/i/Hikaye

Herkesin bir hikayesi var, ya senin hikayen nedir?
  1. 951.
    +34 -1
    sınıfta gözüme çarpan bir kız vardı. güzel miydi? derseniz evet ama sadece evet. abartı bir yanı yoktu diyebilirim. bu kızı nasıl anlatsam? cool diye tabir ettiklerimizden. böyle deyince kafanızda hiçbir şeyi giblemeyen yapmacık, atarlı kızlar gelmesin tersine dikkat çekici bir sakinliği vardı ve üstünde eğreti durmuyordu. kızın doğal hali, tavrı cooldu. yürüyüşü, konuşması, bakışı, gözünü kırpışı, montunu giyme şekli, hocalara soru sorarken ki tavrı, zor bir durumunda çözüm düşünürken ki hali... bu kızın adı kübra'ydı. hatta gerçek adı da buydu. değiştirmiyorum çünkü burada kendim hakkında şuana kadar yazdıklarımdan fazlasını bilen tek kişi o.
    kübranın farkına varmam aslında okulun ilk haftalarında oldu. üstünde sıradan açık mavi bir kot pantolon, beyaz v yaka bir tişört, kolunda bir kaç tane bileklik, sırtında sırt çantası ve üstünde oldukça dikkat çeken etnik desenli dediğimiz köylü kadınların giydiği hırkalar gibi bir hırka vardı. sınıfın kapısından girdiğinde ister istemez ona baktım. bir hırka bir başkasına mümkün değil bu kadar uyamazdı. aslında yürürken yavaş değildi ama diyorum ya o kadar cool bir hali vardı ki öyle görünüyordu. gözüne kestirdiği sıraya gitti. çantasını çıkarışından oturuşuna kadar izledim. o gün bana cool olmasından ziyade farklı gelmişti.

    sonraki günlerden birinde kübra derse geç geldi. kapı yavaşça açıldı. içeri yine sıradan giyinen ama mutlaka bir parçayla farkını ortaya koyan kübra girdi. normalde sınıfa geç gelen kişi direk gidip yerine oturur dimi? ama kübra öyle yapmadı. sınıfa girdi. tavana baktı lambalar kapalıydı. döndü ve kapının yanındaki lambalara bastı. hoca falan herkes bir yanan lambalara bir kübraya baktı. o ise dimdik önüne bakarak gidip yerine oturdu, kitabını açtı. bu kızla tanışmak, muhabbet etmek istiyordum. beni rahatlatan bir tavrı vardı. sanki tek lafıyla tüm doğru bildiklerimi yanlış yapabilirdi. sanki dünyada bir toz zerresi kadar değersiz olduğumuz her an aklındaydı.
    kendimce bir plan kurdum. derse birkaç dakika kala gidersem onun yanına arkasına falan oturabilirdim. aynen dediğim gibi yaptım. yanı doluydu tam arkasına oturdum. imza kağıdı dolaşırken omuzuna dokundum bana döndü kağıdı uzattım. teşekkürler dedi. kağıtta imza attığı noktaya odaklandım. kağıdı tam yanındakine verirken tekrar dokundum omuzuna. arkada imza atmayan bir kişi var galiba geri alabilir miyim? dedim. verdi kağıdı. soyadına baktım. akşam faceten profilini buldum herkese açık olan bir iki resmi vardı. o resimlere, altında yorum yapan insanların profiline, beğendiği kanallara her şeye baktım.
    yanına oturma planı bir sonraki hafta işe yaradı. yan yana oturunca ister istemez muhabbet ediyorsunuz. nereli olduğunu sordum. adıyaman dedi. derslerden konuştuk, okul dışında yaptıklarından konuştuk. part-time çalışıyormuş. çıkışta bahçede oturmayı teklif ettim. olur dedi. daha çok konuştuk, çok güldük. uzun zamandır kendimi bu kadar rahat hissetmemiştim. o günden sonra yanına oturmak için bahaneye ihtiyacım yoktu. kim erken gelirse öbürüne yer tutuyordu. tanıdıkça daha çok sevdim onu. sınıfta olan bir olay hakkında, bir siyasetçinin söyledikleri hakkında, tarihte yaşanmış bir şey hakkında ya da benim hakkımda yüzüme yaptığı yorumlar o kadar açık ve netti ki. hocaların dediğinin tam tersini iddia ettiğinde bile hocalar hafif bir geri vites yapıyordu. o açıdan bakarsan ııııı evet doğru ama biz şu yönden konuşuyoruz, bu dediklerini zaten göz ardı etmiyoruz ancak... gibi cevaplar geliyordu hep. çünkü çok insani açıdan düşünüyordu. egolarından, takıntılarından, değer yargılarından tamamen sıyrılmıştı. 'insanın olduğu yerde nasıl kesin yargılarla konuşabiliriz' bu lafı her yorumunda tekrarlıyordu. hayatımda gördüğüm en rasyonel aykırı insan kendisiydi.

    okulun başlayalı neredeyse 2 ay olmuştu. sınavlar yaklaşırken benden ders notu istemişti. notları almaya geldiği gün kantinde ona açılmaya karar verdim. önce notlarda nerelerin ekgib olduğunu, önemli yerleri gösterdim. notları aldıktan sonra nereye gideceğini sordum. yurda dedi. beraber yürüyelim mi dedim. olur ama senin yurdun o yolda değil dedi. ben de seninle zaman geçirmek hoşuma gidiyor. kendimi rahat hissediyorum dedim. güldü, başkalarının yanında neden rahat hissetmiyorsun dedi. bu kez ben güldüm biraz yürüdükten sonra ekledi. bende seninle vakit geçirmeyi seviyorum. acaba nezaketen mi söylemişti? yoksa ciddi miydi? şimdi açılırsam ve olumsuz cevap alırsam benden uzaklaşır mıydı? yok yok mümkün değil uzaklaşmazdı. zaten insanım sonuç olarak şaşırtan eylemlerim olabilirdi. direk söylemeye karar verdim.
    ben senin elini tutmak istiyorum dedim. bana baktı ve elimi tuttu. ben mavi ekran. insan ne demek istiyorsun falan der... o andan sonra el ele yürümeye başladık hatta okuldan tanıdık birkaç kişi gördük onlarda bizi el ele görünce dik dik baktılar. bir kaç dakika sonra sessizliği o bozdu. ne kadar daha tutmak istiyorsun elimi? dedi. gittiği yere kadar dedim. yurda vardık sayılır dedi. kahkaha attım. o da attı. sen bırak diyene ve ben bırakmak isteyene kadar dedim. yurdun önüne geldiğimizde dibime yaklaştı göğüsü göğüsüme değiyordu. parmak uçlarında yükselip kısacık, sade bir öpücük kondurdu. yurdun önündeki güvenliğe aldırmadan içeri girdi.
    ben kendi yurduma gittim. o gün çok mutlu ve sakindim. içimde ilişkimiz hakkında bir merak vardı ama sakin ve huzurluydum. bulaştırdı mı nedir? anlamamıştım.
    Tümünü Göster
    ···
   tümünü göster