1. 1.
    +2
    Bazıları eve kısılıp kaldığımı söylüyor. Ben kapanında kendini rahat hisseden bir fareyim. Dışarıda ilgimi çeken hiçbir şey yok. Herkesin samimiyetini kaybettiği bir dünyada kendimi sokağa atıp kalabalığa karışmaktansa, kusana kadar evde kahve içip kitap okumayı yeğliyorum. Hiç kimseyi sevmiyorum. Yalnız özel günlerde arayan arkadaşları sevmiyorum. Bana zorla matematik öğreten sistemi sevmiyorum. Eninde sonunda kendini imha edecek bir dünyada gözünü para hırsı bürümüş puro içen şişko adamları sevmiyorum. Daima mutlu olan insanları sevmiyorum. Rol yapan insanları boğmak istiyorum... Şimdi her şeye karşı olan yolunu kaybetmiş bir hippi olduğumu düşünebilirsiniz. Hayır, ben her şeye karşı olan insanları da sevmiyorum.
    ···
  2. 2.
    +2
    Kendi hayatını yakan bir kundakçıyım ben. Odam cehenneme en yakın yer. Dış dünya ile bütün bağlantılarımı kestim. Ceset görmekten korkan bir mezarlık bekçisi düşünün. Korkuyorum. insanlardan, ilişkilerden. Mümkün olduğunca kaçınıyorum kaçamak bakışlardan. Kalabalığa karışmayı denedim 1 yıl önce. içinde yaşadığım toplumu kabullenmeye çalıştım. Olmadı. Zaten başarısız olacağım belliydi. Ölüm döşeğindeki bir hastaya çiçek getirmek gibiydi bu. Aptalcaydı. Boş bir umuttu. Hayat sürekli makas değiştiriyordu. Dikiş tutturmak imkansızdı.
    ···
  3. 3.
    +1
    evet beyler aslında anlatılacak bir olay yok yalnızca yazdıklarım nasıl bi bakın değerlendirin bakim..

    adam akıllı okuyacak birileri çıkar umarım..
    bi değer verip okuyun binler 10 dakikanızı alır ancak
    ···
  4. 4.
    +1
    Yatağa uzandım ve yaşadıklarımı düşündüm. Bir daha gerek duymadıkça dışarı çıkmamaya yemin ettim. iki gün boyunca başıma gelmesi imkansız olan olaylar silsilesiyle mücadele ettim. Yorgun ve yenik düştüm. Tek istediğim huzurlu bir uykuydu. Yarın sabah hiçbir şey olmamış gibi uyanmaktı sonra. Sonra güzel şeyler düşlemekti. Hiç yaşamadığım güzel şeyler... Kendi kuyruğunu kovalayan zavallı kediler gibi tekrar başa döndüm. Yine dört duvar arasındayım. Nerede kalmıştık; bazıları eve kısılıp kaldığımı söylüyor.

    • *SON**
    bu kadar amk okuyan okumayan yazan yazmayan herkese teşekkürler beyler
    yorumlarınızı bekliyorum
    ···
  5. 5.
    0
    iyisin kitap okumayı eğlenceli hale getirecek kitap önerebilir misin

