/i/Hikaye

Herkesin bir hikayesi var, ya senin hikayen nedir?
    başlık yok! burası bom boş!
  1. 182.
    0
    hadi panpa nerdesin
    ···
  2. 181.
    0
    2 haftadır girmiyorum yazmışssındır diye hala 2 entry girmişsin be
    ···
  3. 180.
    0
    Hadi be aq iki saattir bekliyorum
    ···
  4. 179.
    0
    Dönercilerin bulunduğu sokağa girdiğimde rasgele birine oturdum. Reklam tabelasının daha cafcaflı oluşu sebebiyle de tercih etmiş olabilirim. Çok da bir önemi yoktu. Yüzünü bile hatırlamadığım çocuk bir garson ne istediğimi sordu. Aklımdaki siparişi ve yanına da bir ayran istediğimi söyledim. Garson yanımdan ayrıldığında kavanozun içinde duran turşu biberlerin acı olup olmadığı düşünmeye başladım. Acıyı sevmediğim halde kapağını açıp yanımda doğru çektim. Kavanozu yanıma doğru çekerken masanın zeminde sabit olmadığını fark ettim. Sırt dayama kısmındaki kırmızı muşambası yırtılmış ve son derece rahatsız olan bir sandalyede, beyaz önlüğü ve ayağında siyah plastik terliği olan kır bıyıklı dayının tavuk döneri kesip tost makinesinde ezilmiş ekmeğime biraz marul, domates ve soğanla doldurmasını sabırsızlıkla izliyordum. Ne kadar ikinci sınıf bir manzara diye düşünürken, dönerci dayı koluyla alnındaki teri sildi. Onu seyrettiğimi görünce sempatik bir gülümsemeyle; “Yeğenim ketçap, mayonez istermisin?” diye sordu. içtenliği beni o kadar etkiledi ki “Olur dayı” dedim. Tavuk döner önüme geldiğinde çocuk garson arka masadaki sürahi ve içinde pembe kağıt bulunan bardağı önüme koydu. Bardak o kadar çok yıkanmıştı ki üzerindeki çiziklerden şeffaflığı kaybolmak üzereydi. Aslında bu tarz yerlerde bir şeyler yemek bana hep çok samimi gelmiştir. “Steak House” restoranlardaki kapitalizm ruhu buraları henüz ele geçirememişti.
    Tavuk dönerimi, ayran ve bedava biber turşusu ile bir güzel yedim. Ayranımı dönerin son lokmasına denk gelecek şekilde ayarladım. Ağzımda turşunun acı tadı geçmediğinden pembe kağıdı çıkarıp önümdeki sürahiden bir bardak su içtim. Dükkânının giriş kapısının karşısında açık olan televizyondaki haberler dikkatimi çekti. Daha saat yeni altıyı geçmişti ve vakit öldürmek için değerlendirilebilecek diğer seçenek dışarıda soğukta beklemekti. Tahmin ettiğiniz gibi ilk seçenek oldu TRT1’de akşam haberlerini gözlerimi kısarak izlemeye başladım. iki veya üç haber geçmeden telefonum titredi.
    -Gelen Mesaj: Tuğçe Şen-
    5 dkya Bnkamatklerin ordyım.
    Acele ile yazıldığı belli olan bu mesajdan sonra bende aceleci tavırlarla hesabı ödeyerek dükkandan ayrıldım. Sokak boyunca aceleyle yürürken arkamdan bir çocuğun
    “Abi dur bekle para üstünü al.” diye seslendiğini duydum.
    Arkamı döndüğümde avucunda sıktığı parayla bir çocuğun bana doğru koştuğunu gördüm. “Beş lira” bıraktığım için para üstü beklemeden aceleyle dükkandan ayrılmıştım. Çocuk yanıma geldi.
    “Buyur abi” diyerek avucundaki bozuk paraları uzattı.
    “Sende kalsın!” dedim.
