1. 1.
    0
    Sevgili panpalarım bir hikayeye başlıyorum. Öncelikle şunu belirteyim, biraz uzunca yazacağmdan dolayı okumak istemeyenler, özte geç diyenler bi gibtrp gitsin şimdiden. Benim sadık okuyucularımla başbaşa keyifli bir hikaye paylaşmak istiyorum.
    ···
  1. 2.
    0
    Bölüm1-- Çocukluk arkadaşından mektup
    ···
  2. 3.
    0
    Sevgili Charlie
    Her ne kadar seni son gördüğümde şimdiki yaşımın yarısı kadar olsam da, sana isminle hitap etmek hem tuhaf, hem de çok doğalmış gibi geliyor. O zaan on altı yaşındaydım ve sana fena halde tutulmuştum.Şimdi mutlu bir evliliği, küçük bir oğlu olan bir kadınım; seni heo CNN deki Tıp köşesi programında görüyorum. Hala eskiden olduğu kadar yakışıklısın.

    O yaz günleri sanki çok eskilerde kalmış gibi geliyor… sen ve Johnny ayrılmaz ikiliyken, ben de izin verdiğiniz zamanlarda hep peşinizdeydim. Ki, sanırım hak ettiğimden daha sık olmuştur bu. Taz,ye mektubunu okuyunca o günler geldi aklıma ve nasıl ağladım bilemezsin. Sadece Johnny değil, üçümüz için de.Saırım bir de, o günlerde hayatın ne kadar basit ve dolambaçsız oluşuna. Ne güzel günlermiş.

    Johnny hep bağımsız çalışırdı, ama hayatının son dört yılında iki başka ğgibiyatrla çok yakın olmayan bir bağ kurmuştu.Ölümünden sonra son vaka dosyaları bu doktorlardan birine gitti. Bu dosyalar hep ofisinde bulunurdu. Ama bir gün onun evindeki çalışma odasını temizlerken sana ekte gönderdiğim notları buldum. N diye adlandırdığı bir hastasıyla ilgili vaka notları. Daha öncede Johnny n,n resmi vaka notlarını görmüştüm. Ama bu hepsinden farklıydı. Herşeyden önce, ofisinde yazılmamıştı, çünkü başlıklı kağıtta değildi ve digger resmi notlarında gördüğüm, sayfa altındaki kırmızı GiZLiDiR damgası yoktu. Ayrıca, sayfalarda silik bir yatay çizgi goreceksin. Bu çizgileri evdeki yazıcısı yapıyor.
    ···
  3. 4.
    0
    Ama kutunun ambalajın açtığın zaman göreceğin başka bir şey daha var. Siyah kalemle üstüne BUNU YAKINIZ, diye yazmış. Az kalsın içine bakmadan öyle yapacaktım. Ya bunu içinde onun özel olarak sakladığı uyuşturucu veya internetten çıkardığı sapık ferregrafi varsa diye korkmuştum. Sonunda Pandora gibi meraklı bir kadın olduğum için merakıma yenildim ve kutuyu açtım. Keşke açmasaydım.

    Her şekilde, N. nin hikayesini ve ağabeyimin giderek bölük pörçük halde yazılmış notlarını rahatsız edici buldum. Ne kadar mı? Bu yazıyı onun on yıl, benim on dört yıldan beri görmediğim bir arkadaşına göndermeme yetecek kadar. Bu yazının başka kopyası yok. ilk başta “belki bu bastırılabilir, ağabeyimin anısını canlı tutacak bir şey olabilir.” Diye düşünmüştüm.

    Ama artık öyle düşünmüyorum. Çünkü bu metin sanki canlı gibi, ama iyi bir anlamda değil. Sözü edilen yerleri biliyorum (eminim sende bilirsin bazılarını; Johnny nin notlarında N nin bahsettiği tarla çocukken gittiğimiz okulun hemen yakınındaki olmalı) ve sayfaları okuduktan sonra gidip bulmak için büyük bir istek duymaya başladım. Metnin rahatsız edici niteliğine ragmen değil, bu niteliği yüzünden… eh, bu da saplantı değilse, başka ne olabilir?

    O yeri bulmanın iyi bir fikir olduğunu sanmıyorum.

