1. 1.
    0
    Sakal...
    Atatürk Amasya ziyaretinde. Vali konağında yörenin ileri gelenleri ile sohbette. Bir ara tam karsısında oturan birine takılır gözleri. Yaşı ellinin üzerinde bu adam beline kadar inen sakalıyla Atatürk'ün dikkatini çeker. Ata, yanındaki valinin kulağına eğilip sorar;
    - Kimdir bu?
    Vali yanıt verir:
    - Efendim kendisi Şıh'tır. Yörede çok hatırlısı vardır.
    Atatürk Şıh'ı yanına çağırır ve;
    - Bak baba, imanın ölçüsü sakalın boyunda değildir. Şunu rica etsem de en azından Peygamber efendimizinki gibi kısaltsan der ve eliyle de boyun altı hizasını gösterir.
    Şıh:
    - "Emrin olur Paşam" diyerek yerine çekilir.
    Aradan zaman geçer, bir aksam Atatürk Amasya'daki Şıh'ı hatırlar ve Vali'yi telefonla arayıp durumu sorar. Vali nasıl söyleyeceğini bilememekle birlikte, Şıh'ın sakal boyunda en küçük bir kısalma bile olmadığını aksine kimselere el sürdürmediğini anlatır. Atatürk telefonu kapatır, kağıdı kalemi eline alır ve az sonra nazırını çağırıp, yazdığı yazıyı Amasya Valiliği'ne tebliğ etmesini ister. Ertesi gün Amasya'dan bir haber gelir ki Şıh Efendi Ata'yı görmek üzere Ankara'ya yola çıkmış...
    Şıh gelir, Ata'nın karsısına çıkar. Sakal tamamen kesilmiş, sinekkaydı bir tıraş olunmuş, saçlar kısaltılmış, kılık kıyafet bastan sona değiştirilmiş, bambaşka bir görünüme bürünülmüştür. Atatürk'ün mesai arkadaşları bu değişimi anlayamaz ve Ata'ya sorarlar;
    - Aman Paşam, o Şıh ki sakalına el dahi sürdürmezdi, siz ne ettiniz de kökünden kesmesini sağladınız?
    Ata gülümser, sonra da yanındakilere dönüp;
    - Dün aksam Amasya Valiliği'ne bir yazı gönderdim ve Şıh'ı Afyon'a vali atadığımı bildirdim.
    der.
    Ardından da yeni bir yazı hazırlayıp nazırına bu yazıyı da Şıh'a vermesini söyler. Yazıda söyle yazmaktadır;
    - inancın ölçüsünün sakalda olmadığını anladığına sevindim. Valilik meselene gelince, bugün koltuk uğruna kırk yıllık sakalından vazgeçebilen yarın başka şeyler için milletinden bile vazgeçebilir. Seni böyle bir ikileme mahkum bırakmayalım. Kal sağlıcakla...
    ···
  2. 2.
    0
    Kurtdereli...
    Atatürk, ünlü güreşçi Kurtdereli'ye ödül olarak 1000 liralık bir iş Bankası çeki veriyor. Altını Kemal Atatürk diye imzalıyor, zaten çeklerde resmi de var. Pehlivan çeki iş Bankası' na zütürüyor; kendisine 1000 lirayı ödüyorlar. Muazzam bir para.
    Ama Kurtdereli hala bekliyor. "Ne bekliyorsun pehlivan?" diye sorduklarında çeki beklediğini söylüyor.
    "Parayı aldın, çek bizde kalacak" diyorlar.
    "O zaman alin 1000 liranızı, verin çekimi" diyor. "Onda Atatürk'ümün imzası var." Ve parayı iade edip Atatürk imzalı çeki sevgiyle cebine yerleştirerek gidiyor.
    ···
  3. 3.
    0
    "Türk Kendi Düşer, Kendi Kalkar!."

