1. 1.
    0
    seviye yukseltiyorum binler

    ölü bir yılan gibi yatıyordu aramızda
    yorgun, kirli ve umutsuz geçmişim
    oysa bilmediğin birşey vardı sevgilim
    ben sende bütün aşklarımı temize çektim

    i̇mrendiğin, öfkelendiğin
    kızdığın, ya da kıskandığın diyelim
    yani yaşamışlık sandığın
    geçmişim
    dile dökülmeyenin tenhalığında
    kaçırılan bakışlarda
    gündeliğin başıboş ayrıntılarında
    zaman zaman geri tepip duruyordu.
    ve elbet üzerinde durulmuyordu.
    sense kendini hala hayatımdaki herhangi biri sanıyordun,
    biraz daha fazla sevdiğim, biraz daha önem verdiğim.
    başlangıçta doğruydu belki.
    sıradan bir serüven, rastgele bir ilişki gibi başlayıp,
    günden güne hayatıma yayılan, varlığımı ele geçiren,
    büyüyüp kök salan bir aşka bedellendin.
    ve hala bilmiyordun sevgilim
    ben sende bütün aşklarımı temize çektim
    anladığındaysa yapacak tek şey kalmıştı sana
    bütün kazananlar gibi
    terk ettin.

    yaz başıydı gittiğinde, ardından,
    senin için üç lirik parca yazmaya karar vermistim.
    kimsesiz bir yazdı. yoktun. kimsesizdim.
    çıkılmış bir yolun ilk durağında bir mevsim bekledim durdum.
    çünkü ben aşkın bütün çağlarından geliyordum.
    sanırım lirik sözcüğü en çok yüzüne yakışıyordu
    yüzündeki kuşkun kedere, gür kirpiklerinin altından
    kısık lambalar gibi ışıyan gözlerine
    çerçevesine sığmayan
    munis, sokulgan, hüzünlü resimlerine
    lirik sözcüğü en çok yüzüne yakışıyordu.

    yaz başıydı gittiğinde. sersemletici bir rüzgar gibi geçmişti mayıs.
    seni bir şiire düşündükçe
    kanat gibi, tüy gibi, dokunmak gibi
    ucucu ve yumuşak şeyler geliyordu aklıma.
    önceki şiirlerimde hiç kullanmadığım bu sözcük
    usulca düşüyordu bir kağıt aklığına,
    belkide ilk kez giriyordu yazdıklarıma, hayatıma.
    yaz başıydı gittiğinde. bir aşkın ilk günleriydi daha.
    aşk mıydı, değil miydi? bunu o günler kim bilebilirdi?
    'eylül'de aynı yerde ve aynı insan olmamı isteyen' notunu buldum kapımda.
    altına saat: 16.00 diye yazmıştın, ve 16.04'tü onu bulduğumda.
    daha o gün anlamalıydım bu ilişkinin yazgısını
    takvim tutmazlığını
    aramızda bir düşman gibi duran zamanı
    daha o gün anlamalıydım
    benim sana erken
    senin bana geç kaldığını.

    gittin. koca bir yaz girdi aramıza. yaz ve getirdikleri.
    döndüğünde ekgib, noksan bir şeyler başlamıştı.
    sanki yaz, birbirimizi görmediğimiz o üç ay,
    alıp zütürmüştü bir şeyleri hayatımızdan, olmamıştı, ekgib kalmıstı.
    kırılmış bir şeyi onarır gibi başladık yarım kalmış arkadaşlığımıza.
    adımlarımız tutuk, yüreğimiz çekingen, körler gibi tutunuyor, dilsizler gibi
    bakışıyorduk.
    sanki ufacık bir şey olsa birbirimizden kaçacaktık.
    fotoromansız, trüksüz, hilesiz, klişesiz bir beraberlikti bizimki.
    zamanla gözlerimiz açıldı, dilimiz çözüldü güvenle ilerledik birbirimize.
    gittin. şimdi bir mevsim değil, koca bir hayat girdi aramıza.
    biliyorum ne sen dönebilirsin artık, ne de ben kapıyı açabilirim sana.
    şimdi biz neyiz biliyor musun?
    akıp giden zamana göz kırpan yorgun yıldızlar gibiyiz.
    birbirine uzanamayan
    boşlukta iki yalnız yıldız gibi
    acı çekiyor ve kendimize gömülüyoruz
    bir zaman sonra batık bir aşktan geriye kalan iki enkaz olacağız yalnızca
    kendi denizlerimizde sessiz sedasız boğulacağız
    ne kalacak bizden?
    bir mektup, bir kart, birkaç satır ve benim şu kırık dökük şiirim
    sessizce alacak yerini nesnelerin dünyasında
    ne kalacak geriye savrulmuş günlerimizden
    bizden diyorum, ikimizden
    ne kalacak?