    (bunları yazdıgına göre okumayı seversin bol okumussun diye düşündüm)
    ···
  6. 6.
    0
    şimdi ne kadar okuduğunu hiç bilmiyorum ki ne tarz okursun onuda bilmiyorum... tarzını söyle şu kadar sayfa okurum günlük de tavsiyede bulunayım
    ···
  7. 7.
    0
    giblerseniz ananızı gibim la
    ···
  8. 8.
    0
    canın sağolsun panpa saol
    ···
  9. 9.
    0
    @20 maalesef haklı, birçok bozukluk var ama bunların hemen hemen hepsi insanın doğasındada var maalesef en basitinden kendine söylediğin yalanlar toplumda karşıdakine söyleniyor bir farkı yok gibi, dostoyevski okuduğunu sanmıyorum gerçekten okuyup anlasan bu kadar olmazdı. yinede emeğine duyduğum saygı da var ortada, okuyacağım.
    ···
  10. 10.
    0
    ben ne birine özenip yazmışlığım var nede aşırı derece okuyucu bir insanım yalnızca yazıyorum arada... mükemmel olduğumu söylemiyorum ki eleştirilere açığım.. bunun yanında @20 konuyu anlamamış bile ki 29 yaşındasın vs demiş.. yalnızca bir hikaye tarzı birşey olduğunu başta söylemiştim.. benim yaşım 21 henüz..ve dışardan bakıldığında binin biriyim beni bu hale yalnızca bir kız getirdi.. ondan önce ne okur ne yazardım..o gitti şimdi bana yazı yazmayı bıraktı..
    ···
  11. 11.
    0
    reserved
    ···
  12. 12.
    0
    vol 2 başlıyor beyler gibleyen olsun olmasın gibimde değil
    (bkz: yazdıklarım vol 2)
    ···
  13. 13.
    0
    gibliyorum boş zamanımda okuyorum bin devam et.
    ···
  14. 14.
    0
    intihar mı etti? insanları hayata geri döndüren adam mı intihar etti. Buna inanmak zor. Ama Sevda'nın da yalan söyleyecek hali yok. Gözlerim kızarmaya başladı. Stresten olacak ki; parmaklarımı piyano çalar gibi sehpanın üzerine vuruyordum.

    “Söyle bana Sevda,” dedim. “Baban neden intihar etti?”

    “Nedenini bende tam olarak bilmiyorum. Babam bu hayatta intihar edecek en son kişiydi. insan hayatına çok değer verirdi. Nerede bir cenaze görse gözleri dolardı. Biraz garip gelecek ama; Karanlığa Koşanlar adında bir dernek vardı. Oraya insanlara yardım etmek amacıyla gönüllü oldu. Daha sonra dernekte bayağı bir yükseldi. Ama babamın cenazesine dernekten hiç kimse katılmadı. Çünkü aralarından birinin kendi canına kıydığı öğrenilirse derneğin itibarına gölge düşerdi. Bu yüzden olayı ört pas ettiler.”

    Sevda'nın pınarlarından iki damla yaş aktı. Yarasını deştiğim için özür diledim. Sonra eve geçmek için müsaade istedim. Kendi evime geldim, ama kendime gelemedim. Bir sigara çıkardım. Kafam öylesine karışık, öylesine incintı ki; sigarayı ters yaktım. Her şey tersine gidiyordu. Düzgün giden tek şey; her şeyin ters gitmesiydi.
    ···
  15. 15.
    0
    “Geldiğiniz iyi oldu,” dedi. “Bende un kurabiyesi yapmıştım. Üstelik çayda var.” Bir kaynanam olsaydı kaynanam seviyormuş derdim. Olmadığı için sadece gülüp geçtim. Sevda'da çayları getirmek için mutfağa geçti. Bende eve şöyle bir göz atayım dedim. Koltuklar yeni alınmışa benziyordu. Ama vitrin kesinlikle ikinci eldi. Evin neredeyse her köşesinde bir süs eşyası vardı. Bilgisayar masası incin gözüküyordu. Üzerinde bir kitap gördüm. incelemek için yanına gittim. Kitabın üzerinde “Cervantes / Don Kişot” yazıyordu. O sırada elinde çay tepsisiyle Sevda geldi. Kitabı elimde gördü.

    “Hoş kitaptır, hiç okudunuz mu?” dedi.

    “Okumadım ama böyle giderse okuyacağım,” dedim yarım bir ağızla.

    “Babam çok severdi bu kitabı,” dedi. “Hatta o kadar severdi ki bunu bütün hayatına yaydı. Arkadaşları ona Don Kişot derdi... ”

    Elimde kitap öylece kaldım. Medusa'nın gözlerine bakmış gibi taş kesildim. Tüylerim evin tavanına bakıyordu. Kalp atışlarım hız limitini aşmıştı. Ayakta kalmak için olağan üstü bir çaba sarf ediyordum. Böyle bir ihtimal var mıydı? Aradığım adam, üst komşumun babası olabilir miydi? Birazdan öğrenecektim...

