1. 101.
    0
    @1 şukunu verdim
    ···
  2. 102.
    0
    @71

    1- allah'a inanmayanlar cehenneme gidecek. gayri müslim, müslüman olmayan demek. hristiyan yahudi veya her hangi bir dine mensup biri de allah inancına sahip olabilir.

    2- tehtid yoktur. ceza vardır. aynı bu dünya da olduğu gibi. o zaman annen neden sen yaramazlık yaptığında -ya da yapacağında- seni odaya göndermek ile tehtid ediyor? Bu sence ceza mı tehtid mi? aradaki farkı iyi anlamak gerekir.

    3- hz. muhafazide kadar dünyanın her yerindeki her kabileye peygamber gelmiştir.,

    4- allah'ın varlığına ve gücüne inanan, kuran'ın korunmadığına mı inanmayacak?
    ···
  3. 103.
    0
    şakirtlerin hepsini tek tek eksiledim
    ···
  4. 104.
    0
    @87 her allah'a inanana şakirt diyen bir yobazsın sen.
    ···
  5. 105.
    0
    @87 öbür dünyada sorarım ben sana o eksilerin hesabını
    ···
  6. 106.
    0
    @1 kardeşim bu sorulara cevap bulmak imkansıza yakın bir şey. şöyle bir örnek vermem gerekirse(saçma olduysa kusura bakmayın)e=mc2 olduğunu biliyoruz ama bunu belli bir bilgi düzeyine ulaşmadan ispat edemiyoruz sadece öyle olduğunu biliyoruz veya öyle olduğuna inanıyoruz. demem o ki bu soruların cevaplarını sana senden başkası veremeyecek. kimse senin cevaplarının aksini sana karşı ispatlayamayacak yani sen ne dediysen onlar olacak bu soruların cevapları.
    ···
  7. 107.
    0
    ://///////////////
    ···
  8. 108.
    0
    @16 gibmiş daha neyi tartışıyosunuz lan?
    ···
  9. 109.
    0
    müslümanlık değiştirilmemiş diyorsunuz ya aslında siz şu an hala değiştiriyorsunuz çünkü toplumdaki yerinizi korumaya çalışıyorsunuz işte yok gibimsonik asrın getirdiği tereddütler felan dini inanılabilecek şekilde değiştiriyorsunuz yok efendim insan bildiği kadar sorumludur felan işte değiştirdiklerinizden biri mesela farklı farklı yorumlayın böyle gittikçe değiştirin her yüzyılda bu kadar değiştiyse beyniniz yanma aşamasına gelmiş olmalı din zaman geçtikçe her türlü ve milyonlarca açık veriyor sizde ve sizin ağababalarınızda dini modernize ediyor sizde koyunlaşmaya devam ediyorsunuz sosyal statü meselesi adamlar bunu kullanıp milyoner oluyor din umurlarında değil sizde mal mal inanın
    ···
  10. 110.
    0
    reserved
    ···
  11. 111.
    0
    @77 güldüm lan insan ne kadar cahil olabilir 1.2 milyar müslüman var dünyada sadece 7 milyar kişi de yazık yahu sana bide kendi söledikleri yalana inanıyolar biz size olmayan cehennemden 6.2 milyar kişiyle el sallayacağız sizde 800 bin kişiyle adaletli dediğiniz dininizle mutlu yaşayın
    ···
  12. 112.
    0
    @96 direk namaz olarak düşünmesene kitabını alsan konuşmasına gitsen yeterli sen örgütlü halkın gücü hakkında bi kaç araştırma yapda gör
    ···
  13. 113.
    0
    @15 o şans mı amk ? allah biliyorsa zaten herşeyi bildiğinide gösterir şans sözcüğü toto loto falan da geçerlidir.