    “Yok abi dayım kızar.” dediğinde çocuğa sarılasım gelmedi değil. Avucundaki parayı bana verirken bu tarz dükkanların bana neden daha samimi geldiğini bir kez daha anladım. Yazık ki bu yerler artık boş ve müşteri çekmiyor. Kredi kartların geçtiği yemek almak için uzun kuyruklara girdiğimiz, verdiğimiz onca para karşılığında yamuk patates ve yanık köfte aldığımız en önemlisi doymayıp iki saat sonra tekrar acıktığımız fast food restoranlarını daha çok sever olmuştuk
    Tümünü Göster
    ···
  5. 178.
    0
    Bostanlı iskeleden, Karşıyaka iskeleye kadar deniz kenarından yol boyunca sigaralarıma eşlik eden dalga sesleriyle yürüdüm. Yolda geçen ve bigiblet süren insanları izlemek bana sürekli keyif verirdi. Her insanın kendi dünyasının oluşu bana hep olağanüstü gelmiştir.
    Deniz kenarında bazen oturarak, bazen adım atararak yaptığım bu ortalama bir saatlik yürüyüşten sonra saat beş’i yirmi geçerken Karşıyaka iskeleye ulaştığımı iskelenin giriş kapısı üzerinden bulunan dijital saatten anlayabildim. Oysaki hiçte bir saat geçmiş gibi değildi. Aklımda çözümünü bir türlü bulamadığım ve sürekli düşündüğüm sorular belki de bu sorulardan ziyade bu soruların korkutan cevapları zamanı algımı iyice bulandırmıştı. Oysaki iki veya üç dakikalık sapmalarla yaptığım zaman tahminleri çevremdeki insanları şaşırtmak için kullandığım muhteşem ama bir o kadar önemsiz yeteneklerimdendi.
    iskele ile çarşıyı birbirinden ayıran faytonların mekik dokuduğu o caddeyi geçmek için benden kırmızı ışığın yeşile dönmesini bekliyordum. Kısa bir süre sonra ışık yeşile döndüğünde çarşıdan iskeleye ve iskeleden çarşıya geçmek içi bekleyen insan bulutu hareket etmeye başladı. Çekirge sürüsünü andıran bu topluluk içerisinde insanın kendini önemsiz hissetmesi çok normaldi. Çarşının bulunduğu sokağının başından, ucunda doğru baktığımda sokak boyunca farklı yönde yürüye insanlar yerine farklı hayatlar görürdüm. “Şu köşede elindeki çoraplarla bekleyen adam, çocuklarına ekmek zütürmek için çorap satıyor. Bir çocuğu okula yeni başlamış belki de…” veya “Şu kadın çok süslü giyinmiş hafta içi bu saatte kocasını aldatmış, yüzündeki panik ve derin düşünceyle evine dönüyor olabilir.” “Ya şu tekerli sandalyede dergi satan kadın belki de sakat kaldığı veya sakat doğduğu için dünyaya çok kızgın ve alınmış.” Bilmiyorum!
    Cadde boyunca tanımadığım insanlara yüklediğim rolleri düşünerek yürüdüm. Bazıları zaten mutlu bazıları ise mutlu olmaya çalışıyordu. Bir kaçı zaten mutlu olamaz, bir kaçı da mutluluğu ararken hiç mutlu olmaya zaman ayırmamıştı. Ben ise birazdan yiyeceğim yarım ekmek döner ile mutlu olmaya çalışacak, bana verilen bu fani tiyatro da bir sonraki rolü bekleyecektim.
    ···
  6. 177.
    0
    reserved yazsana dıbına koduğum
    ···
  7. 176.
    0
    rizerveddd
    ···
  8. 175.
    0
    şukunu verdim panpa devam
    ···
  9. 174.