    Fransızlarla Hatay meselesine dair anlaşma yapıldığı günlerden biriydi. Hatay'dan dönüşünde Eskişehir'de kaldı. Şereflerine Orduevi'nde bir şölen verildi. Eskişehirli bir genç aradı ve buldu. Ona Fransa hakkında bir şeyler yazdırdı ve okuttu. Bunda Fransızların savaşacak durumda olmadıklarından bahsediliyordu.
    Son derece heyecanlı ve neşeliydi. Yendi, içildi. Milli oyunlara başlandı. Ata'mız bir aralık büsbütün coştu. Zeybek havasına kendini kaptırdı. Ayağa kalkarak oynamaya başladı. Coşkunluğu o dereceyi bulmuştu. Dizini yere vururken bir aralık sendeledi. Halk onu kucaklayıp kaldırmak istedi. işaretle onları durdurdu ve :

    - Türk kendi düşer, kendi kalkar !... diyerek zemberek gibi yerinden fırladı.
    ···
  4. 4.
    0
    Futbol Nasıl Oynanır?" Büyük ATATÜRK’ün futbolla ilgili bir anısını en yakın arkadaşlarından Kılıç Ali’nin oğlu olan, devrinin ünlü futbolcusu Gündüz KILIÇ yıllar sonra kaleme aldığı ve bir gazetede yayınlanan yazısında tatlı bir üslup içinde şöyle dile getirmiş. ATATÜRK yakın arkadaşı Kılıç Ali’nin evine bir ziyaret için uğradığında, evde başka kimse bulunmadığı için Gündüz KILIÇ tarafından ağırlanmıştı. Bundan sonrasını rahmetli Gündüz KILIÇ’tan nakledelim.

    ... ATATÜRK şerbetini yudumlarken 'Gel şöyle oturda seninle konuşalım biraz' dedi ve bana karşısındaki koltuğu gösterdi. Oturdum ama inanın içimin yağları eridi. işin asıl zor tarafının bundan sonra başlayacağını hissediyordum. Çünkü ATATÜRK’ün özellikle gençlere değişik zeka soruları sorarak onları imtihan etmekten pek hoşlandığını biliyordum. Mahçup olma korkusu bütün benliğimi sarmıştı. Fakat çok şükür sorduğu soru korktuğum türden olmadı.

    O sıralarda Milli futbol takımımız Halk Evleri Takımı adı altında Rusya’da 5-6 maç yapmıştı. Maçların çoğunda fena sonuçlar alınmıştı. Yaşımın pek genç olmasına rağmen, ben de kadroya alınmıştım. Ülkesinde olup biten her şeyle ilgilenen ATATÜRK’ün Rusya yenilgileri de gözünden kaçmamıştı.

    ilk sorusu 'Neden yenildiniz?' oldu. Kem küm ederek bir şeyler söylemeye çalıştım. ATATÜRK pek üstelemeden ikinci sorusunu sordu. 'Peki bu yenilgiler seni çok üzdü mü?' dedi. Son derece üzüldüğümü anlatmaya çalışırken, bir el hareketiyle beni susturup kendi konuştu: 'Dünyada yenilmeyen kimse, yenilmeyen ordu, yenilmeyen takım, yenilmeyen kumandan yoktur. Yenildikten sonra üzülmekte tabiidir. Ancak, bu üzüntü insanın maneviyatını yok edecek, onu çökertecek seviyeye varmamalıdır. Yenilen hemen toparlanmalı, kendini yeneni yenmek için olanca gücüyle, azmiyle çalışmalıdır' dedi.