    “Babanız şu an nerede,” dedim yutkuna yutkuna. Şaşırdı. Başını öne eğdi. “iki mahalle ötede ki mezarlıkta uyuyor,” dedi.

    Alın size ikinci bir şok. Masada duran soğuk suyu bir dikişte bitirdim. O da benim gibi neler olduğunu anlayamıyordu. Yanıma geldi. “Neyiniz var?” dedi. Derin bir nefes aldım.

    “Babanız ne zaman öldü?” dedim.

    “iki sene önce,” dedi. “intihar etti.”
    ···
  16. 16.
    0
    iyi niyetle geldim ama bende bunu okuyacak göz yok
    ···
  17. 17.
    0
    Evim camii'ye yakın bir yerde. Yine birileri ölmüş olmalı. Minarelerinden selâ sesleri yükseliyor. Küçüklükten kalma bir alışkanlık, saygıdan ayağa kalkıyorum. Ve sonra düşünüyorum. 29 sene önce hayata merhaba dedim. Ama ne zaman elveda diyeceğimi bilmiyorum. Ölüm bir gün benimde elimi sıkacak. Günü geldiğinde minareler selâlarını benim için duyuracak herkese. Ve o zaman ne kadar saygı duysam da kalkma fırsatım olmayacak. Arkamda büyük bir enkaz bırakacağım. Yaşamadan gideceğim bu dünyadan. Cennete gideceğimi umuyorum; cehennemi çok gördüm.

    Bugün 5 Şubat 2012. Günlerden Pazar. Tarihte bugün: Charlie Chaplin'in son sessiz filmi Modern Zamanlar gösterime girdi. Apollo 14 ay yüzeyine indi. Adnan Kahveci öldü. Ben doğdum. Gayet sıradan bir gün ama. Önümde, soy adını henüz telafuz edemediğim bir yazarın kitabı duruyor. Adı Şeker Portakalı. Ama okumuyorum. Çayımdan bir yudum alıyorum. Onun yerine Susanna Tamaro'nun bir türlü bitiremediğim Yüreğinin zütürdüğü Yere Git adlı romanına kaldığım yerden devam ediyorum. “Eğer yaşam bir yolsa,” diyor yazar kitabın sonlarında; “her zaman yokuş yukarı giden bir yoldur..” Galeyana gelip coşuyorum. Çünkü ilk defa bir konuda yalnız olmadığımı hissettim. Güven vericiydi. Ama bu güven hissini sadece kitaplardan almak da dramatik'ti. insanların veremediği hissi kitaplardan sağlamakta trajikomik. Bilmiyorum, bu kitapları da insanlar yazıyor. Belki de onlarla beraber yaşamalıyım. Belki de yeryüzün de beni anlayacak insanlar onlardır. Belki de geçmişe gidip Shakespeare ile konuşmalıyım. Tarihte ilk kez şiirlerinde ağır hakaretler kullanan oymuş; öyle diyorlar. Yeni küfürler icat etmiş. Fakat hiçbir küfür öfkemi dindirecek kadar iyi değil...