    sen o zaman allahın herşeyi bildiğini inanmıyorsun saçma sapan cevaplar vermeyin amk

    edit: düzeltildi amk @15 in 16.sorusu
    ···
  14. 114.
    0
    @100 kimse turgut özakmana vatansever demediki adam tarihçi yani bilim adamı kitabını alırsın senin kafaya uymazsa bırakırsın
    yaratılıştan beri insanlar her zaman iktidar için savaşmışlardır şimdi sen kendini düşün sana çok güçlü yıkılması çok zor olan ve dışarıdan tehlikesiz bir iktidar verseler sen kabul etmezmisin mesela gülen cemaati cemaatte sorgulama yoktur ne söylenirse yapılır sorgulanmadığı için yanlışlanması imkansızdır yani iktidar tehlikede değil işte ideal iktidar parasıda var parada topluyo ve toplumlar üzerinde etkili oluyoramacı dini yaymak olarak gösteriyo halbuki iktidarını güçlendiriyo din dışa ve eleştirilere kapalı ve dogmalara bağlı olduğundan iktidarın yıkılması imkansıza yakındır
    ···
  15. 115.
    0
    @105 hiç cemaat görmemişsin benşm arkadaşım cemattendi bi kere zorla sohbete zütürdü bi soru sordum dövüyolardı az daha bu sorularada hiç benzemiyodu çok daha yumuşaktı haşalar tövbeler havada uçuştu ben ordan sonra ordaki bir çok kişiyi gördüm karı kız peşinde dolaşıyolardı taksimin arkalarında
    ···
  16. 116.
    0
    çok hoşuma giden bir vaazdan alıntıdır. birinci sorunun cevabı mâhiyetinde

    Bu soru da çok sorulan sorulardan biridir.

    Ben bu soruyu, Resûl-i Ekrem'in (sav) Peygamberliğinin bir alâmeti olarak görüyor ve verdiği gaybî ihbârın tahakkuku karşısında boynumu büküp "Eşhedü enne muhafazide'r-Resûlullah." diyerek şehâdet ediyorum. Evet, Resûl-i Ekrem (sav) Allah'ın şerefli elçisidir. Kıyâmete kadar olup bitecek her şeyi, bir televizyon ekranından görüyor gibi seyretmiş ve söylediği her şeyi dosdoğru söylemiştir. Daha sonra meydana gelecek hâdiseler hakkında verdiği hükümler, söylediği şeyler o kadar isabetlidir ki; yeri geldiği zaman hepsi de aynı aynına doğru çıkmıştır. işte, bu da onlardan bir tanesidir. Buyurur ki: (Sahabenin aklından böyle bir şey geçmez) "Bir gün gelecek ayağını ayağının üstüne atarak -gurur, kibir, enâniyet içinde ve her meseleyi halletmiş gibi- bunu Allah yarattı, şunu Allah yarattı, Allah'ı kimi yarattı?" diyecekler.[1] Ben, bu soru tevcîh edildiği zaman kendi kendime düşündüm ve "Eşhedü enne muhafazide'r-Resûlullah." dedim. Nasıl da görmüşsün ve nasıl da doğru söylüyorsun!... Şu, nefisleri ve enâniyetleri firavunlaşan, sebeplere ulûhiyet isnat eden ve her şeyi sebepler içinde izaha kalkışan insanların idraksizliğini, düşünce sefaletini bundan daha güzel ifade mümkün olamazdı...

    Asıl meseleye gelince, bu da, inkârcıların ortaya attıkları sorulardan biridir. Çok defa, körpe dimağlar, bu türlü soruların altında kalır ve ezilirler. Evet onlar, nâmütenâhîliği anlayamaz; sebeplerin zincirleme uzayıp gitmesini ve böyle bir aldatmacanın bir şey ifade edip etmemesini kat'iyen değerlendiremezler.

