırlardı zaten. Çoğunlukla da çekingen olurdu gelenler. Belli zaten, hepsi ricaya geliyorlar! Ama kendini bilmez bir subaya hiç dayanamıyordum. Bir türlü yola gelmiyor, iğrenç bir şekilde kılıcını şakırdatıyordu. Onunla bu kılıç yüzünden tam bir buçuk yıl savaştım, ama yendim sonunda onu. Kılıcını şakırdatmaktan vazgeçmek zorunda kaldı. Bu olay gençliğimde geçmişti başımdan. Fakat biliyor musunuz baylar, benim tersliğimin asıl nedeni nedir? Evet, zaten sorunlarımın asıl karşılığı bu; asıl püf noktası, asıl iğrenç olan noktada bu: Beni en çok öfkelendiren huyum, en sinirli anlarımda bile yüreğimin derinliklerinde bir öfke taşımamam, kin beslememdi. Tüm bağırıp çağırmalarım o anda gönlümü hoş tutmak içindi. Öfkeden ağzım köpükler içinde kalmış da olsa, karşımdaki azıcık gönlümü alıverince ya da önüme şekerli bir çay sürüverince hemen sakinleşir, sönüverirdim. Hatta bununla da kalmaz, hemen ona sevgi duymaya başlardım. Ama daha sonra bu yaptığım için kendime kızar, utançtan birkaç ay uyuyamazdım. işte huyum böyleydi benim.

    Biraz önce yalan söyledim, ters bir memurdum diye. Sırf tersliğimden söyledim bu yalanı. Oysa yalnızca iş sahiplerine ve subaylara gösteriş yapıyordum. Aslında hiçbir zaman terslik yapamamışımdır. içimin her an bunun tam tersi olan duygularla dolduğunu hissederdim. Bu duygular, içimde ikide bir kıpırdayıp dururlardı. Bunların tüm yaşamım boyunca içimde böyle kaynaştıklarını, dışarı çıkmak için fırsat kolladıklarını bilirdim; ama bırakmazdım. Bile bile bırakmazdım dışarı. Beni utançtan çıldırtacak durumlara düşürdüler, çarpıntılar geldi yüreğime! Bıktırdılar beni, sonunda iyice bezdirdiler! Yoksa baylar, şimdi karşınızda pişmanlık duyduğumu ya da sizden özür dilediğimi mi sanıyorsunuz ? Eminim ki siz böyle düşünüyorsunuz... Ama gene de, yemin ederim ki, benim için hepsi bir, ne düşünürseniz düşünün...

    Ben yalnızca ters bir insan değilim; hatta nasıl biri olduğum da belli değil: Ne tersim, ne uysalım, ne alçağım, ne onurlu, ne kahraman, ne de kaçık! Kendi köşemde akıllı insanların ciddi bir başarıya ulaşamayacağı, iş tutanların, başarıya ulaşanların ise yalnızca aptallar oldukları gibi, kin dolu, boş bir avuntuyla günlerimi doldurup gidiyorum işte. Evet, on dokuzuncu yüzyıl insanının her şeyden önce karaktersiz olması gerekir, böyle olmak zorundadır. Karakterli olan insan ise her şeyden önce dar kafalıdır. Bu, kırk yıllık denemelerimden sonra vardığım sonuç. Ben şimdi kırk yaşımdayım. işte kırk yıl, benim yaşamım bu! Yaşlılığın derinliği bu! Kırkından daha uzun yaşamak saçmalık, ayıp, aşağılık bir durumdur! Kırkından sonra kim yaşar, cevap verin; namusunuz üzerine, tüm içtenliğinizle cevap verin? Ben söyleyeyim size kimlerin yaşadığını: Aptallar ve namussuzlar yaşar. Bütün yaşlıların, o saçları ağarmış, saygıdeğer yaşlıların, güzel kokular sürünmüş yaşlıların yüzlerine söylerim ben bunu! Tüm dünyanın yüzüne söylerim bunu! Böyle söylemekte de haklıyım; çünkü kendim de yaşayacağım altmış yaşına değin. Belki yetmişime değin! Belki de ciksen yaşıma değin yaşayacağım!... izin verin de biraz soluk alayım...
    Baylar, yoksa sizi güldürmek istediğimi mi sanıyorsunuz ? Ama yanıldınız bunda da. Ben hiç de sizin düşündüğünüz, ya da düşünebileceğiniz gibi şen bir adam değilim. Ama gene de bütün bu gevezeliklerime sinirlenerek (sizin sinirlendiğinizi anlıyorum) benim ne tür bir insan olduğumu sormak istiyorsanız, cevap vereyim size. Küçük bir memurdum ben. Bir şeyler yiyip karnımı doyurabilmek (evet yalnızca bunun) için çalıştım. Geçen yıl uzak akrabalarımdan biri altı bin ruble miras bırakınca hemen emekliye ayrıldım ve şimdi oturduğum bu köşeye yerleştim. Eskiden beri bu köşede oturuyordum, ama şimdi tam olarak yerleştim. Kentin kıyısında, pis, sıkıcı bir oda burası. Hizmetçim de yaşlı ve ahmaklığı yüzünden ters bir köylü kocakarı. Hele ondan yayılan pis koku iyice bunaltıyor insanı. Petersburg ikliminin sağlığıma dokunacağını, bu azıcık gelirimle Petersburg’da yaşamanın çok güç olacağını söylüyorlar. Ben de biliyorum bunu. Hem de bütün bu tecrübeli, ukala, çok bilen öğütçülerden daha iyi biliyorum. Gene de Petersburg’da kalıyorum, ayrılmayacağım Petersburg’dan! Çıkmayacağım, çünkü... Eeh! Hepsi bir değil mi; ister gideyim, ister gitmeyeyim!...
