1. 26.
    +4 -4
    mumu kimin söndürdüğünün bir önemi var mı panpa
    hep bir kişi mi söndürüyor, kura mı çekiyorsunuz sırayla mı söndürüyorsunuz?
    ···
  2. 27.
    -1
    he he evet anlıyorum tabi mezhep yok sen neyin kafasını yaşıyorsun hadislerde yalan bunları araştıracak kadar gücünüz yok mu hep etraftan duyulan yalan bilgiler
    ···
  3. 28.
    +1
    Aleviler de Hz. muhafazid'i peygamber olarak görür, aksini iddia eden huur çocuklarına bakmayın
    ···
  4. 29.
    +1 -1
    panpa ama hz ali ben peygamberim dememiş neden adamı zorla peygamber ilan ettiniz
    ···
  5. 30.
    0
    @ Hz. Ali diğer halifelerden üstün müdür?
    ···
  6. 31.
    0
    @21 hepsinin cevabı var birazdan yazıcam
    ···
  7. 32.
    0
    alevilik nasıl çıkmıştır ?
    neden çıkmıştır ?
    normal müslümanlıktan farkı nedir ?
    neden farklıdır?
    ···
  8. 33.
    0
    eski sevgililerimden biri aleviydi. çok iyi bi kızdı aynı zamanda aileside çok iyiydi bi yamuklarını görmedim valla
    ···
  9. 34.
    +3
    @34 her grubun her mezhebin içinde kötüler vardır mutlaka, allah doğruları çıkartsın karşımıza
    ···
  10. 35.
    +2
    @21 cevaplıyorum panpa

    1- : aleviler ibadet yapar mı? nasıl ibadet yaparlar?
    Aleviler ve namaz konusunu bir kaç boyutuyla ele almak gerekiyor. Çünkü Alevilerin sürekli olarak maruz kaldığı soruların başında “neden namaz kılınmıyor” sorusu geliyor.
    Her Alevi mutlaka ömrünün birden fazla döneminde “siz Aleviler neden namaz kılmıyor, camiye gitmiyorsunuz?” sorusuyla karşılaşmıştır
    Bilindiği gibi namaz Farsça bir kelimdir. Namaz kelimesin Kuran´da ki karşılığı salat´tir. Salat ise dua, tanrıyı içten anıp selamlama anldıbına geliyor. Allah´i içten anıp selamlamanın, duanın ise biçimi, sekli yoktur. Dua, insanin Yaratıcı ile beraberliğidir. Bunun için belli bir saat, mekan, kural yoktur. insan istediği vakit, istediği dilde, istediği şekilde dua edebilir, Yüce Yaratıcısına şükür edebilir. Yüce yaratıcıyı anmak, Yaratıcıyla dolu olmak, bir araya gelmek için belli bir zaman dilimi yoktur. Bu her an olmalıdır ve her anda mümkündür. ibadeti belirli zamanlarla sınırlayan kendisini biçimsel kurallar ve şekillerden arındırmamış demektir. Böylesi şekilsel bir kuşatma ise yaşamın gayesine ters bir durumdur.
    Bazıları ibadeti biçimsel kurallarla sinirliyor. Çokça tekrarlamak durumunda kaldığımız gibi biz Alevilerde ise ibadeti kalıplaştırmak yoktur. Elbette ibadette belirli kurallar olması gerekiyor. Özellikle toplumsal olarak yerine getirilen ibadetin kuralları vardır. Ancak inancın temelidir gibi bazı yanlış uygulamalarla sırf ibadet olsun diye ibadet, ibadetin gayesini yok saymak demektir. Biz Alevilere dayatılanda budur. Deniliyor ki; “Aleviler illa camiye gidin, namaz kilin”. Amaç burada ibadet ise Aleviler zaten toplumsal olarak Cem de ibadetlerini yerine getiriyorlar. Aleviler kimseye, “Cem evine gelip Cem ederek ibadet edin” gibi bir dayatmanın sahipleri değiller. Aleviler “herkesin inancı kendisine” ilkesi ile hareket ederken başkaları ısrarla Alevilere dayatmalarda bulunuyor. Hem de inançsal anlamda temeli olmayan gerekçelerle.
    Amacımız burada Alevilerle Sünniler arasındaki inanç farklılığını bütün boyutlarıyla tartışmak değildir. Amacımız ısrarla Alevilere dayatılan “günde beş (5) kez namaz kilin böylece iyi bir Müslüman olursunuz” gibi inancı biçimsel kurallara indirgeyen, hatta neredeyse bunu inancın özü sayan mantığın yanlış olduğunu belirtmektir. Namaz, neredeyse birileri tarafından inancın asıl gayesi haline getirilmiştir. “günde beş vakit namaz kılan kişi iyi bir insandır ve yaşamı anldıbına uygun yasayan kişidir, kılmayan ise münafık, kafir kişidir” gibi bir anlayış ortaya çıkmıştır. Aleviler asırlardır bunun inancın özüne ters bir tutum olduğunu belirtmişlerse de, siyasi anlamda iktidarda olmadıklarından dolayı seslerini kimseye duyuramamışlardır. inancın asıl özünü takip edip uygulamak yerine gösteriş için yapılan fiillerle zamanını harcayanlara Maun suresinde söyle ikaz edilmektedir: “Dini yalanlayan gördün mü? iste yetimi itip-kakan, yoksulu doyurmayı teşvik etmeyen odur. iste namaz kılanların vay haline, ki onlar namazlarında yanılgıdadırlar, onlar gösteriş yapmaktadırlar, ve ufacık bir yardımı da engellemektedirler”. Biz Alevilerce anlaşılması gereken en önemli nokta burasıdır.
    Konun daha iyi anlaşılması ve doğrularımızın bilince çıkarılması için bazı tekrarları yapmak durumunda kalıyoruz. Konuya hakim olanların anlayışına sığınıyoruz.
    Önceki satırlarda da belirtmeye çalıştığımız gibi namaz Farsça bir kelimedir. Kuran da ki karşılığı Salat´ir. Salat´in anlamı ise Allah´i içten anıp selamlama ve duadır. Bu gün egemen Sünni anlayışın günde beş vakit kıldığı ve Alevilere dayattığı ve neredeyse dinin temeli saydığı namaz ibadetinin Kuran da beş vakit olduğu yönünde acık bir beyan yoktur. Madem namaz inancın özü sayılacak kadar önemli bir ibadet neden Yüce Yaratıcı bu konuda acık ve kesin hükümler ortaya koymasın?
    Aleviler namazı ret etmiyor. Nitekim Cem ibadetinde halka namazı seklinde ibadetlerini yerine getiriyorlar. Ancak bu namaz hiç bir şekilde egemen Sünni anlayışın namazıyla benzer değildir. Bazıları çıkıp diyebilir ki: “su kadar milyon insan namazı böyle kılıyor da siz Aleviler neden farklı anlıyor ve uyguluyorsunuz?” Hemen belirtelim ki çoğunluk her zaman doğru yapıyor anldıbına gelmez.
    ibadetle amaçlanan kişinin kendini yenilemesi, arındırması ve sosyal dayanışmayla kişiliğini tamamlamasıdır. Maun süresi böyle bir anlama sahip. ibadet için ibadet, gösteriş için yapılan ibadet nafile ibadetlerdir.
    Alevi ibadet anlayışı biçimsellikten uzak içtenliği esas alır. Al-i imran Suresi 191. Ayetinde “Onlar; ayakta iken, otururken, yan yatarken Allah´i anarlar”. Bakara s Suresi 239. Ayeti: “Eğer korkarsanız, (namazı) yaya yahut binekte iken kilin”. Bu ve benzer ayetlerde de anlaşılacağı üzere Allah insanlara içten ibadet etmeyi emrediyor.
    Birileri kabul etsin veya etmesin, Alevilerin ibadet anlayışı bu minval üzeredir.