    Ama Johnny nin ölümü aklımdan çıkmıyor. Lütfen, bunu okur musun? Okuduktan sonra ne düşündüğünü bana söyler misin? Teşekkür ederim Charlie ve Eğer Johnny nin isteğine saygı duyup onu yakarsan, benden en küçük bir itiraz sesi bile duymazsın.

    iyilikler,
    Johnny nin küçük kız kardeşi
    ···
  4. 5.
    0
    sevigli okurlarım gelen yorumlara göre gecenin ilerleyen saatlerinde devam edip etmeyeceğime karar vericem şimdiden sağlıcakla kalın
    ···
  5. 6.
    0
    updullllah
    ···
  6. 7.
    0
    geceye reserved alın, öyküme devam edecem
    ···
  7. 8.
    0
    updullah
    ···
  8. 9.
    0
    tekrardan up
    ···
  9. 10.
    0
    hocam felsefeci gibi yazmışsın. biraz daha sade ve anlaşılır yaz uzun yazıcan anlaşılan sıkılmayalım
    ···
  10. 11.
    0
    updullah heyecan tüm hızıyla dewam ediyor binler, ilham geldi yazmaya dewam
    ···
  11. 12.
    +1
    roman mı yazıyon amcık.
    ···
  12. 13.
    0
    N nin dosyası hakkında

    1 Haziran 2011
    N 48 yaşındaydı, Portland da büyük bir muhasebe firmaasının ortağıydı, boşanmıştı ve iki kızı vardı. Kızlardan biri Kaliforniya’da yüksek lisans yapıyordu, diğeri ise burada, Maine deki bir üniversitede birinci sınıf öğrencisiydi. Eski karısıyla ilişkilerini “mesafeli,ama dostça” olarak tanımlıyordu.
    “48 yaşından daha yaşlı gösterdiğimmi biliyorum.” Dedi. Bunun nedeni bir süredir düzenli uyuyamamam. Ambien adlı uyku ilacını denedim, sonra o yeşil olanları denedim, ama sadece beni sersemletiyorlar.”
    Ne kadar zamandan beri uykusuzluk çektiğini sorduğum zaman hiç düşünmeden cevap Verdi.
    “on aydır”
    Bana geliş nedeni insomnia, yani uyuma sorunu mu, diye sordum. Gözlerini tavana dikip gülümsedi. Çoğu hastam, en azondan ilk vizitede, koltukta oturmayı tercih ederdi ama N doğruca kanepeye gitti. Elllerini göğsünde kenetledi ve uzandı.
    “Sanırım, ikimiz de nedenin bu olmadığını biliyoruz,” dedi.
    Ne demek istediğini sordum.
    “Eğer tek derdim gözlerimin altındaki torbalardan kurtulmak olsadı ya bir estetik cerraha ya da aile doktorumuza giderdim.
    “Anladığım kadaruyla insomnia hep başka bir sorunun belirtisiymiş.”
    Ona her zaman öyle olmadığını, ama çoğu durumda bunun doğru olduğunu söyledim. Başka bir sorun varsa, insomnia nın tek belirti olmadığını da ekledim.
    “Başka sorunlarımda var.” dedi. “Tonlarca. Örneğin ayakkabıma bakarmısınız?”
    Ayakkabılarına baktım. Bağcıklı ayakkabılar. Soldaki tepeden bağlanmıştı, ama sağdaki en alttan bağlıydı. Ona bunu ilginç bulduğumu söyledim.
    “Öyle” dedi.
    Gerginliğini biraz azaltmak ümidiyle, devamllı çıktığı biri var mı, diye sordum. Kenetlenmiş ellerindeki yumruklarının bembeyaz oluşu gerginliğini gösteriyordu. Ama buna hiç gülmedi. Gülümsediği bile yoktu.
    “Birisiyle çıkma yaşını biraz geçtim.” Dedi.”Ama istediğim bir şey var.”