    Bundan ötürü tereddüde düşer de, zanneder ki; Allah da bir sebeptir; tıpkı herhangi bir sebep gibi... Ve Allah'ı, meydana getiren bir sebep vardır ki, Allah, ona göre müsebbeptir (sonuçtur). Bu, bir yanlış kanaatin neticesidir. Ve temelinde de Yaratanın bilinmemesi vardır. Allah, Müsebbibü'l-Esbâb'tır ve varlığının evveli yoktur.

    Bugüne kadar kelâmcılar, sebeplerin, böyle zincirleme devam edip gidemeyeceğini belli usûllerle ortaya koyarak "Müsebbibü'l-Esbâb'' olan Allah'ın varlığını isbâta çalışmışlardır. Onların, bu husustaki düşüncelerinin hulâsasını, bir iki misalle anlatmakta fayda mülâhaza ediyoruz. Kelâmcılar derler ki: Sebeplerin zincirleme (teselsül) devam edip gideceğini düşünmek, o sebeplerin mahiyetini bilmemenin ve Yaratıcı'dan gaflet etmenin ifadesidir. Evet, eşyanın sonsuzdan beri süregelen bir kısım sebepler zincirinden ibaret olduğuna ihtimal vermek doğru değildir. Böyle bir şeyi mümkün görüp ihtimal vermek sırf bir aldanmışlıktır. Meselâ, yeryüzünün yeşermesi, hava, su ve güneşe bağlı olsun; hava, su güneş de bir kısım madde parçacıklarına; oksijen, hidrojen, karbon, azot... vs. gibi.. bu madde parçaları da daha küçüklere ve onlar da kendilerinden küçüklere... Bunun böyle uzayıp gitmesine ihtimal vermek ve eşyanın bu yolla izah edileceğine inanmak bir aldanma ve mugalâtadır. Hele, bir yerde, bunun karşısına anti-madde, anti-atomla çıkılıyor ve metafizik fiziğe galebe çalıyorsa... Ve hele, ilk ve son bütün sebepler fevkalâde âhenk içinde birer kanun, birer memur gibi hareket ediyorlarsa!..

    Evet, "Şu şundan, şu şundan, şu da şundan... " demek, herhangi bir meseleyi halletmesi şöyle dursun, bilâkis, her şeyi içinden çıkılmaz hâle getirmektedir. Zira, böyle bir meseleyi mümkün görmek, tıpkı "Yumurta tavuktan, tavuk yumurtadan... " düşüncesinin ilelebet sürüp gideceğine ihtimal verme gibi bir safsataya benzer ki; bunlardan tavuk veya yumurtayı, Kudreti Sonsuz, Ezelî bir Zât'a vereceğimiz âna kadar, iddialar hep mesnetsiz sayılır. Aksine, bunlar varlığı kendinden olan Yüce Yaratıcı'ya isnat edilince mesele birden aydınlığa kavuşur. Ondan sonra, tek bir hücre olarak yumurtanın yaratılmış olması veya kendi neslini devam ettirmek için tavuğun yaratılmış bulunması ve yumurtanın ondan çıkması arasında fark yoktur.

    Bunu böyle kabul etmeyip de "O ondan, o da ondan... " demekle hiçbir şeye aydınlık getirilemeyeceği gibi, cevaplandırılan her soruyla beraber birkaç tane de istifham ortaya çıkacaktır. Meselâ, yağmur, buluta bağlı; bulut, zâit-nâkıs (artı-eksi) habbeciklere, onlar buharlaşma hâdisesine, o da suların mevcûdiyetine ve nihayet o da suyu meydana getiren unsurlara... Böylece sebepler zinciri, belki birkaç adım daha ilerleyerek devam eder durur; ama durduğu yerde yine "Şöyle de olabilir, böyle de" diyerek insan kendini faraziyelerin kucağında hisseder ve onlarla tatmin olmaya çalışır. Bu ise, fevkalâde bir nizam; bir âhenk ve birbiriyle münasebet içinde, bir hikmet eliyle meydana geldiği sezilen bütün eşyayı çocuk hezeyanlarıyla izah etmeye yeltenmekten başka, bir de ilimlerin ufkunu ve hedefini karartmak demektir. Oysaki, her netice için mutlaka mâkul bir sebebe ihtiyaç vardır. Gayr-i mâkul ve gayr-i mantıkî sebeplerin uzayıp gitmesi, uzayıp gitmenin kerâmeti olarak mâkul hâle geleceğini düşünmek, imkânsızı mümkün görmek gibi bir hezeyandır.