    2- aleviler oruç tutar mı?

    Oruç, insanin bedenini disiplin ve denetim altına almak, ruhsal yapısını güçlendirmek için yaptığı bir ibadettir. Oruç ibadeti belirli zamanlarda yeme, içme ve cinsellik gibi istekleri/duyguları terk ederek zihinsel/ruhsal yapıya ağırlık vermektir. Bazı inançlarda oruç tamamıyla yeme-içmeden uzak durmak seklinde olabileceği gibi, et ve diğer hayvansal mamuller gibi belirli yiyecekleri yememek şeklinde de olabilir.
    Hemen hemen bütün inançlarda oruç ibadeti vardır. Alevi inancında da oruç ibadeti vardır.

    3-aleviler’in tuttuğu orucun özelliği nedir?

    10 Ekim 680 de Hz. Ali'nin oğlu ve Hz. Muhammet'in torunu Hz. Hüseyin ve sevenleri (toplam 72 kişi) Kerbela'da acımasız bir şekilde katledildiler.
    Aleviler bu acı olayı kınamak için, her yıl Muharrem Ayının onuncu gününden başlamak üzere, 12 gün oruç tutarak yas tutarlar. Aleviler Muharrem orucu ile Hz. Hüseyin`in şahsında Ehlibeyte bağlılıklarını dile getirirler ve ayni zamanda zalimin zulmünü lanetlerler .
    Muharrem orucunun bir diğer özelliği de insanin kendi iç benliğine yönelmesi, yanlışlarını-doğrularını, eksilerini-artılarını hesaplaması ve bütün bunların sonucunda daha iyiye, doğruya, güzele yönelmesidir. Muharrem orucu, bütün bu özellikleriyle önemli bir ibadettir.
    Muharrem Orucu nasıl tutulur?
    Kurban Bayrdıbının 1. gününden başlayarak 20 gün sayılır. 20. günün akşamı Muharrem Orucu için niyet edilir ve oruç başlar. Niyet edildikten sonra gün doğumu ile gün batimi arasındaki sürede hiç bir şey yenilmez ve içilmez. Gün batimi ile iftar açılır.
    Oruc süresince (12 gün boyunca) düğün, nişan,sünnet ve benzer törenler/etkinlikler yapılmaz, kurban kesilmez, et yenilmez, Kerbela Şehitleri'nin çektikleri susuzluğu hissetmek için su içilmez (Su saf olarak içilmemektedir. Vücudun su ihtiyacı yenilen yemeklerden, çay, kahve,meşrubat, meyve suyu, ayran gibi sıvı içeceklerden karşılanır).
    Muharrem orucunun on ikinci günü ise On iki imamlar 'in anısına on iki çeşit gıdadan oluşan Aşure Çorbası pişirilerek komşulara dağıtılır ve böylece o yılki Muharrem Orucu noktalanır.
    Aleviler Ramazan orucu tutarlar mı?
    Aleviler, Sünni Müslümanlardan farklı olarak Ramazan ayında sadece üç gün oruç tutarlar. Alevilere göre Ramazan orucunun bir ay olduğu yönünde Kuran da hiç bir açık beyan yoktur.

    4-kaç çeşit cem vardır?

    Cem Alevilerin toplu halde ettikleri ibadetin adıdır.
    Kavram olarak Cem Arapça bir kelime olup toplanma, birikme, bir araya gelme manasına gelmektedir.
    Cem'in kaynağı Kırklar Cem'idir.
    Cem ibadetini diğer inançlardaki ibadetlerden farklı kılan en önemli unsur; Cem de bulunanların ayni zamanda toplumda hesap vermekle yükümlü olmalarıdır. Cem de bulunalar bir birlerinden Razı Olma k zorundalar.
    Cem de bulunan bir kişi başka bir kişiye dargınsa, bu iki kişinin dargınlıkları giderilmeden, barışmaları sağlanmadan Cem'e başlanmaz.
    Alevilerin toplu anlamda temel ibadeti olan Cem, bir DEDE´nin gözetiminde, önderliğinde yerine getirilir.
    Cem ibadetine katil, hırsız, yolsuz, düşkün kimseler giremez.
    Cem ibadetini kısa bir şekilde tanımlamak mümkün değil. Bu anlamda Cem'in ne olduğunu ve nasıl uygulandığını tam manasıyla kavramak için en yakındaki Cem evine gidip bilgilenmek gerekiyor.
    Tümünü Göster
    ···
  11. 36.
    +5
    5-alevilik’te müsahiplik (yol kardeşliği) nedir?

    Musahipliğin temeli dayanışma ve paylaşmaya dayanır. Musahiplik Alevi inancının en önemli kurumlarından biridir. Musahiplik arkadaşlık ötesi bir birlikteliktir.
    Musahipler arasında ayrı gayrı bulunmaz. Babailerin deyimiyle "musahipler yarin al yanağından gayrı her şeyde ve yerde ortaklardır". Yine meşhur bir Alevi deyimiyle "musahip musahibini ateşten alandır". Musahiplik zordur, zor olduğu kadar da şereflidir. Musahiplik günümüzdeki anlamıyla "sigorta"dır. Musahipliğin tarihçesi Hz. muhafazid’in hicretinin birinci yılında Müslümanların sayısının çoğalmasıyla geliştirdiği bir birlikteliktir. Musahiplik Kuran-ı Kerim’in şu ayetleriyle açıklanmıştır:
    Enfal sur esi ayet 72-73, "Onlar ki inanıp hicret ettiler ve mallarıyla canlarıyla Allah yolunda savaştılar ve onlar ki (hicret edenleri) barındırıp yardımda bulundular, işte bunlar, bir birilerinin dostu ve yarıdırlar.
    inkâr edip küfre sapanlar ise bir birilerinin yarıdırlar. Eğer böyle yapmaz (birbirinize dost ve yakın olmaz) sanız, yeryüzünde bir fitne ve büyük bir fesat meydana gelir".
    Bu ayetlerle Hz. muhafazid hicret edenleri ve hicret edenleri kabul edenleri birbirine kardeş yaptı. Aleviler bu doğrultuda bunu geliştirdiler.
    Musahiplik, bazılarının belirttiği gibi tarihte kalan bir kurum değildir. Musahipliğe insanların günümüzde daha çok ihtiyaçları vardır. Çünkü insanlar tarihte olduğu gibi günümüzde de düşünsel ve yaşamsal sorunlarla boğuşmaktalar. işte bu boğuşmayı kazanmak için insanların musahiplere ihtiyacı vardır. Beraberliğe, kardeşliğe, paylaşmaya ihtiyacı vardır.

    6-atatürk, kurtuluş savaşı’nın başlangıcında hacıbektaş velidergahını destek için ziyaret etti mi?

    Mustafa Kemal, Anadolu’da Kurtuluş Savaşı’nı örgütlerken Alevilerin desteğini almadan edemeyeceğini biliyordu.Bu sebeple ziyaret ederek destek istediği doğrudur.

    7-cumhuriyet dönemini aleviler açısından kısaca değerlendirebilir misiniz?