    Sonra futbolun nasıl oynandığını anlatmamı istedi. Hemen kağıt kalem aldım, oyun sahasını çizerek o zamanki deyimiyle, müdafileri, muavinleri ve muhacimleri yerlerine yerleştirip onların görevlerini ve ana kaideler ile hedeflerini anlattım. ATATÜRK, 'Yahu desene bizim harp oyunları gibi, sizin işde strateji bilgisi ve kurmay kafası ister' diye önemser önemser başını salladı."
    ···
  5. 5.
    0
    KiTAP OKUMAK
    “Bir gün Atatürk, tarihle ilgili bir kitap okuyordu. Öylesine dalmıştı ki, çevresini görecek hali yoktu. Bir sürü yurt sorunu dururken devlet başkanının kendini kitaba vermesi Vasıf Çınar’ın biraz canını sıkmış olacak ki Atatürk’e şöyle dediğini duydum :
    “- Paşam, tarihle uğraşıp kafanı yorma. 19 Mayısta kitap okuyarak mı Samsun’a çıktın?”
    Atatürk, Vasıf Çınar’ın bu içten yakınmasına gülümseyerek şöyle karşılık verdi :
    “- Ben çocukken fakirdim.iki kuruş elime geçince bir kuruşunu kitaba verirdim. Eğer böyle olmasaydı, bu yaptıklarımın hiçbirini yapamazdım... ” (Atatürk’ün Uşağı CEMAL GRANDA)
    ···
  6. 6.
    0
    ADAM OLMAK DEMEKTiR
    CHP’nin kuruluş günleri. Parti tüzüğü tartışılıyor. Sarıklı bir milletvekili sert eleştirilerde bulunur. Ve :
    “ Bu asrî (çağcıl, çağdaş) kelimesi de ne demektir ?” deyince;
    Mustafa Kemal, başkanlık kürsüsünden öne eğilir ve seslenir :
    “ Adam olmak demektir, hoca. Adam olmak..!”
    ···
  7. 7.
    0
    ATATÜRK VE DiN ADAMLARI
    Mücadele'nin en buhranlı günleriydi. istanbul ile Ankara arasında fetva kavgası tüm şiddetiyle devam ediyordu. Birinci Türkiye Büyük Millet Meclisi, kendi bünyesi içindeki din adamlarından seçtiği irşad (Aydınlatma) Heyetleri'ni vatanın köyüne-kentine göndermek ve gerçekleri vatandaşa anlatmakla görevlendirildi. Milli Eğitim Bakanı Türk Ocakları Genel Başkanı olan rahmetli Hamdullah Suphi Tanrıöver'di. Mustafa Kemal'e geldi.
    - Paşam... Bunlar çoğunlukla Arapça konuşacaklar. Halk ne anlayacak?
    Atatürkgülümsedi.
    - Sen üzülme Hamdullah... Onlar Arapça konuşsalar bile Türkçe düşünürler dedi.
    Cemal KUTAY, Atatürk Olmasaydı
    ···
  8. 8.
    0
    ANKARA'YI NEDEN BAŞKENT YAPTIM?
    Sıcak bir günün akşamında yanında bazı ileri gelenler ile Köşkü'nün bahçesinde dolaşıyordu. Ben de o sıralar eski Köşk'ün tavan dekorlarıyla meşguldüm. Tozlu ve sisli bir akşam Ankara'nın üzerine çökmüştü. Yer yer toz hortumları semaya doğru yükseliyor ve manzaraya daha boğucu bir hava ekliyordu. Bize:
    - Ankara'yı hükümet merkezi yapmakla iyi mi ettim? diye sordu.
    Tabii herkes müspet cevap verdi.
    Arkasından:
    - Neden? suali gelince, kimi staratejiden, kimi siyasetten bahsetti. Hatta birimiz kayalık güzeldir gibi bir estetik nazariye de ortaya attı.
    Atatürk:
    -Şimdi dalkavukluğu bırakın diye münakaşayı kapattı. Ankara'nın hükümet merkezi olmak için saydığınız meziyetleri beni ikna etmeye yetmez. Ben Ankara'yı hükümet merkezi yapmakla büsbütün başka bir hedef güttüm. Türk'ün imkansızı imkan haline getiren kudretini dünyaya bir kere daha tekrar etmek istedim. Bir gün gelecek şu çorak tarlalar, yeşil ağaçların çevirdiği villaların arasından uzanan yeşil sahalar asfaltlarla bezenecek. Hem bunu hepimiz göreceğiz. O kadar yakında olacakki.
    Anekdotlarla Atatürk Em.Tümg. Muzaffer ERENDiL
    ···
  9. 9.
    0
    ATATÜRK'E BiR KÖYLÜNÜN CEVABI
    Tarihimiz sayısız savaşlarla doludur. Biz bu savaşlardan başkaldırıp ne memleketi imar edebilmişiz, ne de kendimiz refaha kavuşmuşuzdur. Bunun sebebi, bizim suçumuzda olduğu kadar düşmanlarımızdadır da. Çünkü başta Moskoflar olmak üzere düşmanlarımız hep şöyle düşünürlerdi :
    - Türklere rahat vermemeli ki, başka sahalarda ilerleyemesinler...
    Bunun için de sık sık başımıza belalar çıkarırlar, savaşlar açarlar, balkan milletlerini "istiklal" diye kışkırtırlardı.