    0
    Kırmızı volvo’da sokağın sonundan sola doğru dönüşünü tamamladığında ben hala aynı yerde ayakta bekliyordum. Neyden sonra kendime geldim hatırlamıyorum fakat iki-üç dakika daha orada sadece beklemekle yetindim. ilk işim Tuğçe’nin beni görüp, mesaj atma ihtimaline karşılık cep telefonumu açmak oldu. Telefonum açıldığında ilk olarak titreşimi kapatıp, ekran parlaklığını kıstım. Sokakta volta atarken en az beş-altı sigara içmiş “camel” paketimde son sigara kalana dek tüketmiştim. Son sigaramı da oracıkta Tuğçe’yi beklediğim yerde yakmaya karar verdim. Kibriti çıkarıp elimle siper edecek şekilde yakmaya çalıştıysam da çürük kibrit çöpünün gelmesi muvaffak olmamı engelli. ikinci kibriti ateşleyip sigaramı yakmam uzun zaman almadı. Bütün sisteme ve bu zenginliğe tepki olması için mi bilmiyorum. Tek bir çöp parçasının bile bulunmadığı bu sokağa sigara paketimi buruşturup attım. O köşe başında, yalancı güneşle flört eden soğuk rüzgâr eşliğinde sigara içerken kendimi öylesine özgür hissediyordum ki. Tüm bu özgürlüğümü telefonuma gelen smsin sesi bozdu, her özgür olduğunu sanan insana yaptığı gibi.
    O an mesajlaştığım kimse olmadığı için gelen ya operatör mesajı ya da Tuğçe’ydi. ikinci ihtimalin gerçekleştiğini parlak kış güneşi altında karanlık telefon ekranını görmeye çalışırken anladım.
    -Gelen Mesaj: Tuğçe Şen-
    “Ne yapıyorsun sen? Başını belaya mı sokmaya çalışıyorsun. Çabuk uzaklaş evin önünden.”
    Yazdığı bu mesaja sinirlenip, “Hiç de korkuyor gibi durmuyorsun uzaktan” cümlesine benzer varyasyonlarda mesajlar atmak istiyordum. Tüm bu agresifliğime rağmen “Trip atmanın sırası olmayabilir!” diye geçirdim içimden. Tuğçe’ye atacağım mesajı düşünürken; bir kısa mesaj sesi daha telefonumun hoparlöründen duyuldu.
    -Gelen Mesaj: Tuğçe Şen-
    “Akşam saat 7 gibi Karşıyaka iskelenin yanındaki bankamatiklerde buluşalım. Aklında sorular olduğunu biliyorum.”
    Buluşmak için ne kadar da kalabalık bir yer seçmişti. Herşeye rağmen gelen bu kısa mesaj Tuğçelerin evinin önünden uzaklaşmam için yeterli bir gerekçe oldu. Sigaramı derin nefesler alıp, bu dünyayı küçümsüyor veya büyük bir zafer kazanmış gazi gibi, ayaklarımı gerektiğinden fazla açarak yavaşça, ağzımdaki sigara ile gülümsercesine sokağın sonuna yürümeye başladım. Bu tavırlarımın kaynağını tam olarak anlamış değildim. Belki Tuğçe’nin bana hesap vermek için mesaj atması veya zengin mahallesine attığım bir sigara çöpüydü, belki hepsi belki de hiçbiriydi. Yine de güzel hissetmeye yetiyordu.
    Saatin dört’ü biraz geçmiş olduğunu hatırlıyorum. Karşıyaka iskeleye yarım saat bilemedin kırk dakika yürüme mesafem vardı. Otobüsle gidersem en fazla yedi veya sekiz dakika. Zamanı tüketebilmek için yürümeyi tercih ettim. Yürümeye başladığımda, karnımın acıktığını hissedecek zamanı bulmuş olmalıyım ki, nerede yemek yiyebileceğimi düşünürken buldum kendimi. “Karşıyaka çarşıda yarım ekmek tavuk döner yer bir de ayran içersem doyabilirim.” Kendimle yaptığım bu pazarlıktan sonra karnımı nasıl doyuracağım sorusunu da yanıtlamış oldum. Hem yarım saat kırk beş dakika yemek için oyalanırsam saat yedi’ye çok az kalmış olurdu.