    iyi şeyler de oldu tabii. Kısa süreli şeyler. Hayat her zaman yokuş yukarı giden bir yol değildi benim için. Dümdüzdü. Her şeyi görebiliyordunuz. Ve çok şey gördüm. Çoğunluğu görmek istemediğim şeyler oluşturdu. Önceleri apartman zillerine basıp kaçan bir çocuktum. Şimdi büyüdüm herkesten kaçıyorum.
    Daracık odamda büyük bir cüceyim ben! Bazı insanlar böyledir. Kocaman bir bedene sahiptirler fakat onları kimse görmez. Bu insanlar için roman yazabilirim. Adını şimdiden belirledim zaten: ''METROPOL'DE CÜCE OLMAK!Baş karakter ben olurum. Bütün depresif insanları arkamda toplayıp bir ordu oluştururum. Bizim devrimiz başlar. Sokakları işgal ederiz. Her köşe başınaSilent Night'' yazarız...
    Tümünü Göster
    ···
  18. 18.
    0
    Hayal kurmayı bırakıp mutfağa geçtim. Dolaptan bayatlamak üzere olan kaymaklı bisküviyi çıkardım. Dişlerimle ortadan ikiye ayırıp kremasını yaladım. Evet, hala içimde bir çocuk var. Hala bazı şeyleri yaşatmaya çalışıyorum. Birazdan da çaya bandırıp yemeyi deneyeceğim. Tek özgürlüğüm bu çünkü. Dilediğimi yapabildiğim tek yer burası. Koltuğum, odam, koridor, mutfak, yatak odası, banyo, tuvalet... Hepsi benim rahat etmem için çalışıyor. Onlar, toplumla beni ayıran kutsal duvar.

    Fiyaskolarla dolu ömrümün yarısını bu şekilde geçirdim. Her şeyden ve herkesten uzak kalarak. Kendi kabuğuna çekilmiş kaplumbağalar gibi yaşayarak. Kimseden bir şey beklemeyerek. Bir çok şeyi erteleyerek... Ama artık sona yaklaştığımı hissediyorum. Ölmeden önce yaşamak istiyorum. Bu yüzden hayatımı değiştirecek radikal kararlar vermenin vakti geldi gibi. Dışarıda insanlar beni bekliyor. Işıklı meydanlar adımı sayıklıyor. Bunu duyabiliyorum.

    Dışarıya biraz temiz hava almak için çıkacağım. Çünkü kafam Çin nüfusu kadar kalabalık. Aklımda gerekli gereksiz sorular var: Çin niye bu kadar kalabalık? Alın yazım karşıma daha ne gibi sürprizlerle çıkacak? Veden önce niye virgül konulmaz? Her şey kuralına göre mi yapılmalıdır? Yazarlar niye insanları ikiye ayırır?
    Bu onları katil yapar mı? Bunları düşünmek için yalnız mı olmak gerekiyor...

    Bütün bu soruların cevaplarını bulmaya kafa yormak istemiyorum. Çünkü haddinden fazla yorgunum. Kendimi direk dışarıya atmak en iyisiydi. Pencereyi açıp havanın nabzını yokladım. Alabildiğine soğuktu. Paltomu, kaşkolumu ve beremi giydim. Botlarımın bağcıklarını zor da olsa bağladım. Merdivenlerden indim ve apartman kapısını araladım. ilk adımımı attım. Aynı yürümeyi öğrenen bir bebeğin adımları gibi. Az bir şey ilerledim ve yere kapaklandım. Asfalt buz tutmuştu. Bir an için çok geç olmadan eve dönmeliyim diye düşündüm. Ama hayır, vazgeçmek yoktu. Hem nasıl olsa düşmeye alışıktım; her şekilde.