    Bir an düşündü.
    “Her iki ayakkabımı da alttan bağlamayı denedim. Yararı olmadı.Ama biri alttan, diğeri üstten olunca kendimi iyi hissettim.” Kenetli ellerini çözüp başparmağıyla işaret parmağını neredeyse birleştirecek kadar yaklaştırdı.”Şu kadarcık.”
    istediği şeyin ne olduğunu sordum.
    “Kendimi tekrar iyi hissetmek. Ama insanın ayakkabılarını lisedeki modaya gore bağlayarak kendini iyi hissetmeye çalışması çılgınca değil mi? Kaçık insnalar da yardım istemelidirler. Eğer bir damla akılları kalmışsa ki, övünmek gibi olmasın, ama ben öyleyim bunu bilirler. işte ben buradayım.”
    Bana son günlerde akıl karışıklığı yaşadığı anlardan örnek vermesini isteyince omuz silkti.
    “Her zamanki OKB(obsesit kompulsif bozukluk) saçmalıklarıı işte. Bunun gibi şeyleri yüzlerce kez duymuşsunuzdur. Buraya gelmemin asıl nedeni geçen ağustosta olanlar. Belki beni hypnotize ederek unutmamı sağlayabilirsiniz, diye düşündüm.”
    Ümitle bana bakıyordu.
    Beni ilk huzursuz eden ilk hastam o değildi. Pgibiyatrlar mağara kalşifleri gibidirler. Hangi mağara kaşifine sorsanız size mağaraların yarasalarla ve böceklerle dolu olduğunu söyler. Sevimsiz yaratıklardır, ama zararsızdırlar.
    Yinede bana anlatmasını istedim ve birbirimizi daha yeni tanımakta olduğumuzu unutmamasını.
    “Henüz daha cıkmaya başlamadık, öyle mi?”
    Evet dedim, henüz başlamadık.
    “O halde, bir an önce başlassak iyi olur.”dedim.”Çünkü şu anda Turuncu Alarm durumundayım, Doktor Bonsaint. Kırmızı Alarm’a geçmek üzereyim.”
    Bir takım şeyleri sayma merakı var mı, diye sordum.
    “Elbette var,”dedi. “Kendi adımlarımı sayarım. Telefonda birisini aradığım zaman zilin kaç kere çaldığını sayarım.”
    Tatmin olabilmesi için belli bir sayıda ayakkabı sayması gerekip gerekmediğini sordum.
    “Otuz yetiyor,” dedi.”Onbeş çift. Çoğu zaman bu sayıyı bulmakta zorlanıyorum.”
    Peki neden belli bir sayıyı tutturmak önemli?
    Ona bu tip insanların “hedef sayı” diye bilinen sayıya ulaşmanın düzeni sağlamak için gerekli olduğuna inandığını söyledim. Dünyanın kendi ekseni etrafında dönmeye devam etmesini sağlamak gibi.
    Tümünü Göster
    ···
  13. 14.
    0
    Bunu yeterli bulup, başını salladı ve o anda baraj kapakları açılıverdi.
    “Bir gün ofise dönerken sayım yapıyordum ve bacağı dizinin altından kesilmiş bir adamın yanından geçtim. Çotuğunu bir çorapla kapatmış , koltuk değneğiyle yürüyordu. Kahverengi bir ayakkabı giyiyor olsaydı sorun olmayacaktı. Çünkü ben dönüş yolundaydım(ofisten eve) , ama ayakkabısı siyahtı. Bu olay benim bütün günümü mahvetti ve o gece hiç uyuyamadım. Çünkü tek sayılar uğursuzluktur.” Başının kenarına vurdu.”En azından burada uğursuzluktur. Beynimin akılcı yanı bunun saçmalık olduğunun farkında, ama diğer yanıkesinlikle öyle olmadığını biliyor ve hakim olan taraf da orası.

