/i/Korkunclu

Korkularımız yaşamımızı yönlendirir.
    başlık yok! burası bom boş!
  1. 26.
    +1
    Polat amcası Olcan’nun gözlerini çıkarmadı. Olcan’nun elleri kafasının arkasında zincirliydi, boynuna asılı büyük bir süngü vardı. Onun gözleri biraz şiş ve ağzının kenarında salyalar vardı. Bol bol terliyor, beyaz gömleğinin üstünde iğrenç sarı lekeler oluşuyordu.

    Olcan’nun karısı, Didem, yemek odasında onun karşısında oturuyordu. Onun elleri masanın üstünde, uzun kalın tabut çivileri ile çivilenmişti. Kan her tarafa sıçramış ve kurumuştu. O titremek için bile çok yorgundu ama çenesi adeta tren rayları gibi sallanıyordu.

    Polat masanın başında oturuyordu. Onun üzerinde amcasının en iyi takım elbisesi vardı. O amcasının dişlerini tek tek söktü.

    Olcan göz yaşları düşmesin diye, gözlerini kırpıştırdı. “Lütfen, Polat…”

    “Adımı ağzına alma.” Polat gözlerini kıstı ve kaba bir Lehçe ile konuştu. O Amerika da bir yıl kalmasına rağmen, ingilizce olarak hiçbir şey öğrenmemişti. Öğrenmek için çaba harcamıştı fakat diğer Yahudilerin hiçbiri ona yardımcı olmamıştı. Allah bilir Olcan’da Polat’a yardım etmezdi. Yaptığı en iyi şey, uyuması için ona zeminde bir yer vermesi ve yemesi için önüne koyduğu atıklardı.

    “Ne söyledi ?” Didem karısına ingilizce bir şeyler fısıldadı. Karısı bir yabancı ile yatan, kendini alçaltmış bir Amerikandı. Hamile kaldığı için ailesi onu evlatlıktan reddetmişti. Ama Olcan o kadar da kötü değildi. Tabii, çirkin bir adamdı. O soğan gibi kokuyordu ve çok ağır aksanlı bir ingilizcesi vardı. Ama o bir çamaşırhane sahibiydi ve geliri iyiydi. Didem daha kötüsünü yapmış olabilirdi.

    Polat’ın gözleri yavaşça kadına doğru kaymıştı. “Olcan, o domuz karına söyle, lanet olasıca çenesini kapatsın yoksa oraya gelip onu geberteceğim.”

    Olcan suratını buruşturdu ve karısına susmasını söyledi, her kim nefesini kestiyse kadın bir daha konuşmadı.

    Apatman tak ve kan gibi kokuyordu. Polat o tak çukurunda neredeyse bir gün boyunca kaldı. Onun içinde bir şeyler ters gitmişti. Ona hastalıklı bir köpek muamelesi yapılmıştı. Diğer kurtulanlar kahramanlar gibi karşılandılar. Ayrıcalıklı gibi .. O neden aynı muameleyi görmedi ?

    Polat’ın kolunda ki numaralar kaşınıyordu. Aslında ortada bir kaşıntı yoktu, bir alışkanlıktı. Dövmesi neredeyse iki senelikti. Kötü karalanmış numaralar onu tanımlamak içindi, diğer kurtulanlar gibi. Ama Polat hakkında farklı bir şey vardı ve bunu herkes biliyordu.

    Olcan “yiyeceğe ihtiyacımız var,” diye yalvardı. “Bebek acıktı. Lütfen, ihtiyacım var-“

    “Kes sesini.” Polat kalktı ve sandalyeyi tekmeleyerek devirdi. Ahşap zemine düşen sandalye, adeta bir patlama etkisi yaptı. “Ben çocuğa bakabilirim.”

    Polat kampta birkaç çocuğa daha bakmıştı. Tabii ki, çocuklar nadiren kurtuldu. Bunlar genellikle hemen ölürdü. O sadece çocuk taşıyan bir trenin gidişini izlediğini hatırladı. En büyüğü 11 yaşından daha büyük olamazdı. Hepsi gazla öldürüldü.

    Sadece çocukların kamp yapmasına izin verilen özel yerlerden biriydi.

    Polat suratının önüne düşen saçlarını geriye attı. Odada ki donuk hava bunaltıcıydı. Gerçek şu ki, bunun olacağını hiç düşünmemişti. Bu planladığı bir şey değildi. Olcan onun yanık cildiyle dalga geçti ve onu bir köpeğin aradığını ve hayatta kalan kardeşi olması gerektiğini söyledi. Sonunda onu yaralayan şey buydu. Yakınındaki bir mutfak bıçağını aldı ve Olcan’yu kolunun altından bıçakladı. Olcan yarasını tutarak, çığlık attı. Polat sonra kalın ahşap kesme tahtasını eline aldı ve Olcan’nun başına vurdu. Olcan ormanda ki bir ağaç gibi devrildi.