    Düştüğüm yerden yavaşça doğrulup ayağa kalktım ve az önce düşen kişi ben değilmişim gibi yürümeye başladım. Sokağın sonuna geldiğimde içimden bir his sol tarafa gitmemi söylüyordu sanki. içimdeki sesi kırmadım. Yaklaşık yarım saat kadar yürüdükten sonra bir cenaze arabasına rastladım. Etrafında ağlayan insanlar vardı. Birini kaybetmenin ne demek olduğunu iyi bilirim. Annemi, babamı ve kardeşimi bir trafik kazasında kaybedeli 4 yıl oluyor. Bayram günleri hariç her zaman mezarlığa ziyaretlerine giderim. Bayram günleri hariç diyorum, çünkü kaza bayramın ilk günü olmuştu. Ne büyük trajedi ama! Bir anda her şey bitiveriyor. Elinde fotoğraf albümleriyle kalıyorsun öylece. Fotoğraflar konuşuyor; ama asla senin konuşmana müsaade etmiyor..
    Tümünü Göster
    ···
  19. 19.
    0
    Bu hüzün kokan yerden hemen uzaklaştım. Rahatlamak için çıkmıştım dışarıya ve bunu layıkıyla yerine getirmeliydim. Bir mağazaya girdim. Alışveriş yapan insanlar gördüm. istediğini almıyor diye annesine mızmızlanan küçük ve tatlı çocuklar gördüm. Pahalı gıdalar alan ucuz insanlar gördüm. Daraldım. Bir taksiye atlayıp Kabataş'a gittim. Deniz havası iyi gelir diye düşündüm. Martılara simit fırlattım. Soğuk havada sıcak çayımı yudumlayarak rüzgarla birlikte sigara içtim. Edip Cansever'in Tomris Uyar'a yazdığı şiirler kadar azizdim. Ama hep boynu bükük, hep çaresiz. Her şeye geç kalmanın verdiği acizlik vardı üzerimde. Çoğunlukla yüzeysel biriyimdir, ama bunu ruhumun derinliklerinde hissedebiliyorum.

    “Acı, insanın en büyük ilham kaynağıdır.”

    Nereden geldi bu ses ?

    “Geçmişini her an yanında taşı; ama ona bir çöp gibi davran.”

    Her yerde yankılanıyordu.

    “Yakınmak istemiyorsan, bir ceset kadar soğuk olmalısın.”

    Sesin sahibini göremiyordum.

    “Kendinizi bulmak istiyorsanız, bizi arayın.”

    Vapur sefamı yarıda kesen bu gizemli ses nereden geliyor bilmiyorum ama onu bulmalıyım. Eğer sağır değillerse diğer yolcularda duymuştur. Ama hiçbiri bununla ilgilenmiyor gibi gözüküyordu. Şaşırmak yerine gazetelerini okuyup bayatlamış tostlarını yemeyi tercih ediyorlardı. Vapur iskeleye yanaştı. Kendimi hemen eve atmak istiyordum fakat içime bir merak kök salmıştı. Duyduklarım ilgimi çekmişti ve en azından ne olduğuna bir bakmalıydım. Aklımda sorularla yürümeye devam ettim. Bir caddeye geldim. Karşıdan karşıya geçmek için kırmızı ışığın yanmasını bekliyordum. Kurallara saygı gösteren bir vatandaş olduğumdan değil; kırmızıya olan saygımdan dolayı bekliyordum. En sevdiğim renktir kırmızı. Bana hiç tanımadığım birini hatırlatıyor.

    Önce sarı ışık yandı. Arabalar yavaşladı. Önümde bir araç durdu.
    Kapı bölümünde bir reklam afişi vardı. Birde sloganı: “Kendinizi bulmak istiyorsanız, bizi arayın.”

    Altındaki numarayı seri bir şekilde telefonuma yazıp kaydettim. Bir bank bulup oturdum. Numarayı çevirdim. ilk çalışta açıldı.

    “Alo, kiminle görüşüyorum?” dedim.

    “Siz kiminle görüşmek isterdiniz?” dedi, kendinden emin bir ses tonuyla.

    ''Bilmiyorum.”

    “O zaman size yardımcı olamam, iyi günler.”

    “Durun, durun kapatmayın. Ben kendimi bulmak için aradım.”

    Duraksadı. Telefondan bir öksürük sesi geldi.

    “O zaman doğru yeri aradınız. Size nasıl yardımcı olabilirim?”

    “Bilmiyorum. Ben nereyi aradım?”

    “Karanlığa Koşanlar Derneği.”

    “Ya, öyle mi? ilginç bir isim.”

    Karanlığa Koşanlar Derneği mi ? Bu, karanlık işler peşinde koşan gizli bir örgüt mü yoksa. Bilemiyorum. Ama iyice meraklandım.

    “Tam olarak nasıl bir dernek siniz acaba?”

    “Hayattan ümidini kesmiş insanlara ümit aşılıyoruz.”