    Ogün otuzsekiz yerine otuz yedi ayakkabı saymıştım; dünyanın sonu gelmeyince beynimin o takıntılı yanı, bunun nedeni olarak otuzdan fazla ayakkabı saydığımı söyledi. Hatta otuzun çok üstünde saymıştım.
    Bunları yapmazsanız dünyanın düzeni bozulur herhalde dedim.
    “Dünyanın düzeni zaten bozulmuş. Geçen yaz Ackerman Tarlası na gittiğim zaman o düzeni ben bozdum. Ama bilmiyordum. O zaman bilmiyordum.”
    Ama şimdi biliyorsunuz, diye sordum.
    “Evet. Herşeyi değil ama yeterince”
    Ona bozulan şeyleri düzeltmeye mi, yoksa durumun daha kötüye gitmesini önlemeye mi çalıştığını sordum.

    “Düzeltemem” dedi fısıltı halinde bir sesle.”Ama o şeylerin daha çok bozulmasına engel olabilirim. Evet. Zaten oluyordum.”

    Yine o yolların ayrıldığı noktalardan birine geldim. Ona geçen yaz herhalde ağustos ayıydı Ackerman Tarlası nda ne olduğunu sorabildim, ama sonra bunun için çok erken olduğunu düşündüm. Bu apseli dişin köklerini biraz daha gevşetmek daha iyi olurdu. Üstelik bu iltihaplanmanın bu kadar yakın bir geçmişte başlamış olabileceğinden de kuşkuluydum. Büyük ihtimalle geçen yaz yaşadığı şey ateşlemiş olmalıydı.
    “Benim sizin ifadenizle, belirtilerim, kümeler halindedir.” Şimdi tekrar tavana baktı. “Bu kümelerden üç tane var. içimden dışarı çıkıyor. Mantıklı tarafımdan. Kayalar gibi… of Tanrım… o iğrenç tarladaki taktan kayalar gibi…”
    Gözyaşları yanaklarından aşağıya süzüldü.Önce bunun farkında değildi; elleri kenetli, gözleri hala tavana dikilmişti. Ama sonra yanındaki sehpada sekreterim Sandy nin hiç ekgib etmediği kağıt mendil kutusuna uzandı.Üç tane küme var diye anlatmaya devam etti titrek bir sesle.”Birincisi saymak.Önemli sayılır, ama dokunmak kadar önemli değildi. Dokunmam gereken önemli şeyler vardı. Örneğin, gazodacıkları… sabah evden çıkmadan veya gece yatmadan önce kapalı olduklarını, düğmelerin hepsinin dik vaziyette olduklarından kesinlikle emin olmak için onlara dokunmam gerekiyordu. Ve tabi fırının ön kapağı. Sonra evden veya ofisten çıkmadan önce elektrik düğmelerine dokunmaya başladım. Hızla ve iki kere dokunuyordum. Otomobilime binmeden önce tepesine dört kere vuruyordum.

    Başka şeylerede dokunuyormusunuz, diye sordum. Cevabını bildiğim halde sordum. Bu meslekte geçirdiğim beş yıl boyunca N ninki gibi birçok vakayla karşılaştım. Bazen bu şanssız insanları, yırtıcı kuşlartarafından ölene kadar gagalanan kadınlara ve erkeklere benzetiyordum. Bu kuşlar gözle görünmezler(en azından hem iyi hemde şanslıbir pgibiyatr onların üstüne ışık tutana kadar)ama yine de gerçektirler. işin şaşılacak yanı, birçok OKB hastasının bu durumlarına ragmen hiçbir şey yokmuşçasına üretken bir hayat sürdürebilmeleri, sinemaya giderler, sevgilileriyle veya eşleriyle sevişirler ve oncazaman o kuşlar hep oradadır, üstlerine tünemiş, minik parçalar halinde etlerini koparırlar.

    Saymak önemli, dedim, ama dokunmak daha önemli. Dokunmaktan daha önemli ne var?
    “Yerleştirme” dedi ve aniden titremeye başladı, yağmurda ve soğukta kalmış bir kopek gibi.
    Belli etmeden saatime bakıyordum. Zaman dolmuş, bir gün için epey yol almıştık.
    “Sihirli bir tedavi yani, değil mi?” diye sordu. Bu kez gülümsemesi insanın içini acıtıyordu.
    “Sanırım haklısınız Doktor, sorunun kökündeki nedeni hiç konuşmadık. Ne olduğunu biliyorum… “

    Gelecek hafta o konuyla ilgili konuşacağız dedim.
    Sıradan bir konudan bahsediyormuşuz gibi intihar eğilimi olup olmadığını sordum.
    “Bunu aklımdan geçirmedim değil, ama yapmam gereken çok şey vardı.”
    Bu cevap ilginç olduğu kadar da endişe vericiydi.

    Ona kartımı verip, eğer intihar fikri cazip gelmeye başlarsa hemen beni aramasını söyledim, zamanın hiç de önemli olmadığını belirttim.
    Peki, dedi.

    Paxil mi vereyim?, yoksa Prozac mı? ama bu ilginç hastamı daha yakından tanıyana kadar ikisini de vermeyeceğim…
    Tümünü Göster
    ···
  14. 15.
    0
    updulllah, öykünün devamı bu gece
    ···
  15. 16.
    0
    updullah
    ···
  16. 17.
    0
    gece gece iyi gider beyler okuyun
    ···
  17. 18.
    0
    son kez updullah yarın devam eddecem
    ···
  18. 19.
    0
    updulllah
    ···
  19. 20.
    0
    birkezdaha up
    ···