    şimdi biz neyiz biliyor musun?
    yıkıntılar arasında yakınlarını arayan öksüz savaş çocukları gibiyiz.
    umut ve korkunun hiçbir anlam taşımadığı bir dünyada
    bir şey bulduğunda neyi, ne yapacağını bilmeyen çocuklar gibi
    ve elbet biz de bu aşkta büyüyecek
    her şeyi bir başka aşka erteleyeceğiz.

    kış başlıyor sevgilim
    hoşnutsuzluğumun kışı başlıyor
    bir yaz daha geçti hiçbir şey anlamadan
    oysa yapacak ne çok şey vardı
    ve ne kadar az zaman
    kış başlıyor sevgilim
    i̇yi bak kendine
    gözlerindeki usul şefkati
    teslim etme kimseye, hiçbir şeye
    upuzun bir kış başlıyor sevgilim
    ayrılığımızın kışı başlıyor
    giriyoruz kara ve soğuk bir mevsime.

    kitaplara sarılmak, dostlarla konuşmak,
    yazıya oturup sonu gelmeyen cümleler kurmak,
    camdan dışarı bakıp puslu şarkılar mırıldanmak...
    böyle zamanlarda her şey birbirinin yerini alır
    çünkü her şey bir o kadar anlamsızdır
    i̇çimizdeki ıssızlığı dolduramaz hiçbir oyun
    para etmez kendimizi avutmak için bulduğumuz numaralar
    bir aşkı yaşatan ayrıntları nereye saklayacağınızı bilemezsiniz
    çıplak bir yara gibi sızlar paylastığımız anlar,
    eşyalar gözünüzün önünde durur birlikte yarattığınız alışkanlıklar
    korkarsınız sözcüklerden, sessizlikten de; bakamazsınız aynalara,
    çağrışımlarla ödeşemezsiniz.

    dışarda hayat düşmandır size
    i̇çeride odalara sığamazken siz, kendiniz
    bir ayrılığın ilk günleridir daha
    her şey asılı kalmıştır bitkisel bir yalnızlıkta
    gün boyu hiçbir şey yapmadan oturup
    kulak verdiğiniz saat tiktakları
    kaplar tekin olmayan göğümüzü
    geçici bir dinginlik, düzmece bir erinç
    suyu boşalmış bir havuz, fişten çekilmiş bir alet kadar tehlikesiz
    bakınıp dururken duvarlara
    boş bir çuval gibi, çalmayan bir org gibi, plastik bir çicek,
    unutulmuş bir oyuncak, eski bir çerçeve gibi, hani,
    unutsam eşyanın gürültüsünü, nesnelerin dünyasında
    kendime bir yer bulsam, dediğimiz zamanlar gibi
    kendimizin içinden yeni bir kendimiz çıkarmaya zorlandığımız anlar gibi
    yeni bir iklime, yeni bir kente, bir tutkunluk haline, bir trafik kazasına,
    başımıza gelmiş bir felakete, iskenceye çekilmeye, ameliyata alınmaya
    kendimizi hazırlar gibi.

    yani dayanmak ve katlanmak için silkelerken bütün benliğimizi
    ama öyle sessiz baktığımız duvarlar gibi olmaya çalışırken,
    ve kazanmış görünürken derinliğimizi
    ne zaman ki, yeniden canlanır bağışlamasız belleğimizde
    bir anın, yalnızca bir anın bütün bir hayatı kapladığı anlar
    o tiktaklar kadar önemsiz kalır şimdi
    hayatımıza verdiğimiz bütün anlamlar
    göremeseniz de, bilirsiniz
    hiç yakın olmamışsınızdır intihara bu kadar.

    bana zamandan söz ediyorlar
    gelip size zamandan söz ederler
    yaraları nasıl sardığından, ya da her şeye nasıl iyi geldiğinden.
    zamanla ilgili bütün atasözleri gündeme gelir yeniden.
    hepsini bilirsiniz zaten, bir işe yaramadığını bildiğiniz gibi.
    dahası onalar da bilirler.
    ama yine de güç verir bazı sözler, sözcükler, öyle düşünürler.
    bittiğine kendini inandırmak, ayrılığın gerçeğine katlanmak, sırtınızdaki
    hançeri çıkartmak, yüreğinizin unuttuğunuz yerleriyle yeniden karşılaşmak
    kolay değildir elbet.
    kolay değildir bunlarla baş etmek, uğruna içinizi öldürmek.
    zaman alır.
    zaman alır sizden bunların yükünü
    o boşluk dolar elbet, yaralar kabuk bağlar, sızılar diner, açılar dibe
    çöker.
    hayatta sevinilecek şeyler yeniden fark edilir.
    bir yerlerden bulunup yeni mutluluklar edinilir.
    o boşluk doldu sanırsınız
    oysa o boşluğu dolduran eksilmenizdir.
    ···
  1. 2.
    0
    murathan mungan
    ···
  2. 3.
    0
    özet geçersen giberim
    ···
  3. 4.
    0
    @1 zaaaaaaaaaaaaaaxdxdxd. kusura bakma panpa ama seviye alert veriyordu devreye gireyim dedim.
    ···
  4. 5.
    0
    murathan mungan dan harika ötesi bir sanat eseri!!!

    diyecem sandın demi pic
    ···
  5. 6.
    +1
    sadece ilk satırı okudum.
    gibi kalkmayan bi adamı anlatıyor.
    ···