    Tümünü Göster
    ···
  10. 173.
    +1
    Sokağın ortasında oturmuş yine “Clash of Clans” oynamaya başlamıştım. Şarjım yüzde dokuz kaldığında bir otuz beş dakikanın daha geçtiğini oyundan, telefonumun masaüstüne geri çıktığımda anladım. Bir saattir sokakta öylece bekliyordum, gelen giden birkaç araba haricinde dikkatimi çeken hiç birşey olmamıştı. Umudumu yitirmiş ve oturduğum kaldırımdan soğuk çekmeye başlamış olacağım ki burnum akmaya başladı. Üşümemek için ayağı kalkıp sırtımı bahçe duvarına ve üstündeki siyah parmaklıklara yasladım. Cep telefonumun şarjının bitmemesi için kapattım. On dakika olmuş veya olmamıştı ki ilerideki villanın otomatik bahçe kapısının açılma sesini ve sarı renkteki yanıp sönen uyarı lambasının ışığını fark ettim.
    Sesin geldiği eve doğru yavaşça yürümeye başladım, bu ev mahalledeki çoğu evin aksine tripleks dedikleri villalardan biriydi. Tripleks villanın önüne geldiğimde şoför “Chrysler 300c” model siyah arayı çoktan çalıştırmış bahçenin otopark kapısını açmıştı. Ben otopark kapısının açıldığı evin karşısındaki bahçe duvarına yaslanmıştım fakat yaslandığım bu duvar az öncekine göre daha kısa olduğundan duvarın üstündeki beyaz demir parmaklıkların çıkıntıları sırtımı acıtıyordu. Beklemek için tercih etmeyeceğiniz bu yerde; elimde biraz evvel kapattığım cep telefonumla acelem varmışçasına mesajlaşıyor ve bu sebeple bekliyormuş havası yaratmaya çalışıyordum.
    Çelik kapının arkasında iki adam belirdi ikisi de orta boylu ve şişmandı. Sağda duranın top sakalı olduğu fark edebiliyordum. Solda duran, boğazlı sarı basic bir kazak ve altına açık kahverengi keten pantolon giymiş, top sakallı olanda ise beyaz gömlek üzerine düz kırmızı kravatın takılı olduğu siyah bir takım vardı. Karşılıklı gülüşüyorlardı. Konuşma sesleri ve kahkahaları araba motorunun çıkardığı gürültüye rağmen bana kadar ulaşıyordu. Keyiflerinin yerinde olduğu birbirlerine yaptıkları el şakalarından belliydi. Arkalarından uzun boylu, güzelce traş olmuş, siyah takım elbisesinde sadece gömleğinin beyaz olduğu, siması bana çok tanıdık gelen bir adam çıkıverdi. Bu adamı nereden tanıdığımı bulmak için hafızamı yoklamaya başladım. Daha fazla ayrıntı görebilmek için gözlerimi kısarak adamın yüzüne bakmaya devam ettim. Bu üç adam, evin mermer merdivenlerinden inerken ben sadece onları izliyor, kafamda ise en arkada yürüyen adamı nerede gördüğümü hatırlamak için hafızamı yormaya devam ediyordum. Tam olarak kapanmamış olan evin çelik kapısı tekrar açıldı. Tuğçe’ye çok benzeyen lacivert renkte pileli eteği üzerinde beyaz düz bir gömlek giymiş olan kız merdivenlerden hızlı adımlarla inmeye başladı. Bütün dikkatimi bu kıza çevirdiğimde onun gerçekten de Tuğçe olduğunun farkına vardım.
