1. 1.
    +2 -1
    ekşici bin dedi, gökyüzündeki martılara bakarak. inci giber dedim ufak bir çocuğun sünnet edilişi gibi haykırarak. . .

    Anamakine Res Tartçek - Sözlüğümün Önsözü 20.04.2010 Moscow
    ···
  1. 2.
    0
    önsöz
    ···
  2. 3.
    0
    birgün bir kitap okudum ve hayatım değişti.
    ···
  3. 4.
    0
    avazı çıktığı kadar bağırmak istiyordu. evet, evet bunu gözlerinden rahatça anlayabiliyordum. iyi ki ağzına vermişim diye kendi kendime çemkirdim, sus ve yalamaya devam et.
    ···
  4. 5.
    0
    ışık ılık süt iç

    ali topa bak
    ···
  5. 6.
    0
    Bazı şeylerin gitmesine izin vermek işte bu nedenle çok önemlidir. Onları serbest bırakmak.

    Gevşek olanı kesmek…

    insanların hiç kimsenin işaretli kağıtlarla oynamadığını anlaması gerekiyor; bazen kazanırız ve bazen de kaybederiz. Hiçbir şeyi geri almayı bekleme, yaptıkların için takdir edilmeyi bekleme, ne kadar zeki olduğunun keşfedilmesini bekleme ya da aşkının anlaşılmasını. Daireyi tamamla. Gururlu, yetersiz ya da kibirli olduğun için değil, sadece artık onun senin yaşamında yeri olmadığı için. Kapıyı kapat, plağı değiştir, evi temizle, tozdan kurtul. Geçmişte olduğun kişiyi bırak ve şu anda kimsen o ol.

    Zahir - Paulo Coelho
    ···
  6. 7.
    +2
    kitabın üstüne sert bir tükenmez kalemle bırakılan iz
    ···
  7. 8.
    0
    @7 tanım yapma binçç,,
    ···
  8. 9.
    0
    insan toplulukları halinde karşı karşıya gelip aynı anda birçok cinayeti bir arada işlenmesiyle oluşan savaşlar,bu cinayetleri herkesten iyi planlayan komutanları yarattı. Komutanlar daha iyi komutan olup başka komutanlardan daha fazla adam öldürebilmek için insanlara "yaşamanın" önemi olmadığını anlatmaya başladı.
    "Ölün" dediler , "kabileniz için ölün, kralınız için ölün, padişahınız için ölün, bayrağınız için ölün, vatanınız için ölün" dediler.
    Cinayetlere kutsal isimler bulundu, kahramanlık,cesaret, şahadet icat edildi.
    ···
  9. 10.
    0
    bir kılıçla savaş kazanılabilir,bir top mermisi bir şehri yıkabilir,bir soykırım bir milleti yok edebilir;fakat sevişmek çok güzeldir.
    ···
  10. 11.
    0
    -Bir insani sevmek mumkun mu sence?
    -iyi tanimadiginiz biri ise belki. ben insanlari pencereden seyretmeyi severim.
    Charles Bukowski
    ···
  11. 12.
    0
    hep böyle midir diye sordu. en çok sevdiğin şarkının hep sonuna mı yetişirsin? hep en çok sevdiğin anda mı terk edilirsin?
    bilmiyorum diye cevap verdi cozefin. tek bildiğim şu anda mememi sıkıyor olman. meme iyidir dedi antuan. umarsızdı, hoyrattı ve cozefinin sol memesi hala avuçlarının içindeydi
    ···
  12. 13.
    0
    oğuz atay- tutunamayanlar

    bir silgi gibi tükendim ben. başkalarının yaptıklarını silmeye çalıştım. mürekkeple yazmışlar oysa ben kurşun kalem silgisi idim. azaldığımla kaldım.
    ···
  13. 14.
    0
    hakikate herzaman hazırım
    ···
  14. 15.
    0
    kendi kendimden nefretimin çerçevelediği ve çirkinleştirdiği bu dünyada yalnızım.
    ···
  15. 16.
    0
    2011 yılının en çok okunanan yazarından Sinan YAĞMUR dan... _________

    “Bildiğin, öğrendiğin ezberse ve hayatın da canlı değilse sen de canlı kalamazsın. Hayatını değiştirerek, hikmet dolu bilgileri öğren, gerisi beynini yoran tozdur.
    ···
  16. 17.
    -2
    ahahhaah 16 entry ahhahaha
    ···
  17. 18.
    0
    Tam bir hafta önce, birisi sana selâm söyledi. "Tabii ki söylerim selâmını," dedim, ama arabaya binene kadar da unutmuşum. Selâmı değil, selâm söyleyen adamı. Üzülüyor da değilim hani buna. Bana kalırsa, akıllı bir koca, karısına selâm söyleyen bütün erkeklerin selâmını unutmalıdır. Çünkü ne olur ne olmaz.