    Ama gene de soruyorum: Aklı başında bir adam hangi konu üzerinde konuşmaktan büyük zevk alır ?
    Cevap: Kendisi hakkında.
    Hadi öyleyse, ben de kendimden söz edeyim.
    Tümünü Göster
    ···
  8. 8.
    0
    Baylar, ben şimdi size, ister dinlemek isteyin, ister istemeyin, neden bir BÖCEK bile olamadığımı anlatmak istiyorum. Tüm içtenliğimle söylüyorum, ben pek çok kez bir böcek olabilmek istedim. Ama bunu bile başaramadım. Yemin ederim ki baylar, her şeyi böyle fazla anlamak hastalıktır, hem de gerçek, tam bir hastalıktır. Tüm yeryüzünün en soyut, en işini bilir kenti olan Petersburg’umuzda yaşamak gibi bir acı şanssızlığa uğramış on dokuzuncu yüzyılımızın mutsuz aydınları için, normal bir insanın anlayışı, bu anlayışın yarısı, dörtte biri, hatta daha da azı günlük yaşayışımıza fazlasıyla yeter. (Kentler de işini bilir ve işini bilmezler diye sınıflandırılabilir.) Gerçekten de böyle içinden geldiği gibi davrananların ve elinden iş gelenlerin anlayışıyla yetinmesi gerekir insanın. Bahse girerim ki, siz şimdi benim bunları iş adamlarına gösteriş yapmak, hem de kılıcını şakırdatıp duran benim subay gibi böbürlenmek istediğim için yazdığımı düşünüyorsunuz. Fakat baylar, kim kendi hastalıklarıyla övünebiliyor, hatta böbürlenebiliyor ?
    Ben ne yapayım ? Herkes yapıyor bunu. Hastalıklarıyla da övünüyor şu insanlar. Belki de herkesten çok ben yapıyorum bunu. Keselim bu tartışmayı artık. Saçma sapan düşünceler öne sürüyorum. Fakat, gene de kesinlikle inanıyorum ki, yalnızca aşırı bilinç değil, her türlü bilinç hastalıktır. Ben bunun üzerinde duruyorum. Bir an için bırakalım bu konuyu. Bana söyleyin bakalım: Bazen, hem de aksilik bu ya, eskilerin dediği gibi “bütün güzel, yüksek şeyler” in tüm inceliğini kavramaya hazır olduğum zamanlarda, belki de herkesin yapabileceği biçimsiz davranışları, hem de sanki bilerek yapıyormuşum gibi, niçin yapıyorum ? Evet, tam o sırada bu güzellikleri anlayacak yerde, tam yapılmaması gerektiğini anladığım bir zamanda yapıyorum. Neden iyilik üstüne, “güzel, yüksek şeyler” üstüne anlayışım derinleştikçe daha da saplanıyorum batağa ? Tam boğulma derecesine geliyorum ? Bunun önemli yanı, bu durumun ben de rasgele değil de, sanki öyle olması gerekliymiş gibi olmasıydı. Bu durum bir hastalık ya da aksaklık değil, her zamanki doğal davranışlarımdı sanki. Bu yüzden, sonunda buna karşı koyma isteğim bile kalmadı. Neredeyse benim olağan durumum olduğuna inanacaktım belki de. (Gerçekten inanmışta olabilirim.) Ah, başlangıçta bu karşı koymanın beni ne denli acılara boğduğunu bir bilseniz! Başkalarının da aynı bu duruma düştüğüne inanamadığım için bunu büyük bir sır olarak sakladım yaşamım boyunca. Yaptıklarımdan utanıyordum (hatta belki şimdi bile utanıyorum), utanmam o dereceye varırdı ki, o iğrenç Petersburg gecelerinde kendi köşeciğime çekilmekten gizli, aşağılık, hiç de doğal olmayan bir zevk alırdım. O gün gene bir alçaklık yaptığımı, bu hatamı bir daha düzeltemeyeceğimi düşünerek dişlerimi gıcırdatırdım; içim içimi yer dururdu. Kendimi böyle suçlarken yavaş yavaş acılarım hafiflemeye başlar, sonunda da ciddi bir zevke dönüşürdü. Evet, zevk, gerçek bir zevk! Ben bunun üstünde duruyorum. Çünkü başkalarının da böyle bir zevk duyup duymadıklarını öğrenmek istedim, bu nedenle açtım konuyu. Bakın, size açıklayayım bunu: Bu zevk ufaldığınızın, bu yolda en aşağı dereceye ulaştığınızın bilincine varmaktan doğar. Durumunuzun çaresizliğini, olduğunuzdan başka türlü bir adam olamayacağınızı, değişmek için yeterli zaman ve inancınız olsa bile bu değişmeyi kendinizin de istemeyeceğini anlamanın tadına doyum olabilir mi ? Hem zaten değişmek isteseniz bile ne olabilirdiniz ki; belki sizin için aslında başka çıkar yol yoktu! En önemlisi de bütün bunların, derin anlayışın doğal ve temel yasaları sonucu, bu yasalara bağlı olarak kendiliklerinden ortaya çıkmalarıdır. Bu nedenle değişmek bir yana, bu durumda yapılabilecek en ufak bir şey bile yoktur. Derin anlayış yasalarına göre şu sonuca varabiliriz: Aşağılık bir adam, kendisinin beş para etmez biri olduğunu kavrarsa bundan kendine hemen bir övünme payı çıkarır gerçekten. Eh, yeter artık... Bu kadar anlattım, ama neyi açıklayabildim ki ? Bunun tadını nasıl, neyle açıklayabiliriz ? Ama ben açıklıyorum işte. Sonuna değin zütüreceğim bu işi! Kalemi aldım nasıl olsa elime...