    “Aman Allah’ım işte karşımda.” “Yanına gitmeliyim ama hiç de korkuyor gibi gözükmüyor.” içimden geçen bu cümlelere rağmen tek bir hareket dahi yapmadan izlemeye devam ettim. Tuğçe en arkada yürüyen uzun boylu adama yaklaşarak anlayamadığım bir şeyler söyledi. Adamın gür ve ciddi bir tonla “Çok acelesi yok" dediğini duyduğumda hafızamda iki dakikadır yapmaya çalıştığım kimlik eşleştirme işlemi sonuç verdi. Bu sesi geçen hafta olan dönem açılış konuşmasında duymuştum. “Bizim mühendislik fakültesinin dekanı” “Evet o!” Neydi ismi?” “Mustafa mı?” “Yok, yok” “Muzaffer mi?” “Hah Mutluer” “Mutluer Şen” “Şen mi?” on saniye içerisinde isminin ve soyisminin ne olduğunu karar verdiğimde önden yürüyen iki adam gruptan daha da ayrılmış ve arabanın arkasındaki kahverengi taşlarla kaplanmış büyük garaja doğru yönelmişlerdi. Mutluer ve Tuğçe’nin yüz benzerliklerini, soyisimlerinin aynı olduğunu anladığım andan itibaren daha da fark eder olmuştum. “Yok artık ya?” “Tuğçe bizim dekanın kızımı?” hala olanlara inanmakta güçlük çekerken Mutluer arabanın sağ arka kapısına doğru yöneldi. Sol arka kapıyı, şoför Tuğçe’nin binmesi için biraz önce açmıştı. Aralarındaki mesafe arttığı için konuşmaları kısa süreliğine son buldu ve Tuğçe etrafına bakındığında sokağın karşı tarafında buz kesmiş halde ayakta bekleyen beni fark etti. Yüzündeki ekşimeyi ve şaşkınlığı fark etmemek bu mesafeden bile olanaksızdı fakat o bir saniye duraksamadan arabaya bindi. Şoför, Tuğçe arabaya bindiğinde kapıyı kapattı ve iliklediği ceketinin, ön düğmesini açarak şoför kapısına doğru yöneldi.
    Garajın içerisinden olsa gerek başka bir arabanın marş sesi duyuldu. Bir yirmi saniye civarı bekledikten sonra “Chrysler” hareket etti. Araba kapıdan sağa doğru döndüğünde Tuğçe’nin oturduğu arabanın sol kısmı benim yanımdan geçecek şekilde ilerdi. Tuğçe’nin beni görmemesi imkânsız olmasına rağmen arabadaki siyah cam filmlerinden dolayı ben onu görememiştim. Araba garajla aramdaki görüş alanını terk ettikten sonra arkadan gelen kırmızı “Volvo S60” model aracı ancak görebildim. Volvo’da diğer araba gibi sağa döndü ve villanın araçlar çıksın diye yapılmış otomatik bahçe kapısı olarak kapanmaya başladı.
    Tümünü Göster
    ···
  11. 172.
    +1 -1
    reserved çabuk bitir amk bağımlısı oldum
    ···
  12. 171.
    0
    Geldiğimiz bu yer ilk detaylı gözlemimde bana sokağın sonunun denize uzandığı yazlık bir muhit izlenimi vermişti. Her villanın bahçesinin önündeki kocaman otopark kapılarının üstünde duvara sabitlenmiş en az iki güvenlik kamerası bazılarında özel güvenlik görevlileri için yapılmış prefabrik beyaz odalar dahi vardı. Bu ihtişama rağmen villaların bulunduğu sokakta en ufak bir hareket yoktu.