    Cumhuriyet yönetiminin bu olumlu tutumuna karşı Aleviler kendilerine sunulan yeni olanaklardan yeteri kadar faydalanamamışlardır. Çünkü Aleviler, Cumhuriyet’e kadar ülkenin en uzak, verimsiz dağ köylerinde, mezralarda, komlarda yaşamaya mecbur bırakılmışlardır. Dünya ile fazla ilişkileri yoktu. Kapalı bir ekonomide yaşam kavgası veriyorlardı. içlerinde okuma-yazma bilen, ticaret yapan yok denecek kadar azdı. Böyle olunca, Cumhuriyet yönetimi olanak tanıdığı halde merkezi yapıda yeralamadılar ve büyük tarihi fırsatı değerlendiremediler. Merkez-çevre ilişkisinde çevrede kalmaya devam ettiler.
    Cumhuriyet’in kurulduğu yıllarda Alevi nüfus toplam nüfusun tahminen yüzde 20-25’ini oluşturuyordu. Yani çoğunluk Müslüman-Sünni idi. Üstelik bunlar şehirde yaşıyordu. Osmanlı artıkları yönetimin her yanına sızmıştı. Cumhuriyet yönetiminin kendi kadrolarını yetiştirmek için zamana ihtiyacı vardı. işte, “Tek Parti Dönemi” bu mücadelelerle geçti.
    Atatürk, laiklik ile din ve devlet işlerini ayırmıştı. Herkes dini inancında serbestti. Ama buna karşılık camiler Cumhuriyet yönetimine karşı muhalefeti örgütlüyordu.
    Aleviler, bu ortamdan yararlanarak şehir merkezlerinde yer almaya çalıştılar. Bir yandan da çocuklarını okullara gönderip eğitmek istiyorlardı. Ama caminin ve eski düzen artıklarının saldırıları bir türlü kesilmek bilmiyordu.
    Aleviler, Cumhuriyet yönetiminden çok şey bekliyorlardı. Ama bunlar gerçekleşmedi. Tek Parti Yönetimi’nin jandarma dipçiği en çok köylüleri hedef alıyordu. Aleviler ise esas olarak köylü idiler. Yaşanan şartları Aleviler’in nesnel değerlendirdiklerini söylemek oldukça güç. Çünkü, Alevilerdeki Osmanlı karşıtlığı üstü kapalı da olsa, merkezi otoriteye karşıtlık şeklinde devam ediyordu. Bu özellik ise bazı güçler tarafından kullanılmaya açıktı. “Dersim Olayı” bunların en büyüğü ve en kanlı bir şekilde bastırılanı oldu.
    Aleviler, köylü, ortakçı, yarıcı, maraba ve ırgat olmaları dolayısıyla feodal ağaların, Alevi olmalarından dolayı da Osmanlı kalıntısı merkezi ve mahalli otoritelerin baskısı altında idiler.
    Atatürk’ün ölümünden sonra bu çelişkiler daha da arttı.
    Bazı Alevilerin 1950’de iktidara ezici bir çoğunlukla gelen Demokrat Parti’yi desteklemelerinin arkasında Alevi kitlenin tek parti yönetimine karşı duyduğu hoşnutsuzluk da vardı.
    Ama DP’ye destek kısa sürer. Bu partinin özellikle ezanın Türkçe okunmasını camilerde yasakla*** gene Arapça’ya dönme kararı alması ve çeşitli alanlardaki antidemokratik uygulamaları Aleviler’in tepkisini toplar.
    1960’da yapılan 27 Mayıs ihtilali’ni Aleviler heyecanla ve blok olarak desteklerler. Bu ortak tutum 1960 Anayasası’nı destekleme konusunda da sürer.
    1960 Anayasası; çağdaş demokratik hak ve özgürlükler açısından Türk siyasal yaşamında bir dönüm noktasıdır. 1960 Anayasası’nın sağladığı özgürlük havasından en çok Aleviler memnun olmuştur. Özellikle düşünce ve din özgürlüğünün Anayasa’nın 19. maddesinde açıkça yer alması, bir anayasal hak haline gelmesi Aleviler’in en çok desteklediği noktalardan biriydi.
    Bu dönemde Türkiye işçi Partisi kuruldu, sosyalist ve diğer ilerici yayınlar çoğaldı. 1965’te TiP’in Parlamento’da 15 milletvekili ile temsil edilmesinde en önemli rolü Alevi kitle oynadı.
    1950’li ve 1960’lı yıllar Türkiye’de kapitalist gelişmenin sıçrama yaptığı yıllardır (DP iktidarı, Marshall yardımı, yabancı sermayenin ülkeye girişi vb.) Bu sıçramada ülkeye pompalanan yabancı sermaye başı çekiyordu ama, ülke içinde de ciddi bir sermaye birikimi oluşmaktaydı. Bu yıllarda içe kapalı ekonomi kabuğunu çatlatmış, pazar ekonomisi gelişmeye başlamıştır.
    Bu genel yapı değişimi, Alevileri de dalgaları arasına alıyordu. Aleviler şehirlere göç etmeye başladılar. Dünkü dağ köylerinde, mezra ve komlarda yaşayan ve kendi kendine yeten kapalı aile ekonomisi yaşayan Alevi köyleri yavaş yavaş pazara açılmışlar, pazar için üretmeye başlamışlardır. Bu, küçük de olsa ticareti geliştirmiş ve bir sermaye birikimi sağlamıştır.
    Anadolu şehir ve kasabalarında yavaş yavaş Alevi bakkal, kahve sahibi, manav vb. gibi küçük esnafın görülmesi bu döneme rastlar.
    Daha önce tamamen Sünnilerin hakim olduğu kasaba ve şehir pazarları Alevilerin de söz sahibi olmaya başladığı ve rekabetin filizlendiği alanlar haline gelmiştir.
    Gene 1960’lı yıllar Alevilerin okumuş kesiminin bürokrasi içinde yer almaya başladığı yıllardır.
    Aynı yıllar Türkiye’den; önce B. Almanya’ya daha sonra Belçika, Hollanda ve diğer Batı Avrupa ülkelerine işçi göçünün, “işçi ihracatının” başladığı yıllardır. Bu göçe ilk katılan kitle ise daha çok Alevi köylüleridir.
    1960’larda Avrupa’ya giden köylüler 1970’lerde yaptıkları küçük tasarruflarla Türkiye’de müteşebbis olmaya başladılar.
    Kendi iç dinamizmi ile gelişen Alevi sermayesinin Avrupa’da çalışan Alevi işçilerin dövizleri ile desteklenmesi ve Anadolu’da hakim Sünni pazara girmesi pazar rekabetini hızlandırdı.
    Bu örnek özellikle; Sivas, Çorum, Tokat, Amasya, Yozgat, Kars, Malatya, Erzincan, Maraş, Elazığ, Antep gibi Aleviler’le Sünniler’in karışık olarak yaşadığı illerde çok açık olarak görülür. Aynı yörelerde Milliyetçi Hareket Partisi’nin de hızla gelişmesi ve diğer sağ partilerin tabanını ele geçirmesi, daha sonra buralarda Alevi-Sünni çatışmaları çıkararak Alevi esnafın dükkan, ev ve işyerlerine saldırılar örgütlemesi anlamlıdır.
    Alevi esnafın ev ve işyerlerini tahrip girişimi MHP önderliğinde 1974 yılında başlar. Erzincan, Sivas, Malatya, Tokat olayları ile tırmanır ve 1978’de Çorum ve Maraş olayları ile zirveye çıkar. Maraş olaylarında camilerden çıkanlar Alevi mahallelerine, ev ve işyerlerine organize saldırılar düzenleyerek kitle katlidıbına girişirler. Olaylar sonucuda resmi verilere göre 110 insan ölür, yüzlerce insan yaralanır ve binlerce insan tutuklanır. Bu olayı sıkıyönetim uygulaması, onu da 12 Eylül askeri müdahalesi izler ve partili siyasal yaşama son verilerek on binlerce insan cezaevlerini boylar..
    Tümünü Göster
    ···
  12. 37.
    +1
    8-alevilerkürt mü? türk mü? kısaca açıklar mısınız?