    Örneğin son derece onuruna düşkün bir adamım. Kambur ya da cüce kadar işkilliyim, alıngan biriyim. Ama doğrusunu söyleyeyim, öyle anlar oldu ki, bana birinin tokat atmasını istedim, hatta buna sevinecektim. Ciddi söylüyorum; gerçekten de bunda ayrı bir zevk, kuşkusuz acıdan doğan bir zevk bulabilirdim. Evet, acıda da zevklerin en büyüğü gizlidir. Hele insan bir de durumun çaresizliğinden ileri gelen güçlüğü iyice anlarsa!... Gelelim yine tokat sorununa; bu arada şunu ekleyeyim ki, bilinç hemen bir merhemle ovulmuş gibi olur. En önemli konu da, her davranışımda kendimi suçlu görmemdi. Hatta daha da kötüsü, doğanın değişmez yasalarının bir sonucuymuş gibi suçsuz olduğum kesin olduğu halde bunun altında bir suç aramam, bundan dolayı kendime kızmamdı. Bu suçlamanın birinci nedeni çevremdeki herkesten daha akıllı olmamdır. (Her zaman kendimi çevremdekilerden akıllı görür, hatta bazen, inanır mısınız, bundan utanırdım da. en azından yaşamım boyunca nedense öteye beriye bakar, karşımdaki adamın doğrudan doğruya gözlerine bakamazdım hiçbir zaman.) Kendimi suçlamamın bir başka nedeni de yüce gönüllü bir insan olsam bile bunun ne derece yarasız olduğunu görerek üzüleceğimi anlamamdır. Çünkü yüce gönüllülüğümden hiçbir zaman yararlanamazdım. Ne bana tokat vuranı, onun bunu doğa yasaları gereğince yaptığını, doğa yasalarını bağışlamakta olanaksız olacağına göre, bağışlayabilir; ne de bu doğa yasalarına uygun yapılmış olsa bile, ne kadar gücendirici olduğunu görerek onu unutabilirdim. Hem de büsbütün yüce gönüllü değilim diye bu adamdan öç almak istesem bile hiçbir zaman öç alamazdım. Çünkü bu elimden gelse bile hiçbir zaman yapamazdım ki! Neden yapamazdım ? Bu konuda size iki çift söz söylemek istiyorum...
    Tümünü Göster
    ···
  9. 9.
    0
    bi de kançaskis vardı bunun gibi
    ···
  10. 10.
    0
    bir şinasi değil sonuçta
    ···
  11. 11.
    0
    @2 zaten bitkisel bir hayati secmis amq. ben ne diyom o ne diyor
    ···
  12. 12.
    0
    biraz alkol aldim 34 saattir iciyorum, ona ragmen iddialiyim bu baslikta.
    ···
  13. 13.
    0
    bir yaşar kemal değil sonuçta
    ···
  14. 14.
    0
    dostyevskinin anasi yoktur babasi vardir ve yarragi uzatir. ben babasityim ordan biliyom
    ···
  15. 15.
    0
    dostiyevski ne lan
    ···
  16. 16.
    0
    ne diyon dıbına koyim iki 31lik caps ver de işe yara dosti mosti o ne ammmuğa goyim
    ···
  17. 17.
    0
    adam varolusun en temellerine dinamit sokar
    ···
  18. 18.
    0
    seviyeyi yükseltme bin
    am züt meme am züt meme
    ···
  19. 19.
    0
    babasi tegmen kendisi de kursun mangasindan son anda kurtulmus amq. raskolnikof falan arkadasiymis. cok unlu bir azeri yazardur.
    ···