/i/Hikaye

Herkesin bir hikayesi var, ya senin hikayen nedir?
    başlık yok! burası bom boş!
  1. 23.
    0
    Neyse, bu depo olayının ardından bir gün evde tek başıma oturup, televizyon izliyordum. Hatırlıyorum, bir tane duvara monteli telefonumuz vardı. Duvar tip telefon denir bunlara. Ahizesi duvara paralel, yani yere dik durur. Ben boyum yetişmediği için, bu telefonu açmak için kanapeye çıkardım. O gün telefon çaldığında, merakla ahizeyi kaldırıp kulağıma zütürdüm. Karşı taraftan hiç ses gelmiyordu. Sadece boğuk bir homurtu ve ufak tefek tık mık sesleriydi. Hemen birkaç gün önce yaşadığım olay aklıma geldiği için taş kesildim. Elimde telefon ahizesi dururken, az daha bayılacaktım. 8 yaşında bir çocuktum; aklım başımdan gitmiş halde, kanepenin üstünde elimde telefon donakaldım.
    Karşı taraf telefonu kapatmıyordu. Ne olduğu belli olmayan bir homurtudan başka bir şey yoktu. Bu strese dayanamadım ve telefon elimden düştü. Bilincim beni terk etmişti adeta. Evin dış kapısına nasıl geldiğimi hatırlamıyorum. Gözlerim faltaşı gibi açıktı ama bir şey gördüğüm yoktu. Ama dış kapıyı açtığım anda gözümden tekrar yaşlar boşandı. Ayaklarımı yere vura vura, ağlaya ağlaya apartmandan aşağı indim. Dairenin anahtarını içeride unuttuğumun filan zaten farkında değilim. Tek istediğim birkaç insan görmekti. insanların arasına karışmak, akan trafiği görmek için, göz yaşlarıma umursamadan sokağa çıktım. Sonra gittim, bir kaldırımda, başımı ayaklarımın arasına sokup hüngür hüngür ağladım.

    ikindi saatlerinde sokaklarda tanıdık kimse yoktu. Sokaktan tek tük geçenler vs. Ne zaman sonra bilmiyorum, birinin eli başıma dokundu. Bu bakkaldı. Uyuz bir adamdı bu bakkal. Çoluk çocuğundan yaşlısına kimse sevmezdi kendisini. 90’larda mahalle samimiyeti vardı ama yalan söylemek yersiz, 100 bin lira ise bir şişe coca cola (o zamanın parası) 10 bin lira ekgib versen asla vermezdi. Dükkanının önünde küçük bir beton alan vardı; top oynatmazdı. Müşterilere gülmezdi vs. Yani antipatikti mahallede. Yine de alışverişini mahalleli ondan yapardı. Ama uyuzun teki der, geçerlerdi işte.

    işte bu bakkal beni dakikalarca böyle oturmuş görünce, dükkanı bırakıp yanıma gelmişti. Yüzüm artık ne kadar perişan haldeyse, normalde çok sıcakkanlı olmamasına rağmen, evladım sana ne oldu, dedi. Ağzını “o” yapmış, dikkatli gözlerle suratımı inceliyordu. Birisi mi dövdü, dayak mı yedin, diye sordu ama bence sorusunun doğru bir soru olmadığını düşündü kendisi bile. Çünkü, gözlerime bakışında farklı bir şeylerin olduğunu sezdiğini anlıyordum. Bence o zaman için, mutlaka tacize veya benzeri bir şeye uğradığımı sanmış olmalı. Dayakla bile böyle ağlanmaz, bir surat böyle olmaz diye düşünmüştür. Sonra daha mantıklı olduğuna inandığı bir soru daha sordu; birine bir şey mi oldu evladım...

    bu iki kısmı sizi bekletmemek için ekliyorum. devamı gelecek.
    Tümünü Göster
    ···
  2. 22.
    +1
    Eve gittim. Çok ağlamıştım. Gözyaşlarımı durduramamıştım. Alnımdaki sinirler ağlamaktan ağrımıştı artık. Bir çocuk olarak ilk kez bu denli gürül gürül ağlıyordum. Bunun bir sebebi de belki, bütün bu yaşananları kafamda bir mantığa oturtamamış olmamdı. Mesela birinin bahçesine top kaçırsam, adam da beni yakalayıp tokatlasa yine çok ağlardım. Ama sonra susar ve yoluma da devam ederdim. Çünkü sebebini gayet iyi anlardım. Yediğim tokadın gittiği yeri, anldıbını bilirdim. Ruhumda bir delik, kapanmaz bir yara açılmıştı sanki. Durdurulamaz biçimde ağlamış ama bir türlü rahatlayamamıştım.