    Türkiye’de Alevilik konusunda sosyal bilim alanında yapılacak herhangi bir çalışma onun Kürt sorunu ile ilişkisine eğilmezse havanda su dövmüş olur. Bazı olayları sosyolojik olarak görmek gerekir.
    Alevilik, Bektaşilik, Hacı Bektaş Veli, Ehlibeyt, Kerbela, Pir Sultan Abdal vb. bunlar birçok yönleriyle biliniyor. Ama bir de Aleviler’in önemli bir kesiminin konuştuğu Zazaca yada Kürtçe meselesi var. Bazı sosyal bilimciler bu dile Kürtçe, Zazaca vs. diyor. Bu dil adına Batılı müttefiklerimiz; ABD, Fransa, ingiltere, isviçre vs. üniversitelerine bağlı enstitüler kuruyorlar. Dili ve kültürü yaşatmaya çalışıyorlar.
    Artık bugün yanıbaşımızda hükümet içinde ve dışında ana dili Kürtçe olan bakanlar, milletvekilleri, holding ve şirket sahibi işadamlarımız var.
    Şimdi gelelim Alevi sorunu ile Kürt sorunu arasındaki sosyolojik ilişkiye.
    Türkiye’deki Aleviler Kürt değil. Kürtçe yada Zazaca konuşan Aleviler ise, sonradan Kürtleşen Alevi Türklerdir. TıpkıKürtleşen Sünni Türkler olan Karakeçililer gibi.
    Anadolu’da tarihsel süreç içinde önceden Türk olup Kürtleşen Aleviler olduğu gibi, önceden Kürt olup asimile olan ve Türkleşen Kürtler de vardır.
    Alevilik bir dinsel ayrım iken Kürtlük bir etnik ayrımdır. Irka dayalı bir ayrımdır. Milliyet ayrımıdır. Türkiye’de Alevi ve Türk olan kesim daha çok Çorum, Amasya, Tokat, Yozgat civarında yaşamaktadır. Buna karşılık Kürtçe yada Zazaca konuşan kesim ise Sivas, Erzincan, Tunceli, Elazığ, Malatya, Maraş ve çevresinde yaşayan Alevi’lerdir.
    Bu konuda, farklı iddialarda bulunan tarihçi ve sosyal bilimcilerimiz de vardır. Mesela, kendisi de Alevi ve aşiret reisi olan Şerif Fırat, Doğu illeri ve Varto Tarihi adlı kitabında Alevilerin Türk olduğunu iddia ediyor.
    Sosyal bilimci Dr. ismail Beşikçi ise Alevileri, ana dillerine göre Türk ve Kürt olarak ikiye ayırıyor. Beşikçi, bu çerçevede Doğu Alevilerini “Kürt” olarak niteliyor.
    Bir kısım araştırmacı ise, uzun yıllar aynı coğrafi bölgeyi ve aynı tarihsel koşulları paylaştıkları için Alevilik ve Kürtlük-Türklük olayının karıştığını söylüyorlar. Doğu Anadolu’da, Osmanlı’ya karşı etnik muhalefet ile dinsel muhalefetin tarihsel kader birliği oluşturması nedeniyle iç içe girdiğini savunuyorlar. Böylece, sonuçta bir kısım Alevinin bu yakınlıktan dolayı Kürtleştiğini ve bir kısım Kürdün de Alevileştiğini iddia ediyorlar.
    Araştırmacı Doğan Avcıoğlu Kürt-islam ilişkisini;
    “Hıristiyan Anadolu’da Selçuklular ve daha sonra Osmanlılar diye bir islam devleti kurulur. Bu yeni toplum biçimlenirken islam-Türk öğeyi de belirtmek gerekir”.
    diye özetledikten sonra şöyle devam ediyor:
    “Türklerin yanı sıra, iranlılar gibi Kürtler de Anadolu’nun islamlaşmasına katkıda bulunurlar.”
    Burada Anadolu’nun islamlaşmasında Kürtlerin varlığını kabul etmemek mümkün değildir. islamiyet içindeki bölünme ve hilafet meselesi Anadolu’da da yaşandığına göre, Anadolu’da yaşayan eski halklardan olan Kürtlerin de islamiyet içindeki bölünmelerde yer alması ve taraf tutması mümkündür. Bu saflaşmada Hanefi Kürtlerin olması ne kadar normal ise diğer mezhep ve tarikatlere mensup Kürtlerin bulunması da o kadar normaldir.
    Avcıoğlu bu konuda şöyle yazıyor:
    “Güneydoğu Anadolu, Safevilerin elinde kalsa idi, Türkçe orada rakipsiz bir dil olurdu. Bölge Türkleşirdi. Osmanlı’da bu tersi oldu. Şah ismail’in peşindeki Kızılbaş Türkmene karşı, Osmanlı çoğu Sünni ve Şafii olan Kürt beylerini tutmuştur.”
    Yani Avcıoğlu, Güneydoğu Anadolu’nun Kürtleşmesinin sorumluluğunu Osmanlı’ya yüklüyor.
    Alevilik ise, Kürt kökenli değildir. Türkçe kökenlidir. Çünkü Aleviliğin kurucusu olarak kabul edilen Hacı Bektaş Veli, Türk’tür. Türkçe konuşup yazmıştır. Pir Sultan Abdal, Şah ismail, Yunus Emre, Fuzuli gibi önemli Alevi düşünür ve dava adamları Türkçe yazmış ve konuşmuşlardır. Bugüne kadar hiçbir klagib Alevi düşünürünün Kürtçe konuşup yazdığına tanık olunmamıştır. Kürtçe yada Zazaca konuşulan Doğu Anadolu’nun bazı yörelerindeki, Alevi Cem ayinlerinde söylenen deyişlerin Türkçe okunmasının kaynağı da bu olsa gerekir.
    Zaten Osmanlı’nın Fars ve Arap etkisinde kalarak Türklere yabancılaştığı dönemde, bu etki sonucu ortaya çıkan Osmanlıcaya karşı Türkçeyi yaşatma mücadelesini Alevi ozan ve düşünürleri vermiştir.
    Avcıoğlu, araştırmasının bir yerinde şöyle diyor:
    “Osmanlı, Kürdistan adını verdiği bölgede devletin temel dayanağı olan Tımar sistemini uygulamaz. Devletin yönetimini bölgede, yönetimin babadan oğula geçtiği Kürt beylerine bırakır. Bölgede bulunan Türkmenlerin önemli bir bölümü dillerini unutur ve Kürt kabilelerine karışır.”
    Ziya Gökalp buna örnek olarak, Viranşehir’deki Karakeçili aşiretini verir. Aynı aşiretin Ege’deki kısmı ise, tamamen Türkçe konuşur.
    Bu olaylar, bu konuda çok katı tezler ileri sürmenin mümkün olmadığını gösteriyor.
    Tunceli Zaza’larının Cem ayinlerinde deyişlerini Türkçe söylemeleri gibi, Tunceli ve Erzincan civarındaki yaşlıların çocukları ile tartışmalarında, hem de Kürtçe olarak “Esas Türk biziz, diğerleri sonradan Türk olmuşlardır. Onlar kılıç korkusundan Türk olmuşlardır. Bizim ecdadımız Horasan Türkleridir” demeleri de oldukça anlamlıdır.
    Bu durum toplumsal harman olma olayını çok güzel ortaya koyuyor. Bugün ise Alevilik-Sünnilik, Kürtlük-Türklük birer kültür olayından ibarettir. Kültürün iyisi kötüsü, ilerisi gerisi olmayacağına göre tüm Anadolu kültürlerine bizim kültürümüz gözü ile bakmak gerekir.
    Bugün Türkiye’de sadece Türklerin yaşamadığını biliyoruz. Geçmişimiz birçok medeniyete beşiklik etmiştir. Anadolu’nun 10 bin yıllık bir medeniyet tarihi vardır. Türkler Anadolu’ya 1071’de geldiğine göre bu topraklarda 900 yıllık bir maziye sahipler demektir. Anadolu yarımadası tarih ve farklı medeniyetler açısından adeta bir açık hava müzesidir.
    Türkler Anadolu’ya geldiklerinde ise, buranın boş olmadığı bilinen gerçeklerdendir. Var olan halklar da daha sonra yok olmadıklarına göre, sürekli birbirine karışarak, kaynaşarak günümüze gelmişlerdir.
    Şöyle birazcık zihnimizi zorladığımızda bu anda yanyana yaşadığımız birçok halkın adını sayabiliriz; Türk, Kürt, Çerkes, Arap, Süryani, Ermeni, Rum, Gürcü, Tatar, Azeri, Terekeme, Pomak, Karapapak, Kıpti, Makedon, Fellah, Laz, Arnavut, Boşnak vs.