    “Derneğe üye olmak için mutsuz mu olmak gerekiyor?”

    “Hayır, aşırı derecede mutsuz olmak gerekiyor. intiharın eşiğine adım atmak gerekiyor. Arada mutlu insanların aradığı da oluyor tabii. Ama 'biz sizi sonra ararız' deyip kapatıyoruz.”

    Daha önce de dediğim gibi; yorgunum! Her şeyi sorgulamak, her işin arkasında bir bit yeniği aramak çok bitkin düşürüyor insanı. Hiç bir şeyi olduğu gibi kabullenemiyorum. Çünkü gerçeğin ana fikri çoğunlukla acıdır. Fakat bu dernek beni içinde bulunduğum karanlık kuyudan çıkartıp güneşin önüne serebilir.

    “Aradığınız bütün özellikler bende var. O yüzden derneğe katılmak istiyorum. Adım Fahrettin Meriç.”

    “Memnun oldum efendim, bende Sigmund Freud.”

    “Sigmund Freud mu? Ben sizi öldü biliyorum..”

    “Ha ha ha! Bu kullandığım takma bir isim. Dernekte bulunan her yönetici karakterine göre takma bir isim kullanıyor. Ben Freud'u tercih ettim. Mesela önceden Don Kişot adlı bir yöneticimiz vardı. Yel değirmenlerine değilde; toplumun aksayan yönlerine savaş açan birisi. Yani toplumsal takılan bir tipti. Ben daha çok bireyin iç dünyasına yöneliyorum.”

    “Ne güzel. Peki benim durumum ne oldu şimdi?”

    “Yarın müsaitseniz gelin kaydınızı yapalım Fahri Bey.”

    “Fahri değil; Fahrettin!”

    “Çok özür dilerim, bağışlayın beni lütfen.”
    Tümünü Göster
    ···
  20. 20.
    0
    “Önemli değil, yarın görüşmek üzere,” diyerek telefonu kapattım.
    29 yıllık ömrümün en ilginç 4 dakikalık konuşmasıydı. Ve itiraf ediyorum hayatımın en uzun telefon görüşmesiydi. Değişmeyen bir şeyim varsa o da teknolojiye karşı olan tutumumdur. Geriye kalan her şey, seçimlere bir kala yapılan yollar gibi değişti.

    Eve vardım. Sağ salim dönebildiğim için mutluydum. Dışarı da lapa lapa kar yağıyordu. Evin sıcaklığını biraz daha yükselttim. Mutfağa geçip sert bir kahve yaptım. Yanıma da bitter çikolata aldım. Bir yandan keyifle tıkınırken bir yandan da karanlığa koşanlar derneğini düşünüyordum. Acaba yarın neler olacaktı. Freud denen adam beni iyileştirecek miydi. Yarına daha umutlu bakabilecek miydim...

    Bir bakalım. Şimdiye dek hayatımda olağan dışı bir şey olmadı. Karanlıkta ters giydiğim pantolonlar oldu sadece. Teki bulunamayan çoraplarım oldu. Gidemediğim şehirler oldu. Açılamadığım kadınlar ve kapatamadığım yaralar oldu. Yasa dışı işler yapmadım. Sadece kendi yalnızlığımla kavgalı oldum. Ben iyi şeyler hak ediyorum Freud'cum; beni iyileştirmek zorundasın.

    Bütün bunları düşünürken -daha doğrusu kendimle konuşurken- uyuya kalmışım. Uyandığımda saat 05:30'du. Tekrar yatmak gelmedi içimden. Zaten böyle şeyleri kaçırmayacaksın. Uyanmışsın, gün daha yeni ağarmış, bulunduğun sokak derin bir uykuda, belki bir kaç kumru sesi var sessizliği bölen; bakıyorsun sokağa öylece. Her şey geliyor aklına, daha önce düşünmediğin şeyler. Daha sonra yapacağın şeyler. Hüzünle karışık bir huzur geliyor belki. Belki ben abartıyorum. Belki yakında şair olurum. Kim bilir ?
    ···