1. 13601.
    0
    yalnızlık, bir güzelin kalbe işleyen bakışlarından mahrum yaşamaktır.
    ···
  2. 13602.
    0
    şu huur çocuğu bilgisayara ve matematik, fizik, tarih kitaplarına mahkum olmaktır
    ···
  3. 13603.
    0
    hayatın en acımasız hali;
    her şeyi farketmeye başlayınca yaşatması...
    aşkı, ayrılığı, ölümü ve zorunlu vedaları.
    öyle çok hüzün birikiyor ki bazen şuraya yazacak kadar çaresiz ve bir o kadar taktan hissediyorum kendimi.
    yine yalnızım.
    bu gece de...
    tıpkı evvelindeki gibi..
    ···
  4. 13604.
    0
    artık sap olduğuma göre buraya yazabilirim

    yalnızlık demek bu entry'i okumak demektir
    ···
  5. 13605.
    +1
    insanın sessizlikle imtihanı. net.
    ···
  6. 13606.
    0
    gecenin bi vakti evde tek başına olmaktır
    ···
  7. 13607.
    +2
    yalnızlık = amsızlıktır . açık ve net
    ···
  8. 13608.
    +4
    bu başlığı diriltmektir
    ···
  9. 13609.
    0
    açtığım başlığa kimsenin yazmamasıdır amk
    (bkz: iddaacı panpalarım gelin hele bir)
    ···
  10. 13610.
    0
    yalnızlık tıklım tıklım dolu otobüste ayakta durmakta zorlanan insanların yanına oturmamasıdır
    edit: kokuyoda olabilirsin
    ···
  11. 13611.
    0
    reserved
    ···
  12. 13612.
    0
    yalnızlığın kesin tanımı yoktur
    ···
  13. 13613.
    0
    kime gore neye gore yalnızlık
    ···
  14. 13614.
    +1
    sağ altta saat var ya ona bakıp bi sigara yakmaktır
    ···
  15. 13615.
    +5 -1
    (yitirdiğin her şeyde kazandığın bir şey var; kazandığın her şeyde biraz yitirdiklerin. bu yüzden birileri hep ısınıp dururken dinmez üşümelerin... )

    ben de benim olmayan şeylerle varım; benim olan zaten benimse, olmayan şeylerle... varsam, buradaysam belki de onlar için... yüzün için belki de, yüzün nerede?

    birbirini tekrarlayan günlerin yaslı boğuntusunda nedir aradıkları insanların? bu koşuşturmada, bin telaşla! herkes birileriyle bir mutluluk düşü kuruyor; o düşle ıslanıyor, o düşle uyuyup uyanıyorlar; sonra düşleri de yakıyor günler. bu kez yeni bir düş daha kuruyorlar; sonra bir daha, bir daha! bütün düşleri yakıyor günler.

    yaşam yanıltmanın, insanlar yanılmanın ustası oldukça yine yeni düşler deniyor ve deneniyorlar...

    işte her düşün peşine bir şarkıyı takıyorlar. düş gidiyor, peşisıra şarkı da. bir de(n) paramparça oluşunu görüyorlar düşlerin. her düşle bir şarkıyı yakıyorlar... şarkılar yakıyorlar; şarkılar onları yakıyor sonra.

    /insan,
    insanın diyalektiğine tükürüyor; insanı yakıyorlar!/

    bunları düşünüyorum ve akıp gidiyor günler siyah beyaz resimler hırçınlığında. sormuştun ya, işte her şey ortada, her şey! önce kuşları vurdular orada, paramparça parçaları bir yana; bir bir savruldu yangınların ortasına kanatları da! ben soluk soluğa dışarıdayım, seni buldum... seni buldum ya, bu kez seni vurdular orada, seni!

    her şey sürdü yine, her şey! baktım daha durmuş da uzayın rengini demliyor asalak dünya; baktım ki dağlar ve güller yine akraba; daha bembeyaz uyuyordu kadınlar o esmer uykularda. oysa seni vurmuşlardı, seni, orada!

    sonra gelip geçen her sabahla öyle susadım ki yüzüne yokluğunda... yüzünü özledim, yüzünü, anlasana!

