1. 1.
    0
    dünyanın dört bucağındaki evlerle ilgili tarihsel bir deneme yazmaya çalisalim:

    önce zenginlerin yapı malzemelerine, yani taş ve tuğlaya bakalım. diyebiliriz ki paris bir taş kenttir, londra ise tercihini tuğladan yana kullanmıştır. 1666 senesinde londra'da çıkan büyük yangında kentin dörtte üçü, yani yaklaşık 12.000 ev, kül olduğunda hızlı bir yeniden yapılanma sürecine girmişti londra; tabi ki geçmişinden dersler alarak, ahşaptan tuğlaya geçiş, büyük ölçüde, bu yangından sonra tamamlanmıştır. paris de, benzer zamanlarda ahşap'tan taş'a geçildiğine tanıklık ediyordu fakat 18.yy'da bile, mesela saône vadisinde, kiremit damlı evler hala daha gönencin timsali; köylü ikametgahlarında ise 1815'te dahi istisnaiydi. tabi, nüfusun çoğunluğu, yani yoksul yığınlar, yapı malzemesi olarak ahşap, toprak ve hatta kumaşla* yetinmek zorunda kalıyordu. kimi zaman yeteri kadar kereste yoksa, ahşap da lüks oluyordu ama hemen her yerde toprak, kil ve saman bulmak her zaman mümkündü ve yoksullar, pireleri uzak tutmak için, evlerini sığır gübresiyle kaplıyordu. gözlerimizi batıdan doğuya çevirdiğimizde, çin'de de, aynı malzelerin, benzer şartlar altında kullanıldığını görebiliyoruz: zengin güneyde taş ve tuğladan yapılırken evler, kuzeyde saman, hatta mısır koçanı bile yapı malzemesi olarak iş görebiliyordu. fakat çin'i benzerlerinden ayıran temel bir fark vardı: -tuğladan olsun, çamurdan olsun- hangi eve bakarsanız bakın, ahşabın çin mimarisinde önemli rol oynamış olduğunu görebiliyordunuz. bütün bunlarla birlikte, zengin ve fakirin her yerde, islam uygarlığı'nda da, paylaştıkları tek bir ortak özellikleri vardı: evlerini toprak zeminin üzerine inşa ediyorlardı. on altıncı yüzyıla, hatta daha sonralara değin yaşayan eskil* geleneklerden birisi bununla ilgilidir: insanlar uzun zamanlar boyunca evlerinin zeminini kışın samanla, yazın ise çiçek ve çeşitli otlarla kaplamışlardır.

    kırsal kesimde evler -bunlara barınak demek daha doğru olurdu aslında-, birbirinin aynı yapı tarzına sahipti: bir mutfak, iki küçük inek ahırı gibi odacık, bir banyo, ve bir de buğday yahut çavdar kurutmağa hasredilmiş bir depo; eskil* çağlarda nasıl yapıyorlardı ise ataları, köylüler on beş-on sekizinci yüzyıllar arasında da herhangi bir yenilik getirmemişlerdi kırsal mimariye. sahip oldukları eşya ise bir masa, masaya oturmak üzere bir sıra*, pikten yapılmış* bir kavanoz, bir kazan, bir leğen, bir kova, birkaç fıçı (bazılarını sandalye niyetine kullanırlardı), bir-iki tane tahta yahut kilden yapılmış tabak, bir balta, bir bahçıvan beli* ve lahana dilimlemek üzere kullandıkları bir bıçaktan mürekkepti; eşyaları, işte hepsi hepsi bu kadardı. terk edilmiş yahut çölleşmiş kadim köylerin kazılarından öğrendiğimiz son bir şey daha var, o da, köylerin sürekli devingen olduğu*.

    kentsel kesime baktığımız zaman, aslında ilk söylenmesi gereken, yalnız avrupa'daki evlerin muhafaza edilmiş oldukları; avrupa'nın dışında, sadece hükümdarların ikametgahlarıdır günümüze değin ulaşabilenler.
    avrupa'da da, yoksulların gene iki odalı, bir, en çok iki katlı evlerde alt alta-üst üste oturmuş olduklarını görüyoruz. kara veba* üzerine daha evvel yazdığım bir makalede, travmatik neticelere yol açmış bu yerküresel salgının* bu denli yayılmış olmasının en önemli sebeplerinden birinin, zamanın çarpık kentleşmesi olduğu sonucuna varmıştım. hatta, damların kiremit, kayağantaş*, çatı kaplamaya mahsus ince tahtayla* değil de, saz yahut samanla* örtülmüş olması bile kendi başına bu yerküresel salgının en önemli sebeplerinden birisi olarak çarpmıştı gözüme: samanın üzerinde dolaşan fareler ve farelerin üzerinden insanların üstlerine düşen pireler; sanki herşey, mimari dahi, kara veba'nın en uygun şartlarda, en vurucu etkisini gösterebilmesi için bilinçli şekilde tasarlanmıştı. neyse,, konuyu daha fazla dağıtmayalım. 18. yy.'ın çok önemli bir yeniliğe vesile olduğunu görüyoruz. eskiden evler (aslında bizde de uzun zaman böyleydi ve hatta hala daha böyle olan evler vardır ülkemizde) sadece yeme, uyuma, çocukları büyütme amaçlı kullanılmazdı; alt kat dükkan işlevi görürdü. avrupa'da on sekizinci yüzyılın büyük yeniliklerinden biri budur işte: ev ile işyerinin birbirinden ayrılması. avrupalıların bu uygulamayı çinlilerden öğrenmiş olduklarını söylemeyi unutmayalım. kentin, kırı etkilediğini, onu yeniden dönüştürdüğünü ve yeniden ürettiğini söyleyerek bu incelemeyi nihayetlendirmek istiyorum. aslında kentselleşen kır, kentin zenginliğinin tezahüründen başka bir şey değildir: kentlinin çok parası olduğunda, onu zütürür kentdışına* yatırır; orada gürültü yoktur, temiz hava vardır-- köpek besler, domates falan yetiştirir, gönencine gönenç katar, stres atar kentli adam..
    Tümünü Göster
    ···
   tümünü göster