    Şimdi bir misalle bu hususu aydınlatmaya çalışalım. Meselâ: Ben, arka ayakları olmayan bir sandalye üzerinde oturuyorum. Sandalye, düşmemesi için, kendisi gibi bir diğer sandalyeye dayandırılmış, o da bir başkasına... ilâ nihâye devam edip gidiyor. Bu hâl, zaman ve mekânlara sığmayan rakamlarla sürüp gitse de, arka ayakları olan ve yere tam oturan bir mesnede dayandırılmadıktan sonra, işi zincirleme uzatıp durmak, sandalyeye arka ayak olamayacaktır.

    Bir başka numune, meselâ: Önümüzde bir sıfır olduğunu düşünelim. Bu sıfır, solundaki bir rakamla omuz omuza gelmedikten sonra, mücerret sıfırların çoğaltılması kat'iyen ona bir değer kazandırmayacaktır. Trilyon defa trilyon sıfırlar peşi peşine sıralansa dahi, kıymet yine sıfır olacaktır. Ne vakit soluna bir rakam konulacak, işte o zaman sıfır da solundaki rakama göre bir kıymet alacaktır. Bu, şunu ifade etmektedir: Bir şeyin müstakillen varlığı yok ve kendi kendine kâim değilse, kendisi gibi muhtaçların ona varlık bahşetmelerine ve esas olmalarına imkân yoktur. Hep aynı şeye muhtaç ve aynı hususta âciz olanların bir araya gelmesi, ihtiyacı çoğaltma ve aczi arttırmadan başka bir işe yaramaz. Kaldı ki -muhâl farz- sebeplerin müdahalesi kabul edilse bile, fiziğin sarsılmaz kanunlarından "tenâsüb-ü illiyet" prensibine göre, sebeple netice arasında mâkul bir münasebetin bulunması şarttır. Buna göre, meselâ; yer kürenin hayata müsait hâle gelmesinden, insanın düşünür bir varlık olmasına kadar, her şeye bir sebep bulmak, hem de mâkul ve o neticeyi hâsıl etmeye gücü yetebilecek bir sebep bulmak lâzım gelir.

    Oysaki, küre-i arzın hâlihazırdaki durumundan; yani, hızı, Güneş'e olan mesafesi, atmosfer tabakası, periyodiği, hikmetli meyli; atmosferi teşkil eden gazların ihtiva ettiği maslahatlar.. gibi hususlardan tutun da, onun toprak ve nebat örtüsüne; denizlere ve onlarda cereyan eden esrarlı kanunlara, rüzgârlar ve onların yüklendikleri vazifelere kadar binlerce, yüz binlerce hâdise, öyle bir âhenk içinde cereyan etmektedir ki; bütün bunları kör-sağır sebeplere ve serseri tesadüflere havale etmek, aklın kendi kendini nakzetmesi ve çürütmesi demektir.

    Vâkıa, bu hususta, kelâmcıların "devir ve teselsül" yoluyla bütün sebepleri kesip biçtikten sonra, işi müsebbibü'l-esbâp olan Allah'a ulaştırıp sonra da her şeye "mümkinü'l-vücûd" demelerine karşılık, bütün sebeplerin, bütün illetlerin gidip O'na dayandığı zâta "Vâcibü'l-Vücûd" diyerek tevhide menfezler açmışlar ise de, onların elde ettikleri neticeyi daha selâmetli bir yolda elde etmek de mümkündür. Evet, Yüce Yaratıcı'nın her eserinde kendine ait mühürlerin, gibkelerin bulunması, O'nun varlığına bir değil, binlerce delillerdir. ilimlerin, kâinatın sırlarına ışık tutmaya başladığı günümüzde, her fen kendine has diliyle O'nun varlığını ilân etmekte ve O'nu haykırmaktadır.
    Tümünü Göster
    ···
  17. 117.
    0
    Bu mevzuda pek çok kimsenin yazdığı çok kıymetli eserlere iktifâ ederek sadede dönüyorum.