    Biz böyle durmadan savaşırken de o zamanlar askere alınmayan gayri müslimler durmadan zenginleşirlerdi.
    Onların neden zengin, bizim neden fakir kaldığımızı bir köylü, Atatürk'e verdiği kısa bir cevap ile gayet veciz olarak izah etmiştir.
    Atatürk, Mersin'e yaptığı seyahatlerden birinde, şehirde gördüğü büyük binaları işaret ederek sormuş:
    - Bu köşk kimin?
    - Kirkor'un...
    - Ya şu koca bina ?
    - Yargo'nun
    - Ya şu ?
    - Salomon'un...
    Atatürk biraz sinirlenerek sormuş:
    - Onlar bu binaları yaparken ya siz nerede idiniz? Toplananların arkalarından bir köylünün sesi duyulur:
    - Biz mi nerede idik? Biz Yemen'de, Tuna Boyları'nda, Balkanlar'da, Arnavutluk Dağları'nda, Kafkaslar'da, Çanakkale'de, Sakarya'da savaşıyorduk paşam...
    Atatürk bu hatırasını naklederken:
    - Hayatımda cevap veremediğim yegane insan bu ak sakallı ihtiyar olmuştur, der dururdu.
    ···
  10. 10.
    0
    HAKiKi iNSAN
    Atatürk, muhtelif vesilelerle maiyetinde çalışan kimselerin samimiyet ve sadakatlarını imtihan etmesini gayet iyi bilirdi. insanların halet-i ruhiyesini, niyet ve emellerini teşhis ve temyiz etmekte şelaleler saçan bir zekaya malikti.
    O büyük insan, bir gece Çankaya köşkündeki bir ziyafette devrin vekillerinden maruf bir zata şöyle bir sual sorar:
    - Beni hakikaten sever misiniz?
    Muhatabı hemen cevabı yapıştırır:
    - Sevmek ne kelime Ata'm, taparım!
    - Peki her dediğimi de yapar mısınız?
    - Derhal
    Atatürk, bu söz üzerine belinden tabancasını çıkarır ona uzatır.
    - Öyleyse, al tabancamı, sık kafana...
    - "Aman Atam" der, herhalde benimle şaka ediyorsunuz. Benim ölmemi istemezsiniz. Meseleyi anlayan Atatürk, yeleleri kabaran bir aslan mehabetiyle dışarıda hizmet eden askeri yanına çağırıp aynı sualleri sorup, cevabını aldıktan sonra, karşısında Toroslar'dan kopmuş bir kaya parçası gibi duran bu bağrı yanık Anadolu çocuğuna tabancasını uzatıp kafasına sıkmasını emreder. Aslan Mehmetçik, bu emri bilatereddüt yerine getirir, fakat kendisine bir şey olmaz. Çünkü, Atatürk, daha önce tabancasındaki merminin kurşununu çıkarmıştır.
    işte o zaman, Atatürk yanındakilere şöyle der:
    - Beni ve vatanı seven hakiki insanı gördünüz mü?
    Ruhu şad olsun.
    ···
  11. 11.
    0
    ATATÜRK'ÜN AĞZINDAN TÜRK KÖYLÜSÜ
    Bir gün Akşehir civarında bir köye gittim. Çok yağmur yağıyordu ve soğuk vardı. Kendimi belli etmeyerek, bir evin önünde duran kadına: übacı yağmur var, soğuk var. Beni çatın altına kabul eder misin dedim ? Hiç tereddüt etmeyerek "buyrun" dedi ve beni bir odaya aldı odada ateş olmadığı ve yeni bir ateşin yakılması uzun zamana bağlı olduğu için:
    "isterseniz bizim odaya gidelim. Orada hazır ateş var" dedi. Gittik. Müteakiben komşulardan birkaç kadın ve birkaç erkek geldi. Beraberce konuşmaya başladık. Konuşurken bana en mühim sualleri soranlar kadınlar oldu. Askerin vaziyetini, düşmanın halini, en mühim düşmanın hangisi olduğunu sordular ve bunları sorarken hiç bir telaş ve tekayyüde lüzum görmediler. insanca konuştular. Fakat, biraz sonra, benim kim olduğumu anlayınca telaş gösterdiler ve söyledikleri, sordukları şeylerden kendilerine bir zarar geleceğini zannederek korktular! Çünkü şimdiye kadar resmi bir adamla açıkça konuşmayı büyük bir kabahat telakki etmişlerdi...
    ···
  12. 12.
    0
    http://imgim.com/atatrkod0.jpg
    atatürkün ölümden döndüğü an
    ···
  13. 13.
    0
    BiR BEDEViNiN KEHANETi
    italyanlar uzun süredir elde etmek istedikleri Trablusgarp'a (Bugünkü Libya) 1911 yılında saldırmışlardı. Osmanlı Ordusu Anavatanı'ndan uzakta çarpışıyordu. Bu sıralarda bir grup subay da savaşa katılmak için Bingazi şehrine gidiyordu. Bunların arasında Mustafa Kemal de bulunuyordu.