    Tuğçe’nin hangi evde olduğunu öğrenene kadar uzun sokak boyunca volta atmak düşünebildiğim en makul fikirdi. Gösteriş yapmak için çıkmış kış güneşinin eşliğinde sokağı bir baştan bir uca turlamaya başladım. Dört-beş tur attığımda sadece yirmi dakika geçmişti. Geçen bunca zamana rağmen sokaktan geçen birkaç araba dışında hiçbir hareketlilik olmamıştı. “Zaman ne kadar da yavaş geçiyor.” diye düşünürken sokağın diğer ucunda bir garaj kapısının açıldığını duydum. Gözlerim o mesafeden hiç de net göremediğinden, yürüdüğüm yönden geriye dönerek sokaktan tesadüfi geçen biriymiş gibi ilerlemeye başladım. ilgisizmiş gibi görünmek için ellerimi ceketimin cebeni soktum ve ıslık çalmaya başladım. Islık öttürmek daha fazla ilgi çekebileceğinden, dudaklarımın arasında çıkan “Hababam Sınıfı” melodisini üflemeyi kestim.
    Sesin geldiği eve daha da yaklaştığımda, bahçe kapısının arkasında özel şoför kıyafetleri giymiş bir adamın, çok güzel giyinen, ağır bir makyaj yapmış kadına ve köpeğine kapıyı açtığını gördüm. Kapı açıldığında köpek, kapının onun için açıldığının farkındaymış gibi arka koltuğa atladı. Kadın tam arabaya bineceği sırada benle göz göze geldi, bir anlığına heyecanlanmış olsam da kadın çok umursamadı ve beyaz renkli “Mercedes” arabasına bindi.
    Anlaşılan arabanın çıktığı bu ev Tuğçe’nin yaşadığı yer değildi çünkü arabaya binen kadının Tuğçe’ye hiç benzemiyordu. “Belki de misafir falandır.” bu olasılığın da ihtimaller dâhilinde olduğunu bilsem de içimdeki ses bu evin aradığım ev olmadığını söylüyordu. Ben sokağın başına doğru normalden daha yavaş adımlarla yürürken beyaz Mercedes yanımdan geçti. Yürümekten yorulduğumu, sokağın başına geldiğimde geriye tekrar yürüyüp, yürümeyeceğimi düşünürken fark ettim. Sokağın ortasına gidip kaldırımda oturmak ve telefonla oynuyormuş gibi yapmak hatta birinin bana doğru yaklaştığını fark ettiğim de telefonla konuşuyormuşçasına ayağa kalkmak, önümüzdeki yarım saati geçirmek için daha az yorulacağım bir fikir gibi geldi.
    Tümünü Göster
    ···
  13. 170.
    0
    riiiizerveddd
    ···
  14. 169.
    0
    Amina koyim reklam mı yapıyorsun ikealar falan
    ···
  15. 168.
    0
    la gavat niye az yazıyosun? iyiki ankaralısın amk yoksa saf izmirli olsan hikaye güzel filan dinlemicem gibcem ebeni.
    ···
  16. 167.
    0
    Karşıyaka civarına geldiğimizde sahil yolu boyunca Şoför Necmi’nin bana soru sormaması için telefonumun galerisine girip, sınıfta kurulan whatsapp grubundan gönderilen fotoğrafları incelemekle geçirdim. Sürekli olarak “ilber Ortaylı” capsleri. Nasıl oluyor da sıkılmıyorlar, bu kadar basit ve sıradan bir eğlence anlayışı olan bir insan topluluğu zor bulunurdu.
    Necmi ara sokaklara girmeye başladığında Tuğçe’nin evine daha da yaklaştığımızı hissedebiliyordum. Anayol'a benzer bir caddeye girdiğimizde telefon konuşmasında bahsi geçen Kipa’yı gördüm. Kalbimin atışları daha da artmış, dünyayı hızlanmış gibi algılamaya başlamıştım. “Neden elim bu kadar hızlı hareket ediyor?” “Neden Necmi’nin hareketleri hızlandı?” buna benzer bir şeyi en son ilkokulda bir sınav çıkışından yaşamıştım. Sanki hayatım media player’da 1.5x hızla oynatılıyormuş gibi akıyordu. Necmi sağa döndüğünde her evin genişçe bahçeye sahip olduğu bir sokağa giriş yaptığımızı Lodgy’nin geniş ön camından rahatlıkla görebiliyordum. Aslında ev değil sokağın tümü dubleks veya tripleks diye tabir edilen villalardan oluşuyordu. Siyah demir çitlerinin arkasından her evin için farklı tarza kesilmiş veya dizayn edilmiş çam ağaçları bahçelerin görülmesini engelliyordu. Sokağın ortasına geldiğimde taksi aniden duruverdi.