    Evet, her şey sonradan var olmuştur. Var edense Allah'tır. Allah, Allah olduğu için, yaratılmamıştır. Yaratılan her şey mahlûk ve muhtaçtır. O ise, varlığı kendinden ve kimseye muhtaç olmayan bir Ganiyy-i Ale'l-Itlak'tır. Her şey gidip O'na dayanmakta; bütün karanlıklar, izah edilemeyecek gibi görünen şeyler, O'nunla aydınlığa kavuşmaktadır. Var eden O, varlığı sürdüren O, çeken O, iten O ve bir hedefe zütüren de O'dur. Artık, O'ndan öte bir şey yoktur ki, O'na da bir sebep aransın!..

    Bunu da yine bir-iki basit misalle izah etmeye çalışalım: Meselâ, vücudumu ayaklarım taşıyor, ayaklarımı da zemin. Artık böyle mâkul bir taşıyıcı bulduktan sonra bunun ötesinde yeni sebepler aramaya hiç de gerek yoktur. Hem meselâ: Diyelim ki, trenin en arkadaki vagonunu onun önündeki hareket ettiriyor; onu da bir diğeri; onu da bir başkası; nihayet gelip lokomotife dayanınca; o, kendine has gücü, kuvveti, yapısı ve işleyişiyle "Kendi kendine hareket ediyor." deriz. Verilen bu misaller, Allah'ın yarattığı eşyadan ve aldanmış akılların yeni yeni sebeplerle lokomotif değiştirmeleri mümkün olacak cinsten misallerdir. Ne var ki, durmadan lokomotif değiştirseler bile, tıkanıp kaldıkları noktaya "işte sebeplerin bitişi." deyip suratlarına çarpacağız.

    Burada zihinleri bulandıran diğer bir mesele de, sınırlı düşünen insanoğlunun, ezel mefhumunu kavrayamayarak, maddeyi ezelî görmesi, daha sonra da, rakamlarla izah edilmeyecek bir geçmiş içinde, hiç olmayacak bazı şeylere olabilir ihtimalini vermesidir.

    Bir kere ezel gelmiş zamanın sonu değil, o bir zamansızlıktır. Zamanlar, kentrilyon defa "kentrilyon" seneleriyle, ezel karşısında bir âşire bile olamazlar. Oysaki, sebeplerin teselsülünde bir esas olan maddenin bir başlangıcının bulunması bugün hemen herkes tarafından bilinip kabul edilen bir mevzudur. Elektronların hareketi, çekirdek fiziğindeki sır, devamlı radyasyon neşreden Güneş'teki esrarlı işleyiş ve termodinamik kanununun kâinat çapındaki geçerliliği, her şeyin bir sonu olacağına dair yıldızlar cesâmetinde ve güneşler parlaklığında bin bir mesajdır. Sonu olan her şeyin bir başlangıcının bulunması ise, üzerinde münakaşa yapılmayacak kadar açık ve bedihîdir.