    9-aleviler’de dede’nin işlevini kısaca anlatır mısınız?

    Dede, Alevi toplumunun inançsal önderidir. Dedelik ise kendine has bir is yapısı/hiyerarşisi bulunan bir kurumdur.
    Her Alevinin bir dedesi vardır. Her dedenin de bir dedesi (mürşidi) vardır.
    Talibin davranışlarından (inanç anlamında) dede sorumludur.
    Dede talipleri eğiten, yol gösterendir.
    Dede taliplerin bütün düşünsel, manevi sorunlarına çözüm, sorularına cevap getiren kişidir.
    Dedelik kurumunun kendisine özgü bir yapılanması var. Bu yapılanma (mürşit-rehber bağlamında) gereği her dede ayni zamanda başka bir dedenin talibidir. Nasıl ki talip bir yanlışa düştüğünde yada hata yaptığında dedesine sığınıyorsa, ayni şekilde dede de talibi olduğu dedesine (mürşidine) sığınıyor. Böylece mükemmel bir denetim mekanizması kurulmuş oluyor. Bu mekanizma halkalar misali bir birine bağlı. Yani bir dedenin görevini layıkıyla yapıp yapmadığını mürşidi tarafından denetlenir.
    Tümünü Göster
    ···
  13. 38.
    +2
    10-aleviler, islam adınayapılan terör eylemlerine nasıl bakıyor?

    islam adına terör yapmanın tarihi ne yazık ki; ABD’deki ikiz Kuleler’e ve istanbul’da iki sinagog ve ingiltere Konsolosluğu ile HSCB Bank’ın bombalanıp 50’yi aşkın insanın katledilmesi ile başlamadı.
    islam tarihinde dini amaçlı terör islam tarihi kadar eskidir. Cihat bunun sadece bir biçimidir. Bugün iktidarda olan yöneticiler bu terörün islami olmadığını ne kadar gizlemeye çalışırlarsa çalışsınlar, islam tarihinde bazı islami kesimler amaçlarına ulaşmak için islam’ın ilk dönemlerinden beri terörü hep genel geçer yol olarak görmüşlerdir. Bu uygulama, bazı dönemler bazı islami grupların başvurdukları yöntem olmuş, bazı dönemler de islami devletin yöneticilerinin başvurdukları yöntem olmuştur.
    istanbul’daki son terör olayı da siyasal iktidarı elde etmeye yönelik, islami esaslara göre, şer’i esaslara göre düzen kurmaya yönelik gerekirse islam olan kişileri bile öldürerek yapılmış terördür. Bu ne ilktir ne de son olacaktır.
    Yakın tarihte bugünküBaşbakan’ın mahkumiyetine sebep olan Siirt konuşması da iktidarı almaya yönelik argümanlar taşıyan bir meydan okuma değil miydi? Bu mahkemenin mahkumiyet kararı ile de onanmış olmadı mı?
    Camiler, minareler, süngüler, askerler söyleminin acaba bugün istanbul’u kana bulayan zihniyete cesaret vermediği söylenebilir mi?
    islam adına siyasal iktidarı elde etmek için terör elbette bu son olaylarla başlamadı. islam Tarihi’nde bunların ilki Hz. muhafazid’i bir gün yatağında katletmek için teşebbüs ile başladı ama Hz. Ali sayesinde başarısız oldu.
    Hz.muhafazid’in vefatından sonra ise bu yol adeta nerede ise genel geçer kural haline geldi. Dört halife dönemi esas olarak iç savaşlara ve halifelerin islam adına katliamları ile geçti. Halife Ömer, Halife Osman ve Hz. Ali islam adına iktidarı elde etmek isteyen islamcılar tarafından katledildi.
    Bununla kalınmadı, Hz. muhafazid’in yani islam dininin peygamberinin önce damadı, ardından torunları Hasan veHüseyin, biri zehirletilerek, diğeri tüm peygamber ailesi ileKerbela’da katledildi. Bunlara da mı islam adına terör yaptılar, cinayet işlediler denemez?
    Bu gelenek burada da durmadı. Hz. muhafazid’in tüm soyu yani 12 imamlar, din ve iktidar amaçlı olarak sırası ile katledildiler. Bütün bunlar islam adına yapıldı. Bu yapılanların islami terör olmadığı söylenebilir mi?
    Peygamber Soyunun Katli
    islamiyet’te terörPeygamber’in soyunun katliamlarla sona ermesi ile bitmedi. Gelenek devam etti. islam yayıldığı coğrafyalarda hakimiyet kurmak için en sık olarak şiddete başvurdu. Bırakalım diğer milletleri, islam ordularıTürkistan’a geldiğinde adeta taş üstünde taş bırakmadı. islam ordusunun Arap komutanıKuteybe, Türkistan seferinde komutanlarına, “Ey müslümanlar, nereye giderseniz, her kim Türklerden bir baş getirirse 100 dirhem vereceğim” demiştir. Bunun üstüne Buhara’da kent yağma edilir. Türkler kılıçtan geçirilir. Kafaları kılıçlara geçirilenler dışında 50 bin Türk köle olarak zütürülür. Halife Yezid, Dağıstan’da 14 bin Türk’ün boynunu uçurur.
    Türkistan’da Zalim Haccac, Semerkant’ı yağmalar, 40 bin Türk gencini esir alır. Cürcan’da bir defada 12 bin Türk’ün başı vurulur.
    X. Yüzyıl Arap tarihçi ibniHarkal bu bilgileri verdikten sonra köleler için bakın ne diyor:
    “En değerli köleler, Türk topraklarından gelenlerdir. Horasan’da bir köle çocuğun 3 bin dinara satıldığını sık sık gördüm.”
    Bu yazmaya çalıştıklarım islam ordularının Türkistan’da yaptıklarının binde, milyonda biri bile sayılmaz. islam orduları fetih amaçlı olarak diğer ülkelerin halklarına olduğu gibi Türkistan’da da 300 yıl boyunca egemenlik sağlamak için şiddetin her türüne başvurmuştur.
    Hizbullah’ın Mezar Evleri
    Tarihteki olayları bir yana bıraksak bile yakın zamanda yıllarca süren iran-Irak savaşında ölen canlar ve akan kanlar iktidar amaçlı islam referanslı terör ve şiddet değilse nedir? Humeyni’nin siyasal iktidarı elde edip islam Cumhuriyeti’ni kurduğundan beri yaklaşık 40 bin kişi islamın iktidar olması için katledilmiştir. Humeyni rejiminin kendine karşı olanları vinçlerle cami avlularında idam ettiği günler tarih olmadı. YineSuudi Arabistan’da her Cuma cami avlularında darağaçlarında idamlar devam ediyor. Bu yapılanları inler cinler değil, islam adına ülkelerini yönetenler yapıyor. ÜlkemizdeSivas, Çorum, Maraş olayları islam adına işlenen katliamlar değil miydi? PekiHizbullah’ın mezar evleri de mi islam adına yapılmamıştır. Med Zehra Vakfı’ndan olanlarlaKonca Kuriş’i acaba cinler mi öldürmüştü?
    Terörün Adını Koyun
    islam adına işlenen cinayetler açısından islam tarihi hiç de olumlu bir referans değildir. Ne yazık ki bu gelenek bazı kesimler tarafından günümüzde de yaşatılıyor. islamcı terörü kınamak, devekuşu gibi kafamızı kuma gömmekle olmaz. Bu terörün adını doğru koyup kınamakla olur. Ama siz tarihte bazı örneklerini saydığımız olayların tanımında miyopluk yaparsanız, bu miyop bakış açısı bugün de devam eder ve daha pahalıya mal olur.
    Tümünü Göster
    ···
  14. 39.
    +2
    11-aleviler, türban giysisi için ne düşünüyor?