    Her neyse, sonraki ilk birkaç günde, kaçınılmaz biçimde uslu bir çocuk olmuştum. Sadece söyleneni yapıyor, hiçbir şeyi ikiletmiyordum. O dükkana ise gitmeyi bırak, sokağından geçmeye bile cesaretim kalmamıştı. Sanki kırıp bıraktığım o küçük cam deliği, o dükkanın bulunduğu sokağa girsem, beni ensemden yakalayıp, kaçıracakmış gibi gelirdi. Kendi sokağımda bile ürpertiyle yaşıyordum düşünün. Tek başıma kalmamaya çalışıyordum; saklambaç oynarken tek başıma saklanmıyordum. Arkadaşlar eve dönerken, bizim apartmana giren arkadaşla evime mutlaka gidip, sona kalmıyordum.

    Aklımda pek çok şey vardı; bunlardan en önemlisi gelen telefon çağrısıydı tabii. Süper kahraman modelleri artık o kadar ilginç bile gelmiyordu. Ama bunlar içimde saklayabildiğim; içim içimi yese de dışarı vermemeyi başarabildiğim görüntülerdi. Öte yandan, ortada kırılmış bir de cam vardı. işte bu olayların zütümde patlamasına sebebiyet verebilirdi.

    Bu kırık camı kim fark edecekti? Kim Çetin amca’ya haber verecekti? Ya da kimse umursamayacak mıydı bu cam kırığını? Deponun başına bir şey gelir miydi gibi sorular beynimi kemiriyordu. Çocukla bir saflık ve korkuyla tüm soruları görmezden gelip kafamı kuma gömmekten başka bir şey yapmıyordum.

    Sabahçı olduğum için bazı günler eve annemden önce gelirdim. Annem misafirlikte ise ondan anahtarı alırdım; annem pazara gittiğinde ise su sayacının arkasında bulurdum anahtarı. Böyle girerdim eve. Annemi evde bulamadığımda, kapının önünde altıma işemişliğim vardır çünkü. Bunun için de az dayak yemedim. Annem bunun için fena haşlardı.
    ···
  3. 21.
    0
    Rezerve
    ···
  4. 20.
    0
    giberim boyle hikayeyi
    ···
  5. 19.
    0
    Rezervasyon
    ···
  6. 18.
    0
    Rezervasyon
    ···
  7. 17.
    0
    Rez amq
    ···
  8. 16.
    0
    Rez amk
    ···
  9. 15.
    0
    dediğim gibi rez durumuna göre devam ederim. sonuçta arz-talep meselesi. hayırlı günler.
    ···
  10. 14.
    0
    vay amk
    ···
  11. 13.
    0
    buzlu camda elimi siper yaparak içeriyi incelemeye koyuldum. yine her zamanki gibi bir çalışma masası ve bir sürü porselen bir şeyler göze çarpıyordu. fincanlar, vazolar, tabaklar, bir sürü balya balya gazeteler. bunların hiçbiri satılabilecek kondisyonda değildi. bir çoğu satılabilecek şey de değildi. öyleyse burada bu deponun olmasının amacı neydi?

    her şeyi toz içinde olduğunu anlayabiliyordum. burasının bir atölye olmadığı da belliydi. zaten gelip gittiğim onca zamandan içeride hiçbir hareketlilik olmadığını biliyordum. çetin amca'nın ne ara gelip uğradığı bile belli değildi.

    sanki, evine sığmayan eski eşyalarını koymuş gibiydi. ama bunca porselen tabak, çanak, biblo ve ne için saklandığı belli olmayan gazeteler mi eski eşyaydı? büyük bir masa, büyük bir dolap ve raflarında gördüğüm masa saati, yapma çiçek ve ıvır zıvırlar mı, orada buradaki komodinler mi gelecekte işe yarardı zaten?!

