/i/İnanç

İnanç
  1. 1.
    +5 -2
    1. “Allah O’dur ki, gökleri dayanak olmaksızın yükseltti.” (Ra’d, 13/2) ayeti, göklerin dağlar sayesinde ayakta duruyor hurafesini ortadan kaldırmıştır.

    2. Kur’an-ı Kerim'de evrenin yaratılışı şöyle açıklanır. “ O gökleri ve yeri yoktan var edendir.” (En’am, 6/101) Bu ayet şimdiki ilim dünyasının ulaştığı son nokta olan -tüm evrenin zaman ve mekân boyutlarıyla bir sıfırdan, büyük bir patlamayla ortaya çıktığı- gerçeğini 1.400 sene evvel haber vermiştir.

    3. Kâinatın daima genişlediği gerçeği artık ilim ve bilim dünyasının kabul ettiği bir ilmi buluştur. Buna Kur’an şu ayetiyle işaret etmektedir:

     “Biz göğü büyük bir kudretle bina ettik. Ve şüphesiz biz onu genişleticiyiz.” (Zariyat, 51/47)

    4. XX. asrın bir buluşu da her yıldız ve gök cisimlerin bir yörüngede durduğu gerçeğidir. Bu duruma Kur’an şua ayetle işaret ediyor:

    “Geceyi, gündüzü, güneşi ve ay’ı yaratan O’dur. Her biri bir yörüngede yüzüp gidiyor.” (Enbiya, 21/33)

    5. Güneşin sabit olarak durduğu zannedilirdi. Oysa Kur’an güneşin sabit değil aksine daima hareket eden ve belirli bir hızla ilerleyen bir gök cismi olduğunu söylüyordu. Ve asırlar sonra da ilim onu tasdik edecekti. Şöyle ki:

    “Güneşte kendisi için tespit edilen bir karar yerine doğru akıp gitmektedir. Bu üstün ve güçlü olan bilenin takdiridir.” (Yasin, 36/38)

    Kur'an'daki Jeolojik Mucizeler:

    Karaların Azalması:

    Yüce Allah on dört asır önce indirdiği Kur'an-i Kerim’de kendi yaratışıyla ilgili bazı sırları haber vermektedir. Bu sırlar hem Kur'an’ın Allah sözü olduğunu kanıtlamakta hem de doğa bilimlerindeki gelişmenin önünü açmaktadır.

    “Onlar görmüyorlar mi ki, gerçekten Biz arza geliyor ve onu çevresinden eksiltiyoruz... ” (Ra'd, 13/41)

    “... Fakat simdi, Bizim gerçekten yere gelip onu etrafından eksiltmekte olduğumuzu görmüyorlar mi?..” (Enbiya, 21/44)

    Küresel ısınmayla birlikte kutuplardaki buz tabakaları erimekte ve okyanuslardaki deniz suyu seviyesi yükselmektedir. Artan su miktarı da daha fazla karayı kaplamaktadır. Deniz kıyıları sular altında kaldıkça, yeryüzünün toplam yüz ölçümü veya kara miktarı da azalmaktadır. (Dr. Mazhar U. Kazi, 130 Evident Miracles in the Qur'an, Crescent Publishing House, New York, USA, 1998, s. 115) Âyetlerde geçen "onu çevresinden eksiltiyoruz", "etrafından eksiltmekte olduğumuz" ifadelerinin de, deniz kıyılarının sularla kaplanmasına işaret ediyor olması muhtemeldir.

    New York Times gazetesinde bu konu ile ilgili yer alan bir haber şöyledir:

    Geçen yüzyıl boyunca, yeryüzünün ortalama yüzey ısısı bir fahrenheit kadar yükseldi, ısınma oranı da son çeyrek yüzyılda artış gösterdi. Bilim adamları, 1950 ve 1960'ların denizaltı verilerini 1990'ların gözlemleri ile karsılaştırdılar ve Kuzey Kutbu havzasındaki buz tabakasının % 45 oranında inceldiğini ispatladılar. Uydu görüntüleri, bölgeyi kaplayan buzların boyutlarının geçtigimiz yıllarda önemli ölçüde azaldığını göstermektedir. (New York Times, August 19, 2000)

    XX. yüzyıl sonlarında elde edilen bulgular, Enbiya suresi'nin 44. ve Rad suresi'nin 41. ayetlerindeki hikmetleri anlamamıza yardımcı olmuştur.