    islam; semavi bir din olarak önce Arap toplumuna 610 yılında geldi. islam’dan önceArap toplumunda dinsel kaygılardan kaynaklanan bir örtünme yoktur. Kadınlar kendi şartlarına uygun olarak giyiyorlar ve gerekirse örtünüyorlardı. Giysi ya da örtünme dinsel bir buyruk değildi.
    islam’ın ilk yıllarında MEKKE yıllarında kadınlar için örtünme yoktu. Çünkü herkes birbirinin eşini, çocuğunu, karısını, kölesini vs. tanıyordu.
    Örtünme islam’da MEDiNE döneminde başladı. Bu da peygamber ailesinin kadınları için gelen bir yaptırımdı. ÇünküMekke’de olduğu gibi Medine’de herkes peygamber ailesinin kadınlarını tanımıyordu. Bu nedenle de kadınlara rahatsızlık verilmeye başlandı.
    Bu sırada ayet emri olarak gelen örtünmede sadece hür kadınlar için şart olur. Tüm müslüman kadınlar için farz değildir.
    O yıllardaki Arap toplumunda kadınlar 3’e ayrılır.
    a) Peygamber ailesine ait kadınlar ayetlerdeki örtünme esas olarak bunlar için getirilir.
    b) Peygamber ailesi dışındaki hür kadınlar (Kureyş kabilesinin kadınları)
    Kureyş kabilesinde bir kız çocuk ergenlik yaşına girince; “DIR” adı verilen uzun bir gömlek giydirilir. Bu gömlek de sadece hür kadınlara giydirilir.
    c) Köle ve cariyeler.
    O dönemde fiziki şartlar nedeni ile Arap yarımadası çok sıcak olduğundan kadın ve erkeklerde iç çamaşır giyme alışkanlığı yoktur. Erkekler bile uzun entariler giyerler. Köle ve cariyelerde de belli bir giysi biçimi yoktur. Köle ve cariyeler sahiplerinin isteğine uygun olarak giydirilir. Köle ve cariyeler de müslümandır. Ama onlar; “bütün müslümanlar kardeştir” hadisi şerifi kapsamı dışında algılanırlar.
    Köle ve cariyeler kadın olsun erkek olsun Kur’an’a göre bile, alınıp, satılır, miras bırakılırlar. Kendileri ile sahipleri efendileri; dilerse cinsel ilişki kurabilir, dilerse para karşılığı fuhuş yaptırır. Çünkü bunlar birer maldırlar. Özgürlükleri ise, para karşılığı ve sahibi isterse yapılan bir sözleşme ile olabilir.
    Kur’anda Örtünme
    islamiyet’te örtünme olgusu da hemen oluşmuş bir yaptırım değil. O da namaz, oruç, cami vs. gibi süreç içinde belli bir “gereksinim” sonucu gerçekleşmiştir. islamiyet’in ilk yıllarında kadınların örtünmesi Kur’an’da yoktur. Kur’anda kadınların giyimleri ile ilgili ilk ayet islamiyet’in ortaya çıkmasından 17 yıl sonra 627’de dinsel kural olarak gelmiştir. O zamana kadar kadın istediği gibi giyiniyordu.
    Araplar, kadının örtünmesine; tesettür, hicap veya hımar diyorlar. Örtü olarak ise, cılbab terimini kullanıyorlar.
    Kur’anda Ahzap Suresi’nde (32-33) peygamber ailesine ait kadınlar için şöyle deniyor: “Ey peygamber eşleri!Siz herhangi bir kadın değilsiniz, Allah’tan korkarsınız erkeklerle konuşmada yumuşak davranmayınki yüreğinde çürüklük olan tama etmesin. Sözün iyisini söyleyin… Kırıta kırıta ziynetlerinizi belli ede ede yürümeyin.”
    Bu surede görüldüğü gibi kadınlara erkeklerle ilişkilerinde nasıl davranmaları gerektiği üstüne nasihatlerde bulunuluyor.
    Arap toplumunda başörtüsü; hür kadınlarla, cariyeleri (köleleri) birbirinden ayırmak için kullanılan bir giysidir. Bu sadece islam’a özgü de değildir. Bu durum tarihte; Sümerlerde, RomaHukuku’nda, Cermen Hukuku’nda ve islam Hukuku’nda vardır. islam Hukuku’nda mal ne ise cariye de odur. Cariyeler müslüman da olsa başını örtemez. Ancak hür kadınlar başını örtebilir. Onlarda peygamber ailesi kadınları veKureyş kabilesi kadınlarıdır. Cariyelerin başını örtmesi yasaktır. Ahzap Suresi 59. ayette kadınlar için; “Cılbablarınızı (başörtünüzü) omuzlarınıza sarkıtın” diye gelen ayet Medine’ye göçten sonra peygamber ailesine ait kadınların örtünmesi ile ilgilidir.
    Yoksa çok örtünen iyi müslüman az örtünene ya da hiç örtünmeyene kötü müslüman veya kafir denemez. Kadınların saçlarının bir tek telinin bile görünmemesi gibi örtünme hatta görmeyi engelleyecek kadar gözlerin kapanması kadar örtünme son yıllarda ortaya çıkan aşırılıklardır. Bunların Kur’an’daki örtünme olgusu ile direk ilgisi yoktur.
    Bizde belli bir yaştaki kadınlar yani orta yaşın üstündeki kadınlar daha da sıkı örtünüyorlar. Halbuki Kur’an’da, Nur Suresi 60. ayette; “artık nikah arzuları kalmamış, evlattan kesilen kadınları, süslerini göstermek için ortalıkla dolaşmamaları şartıyla örtülerini bırakmalarında kendileri için bir günah yoktur” deniyor.
    Günümüzde şeriatı savunan siyasal islamcı bir kesimin kadınların örtünmesini namus ve dinsel buyruklarla özdeşleştirerek kendilerine bayrak edinmeleri ile Kur’an’daki örtünmenin örtüşmediği görülüyor.
    Bakın din esasına dayalı devleti savunan bir islamcı yazar olan MustafaKaplan örtünme ile ilgili olarak türban nedeni ile kaydı üniversiteye yapılmayan öğrenci velilerinin; “bizim çocuklarımız cahil mi kalacak?” söylemi karşısında 22.11.1997 tarihli Akit gazetesinde ne diyor:
    “Dokuz yıllık öğretmenlik yapmış eski bir eğitimci olarak iddia ediyorum ki, bugünkü sistem içinde cidden ‘din eğitimi’ verilmemektedir” dedikten sonra; “islam’a göre çocuklarımızın evvelemirde öğrenmesi “farz-ı ayn” olan ilimler, “iman ilimleridir” diye din kitaplarında belirtilmiştir. Bugünkü okullarda ise bu bilgiler yoktur. Öyle ise, okula alınmayan çocukların değil, gidenlerin bile bu bilgilerden mahrum olduğu bir vâkadır.
    Farz-ı kifâye sayılan diğer bilgilerin ise bütün Müslümanlarca öğrenilme mecburiyeti yoktur. Bir grup erkek Müslümanın onları öğrenmesi “dinen” kafidir. Amma, farz-ı ayn olan ilimleri öğrenmek, kadın ve erkek herkese mecburidir. O ilimler ise bugünkü mekteplerde öğretilmiyor. Daha ne diyeyim?..
    Şeriat, bir Müslüman kadının, hastalanması halinde bir erkek tabibe gitmesinde mahzur görmemektedir. Lakin, kadın Müslümanların doktor olmaları diye bir mükellefiyet yoktur. Hele bugünün şartlarında, erkeklerle karışık bir eğitim mecburiyeti altında tahsile gidilmesine şer’i cevaz bulmak mümkün değildir. Yani, bayan doktorun bir erkek hastasının şer’an bakılması haram olan uzuvlarına bakması, kadın hastasının dahi şer’an bakılması yasak olan organlarına bakması, bir başka “haram” fiildir.
    Hasbelkader bu mesleğe girmiş kardeşlerimiz, en azından meselenin şer’i cihetini bilerek devamlı tevbe istiğfar etmeli değil midir?Ya bizim şu inancımız “doğru” ise, ahirette sıkıntı çekme ihtimali doğmaz mı? Aktardığımız hüküm yanlışsa bile, tevbe etmenin kendilerine bir zararı olmaz ki…”
    Akit yazarı MustafaKaplan’ın yazısından yapılacak çıkarsamadan üniversite önündeki türban sorununun esas olarak islam’dan kaynaklanmadığını islami eğitim yapmak isteyenler için bu adresin yanlış olduğu görülüyor. Ama siyasi islamcılar halkın namus ve din hassasiyetinin örtüştüğü bir sorun olan türban sorununu bakalım daha ne kadar sıcak tutacaklar.
    Türkmen Alevi kadını ise, kendi tarihi boyunca hiçbir zaman Tanrı’ya ulaşmanın yolu olarak giydiği giysiyi seçmemiştir. Bunu giydiği giysinin kumaşının metresi ile ölçmemiştir. O bu işin, metre ölçüsü ile değil, ancak gönül ile gerçekleşebileceğinin bilincindedir. O nedenle namusunu da, giysisinde kullandığı kumaşın metresine orantılı olmayacak denli gerçekçi ve aydınlanmacıdır
    Tümünü Göster
    ···
  15. 40.
    +5 -1
    12-aleviler’de-bektaşiler’de içki var mı?