    Didem koşarak kafasına demir dökme tava yemek için geliyordu. Polat Didem’yi duydu ve suratına tavayı geçirerek onu da devirdi. iki vücut yere saçılmıştı. Polat ağır ağır nefes alıyordu ve rahatlamış hissediyordu.

    Onları bağladıktan sonra kendilerine geldiler. Olcan için bir bigiblet zinciri ve süngü kullandı. Aynı zamanda onun bacaklarını bir odun ve dökme tava ile kırdı. Didem’nin ise diz kapağı yerinden çıkmıştı, onuda masaya oturtup ellerini büyük kalın çivilerle çiviledi. Bunları yapması bayağı bir zamanını almıştı. Kamptan beri, bir insana ilk defa dokunuyordu. Çift uyandığında acılar içerisindeydi ve sürekli çığlıklar atıyorlardı. Polat onların yeni doğan bebekleri ile bir saat geçirdi. Bebeği yavaşça sarstı. Bebek Polat’ın hala kanlı olan ellerindeydi.

    Ama Polat şimdi bazı kararlar vermek zorundaydı.

    Olcan acı içinde dudağını ısırdı. “Polat, bu sen değilsin. Sen kampta böyle değildin.”

    “Benim ne olduğum hakkında hiçbir fikrin yok.”

    Polat kardeşi ile birlikte kampa geldiği günü hatırladı. Annesi, babası ve kız kardeşi de onlarla birlikteydi. Onları yuvarlayıp trenin içine koymuştu. Nereye gittiklerini söylemedi. insanlar arasında sadece karmaşa vardı, herkes sarı yıldızlı kıyafet giyiyordu.

    Kampa ulaştıklarında, askerler onları sıraya dizdi. Güçlü, kuvvetli insanları bir bölüme koydular. Çocuk, yaşlı, engelli demeden, onlara bakmadan başka bir bölüme koydular. Polat ve kardeşi on üç yaşındaydılar. Onlar yeter ki çalışsın, yaşları önemli değildi. Yaşlı annesi ve kız kardeşi ile gideceklerini sandılar ama askerler onları durdurdu. Her ikiside yukarıdan aşağı Alman askerine baktı ve daha sonra Alman askerin suratında yavaş yavaş bir sırıtma belirdi.

    “Siz ikiz misiniz ?”

    Polat biraz Almanca konuştu ve kafasını hızlı bir şekilde salladı. O ve kardeşi tek yumurta ikizleriydi.

    Askeri kampın başka bir bölümüne doğru çocuklar el salladı. Anneleri ağlayarak onlara seslendi ama asker annelerini geriye doğru itti. Çocuklar aileleri, ormana doğru zütürülürken izledi. Geride sadece özel üniformalı uzun boylu bir adam kalmıştı ve çocuklara bakıp gülüyordu.

    “Mükemmeller. Ben onların icabına bakarım.”

    “Emredersiniz, Dr. Mahmut.” Asker çocukları iterek yere düşürdü, ikiside dizlerinin üstündeydi. Bu acı yedi ay boyunca yaşayacakları acıların bir kısmı bile değildi. Olcan, Polat’a, Mahmutnin kurbanlarına baktığı gibi baktı. Polat’da birçok kez baktı. Çeşitli deneylere maruz kaldığını hatırladı. Bunlardan biri kulak kanalının içerisine kaynar su dökmeleriydi. Kafatasının içinde yankılanan su sesleri, yaşadığı pgibolojik acı, fiziksel acıdan daha büyüktü. Mahmut laboratuardan ayrıldıktan sonra daha uzundu.

    Ama Polat kardeşi ile karşılaştırıldığında daha az işkence görüyordu. Polat’da neden olduğunu bilmiyordu. Ne yaptı da daha az işkence görüyordu ? Kardeşi neredeyse param parça olmuştu. Onun gözleri, bazı çalışmalar için alınmıştı. Aynı zamanda böbreği de alınmıştı. Her ikisi de, ölçülmüş ve her gün belgelenmişti, ama kardeşi çok daha kötü durumdaydı. Her gün kanı boşalıyordu. O çok bitkin düşmüştü, ayakta zor duruyordu. Polat’ın kardeşine eziyet ettiler ve çoğu zaman Mahmut, Polat’nın izlemesini istedi.
    Tümünü Göster
    ···
   tümünü göster