    Yolda bir bedeviye rastladılar. Bu adam el falından çok iyi anladığını söyleyerek genç subayların fallarına bakmayı teklif etti. Hepsi avuçlarını gösterdiler. Talihlerini öğrenmek istediler. Sıra Mustafa Kemal'e gelmişti. Önce elini uzatmak istemedi. Arkadaşlarının ısrarı üzerine O da elini bedeviye uzattı.

    Sarışın subayın elini sert avuçlarına alan bedevi, bu elin çizgilerine bakar bakmaz, yerinden ayağa fırladı ve büyük bir heyecanla haykırmaya başladı:

    "Sen padişah olacaksın... Padişah olacak ve 15 yıl hüküm süreceksin... "

    Gülüştüler ve yollarına devam ettiler...
    ···
  14. 14.
    0
    iZMiR SUiKASTI

    izmir'de hazırlanan o alçakça suikastın sonuçsuz kalmasından sonra bir gün bize şu olayı anlatmıştı:
    - "Ziya Hurşit'in beni öldürmeye memur ettiği iki zavallı vardı. Sorguları yapıldıktan sonra bunların birisini yanıma çağırdım. Odada kimse yoktu. Kendisine sordum:
    - Sen Mustafa Kemal'i öldürecekmişsin, öyle mi?
    - Evet, dedi. Ben yine sordum:
    - Mustafa Kemal ne yapmıştı ki onu öldürecektin?
    - Fena bir adammış o. Memlekete çok fenalık yapmış. Sonra bize onu öldürmek için para da vereceklerdi.
    - Sen Mustafa Kemal'i tanıyor musun?
    - Hayır.
    - O halde tanımadığın bir adamı nasıl öldürecektin?
    - Geçerken işaret edecekler, Mustafa Kemal işte budur, diyeceklerdi. Biz de öldürecektik.
    O zaman cebimdeki tabancayı çıkararak kendisine uzattım:
    - Mustafa Kemal benim, haydi al eline tabancayı, öldür, dedim.