    Hele karınız ev kadınıysa: Çarşı pazarda gördüğü bakkalla çakkalın ve akraba çevresinin dışında, ev kadını denen talihsiz kişi zaten o bıktırıcı kocasından başka erkek de görmez hayatında. O zaman, biri ona selâm söylerse düşünür o ince kişiyi, buna vakti de olur. Gerçekten de incedir ya bu kişiler. Eskiden böyle bir gelenek mi vardı Allahaşkına? ince kişiler olsa olsa kimliksiz, belirsiz bir hareme saygı yollardı o güzel eski zamanlarda. Eski tramvaylar daha iyiydi.

    Evlenmediğimi, hiç evlenmediğimi, gazeteci olduğum için hiç evlenemeyeceğimi bilen okurlarım ilk cümleden başlayarak bir şaşırtmaca verdiğimi anlamışlardır.

    Kimdi bu seslendiğim "sen"? Hokus-pokus! Yaşlı köşe yazarınız yavaş yavaş kaybettiği hafızasından sözedecek; benimle birlikte bahçemin solan güllerini koklamaya buyurun siz de gelin, anlarsınız. Ama fazla sokulmayın, iki adım ötede durun bakalım, da çok da aman aman bir şey olmayan yazı numaramızı, hilelerimiz anlaşılmadan rahat rahat yapalım.

    Şöyle bir otuz yıl önce, gazeteciliğimin ilk yıllarında Beyoğlu muhabiriyken kapı kapı dolaşır haber yakalamaya çalışırdım. Pavyonlarda, esrar tüccarları, Beyoğlu gangsterleri arasında yeni bir cinayet, intiharla biten bir aşk hikâyesi var mı diye bakar, otel otel gezer, istanbul'a ünlü bir yabancı geldi mi, ya da ünlü bir yabancı diye okurlarına sunabileceğim ilgi çekici bir Batılı şehrimize uğradı mı diye, ayda bir, bir iki buçukluk toka ettiğim kâtiplerden kayıt defterlerini alır okurdum. O zamanlar dünya şimdiki gibi ünlülerle dolup taşmıyordu; hiçbiri gelmezdi istanbul'a. Kendi ülkelerinde hiç tanınmadıkları halde, gazetemde ünlü diye tanıttıklarım da, gazetedeki resimlerini gördüklerinde, sonucu hep vefasızlık olan bir şaşkınlığa kapılmışlardır.

    Aralarında biri, onun için gazetemde öngördüğüm şan ve şöhrete yıllar sonra gerçekten ülkesinde ulaştı da: Ünlü kadın modacısı filanca dün şehrimizdeydi, diye ben haberi geçtikten yirmi yıl sonra, gerçekten ünlü bir Fransız -ve egzistansiyalist- modacısı oldu, ama bana bir teşekkür yok; Batılı nankördü.

    Vasıfsız ünlüler ve yerli gangsterlerle (şimdi bunlara Mafya deniyor) uğraştığım o günlerin birinde, ilginç bir haber olabilecek ihtiyar bir eczacıyla tanıştım.

    Bu adam, benim şimdi çektiğim uykusuzluk ve hafıza kaybı hastalıklarının ikisine de yakalanmıştı. Bu iki hastalığın yan yana gelmesindeki korkunç yan, biriyle (uykusuzluk sonucu fazla zaman) ötekini (hafıza ekgibleri) kapatacağınızı sanırken, tam tersi olmasıdır bunun: Uykusuzluk gecelerinde, tıpkı benim gibi, anıları ihtiyardan öyle bir kaçıyormuş ki, bir türlü geçmeyen zamanın ve gecenin ortasında, kimliksiz, kişiliksiz, kokusuz, renksiz bir dünyada, o zamanlar yabancı dergilerden çeviri yazılarda sözü çok edilen "Ay'ın öteki yüzünde" yapayalnız olduğunu sanıyormuş adam.

    ihtiyar, hastalığını benim gibi yazı yazarak tedavi edeceğine, eczanesinin laboratuvarında bir ilaç icat etmişti. Benimle birlikte, bir de, bir akşam gazetesinden esrarkeş bir muhabirin katıldığı iki kişilik (eczacıyla birlikte üç ediyorduk) basın toplantısında, kamuoyuna tanıttığı pembe renkli sıvısını şişesinden bir bardağa gösterişle doldurup doldurup içtikten sonra, gerçekten yıllardır aradığı uykusuna kavuşmuştu da. Uykusu kadar hafızasının cennet anılarına da kavuştu mu, ihtiyar eczacı hiç uyanmadığı için, bir Türk, en sonunda bir şey icat etti heyecanına kapılan kamuoyu bunu hiç öğrenemedi.

    Karanlık bir gün, sanırım iki gün sonra, gittiğimiz cenazesinde, hatırlamak istediği şeyin ne olduğunu düşünmüştüm hep. Hâlâ da düşünürüm: Hafızamızın, biz yaşlandıkça fazla yük taşımak istemeyen huysuz bir yük hayvanı gibi attığı ağırlıklar en sevmediği yükler midir, en ağırları mı, yoksa en kolay düşenler mi?
    Tümünü Göster
    ···
  18. 19.
    +1
    alfabe. 2 sayfa 29 harf. yalnız sonunu sevemedim ben ya. "v,y,z". böyle biraz aceleye gelmiş gibi. daha iyi olabilirdi sonu.
    ···
  19. 20.
    0
    Rezerved
    ···