    her şeyi bilmek istiyordum. elimden geldiğince mantıklı senaryolar kurmaya çalışsam da, bir insanın evinden uzakta bir depoda böyle şeyler bulundurmasını anlayamıyordum.

    işte o gün, elimi buzlu cama siper ettiğimde tüm bu saydıklarıma ilaveten yeni şeyler de görmüştüm. bunlar cansız mankenler gibiydi. hatta canlı olabilirler mi diyerek iyice bi' inceledim. buzlu camdan görebildiğim kadarıyla hareket eden bir şey yoktu.

    resmen cansız mankendi bunlar. ama sıkı durun, ilginç olan ve aklımı başımdan alan şey bu üç mankenin, üç süper kahraman kostümü giymiş cansız mankenler olmasıydı.

    buzlu camdan net görebildiğim bir batman vardı. kostümünü net seçebiliyordum. diğerlerini de az çok anlamıştım. peleriniyle süpermen ve diğer de örümcek adam. işte şimdi dumura uğramıştım.

    bunca zamanda bu deponun ne işe yaradığını anlayamamıştım ama en azından bildiğim şey şuydu ki; burada ıvır zıvır şeyler vardı; en azından hepsi eskiydi; aklımın çok uzak kenarlarında da olsalar, belki bir arkadaşa aittiler; belki eskiden açtığı ama iflas ettikten sonra atmadığı, öylece elinde kalakalan, belki bir gün bir daha bir işler yaparım diyerek depoya koyduğu, ama şimdi tamamen,, buralarda unuttuğu şeylerdi. dediğim gibi, bunca zaman gözlemlediklerim, en azından kendi içinde standarttı. ama bu gıcır gıcır süper kahraman kostümlü cansız mankenleri anlayamıyordum.

    işte o gün içeri girmeye karar verdim. buzlu cam dediğim o dikdörtgen pencere kelebek gibi bir şeyle içeriden kapatılmıştı. her şeyi göze alarak, camı biraz kırdım ve elimi sokarak kelebeği içeriden açtım.

    gün ışığıyla birlikte, deponun içinde havada uçuşan tozları görebiliyordum. içeri atladım. deponun büyüklüğünü bir kolaçan ettim. sıra süper kahraman cansız mankenlere bakmaktaydı. böyle bir şeyi kim nereden bulur ve buraya neden getirirdi. gerçekten aklım hafsalam almıyordu.

    bir yandan zütüm üçbuçuk atıyordu. bu depoda aylardır veya yıllardır temizlik yapılmamış olmalıydı. masa, zemin, raflar her yer toz içindeydi. o anda telefon çaldı.

    kalbim gürp gürp atmaya başladı. yaşım 8'di ama kalp krizinden ölsem ölürdüm. olduğum yerde donakaldım. odaya atladığım o küçük pencere artık bana ay kadar uzaktaydı. oraya artık hangi güçle nasıl çıkabileceğimi bilmiyordum. dizlerimde derman kalmamıştı. gözlerim yerinden uğramıştı.

    duyduğum şey gerçek miydi; telefon gerçekten çalıyor muydu?! eğer pencereye yönelirsem, arkamdan birinin çıkıp beni yakalayacağını düşünüyordum. yüreğim ağzımdaydı ama nedenini bugün bile açıklayamadığım ani bir kararla telefon sarıldım. belki de sadece artık susmasını istediğim içindir. çünkü bu loş ve terk edilmiş depoda bir telefonun devamlı çalması aklımı başımdan alıyordu.