    Herif benden bu karşılığı alınca yıldırımla vurulmuş gibi oldu. Bir süre şaşkın şaşkın yüzüme baktıktan sonra diz üstü kapanarak hüngür hüngür ağlamaya başladı
    ···
  15. 15.
    0
    ATANIN ANAFARTALAR'DAN BiR ANISI
    Atatürk Anafartalar'da düşmanı şaşkına çevirirken gerektikçe hasmının durumundan bilgi edinmek için "bir dil yakalayın!" der, Mehmetçikler de ne yapıp yapıp karşı taraftan bir asker yakalar getirirlermiş.
    Bir gün getirilen dilden gerekli bilgiler alındıktan sonra ata sormuş:
    - Peki, sen yeni Zelandalısın madem, Türklerden ne kötülük gördün ki vuruşmak için kalkmış ta oralardan buraya gelmişsin?
    Yeni Zelandalının bunu sırf spor için yaptığını ve kendisinin sportmen olduğunu öğüngen bir tavırla söylemesi üzerine Ata:
    - iyi ama, sportmenliğin ne işe yaradı? Baksana, bir erimizin önüne düşmüş kuzu kuzu buraya getirilmişsin! Deyince tutsak şu karşılıkta bulunmuş:
    - Sizin eriniz spor kurallarını çok kaba bir şekilde çiğneyince ben ne yapabilirdim? Sportmen olmayan hasımlarla karşılaşacağımı bilseydim hiç gelmezdim!
    Meğer Mehmetçik, Zelandalıyı en can alacak yerinden yakalayarak sıkıp bayıltmış, avını ayılıncaya dek sırtında taşımış, sonra da elini çekmeden Türk siperlerine değin sürmüş.
    Ata bu öyküyü anlatır
    ···
  16. 16.
    0
    ATANIN ANAFARTALAR'DAN BiR ANISI
    Atatürk Anafartalar'da düşmanı şaşkına çevirirken gerektikçe hasmının durumundan bilgi edinmek için "bir dil yakalayın!" der, Mehmetçikler de ne yapıp yapıp karşı taraftan bir asker yakalar getirirlermiş.
    Bir gün getirilen dilden gerekli bilgiler alındıktan sonra ata sormuş:
    - Peki, sen yeni Zelandalısın madem, Türklerden ne kötülük gördün ki vuruşmak için kalkmış ta oralardan buraya gelmişsin?
    Yeni Zelandalının bunu sırf spor için yaptığını ve kendisinin sportmen olduğunu öğüngen bir tavırla söylemesi üzerine Ata:
    - iyi ama, sportmenliğin ne işe yaradı? Baksana, bir erimizin önüne düşmüş kuzu kuzu buraya getirilmişsin! Deyince tutsak şu karşılıkta bulunmuş:
    - Sizin eriniz spor kurallarını çok kaba bir şekilde çiğneyince ben ne yapabilirdim? Sportmen olmayan hasımlarla karşılaşacağımı bilseydim hiç gelmezdim!
    Meğer Mehmetçik, Zelandalıyı en can alacak yerinden yakalayarak sıkıp bayıltmış, avını ayılıncaya dek sırtında taşımış, sonra da elini çekmeden Türk siperlerine değin sürmüş.
    Ata bu öyküyü anlatır
    ···
  17. 17.
    0
    ATATÜRK, YAHUDiLER VE MASONLAR
    (ibrahim Arvasi’nin yaşadığı olaylar)
    ... Hatıratım sonuna yaklaşırken memleketimizde locaları bulunan Masonlardan biraz bahsetmek isterim. Masonların istanbul, izmir, Adana ve Ankara’da birçok locaları vardır. Mustafa Kemal Paşa’nın sevmediği iki zümre vardıı. Birincisi; DÖNMELER, ikincisi; MASONLARDI. Birgün eski adliye Vekili Mahmut Esat Bozkurt’u çağırdı, kendisine masonların taksimat, teşkilat ve ahvalini bildirir bir kitap verdi. Bunu güzelce mütalaa et, bir takrir ile Halk Partisi Grup Başkanlığına ver, grupta bunlara şiddetli bir hücum yap ve grupça kapanmasına delalet etseninde bu işte büyük şeref payın olacaktır, dedi.
    Gurup günü Mahmut Esat Bozkurt riyaset makdıbına bir takrir verdi ve takririn okunmasını reisten rica etti. Katip takriri okudu. Grup dinledi. Hülasası şöyleydi:
    Bizim Eba ancet gelen Atalarımızın mensubu bulunduğu tarikatları kapattık. Masonluk da kökü dışarıda olan bir yahudi tarikatından başka birşey değildir. Memleketimizde bunun ne işi var? (bir süre tatışmalar oldu ve Recep Peker işi devlet reisine zütürüp onun reyini almak için bir hafta süre istedi.)
    Bu söz grubun tasvibine mazhar oldu ve mesele gelecek hafatya kaldı. Bir hafta sonra olsun, biz herhalde bütün locaları kapatırız, dediler. Ertesi gün Recep Peker geldi ve kürsüye çıkarak şu müjdeyi verdi:
    Arkadaşlar bugünden itibaren Türkiye’de Masonluk kalmamıştır ve bütün localar kapanmıştır.
    Salonda bir kıyamettir koptu, alkışlar, bağırmalar, ve KAHROLSUN YAHUDi UŞAKLARI sesleri tavanı çınlatıyordu.
    Şükrü Kaya ve arkadaşları sırra kadem basmışlardı (masonlar).
    Grup dağıldıktan sonra doktor Mim Kemal Öke’yi de öne katarak meclisteki masonları toplu olarak ziyarete gitmişlerdi. Mim Kemal Atatürk’e hitaben.
    ---Efendim, biz zaten maiyet-i devletinizdeyiz, fakat siz meşrık-i azmımız olursanız, biz pervane gibi etrafınızda dönüp dolaşırız, demiş Reisicumhur:
    ---Peki, birşey soracağım, bana cevap veriniz de , sonra... Siz Avrupa’daki hangi locaya bağlısınız ve medbuunuzun ismi nedir?
    ---Biz Cenova’ya tabiiz ve reisimiz de BARCA MiŞON cenaplarıdır, demişler.
    Bunun üzerine küplere binen Mustafa Kemal Paşa, onlara hitaben;
    ---HADi DEFOLUN BURADAN! CEHENNEM OLUN YAHUDi UŞAKLARI! BENiM MiLLETiM BANA KAHRAMAN SIFATINI VERDi, BEN SiZiN GiBi BiR ÇiFT YAHUDiYE UŞAK MI OLACAĞIM? BU GECE SABAHA KADAR TÜRKiYE’DEKi BÜTÜN LOCALARINIZI KAPATMADIĞINIZ TAKDiRDE, YARIN TEŞKiL EDECEĞiM DiVAN-I HARBi ÖRFi’YE HEPiNiZi VERiR VE ASTIRIRIM. HAYDi DEFOLUN KARŞIMDAN!
    Diyerek onları kovmuş, onlar da yıldırım telgraf ve telefonlarla vaziyeti istanbul, izmir ve Adana’ya bildirdiler ve sabah olmadan hepsinin kapanma kararlarını getirip henüz sofrasından kalkmayan Reisicumhura verdiler ve derin bir nefes aldılar.
    Reisicumhur Mustafa Kemal Paşa bu suretle bütün MASON LOCALARINI kapattı...
    Tümünü Göster
    ···
  18. 18.
    0
    beyler doğru olup olmadıklarını bilmiyorum ben sadece paylaşıyorum
    ···
  19. 19.
    0
    Silahla oynarken tabanca patladı