    “anlasana” diye yazdım ve üç nokta koydum yanına, ama boşuna, boşuna; “boşuna!” diye yazdım ve kalkıp dışarı çıktım. saat 0.5’i birkaç dakika ve bir miktar saniye geçiyordu; ağaran günün teninden sağanak dökülüyordu.
    yüzünü aradım...
    yüzünü aradım: kalan kuşlar sen bu kentteymişsin gibi uçuyorlardı. insanlar kalabalık ve kabarıktı; silahları ellerine, tetikleri parmaklarına göre seçiyorlardı.

    uçaklar pike yaparken bu kentin göklerinde, bak dedim, bakacak bir göğümüz bile kalmadı işte!

    yüzünü aradım gökyüzünde...

    yüzünü aradım: sabahın tenine birer birer dağılırken işçiler; yüzünü aradım rastgele atılırken kahve önlerine iskemleler. günler siyah beyaz resimler hırçınlığında ve ben burada bir eski çağ enkazında!

    kızlar, boyanıp kuşanıp kız kıza dansederken düğünlerde, yüzünü aradım, kendi olan yüzünü düğünlerde... sonra gelinler korkularını atmışlardı eşiklere; yorgunluktu sonrası işte, yüzünü aradım gelinlerde...

    yüzünü aradım, geçtim...

    geçtim: şarkıları paramparça görmekten, bu satırları yazmaktan geçtim! oysa hep kalemimle değil, bir gün kanımla kıpkızıl yazmak istedikleri vardı benim de; onları henüz yazmamış olmaktan geçtim... çalışma masamdan kalkarak elimdeki fincanı duvara çarpıp paramparça etmekten geçtim!

    geçtim: sabahla birlikte kaynayan çorba kazanlarının kokularından, yol boyu uykularını alamamış köpeklerin korkularından; siyah ışıklardan, çoğalan çocuklardan, azalan ağaçlardan, arabesk feryatlardan ve ucuz umutlardan...

    “iyiyim, sağol, sen nasılsın”lı merhabalardan; ağır ağır yayılan çöp kokularından, farlarını kapamayı unutmuş taşıtlardan, feodal şatolardan ve yasalara yelkovanlık yapıp, kendinin saniyesi bile olamayanlardan!
    hızla kirlenen bir dünyadan hızla geçtim...
    geçtim: sensizliğin tahriş olmuş sızılarından, eksoz homurtularından, cami avlularından, düşleri iğdiş huurlardan, yasadışı iş yapan yasa memrularından... ellerini çaldırmış ellerime bakmaktan geçtim; sensizliğe inanmamaktan...

    sis kaplamıştı kenti; dağılsa sanki bir ..k varmış gibi! sisleri yarıp geçtim... yoktun, kendimden geçtim; kızdım, dağıttım, sana küfürler ettim... bir bilsen sana ne güzel küfürler ettim; yoksa kederden geberecektim!

    gökyüzü tümünü de ağır ağız izledi; gökyüzünün renginden geçtim...

    sonra yeni kuşlar üşüştü gökyüzüne. bir sevindim, bir sevindim; gökyüzü yüzlerce kanattı işte! ama sen, sen orada bir serçe gibi üşüyor muydun yine?

    üşüyordun ve bunu biliyordum; çünkü her şey ortada, her şey! bak, kimin temiz bir göğü varsa kirletip bırakmışlar avuçlarına... bu yüzden insanlar elleri ceplerde çıkıyorlar sabahlara. coşkular deprem, sevinçler sıtma...

    söyle senin yüzün nerede, yüzün?
    nerede başlar bir aşk ve biter, nerede? nerelere gömerim seni ben, nerelerde ölürsün oysa sen!

    nerede, yüzün nerede?

    sonra çıkıp bu kentin uğultusuna çarpıyorum; bu kent de uğultusunu bana çarpıyor, çarpışıyoruz, kimseler görmüyor...

    bir sorudur: “kurtarıcılar işgâlci olabilir mi? ya da işgâlciler kurtarıcı?” sonra oturup yüreklerden damlayan terin hesabını tutuyorum... hesabını kimselerin bilmediği bahçelerin dudağında kanayan uzak güllerin. sevgiye bütün misillemelerin, gecelerin, seslerin, kederlerin... karacadağlı bir çocuğun kan çıbanının, şemdinlili bir ağıdın, kasrik’ten esen poyrazın, peru’da bir balıkçının ve botan’da yakılan köy evlerinin...

