1. 1.
    +12 -2
    breaking the waves (1996)

    Danimarka sinemasının en çarpıcı yönetmenlerinden Lars Von Trier?in perspektifinden yine zor bir konu. Aşk, cinsellik ve Tanrı inancı arasında gidip gelerek dalgaları aşmaya çalışan Emily Watson?ın en azından oyunculuk kariyerinde büyük engelleri aştığı gerçek.

    koroshiya 1 (2001)

    içindeki japon aksiyon filmlerindeki komedi karakterleri bir yana, bolca aksiyon var. Ama hepsinden öte Ichi'nin çok acayip drdıbını da izliyoruz. Pek çok hissi aynı anda yaşıyoruz. Açıkçası Ichi son yılların en yaratıcı karakteri olsa gerek, ama ondan daha büyük bir fan kitlesi edinmiş Kakihara sadist-mazoşist bir yakuza olarak ondan aşağı kalmıyor.

    perfect blue (1998)

    ilk izleyişte insanın beynini allak bullak ediyor. Konusu ise içeriğe göre kısmen basit. Japonya'da pop şarkıları söyleyen, Amerika'nın girl band'lerine özenen pek çok grup kurulur her yıl. Pek çoğu proje işi bir araya getirilmiş kızlardan oluşur. Kon bu gruplardan birinin yıldızına ve onun kariyerine odaklanmış. Grubun frontwomanı olduğu belli olan ve diğer kızlardan daha popüler olan kız, menajerlerinin isteği ile grubu bırakır ve oyuncu olmaya yönlendirilir.

    safe(1995)

    Modern toplumdan soğutması, yemekten içmekten kesmesi. Film zamanla büyüleyici sahnelerle dolu, yer yer akıl almaz derecede rahatsız edici bir hal alıyor. Özellikle çaresi olmayan hastalıklardan korkan biriyseniz, bu filmin sizi çok etkileyeceğini söyleyebilirim. Ama elbette ki Haynes'ın asıl derdi katkı maddeleri falan değil.

    tetsuo (1989)

    ereden geldiği belirsiz bir şekilde saplanıveren metal çubuklar, şişler, kazıklar ve diğerleri...

    Tetsuo hakkında çok fazla konuşulacak bir film değil. 80lerin sonunda siyah beyaz olarak çekilmiş bir kabus olarak adlandırılabilir. Kabus derken tam olarak bir kabusu mu kastediyorum, yoksa yer yer absürdlüğü ile güldüren bir hayali mi kastediyorum bilmiyorum.

    the cook the thief his wife amp her lover(1989)

    Filmin sürprizlerini, güzelliği, ayrıntılarını bozmak istemiyorum. Ama filmi son 1 yılda birkaç kere izledim ve bir seferinde sadece renk kullanımını izlerken, bir keresinde kostümdeki oyunları, bir keresinde de göndermeleri yakalamaya çalıştım.

    blood simple (1984)

    Yazımızın konusu olan Blood Simple ise, tırnaklarıyla inşaa ettikleri bu kulenin ilk katı. Katıksız bir başyapıt olmak bir yana, yapılmış en etkileyici ilk filmlerden biri. Ve başka hiçbir filmlerinde olmadıkları kadar ciddiler. Açılış sahnesinde bile insanı hortum gibi içine çeken atmosfer filmin dudağı uçuklarla dolduran final sahnesine kadar geçmiyor.

    sud pralad (2004)

    Kırsal kesimde günümüzde başlayan eşcinsel bir aşk hikayesi, herhangi bir cinsel boyut kazanamadan, kaplana dönüşebilen bir şamanın hikayesi ile ortadan ikiye bölünür, ve yönetmenin kişisel hikayesini anlatmaya başlar. Çünkü çocuklardan biri aniden bir gün ormana kaçmış ve ortadan yokolmuştur.
    Tümünü Göster
    ···
   tümünü göster