    Binâenaleyh her şey, başlangıçta varlığa mazhariyetiyle, Yaradan'dan bahsettiği gibi, sönüp gitmesiyle de O'nun evvel ve âhiri olmadığına delâlet etmektedir. Zira, başlangıcı olanın bir gün sonunun geleceği tabiî olduğu gibi, evveli olmayanın, âhiri olmayacağı da zarurîdir. Onun içindir ki bizler madde ve maddeden meydana gelen her şeye, bugün var olsa dahi, yarın yok olacağı nazarıyla bakmaktayız. Ancak, kâinatların tedricî olarak eriyip gitmesi, maddenin yavaş yavaş tükenmesi, çoklarını aldatabilecek mahiyette ve oldukça âhestedir. Ne var ki, yavaş da olsa, uzun bir geçmişten bu yana gelişip genişleyen dünyalar, bir gün büzüle-çekile mutlaka silinip gideceklerdir. Evet madde bugün var ise de, bir kısım pozitif neticelerin ışığı altında, başkalaşmaya doğru gittiğinden kimsenin kuşkusu yoktur. Şimdi bunu size, yine bir tren misaliyle anlatmaya çalışalım:

    Farz ediniz ki, izmir'den kalkan bir tren, "50-55" km ötede bulunan Turgutlu istikametine hareket etti. Hareket esnasında trenin hızı saatte "55" kilometredir. Buna göre, trenimiz bu mesafeyi ancak bir saatte alabilecektir. Bu hızla yarım saat kadar yürüyen tren, yolun geriye kalan kısmında hızını tam yarıya düşürür. Buna göre, yolun henüz kat edilmedik 27.5 kilometrelik mesafesi kalmıştır ki, hızını yarıya düşüren tren bu 27.5 kilometrenin ancak yarısını, yarım saatte alabilecektir. Bu tempoyla hareket eden tren yarım saat gittikten sonra yine hızını yarıya indirdiğini düşünelim; geriye kalan kısmın yarısını da yarım saatte kat edebilecektir. Böylece her yarım saatte bir hızını yarıya düşüren tren, âdeta hiçbir zaman Turgutlu'ya ulaşamayacaktır: 'Aslında mesafeler bitecek ve varılması gerekli olan yere mutlaka varılacaktır. Ancak, bu tempo ile hareket edildiği sürece, insan hiçbir zaman oraya varamayacağını zannedecektir.

    Bunun gibi, madde de bir çözülme ve inhilâle doğru gitmektedir. Bu birkaç milyon sene sonra dahi olsa mutlaka tahakkuk edecektir. Ve, Varlığı Kendinden olanın dışında her şey fenâ ve zevâl bulup gidecek, sadece O kalacaktır.

    Netice, Allah bizzat var ve her şeyin yaratıcısıdır. O'na yaratılmışlık isnadı, Yaratıcı'yı yaratılandan ayıramama gibi bir düşünce sefaletidir. Bu türlü ürpertici bir tasavvuru ortaya atan zavallı münkirler, akıllı görüneyim derken, akılla nasıl bir tenakuza düştüklerinin farkında bile değillerdir. Evet bugün artık, birinin kalkıp maddeye, ezeliyet kesip biçmesi ve Zât-ı Ulûhiyeti inkâr etmesi oldukça garip ve garip olduğu kadar da bağnazca bir iddiadır.

    Ne var ki, eşya ve hâdiselere gerektiği gibi nüfûz edemeyen bir kısım materyalistler, maddenin ense köküne inen çözülüp dağılmayı, atomun karşısına dikilen tükenişi, mânâ ve neticeleriyle sezip idrak edecekleri güne kadar düşüncelerinde hakikatsiz, beyanlarında yalancı olmalarına rağmen, bir kısım safderûn kimseleri aldatmaya devam edeceklerdir.

    işin doğrusunu, ilmi bütün eşyayı ihâta eden Zât-ı Ulûhiyet bilir.
    Tümünü Göster
    ···
  18. 118.
    0
    @108 @109 dıbına koyim kim okuyacak bunu
    ···
  19. 119.
    0
    got oluyon yarak hepsinin cevabi var veriyor panpalarim cevabini istersen gotun yerse bende inbox tan veririm
    ···
  20. 120.
    0
    rezerved
    ···