    -Geldik kardeşim adres burası!
    +Hangi ev abi?
    -Nerden bileyim kardeşim? Rasim tarif ettiği sokak burası ara sor!
    Evinin adresini bilmediğimi, telefonunun kapalı olduğu, arkadaşlarından Tuğçe'ye ulaşamayacağım gibi ayrıntıları ona da anlatmama gerek yok diye düşündüm.
    Dikiz aynada yazan 31.50 TL’lik ücreti gördüğüm halde “Borcum nedir ustam dedim.”
    -Bozuğun varsa 31.50 yoksa 30 ver yeter dedi.
    Cüzdanımdaki tek ve yegane para olan 50 TL’mi şoföre uzattım. 20 lira para üstü çevirdi. Para üstünü alıp “Hayırlı işler” dedikten sonra taksiden apar topar indim.
    ···
  17. 166.
    0
    bu neyin kafası amk
    ···
  18. 165.
    0
    Konuşmadan herşeyin yolunda gittiğini ve birazdan Tuğçe’ye kavuşacağımı anlayabiliyordum. Taksici Rasim meslaktaşıyla vedalaştıktan sonra telefonunu kapattı. Bana döndü;
    -Yeğen adresi öğrendim, arkadaşa tarif edeyim de seni zütürsün.
    +Eyvallah dayıcım Allah razı olsun.
    Bostanlı tarafını hiç bilmezdim. Elit bir muhit olduğu için daha önce de hiç yolum düşmemişti. Karşıdaki bankta sigara içen Necmi abi, Taksici Rasim’in el hareketi üzerine ayaklandı. Rasim’in ona tarif ettiği adresi aklına iyice yazdıktan sonra Dacia Lodgy taksisine doğru yöneldi.
    -Hadi genç gidiyoruz.
    Bütün, sabırsızlık ve mutluluğumla taksiye atladım. içimde hiç görmediğim bir akrabamı ziyaret edecekmişçesine garip bir heyecan vardı. Aslında sevgilimin yaşadığı, nefes aldığı, uyuduğu, uyandığı, duşa girdiği, yemek yediği evi görecektim heyecanlı olan buydu. Arka koltuğa oturdum. Hayatımda ilk kez taksiye biniyordum. Bu kadar koşuşturmaca arasında kendimi özel hissetmeye bile zamanım kaldı. Şoför Necmi’nin anlaşıldığı üzere çok acelesi yoktu, filmlerde gördüğüm sahnelerdi ki gibi “Şoför bey acelem var!” veya “Kestirmeden gidelim” benzeri cümleler kurmak için de fazlasıyla amatör bir taksi yolcusuydum. Yol boyunca Tuğçe’nin evine vardığım da zili basacak cesaretimin olup olmadığı konusunda kendimi sorgulayıp durdum. Hayatımda karşı cins hakkında cesur olmam gerektiği çoğu zamanda ben sessiz kalmayı veya herhangi bir şey yapmamayı tercih ederek, sürekli ezik biri olmuştum. Üniversitenin hazırlık sınıfında en sevdiğim arkadaşımın ilgilendiğim kızdan, hoşlandığını söylediğinde bile “Tebrik ederim kardeşim, çok yakışıyorsunuz” demiştim. Bugünün de o günlerden biri olması muhakkaktı.
    ···
  19. 164.
    0
    Hadi kardesim devam et begendim hikayeni
    ···
  20. 163.
    0
    Şukular şelalede seri yazsan hocam?
    ···