    Bektaşiler “Dem” denilen içkiyi (rakıyı) insanları ölçmek, denemek, ölçülü davranmalarını sağlamak amacıyla (“mihenk taşı”) Akyazılı Sultan’ın soktuğunu kabul ederler. Doç. Y.N. Öztürk’seBektaşilerde şarap içmenin (demlenme)Balım Sultan’la töreleştirilen “islam dışı bir tavır” olduğunu yazar. Demek ki içki (dem) 16. yüzyılda Alevi-Bektaşi Cem’lerine girmiş olmalıdır.
    ilahiyat profesörü Fığlalı’nın da belirttiği gibi genel Alevi-Bektaşi topluluklarında dolu “ibadet hükmünde” sayılır. Eski Türk tarihindede içki “saçı” lokma sayılır. Cem’de büyük bir saygıyla” anılır. Kurban yenilmesi sırasında “kesinlikle dolu içilmez.” Orta Anadolu ve Doğu Anadolu’da dolu olarak şerbet verilir. Yörelere göre bu gelenek, farklı sürdürülür. Yozgat’ta Erkânlı köylerinde Cem’de yaşlılar adabına göre dolu içerler. “Pençeli” kesim içmez. Malatya, Erzincan veTunceli yöresinde de Cem’de dolu alınmaz.
    içki Alevilerde “Kırklar Meclisi”nin bir anısı olarak kutluluk kazanmış ve dolu adıyla ayinin bir parçası durumuna sokulmuştur. Bilindiği gibi “Kırklar Meclisi”nde bir üzüm tanesinden çıkarılan şıra “Kırkları” esrik kılar. “Kırkı bir can olur”. Alevilik’teki paylaşımcılık ve birliktelik anlayışları bu tür mitolojik anılardan temellerini bulur.
    Alevi-Bektaşi Cem’lerinde dolu kullanımı islami kaynaktan değil, Ortaasya kaynağından gelmektedir. EskiTürk örf ve adetlerinin islami bir cila altında yaşatılmasıdır bu gelenekler OrtaasyaTürkleri’nde. Şamanlıkta kurbana “Tolu/Dolu” denilirdi. Günümüzde Alevi toplumlarındaki kurbanın “tığlanması”daŞamanilik kaynaklıdır. Asya gelenekleri Anadolu’da da sürdürülmüştür.
    içki Alevilik’te bir eski geleneğin sürdürülmesidir. Yoksa, Aleviliğin temel ilkesi, kuralı değildir. içki içme ve Cem’lerde dolu kullanma genel olarak yoktur. içki, ölçülü olmanın bir yoludur. Yoksa “Üss-iZafer” kitabında yazarıMehmet Esat’ın 1826’lardaBektaşi tekkelerinin kapatılmasında bütün tekkelerde alkollü içkiler bulunduğu, “içki şişelerinin ağızlarına Kuran sayfalarının tıkaç yapıldığı” türündeki savları bir Alevi-Bektaşilik düşmanının suçlamalarıdır. Bilindiği gibi M. Esat Bey II. Mahmut’un, Yeniçeriliği ve Bektaşiliği kaldırmak için göreve getirdiği bir vakanivüstüdür.Bu olayların kuramcısı odur. Yansız ve nesnel yazacağı doğallıkla kuşkuludur.
    Alevi-Bektaşi şiirinde içki / dem / doluya yer verilir. Esriklikten, esrik olmaktan söz edilir. Fakat bu içip sarhoş olmak anlamında değildir. Sevdiklerinin aşkıyla mest olmak anlamındadır. Tanrısıyla birleşmek, peygamberiyle, çok sevip yücelttikleri Ali’yle tıpkı “Kırklar Meclisi”ndeki gibi özbenliklerini eritip, birleştirmek anlamındadır. Viranı, “Ali’dir kadehim, Ali’dir şişem”, Dertli, “Getir saki mey engürü, ki el tutmaz ayak tutmaz / Anı Zahid yasak ettiyse, aşk ehli yasak tutmaz”;Kararsız Veli, “Anun içün esürük sarhoşlaruz/içtiğimiz kadeh doludur bizim”;Pir Sultan, “Dolumuz içeliden ezelden / Münkir ne bilir evliya sırrından”;Teslim Abdal, “Doldurdu doldurdu bir dolu verdi / Ol Hızır’ın yeşil eli sabahtan”; PirMehmet, “Sun elinden içem kudret dolusun/Senin aşkın beniMecnun eyledi”, Kul Şukri; “Gerçekler Ali’den dolu içtiler / Yedi nefisten ruhların seçtiler” Harabi;
    “Biz içeriz bize yoktur vebali”,
    “Ehline helaldir, na ehle haram”.
    derlerken bunu amaçlamışlardır, yoksa sarhoşluğu değil.
    Dolu içmenin alışkanlık olduğu Alevi-Bektaşi yöreleri vardır. Genel bir kural olmamakla birlikte tüm Alevi-Bektaşi topluluklarında dolu “Hak dolusu”dur, “Hünkar HacıBektaş Veli dolusudur”, “Gerçek Erenler dolusudur”.Saygıyla alınır, edeple içilir. Ayinin bir bakıma kaçınılmaz bir öğesidir. Kutsal bir havada içilen doludan kötü bir sonuç beklenemez. Bir “günah” doğmasına olanak yoktur. Öylesi bir ortam da zaten yoktur.
    HacıBektaş Çelebileri’nden A. Celalettin Ulusoy’un gözlemleri ve değerlendirmeleri ilginçtir. Dem toplumda olumsuz değil, olumlu etki yapar. Toplantılarda “edep” içerisinde dem alınması toplumsal dostluk ve kardeşliği doğurur, kanısındadır. Şöyle diyor:
    “Alevi-Bektaşi yolunda, demin belli ölçüler içinde dostluğa ve kaynaşmaya yönelik muhabbet havası içinde içilmesi, toplumsal yaşantıda olumlu etkiler göstermiştir. Düğünlerde, özel ziyafetlerde ve benzeri törenlerde bir Alevi-Bektaşi’nin cana yakınlığı yanında, terbiyeli ve saygılı davranışı hemen dikkati çeker. Bu toplumsal yaşantıda yapılan eğitimle, toplumsal yapıda barış, kardeşlik yolunda gerçekleştirilen bir başarıdır. insanların vazgeçemediği içki içme eğilimi, terbiye ve ahlâk kuralları içinde, disiplin altına alınmıştır. Edep dışı, incitici hareketlere ve hafifliklere meydan verilmeden, insan yaşantısına hoş bir hava ve renk getirilmiştir.”
    içki, Alevi-Bektaşiliği’nin bir kuralı, ilkesi değildir. Edep-Erkânı arasında da temel olarak yer almaz. Her Alevi-Bektaşi yöresinde de içilmez. Birçok Sünni veSünni yöresi de içki kullanır. Oysa, Alevi-Bektaşilerde içki kullanmanın (dem alma) bir adabı (kuralı, ilkesi) vardır. içki, kişiler ve topluluklar için bir “mihenk taşı”, bir kişinin erdemlik ölçüsü olarak algılanır. Alevi-Bektaşiler içkiyi bir “nefis terbiyesi” olarak görürler. Dem, ayinlerde alınır ve kutsal bir saygınlığı vardır. Yerine göre sözü-sohbeti açar, insanları birbiriyle kaynaştırır. Toplumsal dostluk ve kardeşliği sağlar.Bu yanıyla da olumlu bir işlev üstlenmiş ve olumlu bir görevi yerine getirmektedir.
    Alevi-Bektaşiler içki kullanmada edepli ve ölçülüdürler. Dem içme geleneği Alevi-Bektaşi edebiyatında bir ekol yaratmıştır. Bir gelenek oluşturmuştur. “Üç K” ilkesini uygularlar. “Üç K”nın anlamı bu toplumca şudur. içki alınırken eşin (karın), komşun ve kesen zarar görmeyecek ve olumsuz olarak etkilenmeyecektir. Bu ilke Alevi-Bektaşi toplumunu denetimli, kontrollü ve disiplinli kılar.
    Kadeh, avucun içine alınır. Bu, sevgiyle tutuştur. Baş parmak yukarıya doğrudur Tanrı’yı gösterir. “Allah-muhafazid-Ali” diyerek kadehte üç küçük yudum alınır. Hiçbir zaman kadeh tümden içilmez, boşaltılmaz. Kadehler tokuşturulurken, eller tokuşturulur ve “Cam cama değil, can cana olması”na özen gösterilir. Bunlar belli bir adap ve disiplin içerisinde yapılır.