    Karşıdakinin kim olduğunu bilemediğimden, belki de kötü bir amaçla depoya girdiğim sanılmasın diyerek telefonu kulağımda tuttum. açık kapatmak bana daha delice geldi. birine karşı fena halde saygısızlık olurmuş gibi hissettim.

    telefonun kaldırdığımda, karşı taraftan, gerçekten çok kalın ve davudi bir ses, “sen günahkarsın, bunu biliyorsun”, dedi. telefonu gözyaşları içinde elimden bıraktım.

    ve ağlaya ağlaya, hala nasıl toplayabildiğimi kestiremediğim son gücümle pencereden dışarı çıktım. hiçbir şey düşünemiyordum. gözyaşlarım sel olmuş akarken eve ağlaya ağlaya yürüdüm...

    not: rez durumuna göre devamı olacak. şimdilik bu kadar.
    Tümünü Göster
    ···
  12. 12.
    0
    mahallede bir sürü arkadaşım vardı. ama bu merak yalnızca bana özeldi. kimse çetin amca'yı ya benim kadar tanımıyor; (ki ben de ilginçliklerini biliyordum, başka bildiğim bir şey yoktu hakkında) ya da benim kadar merak etmiyordu(yani diğer apartman sakinleri).

    bir defasında yine o bodrum katı deposunu incelemek için bir başıma deponun en üstünde yer alan benim eğilmek zorunda kaldığım pencerenin önündeydim.
    ···
  13. 11.
    0
    bir diğer alışkanlığımda her hafta mutlaka arada sırada uğradığı depoya benzer mekanına gitmekti. bu mekan bir tarafı siyah ziftle komple boyanmış eski bir apartmanın altında idi. eğilerek bakabileceğiniz küçük, buzlu camdan pencereleri vardı. eğilip içerdeki şeyleri görmeye çalışırdım. burada bu şeyleri neden tuttuğu anlamak istiyordum.
    ···
  14. 10.
    0
    ama ben unutmamıştım. bazen beni duysun varlığımdan haberdar olsun diye evin içinde zıplayıp, kendimi marleylerin üzerine atar, yuvarlanırdım. asla şikayete gelmemişti. okula giderken, apartmanın merdivenlerinden üst kata çıkabildiğim kadar çıkar, mutlaka evinin önündeki ıvır zıvır eşyayı incelerdim.
    ···
  15. 9.
    0
    tabii bütün bu davetler bir dönem yapılmış ve sonra tamamen vazgeçilmiş girişimlerdi. işin aslı, artık kimse çetin amca'yla uğraşmıyordu. yalnızca sabahları balkona çıkıp sepet sarkıtmazsa ya da o çok nadir evinden çıktığı günler karşılaşılmazsa, öldüğü anlaşılacak ve polise, ambulansa haber verilecekti. onun dışında çetin amca unutulmuştu.
    ···
  16. 8.
    0
    çetin amca asla kapıyı çalma girişimlerine, seslenmelere cevap vermezdi. apartmanda yangın çıkmıştı ama o zaman bile dairesinden çıktığı görülmemişti. ramazanlarda kendisi karşılıksız biçimde iftara çağrılır ama buna bile icabet etmezdi.
    ···
  17. 7.
    0
    dolayısıyla hem bu dairenin önü, hem de çetin amca'nın evinin önü böyle abidik gubidik mobilyalarla ve iri taş biblolarla filan doluydu. ayrıca çetin amca'nın kapısının önünde, yani evinin dış kapısının dışında bir de korkuluklu demir kapısı vardı. yani demir kapı da kapalı olduğu için evin kapısını tıklatmanız imkansızdı.
    ···
  18. 6.
    0
    Bi yolunu bulup girdin eve tabi
    ···
    1. 1.
      0
      dinle dayı 4 kere hacca gittik geldik. sabır
      ···
  19. 5.
    +1
    ve nedendir bilinmez sürekli kendisini görmek, neler yaptığını anlamak için evine gizlice sızmayı planlıyordum. ne yazık ki, evi, apartmanın en üst katındaydı. öyle herhangi bir sebeple de olsa evinin önünden geçmek imkansızdı. biz bir altında oturuyorduk. karşısında bir tek daire vardı ama orası da yüklük gibi köhne bir daire olup çıkmıştı. sahibi filan neredeydi bilen yoktu.
    ···
  20. 4.
    +1
    kitap yazdığını söyleyenler vardı ama ben buna inanmıyordum. doğrusu çetin amcayla ilgili herkes bir şeyler sallıyordu. bu iddiaların hepsinin ortak noktası ise, çetin amca'nın sıradışı bir şeyler karıştırdığına yönelikti.
    ···