    Makbule Hanım Ağabeyi Atatürk'ün bir insan olarak çeşitli yönlerini de içtenlikle anlatır. Ağabeyinin çocukluk yıllarına dair pek çok anekdotu dile getirir. Makbule Hanım ağabeyinin çocukluk yıllarında her çeşit oyuncağa, özellikle de silaha düşkün olduğunu belirterek, daha o yıllarda askerliğe sempati duyduğunu dile getirir. Ne varki Atatürk'ün silahla oynaması az kalsın bir felakete yolaçacaktır. Atatürk, elindeki eski bir silahı temizlemesine yardım etmesi için kızkardeşini yanına çağırır. işte o anı Makbule Hanım şöyle anlatır: "Karşısına geçtm. O elindeki lüveri temzilemeye başladı. Ne yaptı nasıl etti, bilmiyorum. Birden korkınç bir ses duydum. Annem korku ve heyecan içinde: 'Eyvah ! Kardeşini öldürdün Mustafa' dedi. Ben ise 'Ağabeyim öldü' diye ağlıyordum. Tabancanın dumanı kalkınca baktık ki ikimiz de sağız".
    ···
  20. 20.
    0
    Bir gün vatandaşın biri kasaba ya da köy kahvesinde gazete kağıdına sararak hazırladığı bir sigarayı içerken, fena kokusundan şikayet ediyor ve bütün iyilik ve kötülükleri en başta bulunana atfetmek itiyadı ile Atatürk aleyhinde ağzına geleni söylüyor. Kahvede bulunanlar zabıt tutuyorlar. iş hükümete intikal ediyor. Cumhurbaşkanına karşı işlenen suçlardan dolayı takibatta bulunmak O’nun müsaade ve muvafakatına bağlı olduğu için ilgili vekil meseleyi kendisine arz ediyor, takibat için müsaadelerini istiyor.
    Atatürk vekile soruyor:
    Sen hiç gazete kağıdı ile sarılmış sigara içtin mi
    Vekil
    - Hayır efendi diye cevap veriyor.
    Atatürk,
    - Ben içtim diyor,
    - O kadar berbat bir şeydir ki... Adam haklıdır, ben de olsam aynı şeyi yapardım. Takibata lüzum yoktur. Zavallıyı serbest bırakınız
    ···