    Kıtaların Sürüklenmesi

    Yer kabuğu kendisinden daha yoğun olan manto tabakası zeminde âdeta yüzer gibi hareket etmektedir. Ilk olarak XX. yüzyılın başlarında Alfred Wegener isimli Alman bir bilim adamı, yeryüzündeki kıtaların dünyanın ilk dönemlerinde bir arada bulunduklarını, daha sonra farklı yönlerde sürüklenerek birbirlerinden ayrılıp uzaklaştıklarını keşfetmiştir.

    Yeryüzündeki kara parçaları yaklaşık 500.000.000 yıl önce birbirlerine bağlılardı ve "Pangaea" ismi verilen bu büyük kara parçası Güney Kutbu'nda bulunuyordu. Yaklaşık 180.000.000 yıl önce Pangaea ikiye ayrıldı. Farklı yönlere sürüklenen bu iki dev kıtanın birincisinden Afrika, Avustralya, Antarktika ve Hindistan; ikincisinden ise, Avrupa, Kuzey Amerika ve Asya’nın Hindistan dışındaki kısımları oluştu.

    Kıtasal hareketin yılda 1 ile 5 cm civarında olduğu hesaplanmıştır. Tabakalar bu şekilde hareket ettikçe Dünya coğrafyasında değişiklikler meydana gelir. Örneğin, Atlantik Okyanusu her sene biraz daha genişlemektedir . (Carolyn Sheets, Robert Gardner, Samuel F. Howe, General Science, Allyn and Bacon Inc. Newton, Massachusetts, 1985, s. 305)

    Allah dağların hareketini ayette "sürüklenme" olarak bildirmiştir. Bilim adamlarının bugün bu hareket için kullandıkları ingilizce terim de"continental drift" yani "kıtasal sürüklenme"dir.

    “Dağları görürsün de, donmuş sanırsın; oysa onlar bulutların sürüklenmesi gibi sürüklenirler... ”(Neml, 27/88)

    Yerin Yedi Katmandan Oluşması:

    Allah’ın Kur'an'da yeryüzü ile ilgili bilgilerden biri, yeryüzünün, yedi kat olan gökyüzüne benzerliğidir:

    “Allah, yedi göğü ve yerden de onların benzerini yarattı…” (Talak, 65/12)

    Rabbimiz asırlar önce yerin ve göğün yedişer kat olduğunu bildirmiştir. Asırlar sonra uzun jeolojik araştırmalar sonucunda varılan netice de aynı olmuştur. Bilim adamlarının sıraladığı bu katmanlar şöyledir: Hidrosfer, Litosfer, Astenosfer, Üst manto, Alt Manto, Dış Çekirdek ve Iç Çekirdek:

    Hidrosfer okyanus ve denizlerin en üst kısmı ile bunlardan etkilenen karaların kıyılarıdır. Litosfer, Dünya’nın en üst katmanını oluşturan katı kaya tabakadır. Diğer katmanlarla kıyaslandığında oldukça ince, daha soğuk ve daha katıdır; bu bakımdan yeryüzünde kabuk görevi görür.

    Litosferin altında Astenosfer katmanı bulunur. Bu katman yüksek ısı ve basınca maruz kaldığında yumuşayıp eriyebilen, sıcak, yarı-katı maddelerden oluşmuştur. Katı Litosfer tabakasının, yavaşça hareket eden Astenosfer tabakası üzerinde yüzdüğü ya da hareket ettiği düşünülmektedir. Bu katmanın altında yüksek sıcaklıkta, yarı-katı kayalardan oluşan yaklaşık 2.900 km kalınlığında manto denilen bir tabaka vardır. Kabuktan daha fazla demir, magnezyum ve kalsiyum içeren manto daha sıcak ve yoğundur; çünkü Dünya’nın içindeki ısı ve basınç derinlikle birlikte artar.