    öyle acı ki her şey unutmak istiyorum! kendimi bir menekşenin rengine, bir gülüşe k(atıp) unutmak! unutma düşüncesini bile unutmak!
    yitirmiştim o aşkın kimliğini, hükümsüzdü... hükümsüze hükümlü bir aşkı unutmak istiyorum... sonra asker çocukları, mapus çocukları, ayyaş babalara sitemsiz çocukları, yitirilmiş çocukları...

    uçarı bir çocukluğu yitirmiş benim de yüzüm; yüzüm, zamansız ihtilallerde. ihtilalleri tutun çocuklar erken yaşlanmasınlar!
    yarayı tutun, yarayı! güçleri öpüştürün, gökyüzünü dönüştürün; yoksa ölünür alnında günün! ölmeleri hani sessiz, hani genç, unutmak istiyorum!

    eski yoldaşların gözbebeklerinde kaynayan bir düşün düşüşünü unutmak! unutmasam, ben de kalemimi kendim için kıracağım!

    biz kapkara gecelerin göğünde küçük, ak noktalardık; bir düşünün, ne aklıklar gizler gece; ne aklıklar öyle susar gecede, ama öyle öyle çok gecedir ki gece, aklığımızı büsbütün örtecek kadar...

    örtülüşünü
    usulca
    aklığımızın
    unutmak istiyorum...

    işte bundan, coşkuyu sevmiyorum artık öyle kabara köpüre nehirler gibi; siz orada kalabalık ve kabarık kalın, sağolun, yalnızlık iyi, yalnızlık iyi...

    yalnızdım, üşüyordum ey özlem! beni bir gün belki bu özlem öldürecekti. ölecektim bir gün erken, belki kederden. yakın o gün! beni yakın! savrulup aksın küllerim dicle nehrinden...

    akıp geçerken günler siyah beyaz resimler hırçınlığında, sormuştum ya, işte her şey ortada, her şey!

    /ben ölürüm; dağlar ve güller yine akraba... /

    artık gün doğunca bütün darağaçlarını kursunlar, kursunlar, kur-sun-laar! her şey bu kadar güzelken, böyle bir yanıyla sığ yaşanana, boğulana, savrulana, kirlenene dalkavukluk, çirkinliğe figüranlık etmekten bık-tıııııııım!

    ya kuşlar?
    sahi, ne demek ister kalan kuşlar?

    -y.o.

    edit: bu kadar uzun yazıya şuku geliyorsa harbiden yalnızız.

    http://www.youtube.com/watch?v=wcuw_3DRlUs
    Tümünü Göster
    ···
  16. 13616.
    0
    sevdiğin kadar sevilmemektir. bin gibi kalıp çevrendekilere yalan gülümsemelerle her şey yolundaymış gibi yapmaktır. çünkü hayatına artık bin olarak devam eden birine bin gibi kalmış olmak yakışmaz.
    ···
  17. 13617.
    +1
    - inci sozluk - sevgi kodugum baska ne olacak
    ···
  18. 13618.
    +2
    yalnızlık başlığın hortladığını görüp en baştan okumaya başlamaktır
    ···
  19. 13619.
    0
    fener lazio maçına bilet lazımsa pm den ulaşın
    ···
  20. 13620.
    +1
    Yalnızlık Ömrüm Boyunca Tanımadığım Bir Yabancıydı
    Onunla Şimdilerde Beraber Uyanıyoruz.
    ···