    13- aleviler neden tavşan eti yemezler?

    Aleviler tavsan eti yemezler. Bunun bir çok sebebi var. Ancak asıl sebep; tavşanın adet görmesi ve etinin çok kanlı olup sağlıksız olmasıdır. Ayrıca tavşan fizyolojik ve biyolojik yapısıyla da ilginçlikler taşıyan bir hayvandır. Tavşanın kafası kedi kafasına, kulakları eşek kulaklarına, arka ayakları köpek ayaklarına, ön ayakları kedi ayaklarına ve kuyruğu domuz kuyruğuna benzemektedir. Yine tavşan kedi ile çiftleşmektedir. Bunca sağlıklı ve yenilmesinde sakınca olmayan hayvan (koyun, keçi sığır vb.) varken Alevilere “neden tavşan yemiyorsunuz” diye sorular sormak düşündürücü olmanın ötesinde art niyetlilikten başka bir şey değildir.

    14- aleviler’in belirgin toplumsal özelliklerini kısaca anlatır mısınız?

    islam dünyasındaTürkiye’de yaşayan Aleviler’in özel ve ayırt edici bir özellikleri var. Dünya üstünde insan sevgisini, insanı, her tür sevgiyi inancının temeline koymuş bir islami yorum dersek abartı sayılmaz.
    Alevilik; eşitlikçi, özgürlükçü, bölüşümcü, insan haklarından yana, kadın haklarından yana bir inançtır. Alevilik; Allah’taki güzellikleri insanda bulan bir inançtır. Allahı sevmenin insanı sevmek ile başlayacağına inanır. Dünya üstündeki hiçbir kötülüğün Allah’tan gelmeyeceğine inanan bir islami anlayıştır.
    Türkiye’deki Alevi toplum; en eski tarihlerinden beri; insan sevgisini kendine kıble yapmış, her tür haksızlığa karşı olmayı, kendine erdem edinmiş, insan haklarından, kadın haklarından, çocuk haklarından yana, çevreci, her tür eşitlikten, özgürlükten yana, laikliği kendine yaşam biçimi edinmiş, Atatürk’ü sevmeyi nerede ise inancının bir parçası haline getirmiş, Atatürk ilkelerini yaşam biçimi halinde yaşayan her tür bilimsel ve toplumsal yeniliğe açık, toplumsal duyarlılığı çok gelişmiş islam’ın aydınlıkçı, insan sever, eşitlikçi, reformist aydınlanmacı bir yapılanmasıdır.
    islam coğrafyasında bazı aksamaları olsada ülkemizin tek laik Cumhuriyet ile yönetilen ülke olmasında sanırım Alevi nüfusunun hatırı sayılır bir payı vardır.

    umarım okursun...
    Tümünü Göster
    ···
  16. 41.
    -1
    kızıl baş mısın
    ···
  17. 42.
    0
    evin araban var mı
    ···
  18. 43.
    +1
    @42 alevi ile alevin yada ateşin hiç bir bağlantısı yoktur, alev ile bağlantılı kişiler senin gibi yezid tohumlarıdır
    ···
  19. 44.
    -2
    ateşten mi atlıyonuz
    ···
  20. 45.
    0
    kardesim iyi aksamlar. bir sorum olacak kesinlikle alevi dusmani biri degilim. osmanli hayrani biriyim. yavuz Sultan Selim hanin bir soykirim yaptigindan 40000 kisinin katledilmesinden bahsediliyor. inanisiniza saygiliyim ama boyle bir vahsetin olduguna acikcasi inanmıyorum. osmanli devletinde bir karar defteri ve yapilan veya uylanmak uzere hazırlanan tum kararlarin buraya işlendiği tarihsel bir gercek. Bu nedenle bilgilerin doğruluğunu bana somut olarak gosterebilecegin bir kaynak varmi ?
    ···