    Dünya’nın merkezinde de neredeyse mantonun iki katı yoğunlukta olan çekirdek yer alır. Bu yoğunluğun sebebi içeriğinde kayalardan çok metaller (demir-nikelalasimi) bulunmasıdır. Dünya’nın çekirdeği ise iki ayrı parçadan oluşur: Biri 2.200 km kalınlığında olan sıvı dış çekirdek, diğeri de 1.250 km kalınlığındaki katı bir iç çekirdek. Dünya döndükçe sıvı dış çekirdek Dünya’nın manyetik alanını oluşturur.

    Her şeyden önemlisi, XX. yüzyıldaki teknoloji ile tespit edilebilen bu bilimsel gerçeklerin Kur'an'da yerelması, Kur'an’ın çok sayıdaki mucizesinden sadece birkaçıdır.

    Yarılan Yeryüzü:

    ”Dönüşlü olan göğe and olsun. Yarılan yere de.” (Tarık, 86/11-12)

    Yukarıdaki ayette geçen Arapça "sada"kelimesi Türkçe'de "çatlama, yarılma, ayrılma"anlamlarına gelmektedir. Allah’ın yerin yarılması üzerine yemin etmesi, başka bir Kur'an mucizesidir.

    1945-1946 yıllarında, bilim adamları mineral kaynaklarını araştırmak için ilk kez deniz ve okyanusların diplerine indiler. Araştırmaların da dikkati çeken en önemli noktalardan biri Dünya’nın kırıklı yapısı oldu. Dünya’nın dış yüzeyindeki kayalık tabaka; kuzey-güney ve doğu-batı doğrultulu olup, on binlerce kilometre uzunluğunda çok sayıda geniş çatlak(fay) ile yarılmıştı. Yeryüzünün bu kırıklı yapısı sayesinde, önemli miktarda ısı dışarı atılır ve erimiş kayaların büyük bir kısmı okyanuslardaki tepeleri oluşturur. Eğer yeryüzünün, kabuğundan yüksek miktarda ısının dışarı çıkmasına olanak veren bu yapısı olmasaydı Dünya üzerinde hayat imkansız olurdu. Çünkü bu durumda yer kabuğunun altından çıkış noktası bulamayan ısı, çok büyük miktarlarda olumsuz nükleer etki meydana getirecekti.
    Tümünü Göster
    ···
  2. 2.
    +1
    Devamı gelecek beyler ders çalışmam lazım bazı andavallar bundan başka ispatmı bulamadın derler onlara cevabım gelin 6236 ayeti baştan sona tek tek beraber inceleyelim kafanın karıştığını alimlere soralım varmısın ateist kardeşim
    ···
    1. 1.
      0
      Cevabını yazdım, oku.
      ···
  3. 3.
    +1
    tek yaptığın kelimelerin anlamlarini değiştirmek farkında mısın ? yok o kelime farklı anlamda kullanılmış, tarık kelimesi 40 farklı anlamda geçer, yok efendim gün kelimesi 400 yerde geçer ama 35i gerçek anlam değil 365 bir yıl demektir. Yahu kardeşim, bu kitapta yazmıyor mu biz kuranı apaçık ve anlaşılacak şekilde indirdik diye ? e o zaman ne diye incik cincik şeyler arıyorsun ? ne diye kendinu bos yere yoruyorsun ? bu kadar müthiş bir varlığın gönderdiği kitabı anlamak için, arap alfabesini yalayıp yutup, kelime anlamlarini mi araştırmak gerekiyor ? arapça türkçeye doğrudan cevrilmez, isteyen istediği gibi yorumlayip hangisi doğruysa onu yazar. tıpkı evrenin genişlemesi gibi...
    ···
    1. 1.
      0
      illa bişey bulacaksın değilmi işte kardeşim sana ispatlıyorum arapçaya takılıyorsun
      ···
    2. 2.
      0
      cevabin var mi dediklerime onu söyle, senin ispat diye yazdığın şeylerin hic bir kaynağı doğruluğu yok kusura bakma
      ···
  4. 4.
    +1
    kuran salatalık mı da çürüsün amk?
    ···
  5. 5.
    -1
    Bak şimdi bunları birazdan birisi gelicek ve şu şekilde yalanlayacak

    Bunlar Kurana sonradan eklendi
    ···
  6. 6.
    0
    Rahman suresi 37. Ayeti kerimede Rabbimiz şöyle buyurmaktadır.

    “Gök yarılıp da, erimiş yağ gibi kıpkırmızı bir gül olduğu zaman.”(Rahman 37)

    Bu ayet-i kerimeyi izaha geçmeden önce ayette geçen bazı kelimeleri tahlil edelim. Öncelikle ayetin başında إِذَا  kelimesi vardır. Bu kelime gelecek zaman zarfı olup şart anlamı taşır. Ayrıca gizli bir fiil olan رَأَيْتَ ‘’ (ra eyte) sen gördün’’ fiilinin mefulü (nesnesi) olur. Yani anlam “sen göreceğin zaman” anlamındadır. ikinci olarak انْشَقَّتِ  (inşekkat) kelimesi kullanılmıştır. Bu kelime lügatte ‘’yarılmak’’ anlamında kullanılır. اَلدِّهَانُ (eddihan) ise Arapçamızda iki anlamda kullanılır. Birincisi kızgın yağ, ikincisi ise tabaklanıp boyanmış deri (sahtiyan) anlamında kullanılır.

    Bu izahlardan sonra şimdi ayet-i kerimeyi yeniden tercüme edelim. Eğer gökyüzü yarılır ise sen gökyüzünü sahtiyan (tabaklanmış ve boyanmış deri) gibi veya kızgın yağa benzer bir gül olarak görürsün. Bu ayeti kerimeyi birçok müfessir kıyametin koptuğu andaki gökyüzünün durumu olarak tefsir etmişlerdir. Çünkü gökyüzünün yarılması onlara kıyameti hatırlatmıştır. Oysa biz şu anda gökyüzünün yarılmasını atmosferin delinerek uzaya gidilmesi olarak anlayabileceğimiz gibi, teleskoplarla da nazarımızın gökyüzünü yarıp öteleri izlemesi olarak ta anlayabiliriz. işte bu cihette ayetin anlamı ‘’Eğer siz gökyüzünü delerek uzaya çıkmaya güç getirirseniz veya icad ettiğiniz aletlerle gökyüzünü yarıp ötesini izlemeye muvaffak olursanız gül renginde bir sahtiyan veya kızgın yağ göreceksiniz’’demektir.

    Peki “erimiş bir yağ gibi kıpkırmızı bir gül”  ne demektir. Dilerseniz bu konuda bilim adamlarının ve uzay araştırmacılarının görüşlerine yer verelim.

    Nebula uzayda bulunan ve geniş alanlara yayılmış olan gazlar, toz, hidrojen, helyum ve diğer iyonize gazlardan oluşan bulutsu yapılara verilen isimdir. Bu gaz püskürmeleri oldukça büyük ve hızlıdır. Daha sonraları bu gazlar yakınlaşarak bir gaz bulutu oluştururlar. Bu gaz bulutunun sıcaklığı 15.000 °C den fazl
    ···
  7. 7.
    0
    Bunu okumazlar panpa boşa yorma kendini
    ···
  8. 8.
    0
    trend is coming
    ···
  9. 9.
    0
    rez. yarın ameliyattan sonra yanıtlayacağım.
    ···
  10. 10.
    0
    insan kulağı alemdeki tüm sesleri duyamamaktadır. 250 Hz ve 3000 Hz arasındaki konuşma frekansı bölgesini duyar.  Bunun altındaki infrasound denilen alçak frekanstaki sesleri ve üzerindeki Ultrasonic denilen çok yüksek frekanstaki sesleri duyamaz. Bunlar ancak  bu yüksek frekansları algılayan cihazlar ile kaydedilebilir.

    Asrımızda bilim ve tekniğin gelişmesi ile alemde çok yüksek frekansta ses çıkaran, atmosferden tutun güneş sistemindeki bir çok gezegenin çıkardığı ultrasonik sesler kayıt altına alınmıştır. Bunların içlerinde en ilginç olanı Bilim adamlarının Pulsar diye isimlendirdikleri, ismi Kur’an da Tarık yıldızı olarak geçen ve kendisine yemin edilen bir yıldızdır. Evet ismi Tarık olan bu yıldız tıpkı kapıyı çalan bir kimsenin çıkardığı ses gibi ses çıkartmaktadır. işin en ilginç yanı ise Arapçada Tarık kelimesinin kapıyı çalan manasında olmasıdır.

    TÂRIK, aslında “tark” kökünden ism-i fâildir. Tark, bir ses işitilecek şekilde şiddetle vurmak, çarpmaktır. Buna göre “târık”, esasen “tokmak vurur gibi şiddetle vuran ve kapıyı çalan” demektir.

    Bundan 1400 yıl önce bilim ve tekniğin olmadığı bir zamanda kapıyı çalan manasında Tarık olarak bildirilen bu yıldızın bu zamanda keşfedilen sesinin tıpkı kapı çalması şeklinde olması ne ile izah edilebilir?

    Eğer Kur’ana haşa beşer kelamı dersek  o zaman Peygamber efendimiz (s.a.v.) in bundan 1400 sene önce bu ultrasonik sesleri, yüksek frekans algılayan cihazlar ile kaydedip sonra buna Tarık dediğini kabul etmek zorunda kalırız ki bu fikri kabul edebilecek yeryüzünde tek bir insan yoktur.
    ···
  11. 11.
    0
    KiMSE iSLAMI KÜÇÜMSEYEMEZ gibTiRiN GiDiN ATESiT huur COCUKLARI
    ···
  12. 12.
    0
    Bundan tam 1.400 sene önce, aşılamanın önemi ve ne demek olduğunun bilinmediği bir zamanda Kur’an bizlere Hicr suresinin 22.  ayet-i kerimesiyle şu haberi vermektedir: “Biz rüzgârları aşılayıcılar olarak gönderdik.”

    Evet, bu ayet-i kerime rüzgârların aşılayıcı bir özelliğe sahip olduğunu açıkça bildirmektedir. Acaba Kur’an’ın vermiş olduğu bu haber hakkında bilim adamları ne demektedir. Şimdi bunu öğrenelim:

    Bilim adamları rüzgârların aşılayıcı özelliğe sahip olduğunu şu şekilde izah ederler: Bütün bitkilerin çiçeklerinde, erkek ve dişi çifti bulunmakta ve erkeğin dişiyi aşılamasıyla meyveler meydana gelmektedir. Bu aşılama fiili ise rüzgârlarlar sayesinde olmaktadır. Allah pek çok bitkinin tohumunu hafif bir esintide bile uçabilecek şekilde yaratmıştır. Yeryüzündeki sayısız bitki türüne ait polenler, çiçek tozları ve tohumlar rüzgarlar vasıtasıyla birinden bir diğerine taşınmakta böylece bitkilerin aşılanarak çoğalmaları ve nesillerinin devamı sağlanmaktadır. Yani rüzgarların aşılayıcı özelliği ile bitkiler üremekte ve çoğalmaktadır.

    Rüzgârlar bitkileri aşıladığı gibi yağmurun yağabilmesi için yağmur bulutlarını da aşılamaktadır. Yakın bir zamana kadar rüzgar ile yağmur arasındaki tek ilişki rüzgarın yağmur bulutlarını sürükleyip zütürmesinden ibaret zannedilirdi. Evet bu başını gökyüzüne kaldırıp bulutların geçişini izleyen herkesin görebileceği bir şeydi.Ama rüzgar ile yağmur arasındaki ilişki sadece bundan ibaret değildi.

    Şöyle ki: Denizlerin ve diğer suların üzerinde köpüklenme nedeniyle “Aerosol” adlı hava kabarcıkları oluşmaktadır. Bunlar rüzgârların karadan sürüklediği tozlarla karışarak Atmosfer’in üst katmanlarına doğru havalanır. Rüzgârların yükselttiği bu parçacıklar su buharı ile birleşir ve su buharı bu parçacıkların etrafında yoğunlaşır. Bu parçacıklar olmazsa yüzde yüz su buharı, bulutu oluşturamaz. Bulutların oluşması, rüzgârların havada serbest şekilde bulunan su buharını, taşıdıkları parçacıklarla aşılamaları ile olmaktadır. Bilimin ve bilim ad
    ···